Ahmet ALTAN
Bazı insanlar vardır, onlar Marmara Denizi, Kız Kulesi, Ağrı Dağı, Dicle Nehri gibi hep orada, doğanın sonsuzluğunun bir parçası olarak duracak sanırsınız… Onlar akıp giden, sürekli değişen toplumun hiç değişmeden aynı yerde duran, gidilecek yolu varlığıyla gösteren heybetli dağlarıdır, o insanlardan biri aniden ayrılıverdiğinde, neredeyse doğanın görüntüsü sarsılır, büyük bir deprem olmuşcasına her şey yerli yerinden oynar.
Yaşar Kemal öyle insanlardan biriydi…
Bu toplumun harcına karışmış, ayrılmaz ve kımıldatılmaz bir varlığı haline gelmişti.
Öldüğünü duyduğumuzda hepimiz aynı büyük sarsıntıyı, Ağrı Dağı birden yokolmuş gibi aynı büyük şaşkınlığı ve aynı büyük kederi hissettik, hepimiz biraz babamızı kaybetmiş gibi olduk.
İçimiz titredi.
Ölümünün ardından çok yazı yazıldı, daha çok da yazılacak.
O yazılarda, o coşkulu yapıyı, onun bütün insanlık sanki kendi çocuğuymuş gibi şefkatli ve alaycı davranışıyla insanları kucaklayışını anlatan anıların şimdi acıya dönüşen gölgelerini görüyoruz.
Bir yazarı tanımak imkânsızdır.
Bir yazarla ilgili söylenen hemen hemen her şey doğrudur ama hiçbiri tam doğru değildir. Gökyüzünü tarif etmeye çalışmak gibidir büyük bir yazarı anlatmaya çalışmak, masmavi olduğunu, parıldadığını, sonsuzluğa doğru genişlediğini de söyleyebilirsiniz, simsiyah olduğunu da, bulutlarla kabardığını da, bazen morumsu renklere büründüğünü de, kar ya da yağmur yağdırdığını da söyleyebilirsiniz. Hepsi doğrudur ama hiçbiri gökyüzünü tek başına tarif etmeye yetmez.
Yaşar Kemal gibi büyük bir yazarı anlatmak da çok zordur.
Sanırım o, edebiyatındaki büyük sihri, hayatına da yansıtmış yazarlardan biriydi.
Sadece Türkiye edebiyatında değil dünya edebiyatında da bir şelaleyi andıran görkemli coşkuyu bir anlatım biçimine dönüştürmüş, insanları ve doğasıyla birlikte bütün hayatı böylesine coşkuyla anlatmış yazar çok azdır.
Öylesine büyülü bir coşkudur ki bu, okuyucuyu yakalayıp çağlayanlarla dolu bir maceraya taşır ve okuyucu hiçbir zaman, o coşkuyu bir romanın içine böylesine ustalıkla yerleştiren görkemli edebî aklı göremez.
Yaşar Kemal, hayatın içinde, insanların arasında dolaşırken de o coşkuyla herkesi kucaklamış, o coşkunun arkasındaki büyük aklın insanları korkutmasına hiç izin vermemiş, neredeyse özenle o aklı ve aklın yarattığı ruhsal girdapları saklamıştı.
Onu sanırım elli yıl kadar önce tanıdım.
Evlerine ilk gittiğimiz günü hatırlıyorum.
Şehrin dışındaki bir gazeteci sitesinde oturuyordu, Orhan Kemal de aynı mahalleye taşınmıştı, biz de oraya taşınacaktık, parasızlık, ülkenin ünlü yazarlarını şehir dışındaki epeyce kötü yapılmış bir siteye hicrete zorluyordu.
O sıralarda ben 13-14 yaşındaydım, Yaşar Kemal de kırklı yaşlarına yaklaşıyordu herhalde ama bana büyük ve yaşlı bir insan gibi gözükmüştü. Evlerini çok beğenmiştim, kilimler, Anadolu’yu hatırlatan eşyalar, modern ışıklarla ve objelerle içiçeydi.
Sonra biz de Basınköy’e taşındık.
Yaşar Kemal, mahalledeki bütün çocukların arkadaşıydı, onlarla birlikte uçurtma uçurur, top oynar, ahbablık ederdi. Onun daha uzaktan gelişini gören bütün çocuklar sevinçle bağırmaya, ona doğru koşmaya başlarlardı.
