Ahmet ALTAN
Eylül 2016’dan beri Silivri Cezaevi’nde tutulan Ahmet Altan’ın hapishanede yazdığı 19 denemeden oluşan yeni kitabı, eylül ayından itibaren dünyanın bütün önemli dillerinde peş peşe yayımlanacak. Altan’ın bir kitabı ilk kez Türkçeden önce diğer dünya dillerinde okura ulaşacak. Yayımladığımız denemeyi ise, Ahmet Altan Cumhuriyet için yazdı.
Göçmen kuşlar gittiler. Avlu sessizleşti. O koyu sessizlikle birlikte sanki biraz daha daraldı, duvarları biraz daha yükseldi. Yaz boyunca onların çılgın ötüşleriyle uyanmaya alışmıştım. Güneş doğarken başlarlar, karanlık çökene kadar hiç durmadan tükenmeyen bir neşeyle öterlerdi. Oğlanlar kızlara hediyeler taşırdı: Otlar, çiçekler, böcekler, meyve parçaları. Birbirlerine kur yaparlardı. Sık sık oğlanlar kanat çırpıntılarıyla kavgaya tutuşurlardı. Aniden yok oldular. Tek bir cılız kuş kaldı. Avlunun üstündeki kafeste öyle duruyor. Hiç ötmüyor. Onun neden gitmediğini bilmiyorum. Belki gücü yoktu, belki de başka bir kabileye aitti.
Birkaç güne kadar avlunun üstündeki “bir avuç gökyüzünden” leylek sürülerinin geçtiğini de göreceğim. Geçen yıl bugünlerde hücrenin duvarına asılı takvimde “leyleklerin göçü” yazıyordu, gerçekten de o günlerde sivri gagalar, geniş kanatlar süzülüp geçti üstümüzden. Günler ve mevsimler akıyor. Ben duruyorum. Hep aynı on metrekarenin içindeyim. Bütün canlıların sürekli hareket ettiği, bir yerden bir yere gittiği bir dünyada hiç hareket etmeden hep aynı yerde durmak: Hapishane bu demek. İnsanlar, bir yerden bir yere giderek, hep hareket ederek zamanın ve hayatın hareketiyle bir uyum sağlarlar. Durduğunda bu uyum bozulur.
Zamanla ve hayatla birlikte akmazsın. Hayat ve zaman senin üstüne doğru kararıp köpürerek akar, seni taş bir duvara sıkıştırır. Biz gençken, bir sorun karşısında yeterli direnci gösteremediğimizde, mücadele edemediğimizde, kırılganlaştığımızda babam öfkeyle sedeflenmiş bir enerjiyle “boğayı” derdi, “boynuzlarından tutup devireceksin.” “Boğa” hayattı. Seni bir hücreye kapattıklarında o daracık odanın içinde o geniş omuzlu, iri kaslı “boğanın” da karşısında durduğunu, keskin ve sivri boynuzlarını karnına dayadığını hissedersin. Hareket edecek, kımıldayacak bir yer yoktur. Boğayı nasıl boynuzlarından tutup devireceksin? Yenilecek misin? Tam da seni oraya kapatanların istediği gibi boğanın seni paramparça etmesine izin mi vereceksin? Bu sorular karşına çıktığında bir gerçeği keşfedersin: Hareket etmen gerekir. Ama nasıl? İşte böyle dar bir yerde bu sorunun cevabını aradığında, hareket ederken, bir yerden bir yere gidip gelirken belli belirsiz sezdiğin ama genellikle pek üstünde durmadığın kendinle ilgili bir çelişkiyi, doğuştan sahip olduğun mucizeyi kavrarsın. İnsanların güçsüz, çaresiz, yetenekleri sınırlı, açgözlü ve arsız bir bedeni vardır. O bedeni alıp bir hücreye kapattıklarında karşısındaki engelleri aşamaz, kilitli kapıları açamaz, parmaklıkların arasından geçemez, duvarların üstünden uçamaz.
