Yıldıray OĞUR
Geçen haftanın aşırı hassasiyet krizlerinde Sezen Aksu öne geçince, Bülent Ersoy’un başına gelenler geri planda kaldı.
Halbuki Anıtkabir Komutanı’nın sürgün edilmesiyle sonuçlanan son yılların en absürt krizlerinden biriydi yaşanan.
Olayı herkes biliyor.
Konser için Ankara’ya giden Bülent Ersoy, yedi kişilik ekibiyle birlikte Anıtkabir’i ziyaret etmişti. Üzerinde siyah bir kıyafet, yine dikkat çekici büyüklükte bir şapkayla bir anda Anıtkabir’de ilgi odağı olan Ersoy, artık 70 yaşında olduğundan yürüme mesafesini tekerlekli sandalyede katederken, tam bu sırada Anıtkabir’de görevli bir subay Bülent Ersoy’a şemsiye tutmuştu.

Bu anın fotoğrafları ve videoları sosyal medyaya düşünce ise kıyamet koptu.
Tepkilerde neredeyse bir milli mutabakat oluştu.
Milliyetçi, Kemalist, muhafazakar, solcu pek çok isim ve medya bu görüntüyü askerin itibarına bir hakaret olarak görüp, resmi bir görevi olmayan Bülent Ersoy’a bir şemsiyelik ayrıcalığa bağırıp çağırdı.
“Ordumuz ne hallere düştü” diyen de oldu, konuyu Bülent Ersoy’un “yandaşlığına” ve tabii cinsiyetine getiren de.
Muhtemelen o şemsiye Aziz Sancar’a tutulsaydı, Atatürk’ün bilime verdiği önemle ilgili sözleri eşliğinde askerin bu jesti günlerce övülürdü.
İdlib’de 34 askerin Rus uçaklarıyla şehit edilmesinde bile uzun süre açıklama yapamamış Milli Savunma Bakanlığı, jet hızıyla olayla ilgili soruşturma açtığını duyurdu.
Konu insan hakları ihlalleri olduğunda uzayıp duran soruşturma 24 saat geçmeden tamamlandı.
Ve Uludere Katliamı için 10 yıldır tek askerin koltuğunun yeri bile değiştirilmemişken, Bülent Ersoy’a yağmurda şemsiye tutulması ‘faciası’ için Anıtkabir Komutanı ve Takım Komutanı görevden alındı.
Hakkari’ye gönderilen Anıtkabir Komutanı Hava Savunma Albay Hakan Osman Sert, kararı “haksız yere sürgün” olarak görüp, emekliliğini istedi.
Kararla ilgili Bülent Ersoy bir açıklama yaparak “Sanırım yaşıma ve sanatıma saygı sunmak adına bir favördü. Cezalandırılan her kimler ise o kişilere maddi ve manevi her türlü imkânlarımı da seferber edeceğim” dedi.
Türkiye’nin gündemi başka sanatçılara yönelik linç kampanyaları ve aşırı hassasiyet patlamalarıyla değişince üzerinden hızlıca geçilen bu absürt olay aslında Türkiye tarihinin en ayrımcı yasaklarından biri üzerinde oturup konuşmak için iyi bir fırsattı.
Çünkü bu Bülent Ersoy’un askerle ilk karşılaşması değil.
Tabii ki 1976’da Gölcük’te askerliğini bahriyeli olarak yapmasından değil, 12 Eylül darbesinin ardından verilen 7 yıllık sahne yasağından bahsediyoruz.
Bu yedi yıllık yasak, yasağın uygulanışı ve kaldırılışı hakkında yaşı yetenler dışındakiler az şey biliyor.
Tabii şimdi sadece show dünyasının bir parçası olan Bülent Ersoy’un verdiği siyasi ve hukuki mücadele hakkında da...
1970’de 19 yaşında ilk kez sahneye çıkan Bülent Ersoy, 70’lerin sonunda artık bir yıldızdı.
Fakat cinsel yönelimi, giydiği kıyafetler ve bu konudaki rahatlığı ile hayranlık, ayıplanma, dalga geçme arasında gidip gelen tepkiler almaktaydı.
Bir taraftan konserleri, gazino programları, çektiği filmler dolup taşıyor ama bir taraftan da çıktığı sahnelerde “sana abi mi diyelim abla mı”, “gelin mi olacaksın, damat mı” diye laf atılıyor, kaçırmadığı cuma namazlarında bile ters ters bakılıyor, konserlerinde seyirciler onu kızdırmak için “erkek, erkek” diye tezahürat ediyor, çoğunlukla bunları bir eğlenceye çevirse de zaman zaman laf atmalar tartışmalara döndüğünde o da boylu poslu, ağzı bozuk sinirli bir erkeğe dönüp karşılık veriyor, olaylar karakolda bitiyordu.

1980 yılında artık eşcinsellikten kadınlığa geçmeye karar verip buna göre estetik operasyonlar yaptırmış, sahnelere kadın kıyafetleriyle çıkmaya başlamıştı.
Cumhuriyet gazetesi gibi laik bir mecrada hakkında çıkan haberlerde bile politik doğruculuktan eser yoktu. “Beş dakika kırıtıp, birkaç dakika süreyle seyircilere öpücük yollayarak” büyük paralar kazandığı yazılıyordu.