Bize geldiğinde de o sıralarda çok küçük olan Zeynep’le sanki o büyük biriymiş gibi konuşur, oyunlar oynar, Mehmet’le uzun yürüyüşlere çıkardı.
Ben ergenliğe yeni adım atmış, belki de gereğinden fazla kitap okuyan, edebiyat konuşmaya meraklı ve itiraf edeyim ki kendini dünyanın merkezi sanan kibirli bir oğlan çocuğuydum, konuşmalarım, tavırlarım Yaşar Kemal’i sinirlendirirdi bazen. Yaşar Kemal’le bir oyun oynamamış, böyle bir hatıraya sahip olmayan o mahalledeki tek çocuk bendim sanırım. Kimi zaman ukalalıklarımla onu çok kızdırdığımda o kocaman sesiyle küfür eder, “Kerime, halk kızı olduğu için gerçek insandır, sen ona benzememişsin” derdi. Annem gülerdi, “Sen o ite aldırma Yaşar” derdi.
Annem Yaşar Kemal’i çok severdi, kardeşiymiş gibi davranırdı, sanırım öyle de hissederdi. Ben onların “halk kızı ve halk oğlu” olmalarıyla usulca dalga geçer ve Yaşar Kemal’i daha fazla kızdırırdım.
Annemin öldüğü gecenin sabahını hatırlıyorum, babam bendeydi, Yaşar Kemal de bana gelmişti, sabah saat on bir gibiydi, “Bana bir viski ver” demişti, “içkiyi bırakmıştım ama şimdi içeceğim.”
Ağlıyordu.
Şimdi benim, onun için ağladığım gibi… Sessizce.
O kalabalık ve coşkulu yaşamına rağmen büyük bir yazarın bütün yalnızlığına ve huzursuzluğuna sahipti, geceleri kendini evden dışarı atar, tek başına ıssız mahallenin sokaklarında, mahallenin çevresindeki kırlarda yürürdü.
Bazı geceler, geceyarısına doğru, biz babamla konuşurken pencere sert darbelerle yumruklanırdı, “Yaşar geldi” derdi babam, ben kapıyı açmaya giderdim.
“Oğlum, sen kapı denilen şeyi bilmiyor musun,” derdi babam Yaşar Kemal’e, “niye pencereleri yumrukluyorsun.”
Yaşar Kemal de babama küfürlerle cevap verirdi, sonra ciddileşip konuşmaya başlarlardı, bazen de babamın takılmalarına aldırmadan “Bana bir içki verin” derdi, o zaman gerçekten bunaldığı bir gece olduğunu anlardı babam, eğer “Yaşar” çok sıkıntılıysa gecenin yarısında babamla birlikte çıkıp giderler, bir yerlerde içerlerdi.
Bir kış gecesi, sessiz ve ağır bir karın bütün mahallenin üstüne çöktüğü bir geceyarısı, benim yazarlığa hevesli olduğumu bilen ve beni romancılık için fazla “kırılgan” bulan babam, bana nasihat ediyordu, “Yazarlık öyle kolay değildir,” diyordu, “hayatın bütün kanını, kirini, kokusunu bileceksin, onu sırtında taşıyacaksın, kasaplık gibidir yazarlık, sert ve dayanıklı olacaksın.”
O sırada pencere yumruklanmıştı.
“Yaşar geldi” demişti babam.
Yaşar Kemal, omuzlarında, saçlarında kar yığınlarıyla içeri girdiğinde, babam merhaba bile demeden, “Yazarlık nasıl bir şeydir Yaşar” demişti.
“Kasaplık gibidir,” demişti Yaşar Kemal.
Çok şaşırmıştım, birbirlerinin söylediğinden habersiz biçimde aynı sözleri söylemelerine hayret etmiştim.
Ne demek istediklerini daha sonra anlamıştım.
