Ahmet ALTAN
Eylül 2016’dan beri Silivri Cezaevi’nde tutulan Ahmet Altan’ın hapishanede yazdığı 19 denemeden oluşan yeni kitabı, eylül ayından itibaren dünyanın bütün önemli dillerinde peş peşe yayımlanacak. Altan’ın bir kitabı ilk kez Türkçeden önce diğer dünya dillerinde okura ulaşacak. Yayımladığımız denemeyi ise, Ahmet Altan Cumhuriyet için yazdı.
Göçmen kuşlar gittiler. Avlu sessizleşti. O koyu sessizlikle birlikte sanki biraz daha daraldı, duvarları biraz daha yükseldi. Yaz boyunca onların çılgın ötüşleriyle uyanmaya alışmıştım. Güneş doğarken başlarlar, karanlık çökene kadar hiç durmadan tükenmeyen bir neşeyle öterlerdi. Oğlanlar kızlara hediyeler taşırdı: Otlar, çiçekler, böcekler, meyve parçaları. Birbirlerine kur yaparlardı. Sık sık oğlanlar kanat çırpıntılarıyla kavgaya tutuşurlardı. Aniden yok oldular. Tek bir cılız kuş kaldı. Avlunun üstündeki kafeste öyle duruyor. Hiç ötmüyor. Onun neden gitmediğini bilmiyorum. Belki gücü yoktu, belki de başka bir kabileye aitti.
Birkaç güne kadar avlunun üstündeki “bir avuç gökyüzünden” leylek sürülerinin geçtiğini de göreceğim. Geçen yıl bugünlerde hücrenin duvarına asılı takvimde “leyleklerin göçü” yazıyordu, gerçekten de o günlerde sivri gagalar, geniş kanatlar süzülüp geçti üstümüzden. Günler ve mevsimler akıyor. Ben duruyorum. Hep aynı on metrekarenin içindeyim. Bütün canlıların sürekli hareket ettiği, bir yerden bir yere gittiği bir dünyada hiç hareket etmeden hep aynı yerde durmak: Hapishane bu demek. İnsanlar, bir yerden bir yere giderek, hep hareket ederek zamanın ve hayatın hareketiyle bir uyum sağlarlar. Durduğunda bu uyum bozulur.
Zamanla ve hayatla birlikte akmazsın. Hayat ve zaman senin üstüne doğru kararıp köpürerek akar, seni taş bir duvara sıkıştırır. Biz gençken, bir sorun karşısında yeterli direnci gösteremediğimizde, mücadele edemediğimizde, kırılganlaştığımızda babam öfkeyle sedeflenmiş bir enerjiyle “boğayı” derdi, “boynuzlarından tutup devireceksin.” “Boğa” hayattı. Seni bir hücreye kapattıklarında o daracık odanın içinde o geniş omuzlu, iri kaslı “boğanın” da karşısında durduğunu, keskin ve sivri boynuzlarını karnına dayadığını hissedersin. Hareket edecek, kımıldayacak bir yer yoktur. Boğayı nasıl boynuzlarından tutup devireceksin? Yenilecek misin? Tam da seni oraya kapatanların istediği gibi boğanın seni paramparça etmesine izin mi vereceksin? Bu sorular karşına çıktığında bir gerçeği keşfedersin: Hareket etmen gerekir. Ama nasıl? İşte böyle dar bir yerde bu sorunun cevabını aradığında, hareket ederken, bir yerden bir yere gidip gelirken belli belirsiz sezdiğin ama genellikle pek üstünde durmadığın kendinle ilgili bir çelişkiyi, doğuştan sahip olduğun mucizeyi kavrarsın. İnsanların güçsüz, çaresiz, yetenekleri sınırlı, açgözlü ve arsız bir bedeni vardır. O bedeni alıp bir hücreye kapattıklarında karşısındaki engelleri aşamaz, kilitli kapıları açamaz, parmaklıkların arasından geçemez, duvarların üstünden uçamaz.