Hürriyet gazetesinde gelinlikli fotoğrafı ve evlilik açıklaması “Bu işin şakası falan kalmadı”, “Ne denir ki” başlıklarıyla veriliyordu.
Ağustos 1980’de çıktığı gazinoyu yine tamamen doldurduğu İzmir Fuarı’nda “aç aç” diye bağıran seyircilerinin gazına gelip hormonla şişirilmiş göğüslerini gösterince hakkında soruşturma açılmıştı.
Bu skandal üzerine dönemin CHP’li İzmir Belediye Başkanı İhsan Alyanak, Ersoy’u gelecek yıl İzmir’e sokmayacağını açıkladı:
“Bülent Ersoy’u izlerken bir tuhaf oluyorum. İzmirlilerin dengesini bozuyor. Kadın mı erkek mi belli olmayan Bülent Ersoy’u bu haliyle geldiği takdirde önümüzdeki fuara kesinlikle sokmam. Atatürk’ün 100. Doğum yıldönümüne rastlayan 50. Fuar’da Bülent Ersoy benzeri bir sanatçı görmek istemiyorum. Bu haliyle ne Bülent Ersoy’u ne de ona benzeyenleri İzmir’e sokmam. Tercihini yapsın. Bir an önce ya tam anlamıyla kadın olsun ya da erkek olsun, gelsin fuarda çalışsın.”

Bu arada Meclis’te devam eden Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde neredeyse her turda Bülent Ersoy’a da oy çıkıyordu.

Meclis 115 turda Cumhurbaşkanı’nı seçemedi ve 12 Eylül darbesi oldu. Ülkede sıkıyönetim ilan edildi, binlerce kişi gözaltına alındı.
Gözaltına alınanlardan biri de Bülent Ersoy’du.
Ama siyasi nedenlerden dolayı değil, bir hakime hakaret ettiği iddiasıyla.
19 Eylül günü bir kira anlaşmazlığında tespit yapmak için İzmir’de kaldığı eve gelen hakimi tanımayan Ersoy, onu hakaret ederek evden kovmuş, hakim de Bülent Ersoy hakkında tutuklama kararı çıkartmıştı.
Buca Cezaevi’ne konan Ersoy’un hangi koğuşa yerleştirileceği ise büyük bir mesele olmuştu.
Buca Cezaevi savcısı AA’ya Bülent Ersoy’u dış görünüşü yüzünden erkekler koğuşuna, kanunen de kadınlar koğuşuna koyamayacağını söylemiş, o yüzden de özel bir bölüme yerleştirmişti.
Cezaevlerinin siyasi mahkumlarla dolduğu günlerdeki tutukluluğu 45 gün sürdü.
Çıkarıldığı duruşmaya iyi halini göstermek için takım elbiseyle katıldı, hakime “Ben bir psikopatım. Gördüğüm hormon tedavileri beni cinsel ve ruhsal açıdan bir psikoza sürükledi” dedi ama tahliye talebi reddedildi.


45 gün tutukluluktan sonra yine beyaz bir takım elbiseyle çıktığı İzmir’deki mahkemede 11 ay hapis cezasına çarptırıldı ama cezası beş yıl ertelendi.

Cezayı veren hakim tanıdık bir isimdi: Sabih Kanadoğlu...
Kanadoğlu hapis cezasını verdikten sonra ona bir de nasihat etmişti:
“Bu sana tanınan son şanstır. Aklını başına topla, şansını iyi kullan.”

Hapishaneye düşen genç şarkıcı için gazetelerde ve sanat dünyasında “Bülent Ersoy bitti” sözleri dolaşmaya başlamıştı.
Henüz 28 yaşındaydı. Bitmediğini göstermek için tekrar gazino sahnelerine çıktı.
27 Ocak 1981 günü İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne çağrılarak uyarıldı:

“Sahne ve özel yaşamındaki giyiniş ve davranışlarıyla bir erkekten çok kadını andıran şarkıcılara Emniyet Müdürlüğü Ahlak Masası yetkilerince uyarıda bulunulmuştur.
...
Giyiniş ve davranışlarını düzeltmesi için Emniyet Müdürlüğü’ne çağrılan Bülent Ersoy’a ‘Bundan böyle sanat icra ederken sahne kıyafetlerimi normal giyeceğime ve göze hoş görülmeyen hal ve hareketlerde bulunmayacağımı tebellüğ ettim’ yazılı bir kağıt imzalatılmıştır.
Bülent Ersoy, bütün bunlara kendisini taklit eden taverna şarkıcılarının neden olduğunu belirterek şöyle konuşmuştur:
‘Her Türk vatandaşı gibi kurallara uymak zorundayım. Bizim olayımız çevreye ters düşmüştür. Uyarı bu nedenle mantıklıdır. Bundan sonra gazino programlarımı iptal edeceğim ve şimdilik sahneye çıkmayı düşünmüyorum.”
Devletin artan baskısıyla artık kararını vermişti:
“Benim için erkek olarak yaşamanın imkansız olduğunu, homoseksüel olarak yaşamanın da imkansız olduğunu anladım. Ayrıca homoseksüelliğin de bizim toplumumuzun görüşlerine ters düştüğü fikri ağır basınca ameliyata kesin karar verdim. Hapisteki günlerimde bundan emin oldum.”
Ve nihayet Türkiye’nin aylarca konuşacağı haber 14 Nisan 1981 günü Londra’dan geldi.
Bülent Ersoy, Londra’daki Charing Cross Hastanesi’nde 3.5 saatlik bir ameliyatla kadın olmuştu. Ameliyatı yapan doktoru P.F. Philips ameliyat gerekçesini raporuna şöyle yazmıştı:
“Akli dengesinin bozulmasını önlemek ve rahat yaşama kavuşturulması için bir cerrahi müdahaleye lüzum görüldüğü...”
Artık Türkiye işi gücü bırakmış “Bülent Abla”yı konuşuyordu.
Gazeteler ameliyattan çıkan Bülent Ersoy’la röportajlar yayınlıyor, ameliyatın epey mahrem bilgilerin de yer aldığı bütün ayrıntıları çarşaf çarşaf yazılıyordu.

Ameliyatın maliyetiyle ilgili çıkan rakamlar üzerine İstanbul Defterdarı “vergisini verecek” açıklaması bile yapmıştı.
Doğuştan zaten çift cinsiyetli olduğunu söyleyip dinen buna cevaz getirenler de vardı, kadınlığın ona yakıştığını söyleyenler de... Anlayış gösterenlerin sayısı ayıplayanlardan fazla görünüyordu.
Bu arada Bülent Ersoy Londra’dan Frankfurt’a geçti ve kadın olarak ilk konserini burada verdi. Ardından Almanya’nın farklı şehirlerinde de yeni kimliğiyle sahneye çıktı.

Türkiye’ye döner dönmez ise avukatları kadınlığını tescil ettirmek için Fatih Birinci Asliye Mahkemesi’ne başvurdu.
Mahkeme başkanı İngiltere’den getirilen ve çevirisi yapılan kadınlık raporuyla muayene için Ersoy’u Haseki Hastanesi’ne sevk etti.
Muayene heyetindeki doktorlardan biri Türk Sanat Müziği’nin ünlü bestecisi Dr. Alaattin Yavaşça’ydı.
Mahkeme hastaneden gelen “olur” raporuyla birlikte Ersoy’un kadınlığını onayladı.
Fakat, Bülent Ersoy’un cinsiyeti tartışması burada bitmedi. Fatih Savcısı, kararı temyiz için Yargıtay’a taşıdı.
Yargıtay’ın kararı beklenirken Bülent Ersoy, ameliyatına karşı çıkan Fahrettin Aslan’ın Maksim Gazinosu’ndan transfer olduğu Osman Kavran’ın Lunapark Gazinosu’nda ilk kez kadın olarak sahneye çıkmaya hazırlanıyordu.
“Türk sanat musikisinin erişilmez temsilcisi kraliçemiz” unvanıyla duyuruları yapılan gazino programının bütün biletleri günler öncesinden satılmıştı.
Ama programdan bir gün önce 11 Haziran 1981 günü İstanbul Emniyeti’nden bir açıklama geldi:
“Bülent Ersoy’un sahneye çıkması yasaklanmıştır.”
Yasak, Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nun 11 ve 12. maddelerine dayandırılmıştı.
Maddeler şöyleydi:
“Madde 11: Ar ve hayaya ve içtimai nizam ve ahlaka uygun olmayan harekette bulunanlarla bu yolda söz ve türkü söyleyen ve çalgı çalanları, kadın ve genç erkeklere söz atanları, sarkıntılık edenleri ve genç kimseleri her türlü ahlaksızlığa teşvik eyleyenleri polis meneder. Suçlular hakkında tanzim olunacak evrak 24 saat içinde Adliye’ye verilir.”
Madde 12: Kız ve kadınların gazino, bar, kafeşantan ve bunlara benzer içki kullanılan yerlerle banyo, hamam ve plajlarda çalışabilmeleri o yerin en büyük mülkiye amirinin iznine bağlıdır.”
Yasak kararı ertesi gün bütün gazetelerin birinci sayfalarında yer aldı.


Bir gün sonra yasak genişledi. Sadece Bülent Ersoy yasaklanmış olmasın diye, bütün eşcinsel şarkıcıların sahneye çıkması yasaklanmıştı.

Yasağı bizzat darbecilerin İstanbul Valisi Nevzat Ayaz basının karşısına çıkarak açıkladı:
“Davranışları nedeniyle toplumun büyük kesiminin antipatisini toplayan eşcinseller artık hiçbir sosyal faaliyet gösteremeyecek, sahnelere çıkmayacaklardır. Kanunlarımızın verdiği yetkilere dayanarak aldığımız yasaklama kararı halk arasında memnuniyetle karşılanmış ve valiliğe üç-beş saat gibi kısa bir sürede yüzlerce telgraf gelmiştir. Bu telgraflardan birinde şunlar yazıyor: Çocuklarımıza çok kötü etkiler yapan homoseksüellere koyduğunuz şahane yasak.. için sizi bir baba olarak tebrik ederim.” Görüldüğü gibi yasaklama kararı kanunlar uyarınca olduğu kadar vatandaşlarımızın istekleri doğrultusundadır.”