Sadece hayatı, yazıyı değil, bizzat kendi varlığını da yüzülüp çengele asılmış, damarlarından kan sızan bir sığır bedeni gibi taşımak zorunda olduğun, açıp bütün dünyaya gösterdiğin ciğerini isteyen herkes sivri gagalarıyla rahatça gagalayıp parçaladığında, acısına hiç yakınmadan razı olacağın bir işti yazarlık, sağlam ve dayanıklı olacaktın, şikayet etmeyecektin, gocunmayacaktın, vazgeçmeyecektin… Geceyarıları tek başlarına yürüyüşlere çıkacak, karların içinde tek başına yürüyecek sonra sabahleyin çocuklara gülüp, onlarla oyun oynayacak, rastladığın insanlara neşeyle takılacaktın. Ciğerlerinin paramparça olduğunu kimse bilmeyecekti. Bir tek sen bilecektin.
O gece sabaha kadar, zaman zaman benim sözlerime öfkelenerek bana yazarlığı anlatmışlardı.
Kar sessizce yağmıştı.
Dinlemiştim onları.
Bir daha Yaşar Kemal’in sesini duymayacağım. Annemin de sesini duymayacağım gibi… İki Kürt, iki “halk çocuğu”, iki kardeş. Biri yazdıklarıyla dünyayı sarsmış, öbürü o üzüldüğünde ya da sinirlendiğinde sakin sesiyle onu sakinleştirmiş, onu kızdıranlara aldırmamasını söylemiş.
Şimdi “Yaşar’ın” öldüğünü öğrendiğim bugün, aklımda en fazla tekrarlanan görüntü, bir bahar sabahına ait.
Çok fazla askerî baskın görmüş bir mahalleydik, sırayla birçok insanı askerî cemseler, siyah polis arabaları alıp götürmüştü.
Herhalde gene o darbe günlerinden biriydi.
Parlak bir bahar sabahıydı.
Babamla sabaha kadar konuşmuştuk, yanlış hatırlamıyorsam Plehanov hakkında tartışıyorduk.
Güneş doğarken balkona çıkmıştık.
Yanyana durmuş boş sokaklara bakıyorduk.
Birden üstü açık bir askerî cip görünmüştü.
Cipin arka tarafında, iki askerin arasında Yaşar Kemal oturuyordu.
Bizi görünce:
- Beni götürüyorlar Çetin, diye bağırmıştı.
“Beni götürüyorlar.”
O korkunç mahkemelerde kendisini mahkûm eden yargıçlar heyetine, kapıdan çıkarken geri dönüp “Siz beni mahkûm edemezsiniz, ben sizi mahkûm ediyorum” diyen Yaşar Kemal’i götürmüşlerdi o sabah.
Yaşar Kemal öldü, Yaşar Kemal gitti.
Ağrı Dağı yok oldu birden, çağlayanlar öyle havada asılı kaldı, Kız Kulesi denize gömüldü, Dicle Nehri durdu.
Hayatın ve ölümün sarsıldığını hissettik.
Bütün insanları, hayatı ve edebiyatı coşkuyla kucaklamış, hepsini de kucağına sığdırmıştı… Geceyarıları, insanlar uyurken, sokaklar boşaldığında tek başına huzursuz yürüyüşlere çıkardı.
Annemin öldüğü sabah Yaşar Kemal’in oturduğu koltuğa oturdum.
Bir içki koydum kendime…
http://t24.com.tr/k24/yazi/yasar-kemal-gitti-dicle-nehri-durdu,81
.
Yazarlar
-
Ahmet TAŞGETİRENBölgede Trump operasyonu sürüyor 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANMahkemeye düşmüş siyaset 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYenilikçi bir İslam düşünürü Gannuşi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKRus cinleri imana nasıl hizmet etti? Tuhaf bir Soğuk Savaş hikâyesi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEAhtapotun kolları 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU3809 sayfa ve temel çelişki 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselVahim bir gelişme: İşgücü piyasasında daralma 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFiyat istikrarı mı, finansal istikrar mı? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTrump, Fed ve para politikası: Sol, merkez bankası konusunda neyi savunmalı? 2.11.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜREÇ VE "DİLİN KEMİĞİ"! 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları



















































































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
25.09.2018
14.06.2016
29.10.2015
2.03.2015