O bedenin, zamanı “nerede” geçireceğine bir başka irade karar verebilir. “Hapishane” dendiğinde, bedenlerinin bu zayıflığını bilen insanlar bu yüzden korkarlar. Hareket edememe ihtimali onları delicesine korkutur. Binlerce yıldır insanın içine kök salan bu korkunun yarattığı baş dönmesi, bizim zayıf bedenimizin yanında sahip olduğumuz muhteşem gücümüzü fark etmemizi engeller. Benim zamanımı “nerede” geçireceğime karar verecek birileri hep vardır, peki benim zamanımı “nasıl” geçireceğime karar verebilecek herhangi bir insan, bir irade, bir güç var mıdır? Bunun cevabı beni hapishanede bile gülümsetir. Öyle bir güç yoktur. İnsanın zamanını “nerede” geçirdiği o zavallı bedeniyle ilgilidir, “nasıl” geçirdiği ise o bedenin aksine tanrısal bir güce, sınırsızlığa, yaratıcılığa sahip zihniyle ve hayalgücüyle ilgilidir. Hayalgücünüzün imparatorluğunda şöyle bir dolaşın, o bereketli topraklarda Tanrı Zeus’un ya da Tanrıça Hera’nın yapıp da sizin yapamayacağınız ne var? Hiçbir şey. Onların yapabildiği her şeyi siz de yapabilirsiniz. Bunun için Homeros’un hayalgücüne sahip olmanız da gerekmez, insanlığın bütün parlak zihinlerinin yaratıcı hayalgücü sizin hizmetinizdedir. Elinizi uzatıp istediğiniz hayali ödünç alabilirsiniz.
Truva Savaşı’na katılmak mı istiyorsunuz, şehvet delisi Şafak Tanrıçası ile sevişmek mi istiyorsunuz, su perileriyle oynaşmak mı istiyorsunuz? Yapabilirsiniz. Borneo ormanlarında Lord Jim’le birlikte çatışmalara girebilir, İstanbul batakhanelerinde Arif Bey’le âlemlere katılabilir, Turgenyev’le Dostoyevski’nin kavgasına tanıklık edebilir, Lady Chatterley’le sevişebilirsiniz. İstediğiniz kadınla ya da erkekle buluşabilir, istediğiniz yere gidebilir, istediğiniz maceranın kahramanı olabilirsiniz. Bedenin bizzat katılıp yaşamadığı olayların “gerçek” olmadığını düşünenler çıkacaktır. “Gerçeklik” onların sandığı gibi olmayabilir. Adorno, Edebiyat Yazıları’nda Balzac’a ait olduğu söylenen bir anekdot anlatır. 1848 Devrimi sırasında şehir çalkalanırken Balzac odasına girip masasına oturup demiş ki: “Hadi bakalım, gerçekliğe geri dönelim.”
Kendi hayalgücünün yarattığı insanların ve olayların “gerçek insanların” yaşadıklarından daha “gerçek” olduğuna ve daha derin duygular uyandıracağına inanır Balzac bu anekdota göre. O dönemlerde yaşayan herkes öldü, o insanların hissettiği ve hissettirdiği bütün duygular kaybolup gitti. Ama yazarların hayalgücünün yarattığı karakterler, yarattığı olaylar, okuyanlarda hâlâ “gerçek” duygular uyandırıyor. Burada, Eski Yunan’dan beri insanlığın zihninde olan “gerçek nedir” sorusuna cevap aramaya çalışmıyorum elbette, ben sadece insanların bedenleriyle kıyaslayarak küçümsemeye yatkın durdukları hayalgücünün “gerçek” duygular yarattığını, hayalgücümüze sığınabileceğimizi ve ona güvenebileceğimizi söylemek istiyorum. Gerçeklik için bedenimize o kadar muhtaç olsaydık sanat olmazdı; edebiyat olmazdı, roman olmazdı, hikâye olmazdı, sinema olmazdı. Şimdi düşünün, bir film seyrediyorsunuz...
O filmi seyrederken ağlıyorsunuz, gülüyorsunuz, korkuyorsunuz, öfkeleniyorsunuz. Bütün o duygularınız gerçek, gözyaşlarınız gerçek, kahkahanız gerçek, tüylerinizin diken diken olması, yumruklarınızı sıkmanız gerçek. Ama bu duyguları yaratan “olay” gerçek değil. Sizin bedeniniz “seyrettiğiniz” olaya bizzat katılmıyor. “Gerçeklik” sadece bedenimizle ilgili olsaydı bir roman okurken, bir film seyrederken hiçbir duygu hissetmememiz gerekirdi. Ama hissediyoruz. Hayalgücümüz başka bir hayalin içine sızıyor, o hayalin parçası haline geliyor, üstelik sadece hayalgücümüz hayalin parçası olmuyor, bedenini de peşinden sürüklüyor. Beden kendisiyle hiç ilgisi olmayan bir olaya “gerçek” tepkiler veriyor. Hangisi hangisinin efendisi, duygular mı bedenin, beden mi duyguların? Hangisi hangisini izliyor, duygular mı bedeni, beden mi duyguları? Gerçekliği hangisi belirliyor, duygular mı, beden mi? Duygularımızla bedenimizin birlikte hareket edebildiği zamanlarda bu sorulara ihtiyaç duymayabiliriz, hattâ o zavallı, çaresiz, kısıtlı bedenimizin “efendi” olduğuna inanıp bütün davranışlarımızı onun rahatına ve huzuruna göre düzenleyebiliriz. Ama biri sizi hapsettiğinde, hiç kıpırdayamayan bedeninizle, sürekli hareket eden hayalgücünüz birbirine ayak uyduramaz hale gelince bu sorular da hayati önem taşır. Zamanınızı “nerede” geçirdiğiniz bedeninizle ilgilidir, “nasıl” geçirdiğiniz zihninizle.
Hapse giren biri zamanını “nerede” geçirdiğini en önemli sorun olarak görürse, kilitli kapılar, yüksek duvarlar, kalın parmaklıklar arasında çaresizlikle inleyerek ezilip parçalanır. Öyle insanlar gördüm. Zamanını “nasıl” geçirdiğini önemserse, hayalgücünün peşinden Binbir Gece Masalları’na karışır, her ânını hücrenin dışında, heyecanla, zevkle geçirir ve hissettiği bütün duygular da “gerçek” olur. Ben iki yıldır, bir hücrede sivri ve keskin boynuzları olan, gözleri kanlı iri bir boğayla yaşıyorum. İki yıldır her gün o boğayı boynuzlarından tutup devirmek zorundayım. Bunu hareket edemeyen, zavallı bir bedenle yapamazsınız. Bunun için size o boğadan daha hızlı hareket edebilen bir şey lazım: Tek bir an içinde bütün dünyayı gezebilen bir hayalgücü. Hayalgücü her kapıdan geçer. Her yere gider. Ve, zamanınızı “nasıl” geçireceğinizi belirleyecek yeryüzünde hiçbir gücün olmadığını, dokunulmaz bir iktidara sahip olduğunuzu bilmenin muazzam hazzını tadarsınız. Hapishane, bedeninizi köleleştirirken zihninizi tanrısal bir güce ulaştırır.
Garip bir çelişki ama ben zihnin sınırsız özgürlüğünü, “özgürlüğümü yitirdiğim” hapishanede bu kadar berrak gördüm. Bir hapishane hücresinde oturuyorum ve size zamanınızı nerede geçirdiğinizden çok nasıl geçirdiğiniz önemlidir diyorum. Nasıl geçireceğinize de sadece siz karar verebilirsiniz. Hayalgücünüzün şatosunu kurduğu kayalıklara sizden başkası ulaşamaz. Sizden başka hiç kimse o şatonun yolunu bulamaz. Zavallı çaresiz vücudunuzu onlara rehin bırakıp şatonuza çekildiğinizde, orada “gerçekliğe geri döner,” zamanı ve hayatı yeniden biçimlendirir, “sahici” duyguları özgürce yaşarsınız. Avlu sessiz. Göçmen kuşlar gittiler. Ama ben istersem geri dönerler. İşte döndüler bile, neşeyle ötüşüyorlar. Erkekler dişilere otlar, çiçekler, böcekler, meyve parçaları taşıyor. Bir tanesi gagasındaki küçük çiçeği düşürdü. Sessiz avlunun ortasında minik bir çiçek duruyor şimdi.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
21.01.2020
6.02.2019
28.11.2019
23.11.2019
11.11.2019
21.03.2020
19.09.2018
26.08.2018
4.02.2018
19.09.2017