O bedenin, zamanı “nerede” geçireceğine bir başka irade karar verebilir. “Hapishane” dendiğinde, bedenlerinin bu zayıflığını bilen insanlar bu yüzden korkarlar. Hareket edememe ihtimali onları delicesine korkutur. Binlerce yıldır insanın içine kök salan bu korkunun yarattığı baş dönmesi, bizim zayıf bedenimizin yanında sahip olduğumuz muhteşem gücümüzü fark etmemizi engeller. Benim zamanımı “nerede” geçireceğime karar verecek birileri hep vardır, peki benim zamanımı “nasıl” geçireceğime karar verebilecek herhangi bir insan, bir irade, bir güç var mıdır? Bunun cevabı beni hapishanede bile gülümsetir. Öyle bir güç yoktur. İnsanın zamanını “nerede” geçirdiği o zavallı bedeniyle ilgilidir, “nasıl” geçirdiği ise o bedenin aksine tanrısal bir güce, sınırsızlığa, yaratıcılığa sahip zihniyle ve hayalgücüyle ilgilidir. Hayalgücünüzün imparatorluğunda şöyle bir dolaşın, o bereketli topraklarda Tanrı Zeus’un ya da Tanrıça Hera’nın yapıp da sizin yapamayacağınız ne var? Hiçbir şey. Onların yapabildiği her şeyi siz de yapabilirsiniz. Bunun için Homeros’un hayalgücüne sahip olmanız da gerekmez, insanlığın bütün parlak zihinlerinin yaratıcı hayalgücü sizin hizmetinizdedir. Elinizi uzatıp istediğiniz hayali ödünç alabilirsiniz.
![[Haber görseli]](http://www.cumhuriyet.com.tr/Archive/2018/8/22/1062450_resource/Basliksiz-3.jpg)
Truva Savaşı’na katılmak mı istiyorsunuz, şehvet delisi Şafak Tanrıçası ile sevişmek mi istiyorsunuz, su perileriyle oynaşmak mı istiyorsunuz? Yapabilirsiniz. Borneo ormanlarında Lord Jim’le birlikte çatışmalara girebilir, İstanbul batakhanelerinde Arif Bey’le âlemlere katılabilir, Turgenyev’le Dostoyevski’nin kavgasına tanıklık edebilir, Lady Chatterley’le sevişebilirsiniz. İstediğiniz kadınla ya da erkekle buluşabilir, istediğiniz yere gidebilir, istediğiniz maceranın kahramanı olabilirsiniz. Bedenin bizzat katılıp yaşamadığı olayların “gerçek” olmadığını düşünenler çıkacaktır. “Gerçeklik” onların sandığı gibi olmayabilir. Adorno, Edebiyat Yazıları’nda Balzac’a ait olduğu söylenen bir anekdot anlatır. 1848 Devrimi sırasında şehir çalkalanırken Balzac odasına girip masasına oturup demiş ki: “Hadi bakalım, gerçekliğe geri dönelim.”
Kendi hayalgücünün yarattığı insanların ve olayların “gerçek insanların” yaşadıklarından daha “gerçek” olduğuna ve daha derin duygular uyandıracağına inanır Balzac bu anekdota göre. O dönemlerde yaşayan herkes öldü, o insanların hissettiği ve hissettirdiği bütün duygular kaybolup gitti. Ama yazarların hayalgücünün yarattığı karakterler, yarattığı olaylar, okuyanlarda hâlâ “gerçek” duygular uyandırıyor. Burada, Eski Yunan’dan beri insanlığın zihninde olan “gerçek nedir” sorusuna cevap aramaya çalışmıyorum elbette, ben sadece insanların bedenleriyle kıyaslayarak küçümsemeye yatkın durdukları hayalgücünün “gerçek” duygular yarattığını, hayalgücümüze sığınabileceğimizi ve ona güvenebileceğimizi söylemek istiyorum. Gerçeklik için bedenimize o kadar muhtaç olsaydık sanat olmazdı; edebiyat olmazdı, roman olmazdı, hikâye olmazdı, sinema olmazdı. Şimdi düşünün, bir film seyrediyorsunuz...
O filmi seyrederken ağlıyorsunuz, gülüyorsunuz, korkuyorsunuz, öfkeleniyorsunuz. Bütün o duygularınız gerçek, gözyaşlarınız gerçek, kahkahanız gerçek, tüylerinizin diken diken olması, yumruklarınızı sıkmanız gerçek. Ama bu duyguları yaratan “olay” gerçek değil. Sizin bedeniniz “seyrettiğiniz” olaya bizzat katılmıyor. “Gerçeklik” sadece bedenimizle ilgili olsaydı bir roman okurken, bir film seyrederken hiçbir duygu hissetmememiz gerekirdi. Ama hissediyoruz. Hayalgücümüz başka bir hayalin içine sızıyor, o hayalin parçası haline geliyor, üstelik sadece hayalgücümüz hayalin parçası olmuyor, bedenini de peşinden sürüklüyor. Beden kendisiyle hiç ilgisi olmayan bir olaya “gerçek” tepkiler veriyor. Hangisi hangisinin efendisi, duygular mı bedenin, beden mi duyguların? Hangisi hangisini izliyor, duygular mı bedeni, beden mi duyguları? Gerçekliği hangisi belirliyor, duygular mı, beden mi? Duygularımızla bedenimizin birlikte hareket edebildiği zamanlarda bu sorulara ihtiyaç duymayabiliriz, hattâ o zavallı, çaresiz, kısıtlı bedenimizin “efendi” olduğuna inanıp bütün davranışlarımızı onun rahatına ve huzuruna göre düzenleyebiliriz. Ama biri sizi hapsettiğinde, hiç kıpırdayamayan bedeninizle, sürekli hareket eden hayalgücünüz birbirine ayak uyduramaz hale gelince bu sorular da hayati önem taşır. Zamanınızı “nerede” geçirdiğiniz bedeninizle ilgilidir, “nasıl” geçirdiğiniz zihninizle.
