Ali BULAÇ

Cemil Meriç’ten notlar
26.08.2024
118
Cemil Meriç’in üslubu muhafazakâr dindar bazı yazarları üslubuyla etkiledi, her biri üsluplarında Cemil Meriç’i taklit ve takip ettiler. Sağ muhafazakâr kesime cazip gelmesinin bir sebebi tarihe ve geçmişe ilişkin okurlarına büyük bir özgüven telkin etmesiydi. 1984’te Genel Yayın Yönetmenliği’ni üstlendiğim İnsan Yayınları’nı kurunca Cemil Meriç’in kitaplarını yayınlama kararı aldık. Umrandan Uygarlığa, Kültürden İrfana ve Bu Ülke kitaplarını yayınladık. Yanılmıyorsam, onu en son vefatına yakın

Rahmetli Cemil Meriç’i (öl. 1987) ne zaman tanıdığımı tam olarak hatırlayamıyorum. 1971’de İÜ Sosyoloji’ye başladığımda kızı Ümit Meriç asistan, hocamız Cahit Tanyol idi. Baykan Sezer de derslere girerdi, bir sene de Erol Güngör’ün Sosyal Psikoloji derslerine devam ettim, sene sonunda sınavı başarıyla verdim. Yine Sosyoloji’de Muhammed Hamidullah Hoca’nın Mukayeseli Dinler Tarihi derslerini de takip ettim ama Hamidullah hoca sınav yapmadı.

Her ne kadar fakülteye gelmiyor idiyse de Cemil Meriç anfinin sosyoloji kokan atmosferine hakimdi, sık sık ondan söz edilirdi. Tabii ki sosyolojinin en büyük referansı Ziya Gökalp’tı.

(Bir kış günü dersteydik, Tanyol hoca yine Ziya Gökalp’tan söz ediyordu, konu “içtimai fıkıh”tı. Cahit Tanyol “Tarih ve fıkıh bilmeyen bizde sosyoloji yapamaz diyordu. Yüksek İslam Enstitüsü’nde de okuduğumdan bu bana çok ilginç geliyordu. Yanımda oturan Lusin isminde bir kız, bana yavaşça “Kim bu Ziya Gökalp yahu, hoca her gün anlatıp durur, yaşıyor mu?” diye sordu. İçmişti, kokuyordu. Ben de “-Bilmiyor musun? dedim. Ziya Gökalp yaşıyor, şimdi bu işleri bırakmış Diyarbakır Melik Ahmet çarşısında karpuz satıyor.” Öyle deyince Lusin, fena halde köpürdü “-İşte” dedi, “her gün bir karpuzcuyla kafamız şişip duruyor.)

Rahmetli Nurettin Topçu’nun (öl. 1975) hem sosyoloji hem ahlaka ilişkin son derece değerli sohbetlerinden edindiğim bilgi ve fikriyat yanında Cemil Meriç benim için tanımam gereken bir kıymetti. Daha o sene Tohum Dergisi’nde dikkatlice okuduğum Devlet Ana ve Yol Ayrımı romanlarıyla pek sevdiğim Kemal Tahir’e ilişkin söyledikleri pek hoşuma gitmiyordu ama yine de Cemil Meriç’i dinlemek önemliydi.

 (Hareket Dergisi’nden birkaç arkadaşla Kemal Tahir’i evinde ziyaret ettik. Ona zannedersem Ezel Erverdi bey, iki romanıyla ilgili yazılarımı takdim etti. İmam Hatip kökenli olduğumu  öğrenince çok sevindi, duygulandı. Bu yüzden ona benim özel muhabbetim vardı.)

Cemil Meriç’e gidişim üç kanaldan oldu. Haraket Dergisi, Sedat Yenigün ve sonraları Pınar Yayınları’ndan Cevat Özkaya ile. Aklımda yanlış kalmadıysa ilk gidişim başında Ezel Erverdi beyin olduğu küçük bir heyete katılarak Erenköy’deki evine gittik, ilk defa hem tanıdım hem sohbetine katıldım. Gidişler birkaç kez tekrarladı, sonra Sedat Yenigün’le gitmeye başladık. Sedat’ın şehadetinden sonra (1980) Cevat Özkaya ile gidişlere devam ettim.

1984’te Genel Yayın Yönetmenliği’ni üstlendiğim İnsan Yayınları’nı kurunca Cemil Meriç’in kitaplarını yayınlama kararı aldık.

Umrandan Uygarlığa, Kültürden İrfana ve Bu Ülke kitaplarını yayınladık. Sonraları kitaplarını İletişim Yayınları yayınlamaya başladı.