Şarkıcılar Emniyet’e çağrıldı, haklarında nüfus müdürlüklerine kadın mı erkek mi olduklarının tespiti için yazılar yazıldı.
Diğer eşcinsel şarkıcılar “Zeki Müren’le elde ettikleri itibarı yerle bir ettiğini söyleyerek” Bülent Ersoy için öfkeli sözler söylediler.
İstanbul Valisi eşcinsel müzisyenlere sahne yasağı kararını açıkladığı gün Devlet Başkanı Kenan Evren de Amasya’da eski liderlere siyaset yasağı kararını açıklamıştı.

Yasak kararı bütün dünyada da darbeci iktidarın siyasetçilere yönelik yasak kararıyla birlikte yer aldı.
Nevzat Ayaz’ın açıklamasından iki gün sonra San Fransisco’daki Gay Topluluğu kararı protesto için bir gösteri düzenledi.
1982 yılının başında Türkiye’ye gelen ABD Dışişleri Bakanı Alexander Haig, Ankara’daki büyükelçilik brifinginde Türkiye’de eşcinsellerin sahneye çıkışının yasak olduğunu öğrendiğinde hayret etmişti.
Yasak kararına karşı Bülent Ersoy’un avukatları sekiz yıl sürecek ve yargı tarihinde eşi görülmemiş bir hukuki mücadele başlattılar.
Avukatı Ersoy’un kadın olduğunu iddia ederek eşcinsel sahne yasağı kapsamına giremeyeceği itirazında bulunsa da Valilik “Bülent Ersoy kadın olmuş eski bir eşcinseldir” diyerek itirazı reddetti.
Ersoy’un avukatları yürütmeyi durdurmak için Danıştay’a başvurdu. Başvuruda cinsiyet değişikliği ameliyatının bütün detayları yer alıyordu.
Ama Danıştay da Valilik yasağını hukuka uygun buldu.
Danıştay’a göre Bülent Ersoy kadındı ve bu yüzden de Polis ve Vazife Kanunu’nun 12. maddesine göre sahneye çıkışı Valilik iznine tabiydi. Ama isterse erkek olarak sahneye çıkabilirdi.
Emin Çölaşan imzalı haberden okuyalım:
“Hukukçular, Danıştay tarafından verilen bu kararın yeni bir içtihat niteliğinde olduğunu, kadın kılıklı ya da eşcinsel ‘sanatçıların’ bundan sonra sahneye çıkabilmek için başvuracakları yargı yolu kalmadığını söylemişlerdir.”

Fakat, Ersoy’un kadınlığını onaylayan Fatih Birinci Asliye Hukuk Mahkemesi’nin kararının Fatih Savcısı tarafından temyize götürüldüğü Yargıtay ise Danıştay’a katılmadı.
Yargıtay yerel mahkemenin kararını bozarken Bülent Ersoy’un kadın olup olmadığının anlaşılması için “x ve y kromozomlarının tespitini” istedi.
Adli Tıp Meclisi istenen incelemeleri yaptı, raporunu bozma kararı üzerine tekrar davaya bakan Fatih 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’ne gönderdi ve mahkeme kararını verdi:
“Anne karnındaki x ve y kromozomlarının sayısı ile cinsiyet oluşur.” “Hiç kimse istediği şekilde vücudu üzerinde tasarruf yapamaz”

Yani insan hakları ve hukukun ayaklar altında olduğu 1982 yılında iki yüksek mahkeme Bülent Ersoy’un cinsiyetini tartışıyordu.
Bülent Ersoy bir nevi Schrödinger’in kedisi deneyindeki kedi gibiydi: Danıştay’a göre kadındı ama aynı anda Yargıtay kararıyla erkekti.
Ama her iki cinsiyet için de sahne yasağı sürüyordu.
Baskılardan bunalan Ersoy, 1982 yılının Ocak ayında ilaç içerek intihara kalkıştı. Ev arkadaşı tarafından hastaneye yetiştirilerek kurtarıldı. Gazetelere göre hakkında yazılan “toplumun yüzkarası” sözü onu intihara sürüklemişti.
Aynı yılın eylül ayında Kuşadası’nda gittiği bir gazinoda yan masalardan “sanat hayatın bitti” diye laf atanlara “Daha ben ölmedim” diye cevap vermesiyle başlayan tartışmayı görüntülemek isteyen bir gazeteciye küfredip, fotoğraf makinesini yanındaki korumalarıyla birlikte kırınca yeniden kendisini hapishanede buldu.

Hapse girerken Danıştay kararı gereği kadınlar koğuşuna konmuştu ama hapisteyken Yargıtay’ın kadın olmadığını söyleyen bozma kararı gelmiş, bir süre hapishanenin hangi koğuşuna konulacağı tartışıldı.
Neyse ki bu ‘zor’ karar verilemeden 22 gün sonra hapishaneden çıktı.
Bu arada Bülent Ersoy, gazinolarda oturduğu masalardan kaçak olarak şarkı söylemeye, özel davetlerde sahne almaya devam etti.
1984 yılında Kandilli’deki bir yalıdaki özel davette şarkı söylerken komşuların şikayeti üzerine polis yalıya gelmiş, mikrofonu kapatmış ve Ersoy yalıdan ayrılmak zorunda kalmıştı.

Aslında Bülent Ersoy’un sahneye çıkabilmesinin bir yolu vardı.
Dönemin İstanbul Vali Muavini İhsan Yalçın, Ersoy’un nasıl sahneye çıkabileceğini gazetelere şöyle tarif etmişti:
“Erkek elbisesiyle, pantolonuyla, saçlarını toplasın, belki hafif ruj da yapabilir ama bir papyon taksın, bir kravat taksın, bir ceket giysin, sahneye çıksın, kime mani olmaz.”
Ama Bülent Ersoy böyle sahneye çıkmayı reddetti.
Almanya ve Avustralya’ya gitti, bir süre buralarda yaşayıp, konserler verdi.
Hukuki mücadelesine ise devam etti.
1986 yılında Cumhuriyet’ten Ufuk Güldemir’e verdiği röportajda çok cesur konuşmuştu:
“Bugün bana yasak olan, yarın başkalarına yasak olabilir. Hukuk guguk olursa bir gün guguk kuşları benim kafama kondukları gibi başkalarının da kafalarına konabilir. Savunma hakkı gün gelir herkese lazım olur.”

Bu arada Türkiye’de seçimler olmuş, iktidara Anavatan Partisi gelmişti.
Başbakan Özal ve eşi Semra Özal da Bülent Ersoy’un hayranları arasındaydı.
6 Eylül 1987’de yapılan referandumla halk, 12 Eylül’ün siyasi yasaklı liderlerinin yasaklarının kaldırılmasına evet demişti.
Geriye yasaklı olarak, 12 Eylül’ün siyasi liderlerle aynı gün yasakladığı bir isim kalmıştı: Bülent Ersoy...
Bülent Ersoy, sahnelerden uzak geçen altı yıllık sessizliğini referandumun hemen ardından Hilton Otel’de düzenlediği bir basın toplantısıyla bozdu.
Gazetecilere şampanya ve havyar ikram edilen toplantıda Ersoy, kendi yasağının da kaldırılması için Başbakan Özal’a yazdığı mektubu okudu:
“Ben altı yılı aşkın bir süredir “yasaklı sanatçı” olarak evimde oturuyorum. İnsan hak ve hürriyetlerine saygılı, hukuk düzenine inanmış, yerli ve yabancı kim olursa olsun, bana tatbik edilen yasağın kanunsuz, haksız ve mesnetsiz ve ülkemizi küçük düşürücü nitelikte olduğunu söylüyor. Sayın Başbakanım. Katil değilim, hırsız değilim, vatan haini değilim, fahişe değilim. Velhasıl memleketin aleyhinde faaliyet göstermiş biri değilim. O halde bu yasağın anlamı ne? Suçsuz ceza mı olur? Mahkeme kararına dayanmayan infaz düşünülebilir mi? Sözlerimi mazur görünüz, yaşadığımız ülke Anayasası, adaleti, hukuk düzeni olan bir ülke mi, yoksa şahsi arzularla bazı insanların mahvedildikleri bir krallık, despotluk mu?”

Bu mektuptan sonra Ersoy, Başbakan Özal’dan gelecek yanıtı beklemeye başladı.
Artık sahne yasağı altı yılını doldurmuştu.
Bu arada mektubun ardından Ersoy’un sahne yasağının kaldırılması için peş peşe çağrılar gazetelerde yer almaya başladı.
Aralarında Türkan Şoray, Yıldız Kenter, Müjdat Gezen, Hülya Koçyiğit, Cenk Koray gibi isimlerin de olduğu ünlüler, Meclis’teki bazı ANAP, SHP, DYP milletvekilleri yasağın artık kaldırılması gerektiğini söyleyen açıklamalar yaptılar.


Görüşleri sorulan vatandaşlar ise ikiye bölünmüştü.

Yedi yıl varan yasak sırasında Ersoy’un avukatlarının hukuki girişimleri dört kez Yargıtay ve Danıştay’dan geri dönmüştü.


Ama 1988 yılının başında bir sihirli el değdi ve devlet geri adım atmaya başladı.
6 Ocak 1988 günü Ersoy’un avukatı bir kere daha İstanbul Valiliği’ne başvurarak sahne yasağının kaldırılmasını istedi.
Valilik başvuruyu İçişleri Bakanlığı’na sordu ve bakanlık hemen bir gün sonra Valiliğe yazı yazdı:
“İçkili yerlerde kadın kıyafetiyle sahneye çıkmasında bir mahzur bulunmamaktadır.”
Yasağın kaldırıldığı Bülent Ersoy’un avukatına, kısa bir süre önce gazetelere “erkek elbisesiyle sahneye çıkabilir” diyen Vali Muavini İhsan Yalçın tarafından bildirildi.
Bülent Ersoy’un sahne yasağı yedi yıl sonra kaldırılmıştı.

