Akın ÖZÇER

Akın ÖZÇER
Akın ÖZÇER
Tüm Yazıları
Sivil darbe mi
11.02.2012
2828

Ayrılıkçı Bask terör örgütü ETA, 20 ekimde yayınladığı bildiriyle silahlı eylemlerine son verdiğini duyurduğunda, dönemin Başbakanı José Luis R. Zapatero, bunu “mantığın, demokrasinin ve yasaların zaferi” olarak nitelemişti. Ama aslında ETA ile mücadelenin başarısında temel hak ve özgürlüklere dayalı demokratik anayasal çerçeve başta olmak üzere, polisiye önlemleri, uluslararası işbirliğini ve yargısal kıskacı, diyalog süreçleriyle birlikte yürütmeye dayalı devlet politikasının rolü vardı. Evet, ETA’nın tarihî liderleri ve militanlarının çoğunluğu Fransa ve İspanya’da tutuklanmış ve yargılanarak mahkûm edilmişti; ama silah bırakmasında asıl etkenin Batasuna’nın cezaevindeki lideriArnaldo Otegi’nin başlattığı hareket olduğunu ve bu hareketin başarısında da içinde devlet ajanlarının görev aldığı diyalog süreçlerinin olumlu rolü bulunduğunu kabul etmek gerekir.

Sosyalist İşçi Partisi Bask kolunun (PSE) Başkanı Jesús EguigurenEl País’ten Luis R. Aizpeolea ile birlikte kaleme aldığı ETA, las claves de la paz (ETA, barışın anahtarları) başlıklı kitabında, terör örgütünü silahlı faaliyetini bırakmaya götüren diyalog sürecini 2000’li yılların başında Otegi ile görüşmelerinden başlayarak anlatıyor. Aynı başlıklı yazımda belirttiğim gibi, Jesús Eguiguren, Zapatero hükümeti ile ETA arasında bir yıl kadar süren (Haziran 2006-Mayıs 2007) son görüşme süreci içinde başından sonuna kadar yer almış bir siyasetçi. ETA temsilcileriyle Cenevre, Lozan ve Oslo’da müzakere, hatta yemek masasını paylaşıyor. Yetkisini hükümetten alan Eguiguren, masada bazen ön onay almadığı konularda da fikir beyan etmek, sözler sarf etmek durumunda kalıyor. Ama bu fikirler ve sözler sonradan onay verilmediği sürece devleti bağlamıyor doğal olarak.

Türkiye’de ise, İstanbul özel yetkili Cumhuriyet Savcılığı, başta eski ve yeni Müsteşarları olmak üzere, MİT’in üst düzey görevlilerini, PKK temsilcileriyle yaptıkları görüşmeler nedeniyle “şüpheli” sıfatıyla ifadeye çağırıyor. Oysa yukarıda İspanya örneğinde gördüğümüz üzere, terör örgütü ile kısa vadede ateşkes ilân etmesini, uzun vadede de silah bırakmasını sağlamaya yönelik görüşmeler yapmak, demokratik bir hukuk devletinde suç olmadığı gibi, çağdaş terörle mücadele politikalarının da önemli unsurlarından birini oluşturuyor. Eğer MİT görevlilerine, sadece açıklanan gerekçeyle suç isnat ediliyorsa, bunun Türkiye’nin maalesef demokratik bir hukuk devleti olmadığından başka bir şey göstermeyeceğinin altını çizmek gerekiyor.

Hükümet ve AK Parti cephesinden şu âna kadar terörle mücadelenin MİT’in asli görevi olduğu, dolayısıyla suçlanan görevlilerinin sadece görevlerini yaptıkları şeklinde özetlenebilecek bir görüş dile getirildi. Muhalefet cephesindense en aklı başında değerlendirme Halkın Sesi Partisi (HAS) Genel Başkanı Numan Kurtulmuş’tan geldi. Bu tür görüşmelerin modern devletlerde istihbarat birimlerince yapıldığını belirten Kurtulmuş, haklı olarak, MİT Müsteşarı’nın iktidarın bilgisi ve onayı dâhilinde yaptığı görüşmelerden ötürü sorgulanmasını “sivil iktidara ve siyasete yapılmış yargısal müdahale” ve “siyasetin alanını daraltan bir tavır” olarak nitelendirdi. Buna karşılık, terörle mücadelenin diyalog boyutunu yok sayan CHP ve MHP’nin temsilcileri, konunun üzerine adeta atladı. CHP’li Tanju Özcan, soruşturma açan savcıyı kutladıktan sonra MİT Müsteşarı’nın Başbakan’ı temsil ettiğini hatırlatarak dedi ki: “Yasadışı terör örgütüyle (...) görüşmek suçsa, bu suça azmettiren Sayın Başbakan da bu soruşturma kapsamında soruşturulmalı, şüpheli sıfatıyla ifadesine başvurulmalı.” MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural da aynı görüşü savundu ve ekledi: “Biri bu hesabı verecek.”

Bu iki milletvekilinin söz konusu açıklamaları, terörle demokratik mücadele modelinin önemli bir boyutunu Türkiye’de yargı eliyle yasaklatmak suretiyle, 90’lı yılların başarısız olmuş politikalarına dönmenin zorunlu olduğunu vurgulamak anlamına geliyor. Zamanında Habur’a da karşı çıkmış olmalarından anlaşılacağı gibi, bu iki partinin terörle mücadelede zaten derin devletinkinden farklı kendilerine özgü politikaları yok. Böylece hem bu politikanın, hem de kimbilir belki bu politikayı uygulamış olup bugün Ergenekon sürecinde yargılananların siyaseten aklanmalarını sağlıyorlar. Zira bu çıkışları Silivri’ye verdikleri genel destekle de uyumlu görünüyor.

AK Parti’nin Meclis’teki salt çoğunluğu nedeniyle yasama ve yürütme gücünün doğal birleşmesini, yargıya da hâkim olduğu iddiasıyla süsleyip, “sivil darbe” olarak sunan kesimin, şimdi çoğunluğun siyasi tercihlerinin yargı eliyle daraltılmasına alkış tutması ve seçilmiş iktidarın hesap vermesini istemesi tuhaf kaçıyor. Öyle ki sivil darbe yapılırsa ancak işte böyle yapılabilir dedirtiyor insana.

Kabul etmek gerekir ki Kürt sorununun çözümü üzerinden patlak veren bu kriz, vesayetin bittiğini öne sürenleri de haksız çıkarıyor. Dışarıdan bakıldığında, Türkiye’nin demokratik hukuk devletine dönüşmesini isteyen, yeni anayasadan yana olan kesimle, buna şiddetle karşı çıkan ve yeni anayasa yapılmasın diye çırpınan kesimin bitmeyen kavgası görülüyor. Bu son olayı da belki devlet içindeki bu kavganın karanlığında okumak ve vesayetin devamından yana olan kesimin yeni anayasanın önünü kesmeye yönelik sayısız girişimlerinden bir yenisi olarak değerlendirmek yanlış olmayacak galiba.


[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar