Yıldıray OĞUR
Türkiye, 2016 yılında Kut-ül Amare Zaferi’nin 100. Yıldönümünü görkemli etkinliklerle kutlamıştı. 29 Nisan 1916 günü Kûtü'l-Amâre'ye sıkışmış bulunan General Townshend komutasındaki 13 bin kişilik İngiliz tümeninin 143 günlük bir kuşatmadan sonra şehri ve kendilerini Halil (Kut) Paşa komutasındaki Osmanlı ordusuna teslim etmesiyle kazanılan zafer, aslında 100. Yıldönümü yaklaşırken yeniden hatırlanmıştı. Pek çok insanın adını ilk olarak 100. Yıldönümü kutlamalarıyla duyduğu, okullardaki tarih kitaplarında bahsedilmeyen bir zaferdi bu. Bu unutkanlık da “bize bu zaferin birileri tarafından unutturulması”yla açıklanmıştı. Peki, 1917 yılında, daha üzerinden bir yıl geçmeden bize Kut-ül Amere Zaferi yeniden unutturan kimlerdi? Çünkü zaferin 101. Yıldönümü için herhangi bir devlet töreni yapılmadı, liderlerden mesajlar yayınlanmadı.
Belki de aslında hiçbir zaman mesele bir unutkanlık meselesi değildi. Çünkü 2017 yılı pek de hatırlanmak istenmeyen başka olayların da 100. Yıldönümüydü. Onlardan biri 23 Şubat 1917’deki İkinci Kut Muharebesi’ydi. Eğer Wikipedia 2017 yılında kapatılmasaydı, sadece bir cümle de olsa bu muharebenin ne olduğunu öğrenebilecektik:
“İkinci Kut Muharebesi, 23 Şubat 1917'de, I. Dünya Savaşı'nın Irak Cephesi'nde yapılan bir muharebedir. Birinci Kut Muharebesi'nde Osmanlı kuvvetleri tarafından yenilen İngilizler, bu muharebede Kut'u ele geçirmişlerdir.”
Yani, Kut-ül Amere Zaferi’nden 10 ay sonra İngiliz ordusu Kut’u Osmanlı’dan geri almıştı.
Yine Wikipedia kapalı olmasaydı, 2017’nin, Wikipedia Türkçe sayfalarında kısacık bir cümleden ibaret olan bir başka tarihin de 100. Yıldönümü olduğunu öğrenebilecektik:
“Bağdat’ın düşmesi; Birinci Dünya Savaşı’nda İngiliz ordusunun Bağdat’a girmesidir.” (11 Mart 1917)
Ve eğer Trump, ABD Büyükelçiliğini Kudüs’e taşıma kararını açıklamasıydı, muhtemelen 2017’in Osmanlı’nın Kudüs’ü kaybetmesinin de 100. Yıldönümü olduğunu kimse hatırlamayacaktı. (9 Aralık 1917)
Muhtemelen 1918 yılının şu olayların 100. Yıldönümü olduğunu da hatırlamayacağız; 1 Ekim Şam’ın kaybı, 8 Ekim Beyrut’un düşmesi, 26 Ekim Halep’in düşmesi, 30 Ekim Mondros Ateşkes Anlaşması’nın imzalanması, 2 Kasım İttihatçı liderlerin ülkeden kaçması...
Tarihsel hafızada zaferlerin yüceltilip yenilgilerin göz ardı edilmesi ilk defa bizim aklımıza ve başımıza gelmiyor.
Ama her gün bahsedip, övündüğümüz 100 yıl önceki imparatorluğumuzun nasıl çöktüğünü ve hala üzerinde yaşadığımız coğrafyaya nasıl çekilmek zorunda kaldığımızı, yaşanan travmaların yüzüncü yıldönümünde bile unutmayı tercih etmek pek sağlıklı görünmüyor.
Aslında 100 yıllık bir unutkanlıktan bahsederken, bütünüyle bir vefasızlıktan, kendi tarihinden kopukluktan ya da cehaletten de bahsetmiyoruz, tabii ki onların etkisi de olmakla birlikte burada unutmak belki de farkında olmadan refleksif olarak ortak hafızamızın hayatta kalmak için yaptığı bir tercihti.