Ve yasağın kaldırılmasından iki hafta sonra en son yedi yıl önce çıktığı gazinoda tekrar sahneye çıktı.

Tıklım tıklım dolu gazinoda gözyaşları içinde kalan Ersoy’a ilk çiçek Başbakan Özal’ın eşi Semra Özal’dan geldi. Ersoy, konsere Semra Özal’ın elini öperek başladı.
Konser sırasında masalardan birinden “Torpille mi yasağı kaldırdın” diye bağıran müşteriye “Ben hakkımı aldım” diye cevap vermişti ama sihirli bir elin değdiği açıktı.
Bülent Ersoy sık sık Özallar ile bir araya geldi. 1988’de Başbakan Özal’ın doğum gününde sahneye yasağı kısa bir süre önce kaldırılan Bülent Ersoy çıkmıştı.

Yargıya da aynı sihirli el değmişti.
Ersoy’un avukatları Ankara’da bir sulh mahkemesinde dava açarak kadınlığının nüfusta tescilini istediler.
Hakim, Adli Tıp Kurumu’ndan yeni bir rapor istedi. Daha önce Ersoy’un kadın olmadığına hükmeden kurum, bu yedi yılda Bülent Ersoy’da herhangi bir fiziki değişiklik olmamasına rağmen bu kez kararını değiştirmişti:
“7 yıldır tam olgun, huzurlu bir kadın hayatı sürdürmekte olduğu ve bu durumun kalıcı ve devamlı mahiyette bulunduğu tespit edilmiştir.”
Raporun mahkeme ulaşmasıyla karar verildi.
7 Haziran 1988 günkü gazeteler mahkeme kararıyla Bülent Ersoy’un artık resmen kadın olduğunu bildiriyordu.


Mahkeme Başkanı karara “Bülent Ersoy’un görünümü, hareketleri, mimikleri ve sesiyle tam bir kadın olduğunun müşahede edildiğini” yazdırmış, kararı imzaladığı kalemi de Ersoy’a hediye etmişti.
Duygularını soran gazetecilere “Savaşı kazandım” diyen Bülent Ersoy’un kadınlığı konusunda devleti ikna eden sihirli elin Özallar olduğunu herkes biliyordu.
2005 yılında Bülent Ersoy’un açıklamalarıyla başlayan tartışmalara katılan Semra Özal, yasağın kaldırılış hikayesini şöyle anlatmıştı:
“Bülent Hanım sahne yasağının kalkması için bize çok duygulu bir mektup yazmıştı. Mektubunu ağlayarak okudum. Turgut Bey''e bahsettim. Kendisini görmek istedik. O zamanki danışmanımız Vehbi Dinçcan, Bülent Hanım''ı bize getirdi. Her beraber oturduk, durumunu anlattı. Turgut Bey onu adeta imtihan etti. Türk musikisinden sorular sordu. Hatta, Klasik Türk Sanat Musikisi''nden çok eski bir şarkı sordu. ''Biliyor musun?'' dedi. Daha önce başka bir sanatçıya sormuştu, o bilememişti. Hakikaten Bülent Hanım orada, sazsız, müziksiz ortamda o şarkıyı mırıldanmaya başladı. O şarkıyı orada hatırlayıp da, sazsız söylemek her babayiğidin harcı değildir. Turgut Bey etkilendi, kendisini takdir etti. ''Bu hanım hakiki sanatçı, yasağını kaldırmak lazım, yazık olur'' dedi. Ve yasağının kalkması için emir verdi.”
Ersoy, 2005 yılında katıldığı televizyon programında sahne yasağıyla ilgili yaptığı açıklamalarla kendisini bir anda yeniden siyasi tartışmaların ortasında bulmuştu:
“Sahne yasağımı koyan İstanbul Eski Valisi Nevzat Ayaz gazinocu Fahrettin Aslan'ın yakın arkadaşıydı. Maksim Gazinosu'nda masası vardı. Ben Maksim yerine Osman Kavran'ın Lunapark Gazinosu'na geçince yasağım kondu.”
Suçlamaların hedefindeki eski Vali Ayaz, iddiaları yalanladı.
Ama esas merak edilen Ersoy’un "sahne yasağımın kalkması için şu anda bir siyasal partinin lideri olan bir kişi benden 100 milyon lira istedi” dediği siyasi parti liderinin kim olduğuydu.
Tartışmalar büyüyünce Bülent Ersoy, Şişli’de bir apartman dairesinde onlarca gazetecinin karşısına çıktı ve o ismi açıkladı:
"Bu kişi Deniz Baykal'dır. Ankara'daki Dedeman Oteli'nin arkasındaki bir yazıhanede görüştük. Hatta Deniz Bey gri bir takım elbise giymişti. Görüşme sırasında Baykal, benden avukatlık ücreti olarak 100 milyon lira istedi. Ben de kendisine '200 milyon vereyim ama bunun garantisi var mı' diye sordum. Kendisi 'bunun garantisi olmaz' dedi. Bu asla ve asla bir rüşvet değildi. Bu o zaman için bir servetti. O zamanın 100 milyonu bugünün 1 trilyonu. Tabii ki garanti isteyeceğim."