Hapse giren biri zamanını “nerede” geçirdiğini en önemli sorun olarak görürse, kilitli kapılar, yüksek duvarlar, kalın parmaklıklar arasında çaresizlikle inleyerek ezilip parçalanır. Öyle insanlar gördüm. Zamanını “nasıl” geçirdiğini önemserse, hayalgücünün peşinden Binbir Gece Masalları’na karışır, her ânını hücrenin dışında, heyecanla, zevkle geçirir ve hissettiği bütün duygular da “gerçek” olur. Ben iki yıldır, bir hücrede sivri ve keskin boynuzları olan, gözleri kanlı iri bir boğayla yaşıyorum. İki yıldır her gün o boğayı boynuzlarından tutup devirmek zorundayım. Bunu hareket edemeyen, zavallı bir bedenle yapamazsınız. Bunun için size o boğadan daha hızlı hareket edebilen bir şey lazım: Tek bir an içinde bütün dünyayı gezebilen bir hayalgücü. Hayalgücü her kapıdan geçer. Her yere gider. Ve, zamanınızı “nasıl” geçireceğinizi belirleyecek yeryüzünde hiçbir gücün olmadığını, dokunulmaz bir iktidara sahip olduğunuzu bilmenin muazzam hazzını tadarsınız. Hapishane, bedeninizi köleleştirirken zihninizi tanrısal bir güce ulaştırır.
Garip bir çelişki ama ben zihnin sınırsız özgürlüğünü, “özgürlüğümü yitirdiğim” hapishanede bu kadar berrak gördüm. Bir hapishane hücresinde oturuyorum ve size zamanınızı nerede geçirdiğinizden çok nasıl geçirdiğiniz önemlidir diyorum. Nasıl geçireceğinize de sadece siz karar verebilirsiniz. Hayalgücünüzün şatosunu kurduğu kayalıklara sizden başkası ulaşamaz. Sizden başka hiç kimse o şatonun yolunu bulamaz. Zavallı çaresiz vücudunuzu onlara rehin bırakıp şatonuza çekildiğinizde, orada “gerçekliğe geri döner,” zamanı ve hayatı yeniden biçimlendirir, “sahici” duyguları özgürce yaşarsınız. Avlu sessiz. Göçmen kuşlar gittiler. Ama ben istersem geri dönerler. İşte döndüler bile, neşeyle ötüşüyorlar. Erkekler dişilere otlar, çiçekler, böcekler, meyve parçaları taşıyor. Bir tanesi gagasındaki küçük çiçeği düşürdü. Sessiz avlunun ortasında minik bir çiçek duruyor şimdi.
Yazarlar
-
Ahmet TAŞGETİRENBölgede Trump operasyonu sürüyor 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANMahkemeye düşmüş siyaset 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYenilikçi bir İslam düşünürü Gannuşi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKRus cinleri imana nasıl hizmet etti? Tuhaf bir Soğuk Savaş hikâyesi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEAhtapotun kolları 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU3809 sayfa ve temel çelişki 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselVahim bir gelişme: İşgücü piyasasında daralma 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFiyat istikrarı mı, finansal istikrar mı? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTrump, Fed ve para politikası: Sol, merkez bankası konusunda neyi savunmalı? 2.11.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜREÇ VE "DİLİN KEMİĞİ"! 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları



















































































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
21.01.2020
6.02.2019
28.11.2019
23.11.2019
11.11.2019
21.03.2020
19.09.2018
26.08.2018
4.02.2018
19.09.2017