Ama travmalardan sonra sürekli yası ertelemek travmaları sürdürmekten hatta büyütmekten başka bir işe yaramadı.
Usulünce gömülmemişler bir gün geri döndüler. Genelde de başka bir benzer travmanın tetiklemesiyle.
Türkiye’nin büyük travmalarının 100. Yıldönümü olan 2017 yılında da böyle oldu.
2017, 15 Temmuz 2016 travmasının ardından, Türkiye’nin post-travmatik stres bozukluğunun bütün belirtilerini gösterdiği yıldı.
Darbe travmasının tetiklemesiyle geçmişin bastırılmış bütün travmaları 2017 yılında geriye döndüler.
Beka kaygısı, vatan hainleri, ajanlar, kumpaslar, korkunç kaos planları etrafımızı sardılar. Irak Kürdistan referandumuyla “işbirlikçi Kürtler”, Kudüs, Fahreddin Paşa tartışmalarıyla “Bizi arkadan vuran Araplar” geri geldiler.
2017’ye, 2016’nın travmalarının artık geride kalmış olduğu gibi beyhude ümitler ve dileklerle giren Türkiye, daha yılın ilk saatinde ülkenin en renkli, en güvenli, en pahallı mekanında yaşanan katliam haberiyle sarsıldı.
Onca darbe, terör saldırısına rağmen yeni yıla yine de İstanbul’da girmek isteyen çoğu yabancı 39 insan hayatını kaybettiği saldırının hemen arkasından üzerimize yağan komplo teorileri ise bizi bekleyen yeni yılın habercisiydi.
Anında birilerinin bulup servis ettiği bir videoya göre saldırı tıpkı eski bir tuhaf STV dizisindeki gibi bir Noel Baba tarafından işlenmişti. İddia o kadar büyüdü ki sonunda bizzat başbakan saldırganın Noel Baba olmadığını açıklamak zorunda kaldı.
Sonra saldırının talimatı Diyanet’in yılbaşı kutlamalarına karşı yayınlandığı son hutbeye bağlandı. Nihayet saldırıyı yapanın bir Özbek DAEŞ’çi olduğu anlaşıldı ama yine de kimse inanmadı.
Şüpheli bu kez saldırıdan yaralı kurtulan bir ABD’li eski asker işadamıydı. ABD’li adamın ülkeden çıkış görüntülerindeki mimikleri, gülümsemesi analiz edildi “işte böyle elini kolunu sallayarak çıktı” diye vahlanıldı.
Neyse ki aylar sonra yakalanabilen Özbek saldırgan her şeyi itiraf etti de gerçek ortaya çıktı. Tabii bundan sonra ortaya çıkan sıkıcı gerçekler kimsenin ilgisini pek çekmedi.
Ama nasıl girersen bütün öyle geçer kehaneti 2017 yılı için maalesef tuttu.
Yeni maceralar bizleri bekliyordu.
1 Nisan’da, ülkenin en ünlü bisküvi firmasının absürd bir 1 Nisan şakası reklam filminden suikast planı çıkarıldı. Reklam filmindeki sesler ses programlarıyla yavaşlatıldı ve alttan gelen kripto suikast mesajları deşifre edildi. Neyse ki isimsiz troll hesapların dahi anında deşifre edebildiği bu korkunç planlar yine karanlık güçlerin elinde patlamıştı. Bu yüzden Cumhurbaşkanı’nın evinin önünde sabaha kadar nöbetler tutuldu.
Sonra telefonları kapatıp, boğazı izleyerek Büyükada’ya gelmeleri tavsiye edilmiş, ikisi yabancı 10 aktivist kılığındaki ajan çıktı meydana. Kaos, ayaklanma, darbe vb aklınıza gelecek her kötülüğü havuza bakan, kapısı açık otel salonunda planlayacak kadar rahat hareket eden bu ajanlar, neyse ki bu kadar gizli bir toplantı için bula bula vatansever bir çevirmen bulmuşlardı da ülke bir kere daha direkten dönmüştü. Günlerce medyada planlar deşifre edildikten sonra aylarca hapiste yattılar. Delilsizlikten tahliyeleri bile Almanya ile hala bir sonucu görülmemiş “Adil Öksüz karşılığında esir takası” anlaşmasıyla açıklandı.