Ersoy’un açıklamaları siyaset gündemine bomba gibi düştü. Baykal, iddiayı yalanladı, CHP, Ersoy’a dava açtı.

Daha sonra Fahrettin Aslan’ın oğlu Sacit Aslan, yasağın arkasında babasının değil, 12 Eylül’ün bir kuvvet komutanının eşi olduğunu iddia etti:
“Darbe olduktan sonra bir kuvvet komutanının çayı vardı, Bülent Ersoy oraya davet edildi ve çok güzel bir konser verdi. Program sonunda hanımefendi Bülent Ersoy'a emir subayıyla, on beş dakika daha program yapması için haber gönderdi. Bülent Ersoy bu durumun şık olmadığını söyleyerek, baskılar sebebiyle tekrar sahneye çıktı ve zorla bir şey yapmayı sevmeyen biri olduğu için, o on beş dakikayı insanların burnundan getirdi. Bu olay Kenan Evren'in üzerine yıkılmış olsa bile, olayın Kenan Evren'le uzaktan yakından alakası yoktur. O günkü şartlar altında İstanbul Valisi Nevzat Ayaz, İstanbul Polis Müdürü Şükrü Balcı, ki bu iki kişi rahmetli Fahrettin Aslan'ın kırk senelik arkadaşlarıdır, bu isimlerin söyledikleri o dönem kanun gibiydi...”
Sahne yasağı tartışması bir kez de 2010 referandumundan sonra açıldı.
Referandumda kaldırılan geçici maddeyle yargı yolu açılıp Kenan Evren ve darbeciler yargılanmaya başlayınca Bülent Ersoy sevincini gazetecilerle paylaştı:
“Bugün çok mutluyum... Beni kimse sinirlendiremez. Onlar şu anda mahkeme karşısındalar. Benim 8 yıl çektiklerim vardı. Adaletin yerini bulmasından dolayı çok mutluyum. Davaya müdahil olmayacağım. Şimdi onlar da yargılanıyorlar. Seneler sonra isimlerinin geçmesi, oraya gitmeleri gelmeleri falan değil, bu şartlarda isimlerinin telffuz etmesi dahi benim çekmiş olduğum o sekiz senelik azap ve ızdırap yıllarımın mutluluğa dönüşmesine nasip oldu. Çok mutluyum çok, kimse keyfimi bozamaz..."
2015’de Kenan Evren’in ölümünün ardından da Ersoy, bir televizyona bağlanarak sahne yasağı için tekrar Evren’i suçladı:
“Bu kişi acımasız diktatör haliyle, kişiliğiyle dünyada yaşarken cehennemi yaşattı ona yüce Allahü Teala. Onun itibarı elinden alındı. Koskoca Genelkurmay Başkanı hata Cumhurbaşkanı mertebesine çıkmış o kişinin itibarı elinden alındı ve normal bir askere dönüştü. Bana eziyet etti, 8 senelik yasaklı halimden sonra iade-i itibarımı elde ettim. Allah rahmetli Özal’ın yattığı yerleri nurlarla bezesin inşallah. O vesile oldu. Derseniz ki bir kul olarak hakkınızı helal ediyor musunuz? Hiç düşünmeden asla, asla, asla ve asla hakkımı helal etmiyorum. Ve kendisine de şefaat dilemiyorum. Yüce rabbimden.”
Peki, Kenan Evren neden Bülent Ersoy’a sahne yasağı koydurmuş olabilirdi?
Bunun özel bir sebebi olup olmadığı tam olarak bilinmiyor.
Ama Evren için 12 Eylül öncesi Meclis’teki bitmeyen Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Bülent Ersoy’a çıkan oyların bardağı taşıran son damla olduğu biliniyor.
Ağustos 1980’deki oylama sırasında Brüksel’de bir toplantıda ABD Genelkurmay Başkanı General Rogers’la birlikte olan Evren, Rogers’ın Türkiye'deki Cumhurbaşkanlığı seçimini sorması üzerine Ankara’yı aramış, telefonu açan subay “henüz sonuç alınmadığını, üstelik oylamada Bülent Ersoy'a oy çıktığını” söyleyince de Evren çok sinirlenmişti:
‘‘Bu tam bir kepazelikti. Duyduğumda ‘artık bu iş bitti' diye düşündüm.”
Evren, Brüksel’den Ankara’ya geldiğinde yakın çevresine “Artık iş bitmiştir. Ülkede müesseseler iş yapamaz hale gelmiş ve Türkiye bir bataklığa doğru sürüklenmektedir. Bunları yerli yerine oturtmak ve düzenin kurulması için gereken yapılacaktır” diyerek son ana kadar beklettiği darbenin düğmesine basmıştı.
Yani Bülent Ersoy bir nevi 12 Eylül darbesinin düğmesine basılmasına neden olmuştu.
Bülent Ersoy askerle bir kez de 2008 yılında karşı karşıya geldi. O günlerde üst üste gelen şehit haberleri için katıldığı Popstar yarışmasında herkesi şaşırtan bir çıkış yaptı:
"Eğer çocuk doğurmuş olsaydım; birileri masa başında 'Sen bunu yapacaksın, o da bunu yapacak' diyecek, ben de doğurduğum çocuğu toprağa vereceğim. Var mı böyle bir şey?”
RTÜK bu sözler yüzünden programı yayınlayan Star televizyonuna uyarı cezası verdi.
Bülent Ersoy hakkında ise “halkı askerlikten soğutma” suçlamasıyla 3 yıl hapis istemiyle dava açıldı, yargılandı, yargılandığı mahkemede Genç Siviller tarafından Biji Diva pankartlarıyla karşılandı. Neyse ki beraat etti.

Ersoy, 2014 yılında Başbakan Erdoğan’ın İstanbul’da verdiği iftar davetine katıldı. Daha sonraki yıllarda da Erdoğan Cumhurbaşkanı olarak Bülent Ersoy’u iftar davetlerine ve resepsiyonlarına davet etti.
Laik darbeciler tarafından yasaklanan ülkenin divası, muhafazakar bir iktidar tarafından onore edilmiş oldu.


Bülent Ersoy, bu resmi davetlerde Cumhurbaşkanı tarafından ağırlanırken, İstanbul’da onur yürüyüşleri polis tarafından yasaklanıyordu.
Ersoy, kendisini kadın olarak gördüğü için hiçbir zaman LGBT hakları konusunda konuşmadı, bu meselelerle hiç ilgilenmedi.
Ama, bu onun 12 Eylül’ün en uzun süreli yasaklısı olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Bu yasağı, başka ülkelerde olsa filmi yapılacak sabırlı bir hukuki mücadele vererek kaldırmıştı.
Ama yasağın kalkması üzerinden geçen 34 yıl boyunca kimse 8 yıl cinsel kimliği yüzünden sahne yasağı koyulan Bülent Ersoy’dan özür dilemedi.
En başta da bu yasağı koyan askerler...
Askerlerin Bülent Ersoy’a bir özür borcu kaldı.
O şemsiye jesti gecikmiş bir özür olarak kabul edilsin...
Yazarlar
-
Elif ÇAKIRBahçeli haklı: Ok yaydan çıktı bir kere… 5.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'nin doldurduğu öbür boşluk 5.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSırada Nijerya mı var? 5.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanDemirtaş kararı sonrasında iktidar ‘Terörsüz Türkiye’ sınavında… 5.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolDemirtaş’a tahliye 5.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAAİHM Kararı Kesinleşti; Demirtaş’ın Özgürlüğü, Demokratik Cumhuriyetin Vicdanıdır... 5.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENTam 16 yıldır beklenen samimiyet! 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZHak, özgürlük mücadelesi – Devletin güvenliği siyaseti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSiyasetin altın kuralını unutanlara hatırlatırım 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciFiyatı zengin siyaseti de fakir belirliyor 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUZombileşmiş bir toplum 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“Öcalan misyonu” 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTYüzde altmış, üç yüz kişi mi? 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜREmniyet’in yazısı ortaya çıktı! Bahis baronu nasıl kaçtı? 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞMUHALEFETTE “DEĞİŞİMCİ”, 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞEnflasyonun maliyeti daima enflasyonla mücadele maliyetinden büyüktür 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEGemi batarken… 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFiyat istikrarı mı, finansal istikrar mı? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselVahim bir gelişme: İşgücü piyasasında daralma 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Önerisiz veya bizzat öneriyle eleştiri” 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNSudan savaşı, Çinli Wing Loong’a karşı Bayraktar ve savaş ağaları 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRYapay zekâya yatırım yapılıyor, ekonomiyi değiştiriyor ama insanlar neden daha yalnız hissediyor? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMünfesih terör örgütü 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTrump, Fed ve para politikası: Sol, merkez bankası konusunda neyi savunmalı? 2.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKKürt siyasetinin eleştirisi: Pragmatizm ve “kutsal liderlik” arasında sıkışmak 1.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLU31 Mart’tan 19 Mart’a neler değişti? 1.11.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜREÇ VE "DİLİN KEMİĞİ"! 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİAkademi hakikatin peşinde midir? 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuYa casus ya kayyım… 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet Berkan'Casusluk' dosyasında ne var? 30.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERMea Culpa 30.10.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraAmalı Fakatlı 30.10.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCumhuriyet 'ilan' ve 'inşa' edilen bir devlet şeklidir 30.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBu bir haber değildir: Türkiye, doğal alan kaybında birinci 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm süreci… Yüzlerde hâlâ niye kaygı ifadesi var? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHukuk binasını yıkmayın efendiler 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalProtestolar Amerika’yı sallıyor (mu?) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTKürt siyasi temsili sorunu 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar dışarıda güvercin içeride şahin: Neden? 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAMilli takım ışık saçtı: Maçın kahramanını açıkladı 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBİR ÖĞRETMEN YETİŞTİRME HİKAYESİ 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları




































































































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
1.11.2025
29.10.2025
27.10.2025
21.10.2025
18.10.2025
13.10.2025
11.10.2025
8.10.2025
6.10.2025
4.10.2025