Yanılmıyorsam, onu en son vefatına yakın bir iftar yemeğinde Cevat Özkaya’nın evinde gördüm, dört beş kişilik bir iftardı, bir daha görmek nasip olmadı.

Allah rahmet etsin, merhametiyle muamele etsin.

Cemil Meriç’in geniş bir daire çizen güzergahında son menzil Osmanlı idi, iyi bir hatipti, büyüleyici üslubu vardı, a’mâ idi ama müthiş bir hafızası vardı. Giriş kattaki evinin salonu kitaplarla doluydu, bazen;

-Yavrum, kalk, soldaki duvardan, üçüncü raf, beşinci kitabı eline al, sahife 123’ü aç, oku bakayım, derdi.

Çok sayıda fikir adamı, yazar, genç gelirdi, ona kitap okurlardı. Bir yandan dinler, bir yandan yorum yapardı. Hiç aklımdan çıkmayan, ara sıra gürleyerek, masaya vurarak tekrar ettiği bir cümlesi vardı:

“-Evladım, bu ülkede sağcı solcu yok, namuslu insanlarla namussuzlar var!”

Başlangıçta rahmetli Sait Nursi’yle ilgili söyledikleri hoşuma gitmemişti, Üstad’ı kullandığı dilden, bazı konuları ele alış tarzından eleştiriyor, biraz da küçümsüyordu. Belli ki hakkında derinlemesine bir bilgiye sahip değildi. Bu beni üzüyordu, bana göre Üstad İslam aleminin 20 . yüzyıldaki önde gelen yüksek kapasiteli beş-on zihininden biriydi . Sonraları Said Nursi’ye ilişkin görüşlerinde olumlu yönde  değişim oldu, artık takdir edici ifadeler kullanarak onu anmaya başladı. Gelip gidenlerden bazıları ona Risalelerden okumuşlardı.

İslam Devrimi konusunda kanaatleri olumluydu, bir keresinde “Ben bir Ali Şeriati olmak isterdim” dediğini hatırlıyorum, Kırk Ambar’da Şeriati’den övgüyle söz eder. Vefatından hemen sonra yazdığım yazıda bu konuya değinmiştim. (Bkz. Ali Bulaç, Cemil Meriç, Tarih ve Toplum Dergisi, Ağustos-1987).

Tabii ki Cemil Meriç, bir İslam bilgini değildi, İlk nesil İslamcılar zülcenaheyn idi, hem İslami ilimlere, İslam tarihine ve Doğu’ya vukufiyetleri vardı, hem de Batı’ya. Cemil Meriç, şair ve edebiyatçıların retorikten öte geçmeyen Batı karşıtı söylemlerine karşı fikri bir muhasebeye tabi tutuyor, Batı’ya karşı Osmanlı’nın haksızlığa uğramış kaynaklarını öne çıkarıyordu; Batı’ya karşı muazzam bir öfkesi vardı, Batı’yı biliyordu, Batı kadar değilse de Hind’i de bilirdi, Marksizm’e bilgi ve fikir olarak hakimdi.

Şair değildi, ama şairane üslubu vardı, şair vehmi ve dolduruşuna gelmeden de fikri ve siyasi bir davayı yürütmenin mümkün olduğunu gösteriyordu. Tercih ettiği kısa cümlelerin her biri neredeyse birer aforizma idi. Hak ettiği halde bir türlü Nobel ödülü kendisine verilmeyen Yaşar Kemal de kısa cümleyi başarıyla kullanmıştır ama geriden Marksist bakış açısından Anadolu’nun sınıf temeline ve tarihimizin “hepten kötü mirası”na dayandırdığı sefalet ve zalimane tasvirleri yer yer doğru olsa bile anlatımları ruhsuzdu.

(İmam Hatip’te okurken Edebiyat hocam Zeki Tuna, bana kısa cümle için Yaşar Kemal’in İnce Memedi’ni, İstanbul türkçesi için de Salah Birsel’i okumamı tavsiye etmişti.  Bunun yanında Dostyoveski’den Tolstoy’a, Kavabada’dan Balzac’a dünya klasiklerini de okuttu. Meslek derslerinden iki hocam da Süleyman Darçın ve Ömer Dursun Ayvaz da Seyyid Kutup-Mevdudi’nin kitapları ile kelam ve İslam felsefesiyle ilgili kaynakları okumamızı tavsiye ediyordu. Her iki öğretmen grubunun tavsiyelerini yerine getirdim, hepsine büyük borcum ve hürmetim var.)