Ardından Türk Soros, hatta Türk Aron Feller ilan edilen Osman Kavala devreye girdi. Bütün kötülükler meğerse onun kafasından çıkmıştı. Onun gibi birinin, katılmadığı başka bir Büyükada toplantısına katılan bir Amerikalı akademisyenle telefonunun aynı yerlerde sinyal vermesi gibi bir açık vermesi herhalde beklenmiyordu. Halka henüz açıklanmayan gizli delillerle tutuklandı ve hala tutuklu.
Muhtemelen onun iddianamesinde yer alacak deliller de
“2011’de 2.500,00 TL gönderdiği H.A.‘nın oğlu olan A.K.,nin para yatırdığı Ş.A.'ya ait şirketin bir FETÖ’cü şirkete mal ve hizmet sattığı” tespit edilerek FETÖ’yle ilişkisi deşifre edilen Cumhuriyet gazetesinden Akın Atalay aleyhindeki deliller gibi olacak.
Kendi hataları için hesap vermekten cimri davranan devlet, vatandaşlarına hataları için ceza vermekte 2017 yılında da çok bonkör davrandı.
Yargıtay Başkanı’nın verdiği rakama göre Türkiye’de 7 milyon kişi şüpheli statüsünde. Bu rakam suç işleme ehli olan nüfusa oranlanırsa her 7 kişiden biri şüpheli
O şüphelilerden 11480’ine ise yılın son günlerinde devlet “siz artık şüpheli değilsiniz” dedi. 2017’ye işini kaybetmiş ya da hapse atılmış Bylockçu Fetöcüler olarak giren 11.480 kişinin yılın son günlerinde öyle olmadıkları açıklandı.
Bu 11.480 mağdur arasında olan eski AK Parti Yalova milletvekiline kendi partisinden kimse sahip çıkmadı, ziyaretine sadece CHP milletvekili geldi. Cumhuriyet gazetesinde muhasebeci, Habertürk televizyonunun spor spikeri ya da 30 yıllık Türkiye gazetesi yazarı olmak bile insanların bu suçlamaların mağduru olmasını engellemedi, kimse onlara inanmadı. Darbeden önce FETÖ aleyhine verdiği kararlarla bilinen bir hakim bile FETÖ’cülükten aylarca hapis yattıktan sonra ancak tahliye edilebildi.
Güvensizlik ve hoşgörüsüzlük dalgası o kadar büyüdü ki, en kibar eleştirileri yüzünden rahatsızlığa neden olan eski Başbakanlık müsteşarı ve Milli Eğitim Bakanı yazmayı bırakmak zorunda kaldı, eski Başbakan’ın üniversitede yapacağı konferans iptal edildi, problemli ve muğlak bir yasayı iki tweetle eleştirdiği için eski Cumhurbaşkanı bile günlerdir linç ediliyor.
2017, Türkiye’nin ecnebilerin tabiriyle post-truth (gerçek-ötesi) yılı oldu.
Ülkemiz bütün yılı zaman zaman halüsinasyonlar gördüren, zaman zaman sinir krizlerine sokan, güvensizlik, unutkanlık, bezginlik, umutsuzluk ve gelecek endişesi gibi belirtileri olan post-travmatik stres bozukluğuyla geçirdi. Yüksek ateşten gerçeklerle tendon bağlarımız biraz koptu.
Devlet bir taraftan beka kaygısıyla kitleyi bir arada tutmaya çalıştı, hepimizin aynı gemide olduğunu hatırlattı ama bir taraftan da sürekli gemiden birilerini aşağı attı ya da geminin rotasının yanlış olduğunu, söyleyenleri mahzene kapattı.
İnşallah 2018 sadece 2019’a doğru tampon görevi görecek bir yıl olarak kalmaz, ülkeden gitmek isteyenlerin sayısının azaldığı, mahkemelerden adalet bekleyenlerin sayısının arttığı, insanların çok çalışarak haklarıyla ve kimsenin torpili olmadan iyi yerlere gelebilecekleriyle ilgili güvenin yükseldiği, birlikte yaşayıp, ülkeyi paylaşabileceğimizle ilgili ümitlerin yeniden yeşerdiği, her eleştirinin ihanet, fitne olarak fişlenmediği herkes için adalet isteyeceğimiz, gerçeklikle, demokrasiyle, dünyayla bağlarımızı güçlendireceğimiz, birbirimize güvenmeye başlayacağımız bir yıl olur.
Bu dilekler bile yeni yılın ne kadar zor olacağının habercisi.
Ama yüzyıl önceden hatırlayacağımız tek şey travmalarımız değil.
Bundan yüzyıl önce tek tek şehirlerini kaybetmiş, orduları dağılmış, masaya zorla oturtulmuş, yöneticileri kaçmış bir ülkenin karamsarlığından yeni bir ülke doğurmayı başarmış bir halkın ümitvarlığı, heyecanı da yeni bir yıla girerken hatırlanmaya değer.
Yazarlar
-
İsmet BerkanÇarpık duruma sevinmek, siyasetçiden hukuk dilenmek… 6.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“Türk – Türk ayrışması” 6.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUBahçeli Kürt meselesine, Kürt meselesi Türkiye’ye yön verirken… 6.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUTrump büyük bir yenilgiye uğradı 6.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇEREnflasyonla mücadelede Milei ve Şimşek 6.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanDemirtaş kararı sonrasında iktidar ‘Terörsüz Türkiye’ sınavında… 5.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSırada Nijerya mı var? 5.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRBahçeli haklı: Ok yaydan çıktı bir kere… 5.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolDemirtaş’a tahliye 5.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'nin doldurduğu öbür boşluk 5.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAAİHM Kararı Kesinleşti; Demirtaş’ın Özgürlüğü, Demokratik Cumhuriyetin Vicdanıdır... 5.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZHak, özgürlük mücadelesi – Devletin güvenliği siyaseti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜREmniyet’in yazısı ortaya çıktı! Bahis baronu nasıl kaçtı? 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTYüzde altmış, üç yüz kişi mi? 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciFiyatı zengin siyaseti de fakir belirliyor 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENTam 16 yıldır beklenen samimiyet! 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUZombileşmiş bir toplum 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRYapay zekâya yatırım yapılıyor, ekonomiyi değiştiriyor ama insanlar neden daha yalnız hissediyor? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEGemi batarken… 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMünfesih terör örgütü 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞMUHALEFETTE “DEĞİŞİMCİ”, 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFiyat istikrarı mı, finansal istikrar mı? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselVahim bir gelişme: İşgücü piyasasında daralma 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNSudan savaşı, Çinli Wing Loong’a karşı Bayraktar ve savaş ağaları 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Önerisiz veya bizzat öneriyle eleştiri” 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞEnflasyonun maliyeti daima enflasyonla mücadele maliyetinden büyüktür 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTrump, Fed ve para politikası: Sol, merkez bankası konusunda neyi savunmalı? 2.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKKürt siyasetinin eleştirisi: Pragmatizm ve “kutsal liderlik” arasında sıkışmak 1.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİAkademi hakikatin peşinde midir? 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜREÇ VE "DİLİN KEMİĞİ"! 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuYa casus ya kayyım… 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraAmalı Fakatlı 30.10.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCumhuriyet 'ilan' ve 'inşa' edilen bir devlet şeklidir 30.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBu bir haber değildir: Türkiye, doğal alan kaybında birinci 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm süreci… Yüzlerde hâlâ niye kaygı ifadesi var? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalProtestolar Amerika’yı sallıyor (mu?) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHukuk binasını yıkmayın efendiler 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTKürt siyasi temsili sorunu 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar dışarıda güvercin içeride şahin: Neden? 14.10.2025 Tüm Yazıları


















































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
1.11.2025
29.10.2025
27.10.2025
21.10.2025
18.10.2025
13.10.2025
11.10.2025
8.10.2025
6.10.2025
4.10.2025