Cemil Meriç, bizde Batı’dakine benzer sınıf olmadığını söylüyordu. Bazen tarihimizi fazlaca yüceltse bile, asıl davası Batı’nın sömürgeci, kibirli, bencil ve gaddar ruhuna nazara vermekti. Bu konuda  Kemal Tahir’le aynı fikirdeydi. Kemal Tahir’den şu cümleyi hatırlıyorum: “Osmanlı namusunu korumayı, Batı fahişeliği tercih etti. ”

İkisi için de tarihsel kavga namus ile fuhuş (namussuzluk) arasında cereyan etmişti. Batı namus peçesini yırtıp atmış, şimdi Doğu İslam’ın da peçesini yırtmaya çalışıyordu.

Cemil Meriç’in üslubu muhafazakâr dindar bazı yazarları üslubuyla etkiledi, her biri üsluplarında Cemil Meriç’i taklit ve takip ettiler. Sağ muhafazakâr kesime cazip gelmesinin bir sebebi tarihe ve geçmişe ilişkin okurlarına büyük bir özgüven telkin etmesiydi, benzer bir özgüveni çok daha güçlü ve bir bilgi temeline dayalı Seyyid Hüseyin Nasr verir.

(Seyyid Hüseyin’in Türkçe’ye ilk kitaplarını ben yayınladım, kitaplarının insanı zengin tarihi mirasımıza, Şeriat’ın yüceliğine ve İslam’a sarsılmaz bir özgüvene yönlendirmesi bakımından yararlı olacağını düşünmüştüm, bugün de aynı kanaatteyim. Türkiye’ye gelişinde onun toplantılarına, sohbetlerine katılırdım. Bu sene de kuruluşunun 40. Yıldönümü dolayısıyla İnsan Yayınları tarafından İstanbul’a davet edildi, Yayınevinin kurucusu ve ilk Yayın Yönetmeni olmam hasebiyle beni de Nasr’ın verdiği konferansa ve yemeğe davet ettiler. İki sebepten dolayı gitmedim: 1. Seyyid Hüseyin Nasr, Devrim öncesinde Şah’ın kız kardeşinin kurduğu vakfın danışmanı iken, hiçbir hakikat ve doğruluk temeli olmadığı, hatta Şah’ın Savak ajanları tarafından öldürüldüğü kuvvetle iddia edildiği halde, Ali Şeriati’yi Şah’la ilişkilendirdi, bu gerçekten çirkin bir yakıştırmaydı, bunu kendisine yakıştıramadım 2. İnsan Yayınları’nın önemli yayınlarından biri Ebu’l A’la Mevdudi’nin Tefhimü’l Kur’an adı 7 ciltlik tefsiridir. Bu önemli tefsir Sebe’ suresine kadar İngilizce, Sebe’ten Nâs’a kadar Urduca idi. Tercüme ettirip editörlüğünü yapmayı kendime en önemli iş addettim, büyük zorluklara katlanarak tercümeyi yaptırabildim ve tefsiri yayınlayabildik. 2016’da 22 ay hapis yatınca çıkışta Yenikapı’da yapılan bir fuarda Yayınevi’nin ismimi “editörlük”ten çıkardığını öğrendim, çok üzüldüm. Teberri veya korku, Stalinvari yöntemlerle geçmişe dönüp olay ve olguları tarihten silmek mümkün mü?)

Rahmetli Cemil Meriç konusuna avdet edecek olursak, zaman zaman konuşmalarını not alıyordum. Fakat 50 çuvala yakın kitabım Bağcılar’da bir depoda sular altında kalınca kitaplarımla o notlar da yok oldu gitti. Ceylan göbeği derisinden kaplamalı çok değerli kitaplarım vardı, İmam Şafii’nin el Ümm’ü, Muhyiddin ibn Arabi’nin Fütuhat-ı Mekkiye’si, Kütüb-ü Sitte, tefsirler, ansiklopediler, siyer, tarih kitapları vs.

Geçenlerde bir kitabı ararken elime eski A4 eb’adında epey sararmış bir teksir kağıdı geçti, baktım Cemil Meriç’in bir sohbetinden aldığım notlar. Önlü arkalı iki sahifelik notları ne zaman aldığımı not etmemişim. Ağırlıklı olarak sosyolojiyle ilgili. Özenle aldım, şeffaf bir dosya içine koyup kenara ayırdım.

Serbestiyet’teki ilk yazım Cemil Meriç’ten aldığım notlar olsun diye düşündüm. Redakte etmeden olduğu gibi aşağıya alıyorum, bazı cümle düşüklükleri hızlıca not almam dolayısıyla bana aittir.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar