Alper GÖRMÜŞ
Psikiyatrist Kemal Sayar yıllar önce, belki on beş yıl önce kaleme aldığı bir yazısında insanların siyasi, dinî, felsefi inançlarına göre bölünüp ittifaklarını bu benzerlikler üzerinden oluşturmalarına karşı çıkıyor, sonunda da “haram lokma yemeyenler”in oluşturduğu bir koalisyon öneriyordu.
Ben de ona nazireyle, en az onun kadar naif bir başka hayali grubu yıllarca gezdirdim zihnimde. Benim hayali grubumda, ‘normal’ olarak Türkiye’nin şu ya da bu siyasi kutbunun içinde olması gereken, dolayısıyla bir arada olmamaları gereken insanlar bir araya geliyor ve kime yapılırsa yapılsın her türlü baskıya karşı birlikte mücadele ediyorlardı. Fakat hayalim bununla sınırlı değildi – ki bu onu daha da naif kılıyordu: Zihnimde oluşturduğum gruptaki işbölümüne göre mesela dindarlar üzerindeki devlet ya da toplum baskısına grup içindeki seküler üyeler karşı çıkıp mücadele yöntemleri geliştirirken, tam tersine sekülerler üzerindeki devlet ya da toplum baskısına grup içindeki dindarlar karşı çıkıp mücadele yöntemleri geliştirecekti.
Tabii bu kadar naif bir öneriyi hiçbir zaman yazıya dökmedim. Fakat sadece kendi üzerlerindeki baskıya hassas olan toplumsal gruplardan oluşmuş bir toplumun, yani sadece kendisine benzeyenlerin hakkını-hukukunu kollayan gruplardan oluşmuş bir toplumun hiçbir zaman gerçek anlamda toplum olamayacağına dair çok yazı yazdım.
Gezi olayları sürerken T24 sitesinde yazıyordum ve o dönemde özellikle bu tema üzerinde çok duruyordum.
Cuma günü bir grup Müslüman aydının Gezi davasının adaletsizliğine dair Serbestiyet’te (de) yayımlanan itirazlarını okuyunca aklıma o yazılar geldi ve birini paylaşmak istedim.
Aşağıda okuyacağınız yazı 30 Temmuz 2013’te T24’te yayımlandı:
***
Öncelikle kimi eleştirmeli, öncelikle kimin hakkını savunmalı
Beni tanıyanların bana sıkça yönelttikleri bir eleştiri, mealen şöyle (lütfen girişe aldanıp bunun kişisel bir iç dökme yazısı olduğunu düşünmeyin, birkaç paragraftan sonra yazı sosyalleşecek):
“Hayatını seküler tarzda yaşayan, laikliği benimsemiş, dinî inancı dahi olmayan birisin… Fakat seni sadece yazılarından izleyenlerin tam tersi bir kanaate varmaları işten bile değil; çünkü eleştirinin ağırlıklı bölümü, dahil olduğun sosyal çevreyi hedef alıyor… Ayrıca, parçası olduğun laik-sekülerleri hedefleyen hak gasplarından çok dindarları hedefleyen hak gaspları konusunda yazmayı seviyorsun…”
Bu eleştiriyle ne zaman karşılaşsam, sahiplerine -tespitlerinin doğru olduğunu teslim ettikten sonra- aşağı yukarı şöyle bir cevap veriyorum:
“Bunun bir nedeninin kişisel karakterle bağlantılı olduğunu düşünüyorum… Yazılarımda eleştirilere yol açan tercihlerimin karakterimin bir yönünü yansıttığını -şükrederek- tespit ediyorum. (Gündelik hayatında kendi hatalarına karşı (da) eleştirel olmaya gayret eden ve sadece kendi haklarına odaklanmamaya çalışan biriyim; bunu ne ölçüde başarabildiğimi söylemek bana düşmez.)
“Tercihimin ikinci nedeni ise tepkisel olabilir: Etrafıma baktığımda, istisnalar hariç daima haklı olan ve dolayısıyla asla kendini eleştirmeyen kişi ve gruplardan başka bir şey göremiyorum; bu madalyonun öbür tarafında ise sadece kendi hak ve hukukunu önemseme, başkasının hak ve hukukuna aldırmama tavrı var… Eh, ben de bu kişi ve gruplara bir tepki olarak tam öbür uca savrulmuş olabilirim…”
‘İnsanın en acımasız eleştirisi kendine olmalıdır’
Meselenin kişisel faslını kapatmadan önce, geçenlerde okuduğum bir yazıda karşıma çıkan ve bu pozisyonun haklılığını savunan kısa bir paragrafı dikkatinize sunmak istiyorum…
Etyen Mahçupyan üzerine Radikal‘in blog sayfalarında olgun bir tartışma yürüten iki genç yazardan birine ait bu paragraf…
Yazarlardan biri (‘mechul muhayyil’), “Yüzyıllardır aynı ahlak ve etikle yaşayan dindarların demokratikleşebileceğine inanacak kadar optimist olabilen” Etyen Mahçupyan’ın, Gezi direnişiyle ilgili olarak, “’Buradaki enerjinin nereye, hangi zihniyete doğru evrileceği ise meçhul ve bu ülkenin, özellikle de laik kesimin ve solun tarihine bakıldığında iyimser olmak için fazla bir neden gözükmüyor’ satırlarını yazabilecek kadar pesimist” olmasını sorguluyor…
İkinci yazar, İsmail Yaprak, bu satırları eleştirirken şöyle diyor:
“Bu sorunun yanıtı zaten Mahçupyan’ın zihinsel dünyasının deşifresi demek. Mahçupyan kariyerini, kendi cemaatini eleştirmek üzerine kurmuş birisi. Ona göre, özellikle bir aydının en büyük sorumluluğu bizzat kendini / kendi cemaatini içeriden eleştiriye tâbi tutması… Biz kendimizle yüzleşmediğimiz sürece başkalarını eleştirme hakkını kendimizde bulamayız. Dolayısıyla bir insanın en acımasız eleştirisi kendine olmalıdır, ötekine olan yaklaşımıysa ‘anlama’ üzerine kurulacağından daha mütevazi ve iyimser olması gereklidir.”
Deli gömleğinden sıyrılmanın yegâne yolu
Aşırı ölçülerde kutuplaşmış toplumların “hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır” bireylerinden hiç değilse bir bölümü önceliği “eleştiri”de kendi dünyasına, “hak savunusu”nda ise başka dünyalara vermiyorsa, o toplum deli gömleği giymiş bir toplumdur.
İki büyük, zıt kutba bölünmüş bir toplum düşünün… Her iki kutupta yer alanlar sadece “karşı taraf”ı eleştirsin ve sadece “bizim taraf”ın haklarını savunsun (Türkiye’den söz ediyorum, evet).
Peki böyle bir toplumun, içinde bütün bireylerin özgürce yaşayabilecekleri bir topluma evrilmesi mümkün müdür?
Değildir elbette.
Toplumsal grupların kendi özgürlükleri hususunda hassas ve dirençli olmaları, o grupların özgürlüklerinin iktidarlar tarafından gasp edilememesinin başta gelen sigortalarından biridir.
Fakat toplumsal grupların tamamının özgürleşmesinden, yani gerçekten özgür bir toplumdan söz edeceksek, bu türden “grup sigortaları” için en fazla “yetmez ama evet” denebilir.
İktidarların, hiçbir toplumsal grubun özgürlüğüne müdahale edememesinin, yani özgür bir toplumun sigortası, kendi özgürlükleri konusunda hassas olanların, başkalarının özgürlükleri konusunda da hassas olabilmeleridir.
Biz, ne yazık ki bu sigortadan çok da nasipli bir toplum değiliz.
Aslında özgürlük duygusu “doğal” halinde “bölünemez”dir… Bir kişinin, toplumun bir kesimi için kabul ettiği bir özgürlük talebini başka bir kesim için reddetmesi, hakikatte olacak bir şey değildir… Fakat biz öyle bir hale geldik ki, bunu bile “normal” kabul eder olduk.
‘Gezi’ filminin en heyecanlı yeri: Baskıyı görünce ‘öteki’ni anladım!
İşte bu nedenle, Gezi eylemleri tecrübesinin en heyecan verici yanlarından biri, devletin baskısına, şiddetine, müdahaleciliğine ve hayat tanzimciliğine isyan ettiğini söyleyen eylemcilerin, bu tecrübeden çıkardıklarını söyledikleri ders oldu…
Bu “ders”e göre, özgürlük taleplerine baskıyla cevap verildiğini gören eylemciler, bir tür “aydınlanma”yla, o âna kadar aldırış etmedikleri başka özgürlük taleplerine de anlayış ve sempatiyle bakmaya, hatta onları sahiplenmeye başlamışlardı.
Başkaları için gerçek bir tatmin sağlayacak bazı özgürlük taleplerini, sırf kendi hayat algımız bakımından önemli ve anlamlı bulmadığımız için sahiplenmememizin, hatta düpedüz karşı çıkmamızın yol açtığı özgürlük sorunları üzerinde çok yazı yazmış biri olarak, bu ihtimal birçok insan gibi beni de heyecanlandırdı, heyecanlandırıyor.
Çünkü inanıyorum ki, Türkiye’nin bir “kültürler savaşı” cehennemine sürüklenmemesinin yegâne sigortası, “bizim kültürümüz” açısından önemli ve anlamlı görünmeyen taleplere de sahip çıkmayı, çıkabilmeyi öğrenmektir.
Gezi deneyimi bu açıdan örnekler ve derslerle dolu bir süreç oldu. Onu önemseyelim, fakat abartmalardan da kaçınalım…
Ortak bir eylemin içindeki karşılıklı hoşgörü aldatıcı olabilir… Bakalım oradan geriye nasıl bir tortu kalacak?
Sokakta yürümek isteyen hamile kadınlar…
Gezi tecrübesinden tekrar konumuza dönelim…
İçinde herkesin özgürce yaşayabileceği bir toplumun sigortası üzerinde konuşuyorduk…
Bunun, toplumsal kesimlerin sadece kendi hayat tarzları bakımından anlamlı ve önemli olan özgürlük talepleri hususunda değil, kendileri için öyle olmasa da başkaları için öyle olan özgürlük talepleri hususunda da hassas olmalarından geçtiğini söylemiştim…
Sadece kendi tatminini meşru gören bireylerden, gruplardan ve kimliklerden oluşmuş bir toplum cendereye sıkışmış bir toplumdur. Böyle bir toplumun cendereden çıkma sürecini ancak, kendisine “anlamlı” gelmese de başkalarının tatminini de samimiyetle savunan ve önemseyen birilerinin cesaretle ortaya çıkması başlatabilir.
Biri çok taze, öbürü geçtiğimiz yılın yaz aylarından iki örnekle söylediklerimi somutlamaya çalışayım…
Önce, ilahiyatçı Ömer Tuğrul İnançer’in, hamile kadınların sokağa çıkmalarının “hoş bir görüntü oluşturmadığına” ve hatta “ayıp” olduğuna dair beyanatına ve bu sözlerin yarattığı tepkilere bakalım…
Dikkat ederseniz, muhafazakâr kesimden ciddi bir itiraz gelmedi bu beyanata… Aslında biz böylece öğrenmiş olduk ki, hayatını seküler tarzda yaşamayan (dindar) kesimler arasında, sokaktaki hamilelerin “hoş bir görüntü oluşturmadığı”na dair neredeyse bir mutabakat vardır.
Olabilir, oradaki gündelik hayat kültürü, cinselliğe ve anneliğe dair algılar demek ki böyle bir sonuç üretmiş…
Bu böyledir diye kimse kalkıp dindar kadınların, hamileliklerinin belli bir aşamasından sonra sokağa mümkün olduğu kadar az çıkma tercihlerini yargılayamaz, bu tercihin “gerici” karakteri hususunda analiz döktüremez, döktürmemeli.
Fakat dindarlar da, bunda hiçbir sorun görmeyip sokağa çıkan hamile kadınların böylece “ayıp” bir şey yaptıklarını öne süremezler, sürmemeliler.
Ne var ki İnançer’in sözleri ve o sözlere muhafazakârların zımnî desteğiyle bu oldu, sonrası da şöyle gelişti: Seküler kesim durumu haklı olarak protesto etti, dindarlar susmaya devam etti, hatta tepki gösterileri büyüdükçe belki orta karar bir ses çıkaracak olan dindarlar da vazgeçti… Sonuçta kutuplar arasındaki gerilim biraz daha arttı ve içinde hepimizin özgürce yaşayabileceğimiz bir toplum idealinden biraz daha uzaklaştık.
Halbuki hamile halleriyle sokağa çıkmamayı tercih eden dindar kadınlar, bunda “ayıp” bir şey görmeyen seküler hemcinslerini savunsalardı, bu etki tam tersi bir biçimde tezahür edecekti.
(Bu parantezi, yazıyı bitirdikten sonra ilave ediyorum; çünkü AK Parti İstanbul il Kadın Kolları Başkanı Avukat Özlem Zengin Topal’ın konuya dair açıklamasın biraz önce okudum: “Hamile kadınlar ‘amasız’ istediği her kıyafeti giyebilir, istediği gibi sokağa çıkabilir…” Bu seslerin binlerle ifade edildiğini tahayyül edin, meramımı daha iyi anlayacaksınız.)
Denizde yüzmek isteyen dindar kadınlar…
Bu da geçtiğimiz yazın tartışmalarından biriydi… Kocaeli’nin AK Parti’li belediye başkanı, açtığı onlarca karma plajın yanı sıra bir de “kadınlar plajı” açınca ortalık birbirine girmiş, basından gelen tepkiler karşısında yılgınlığa kapılan belediye çareyi plajı kapatmakta bulmuştu.
Oysa belediyenin girişimi makul bir toplumsal talebi karşılamaktan ibaretti, fakat “çağdaşlık ve laiklik” adına gelen tepkiler o kadar büyüktü ki, bu dalga karşısında duramamıştı.
Hem inançlarının gereğini yerine getirmek hem de denize girmek isteyen kadınlar için büyük bir “tatmin” sağlayacak bu hamle, kadınlar plajı, hayatını seküler tarzda yaşayanlara yeterince “anlamlı” gelmemişti… Oysa mesela “kadınlar kahvesi”nde hiçbir sorun yoktu, o “şık”tı!
Dediğim gibi, sonuçta o plaj açılamadı, hevesleri kursaklarında kalan örtülü kadınların, sekülerlerin dünyasına duydukları tepki biraz daha büyüdü: Buyurun, toplumsal kutuplaşmaya mütevazı bir katkı daha…
Oysa tersi olsaydı, birileri de çıkıp, “Ben karma plajı tercih ediyorum, fakat inançları gereği karma plajlara gelmeyen kadınların da denize girme hakları vardır, belediyeler elbette karma plajların yanında bu türden plajlar da açmalıdır” deseydi…
Hatta, hadi biraz hayal kuralım, o plaj açılabilseydi ve hatta başka plajlar da açılsaydı… O zaman, kutuplar arasındaki gerilime o mütevazı katkı ortaya çıkmayacak, tam tersine, içinde hepimizin özgürce yaşayabileceği bir topluma doğru küçük de olsa bir adım atabilmiş olacaktık.
Karşılıklı anlayışsızlıktan doğan karşılıklı korku…
Eskiden kendime, “niye bazı insanlar, kendi özgürlük alanlarını daraltmadığı halde başkalarının özgürlük alanını genişleten adımlara bu kadar sert bir biçimde karşı çıkarlar” diye sorar, işin içinden çıkamazdım…
Öyle ya, kendi mutluluğu azalmayacak, fakat bu arada başkalarının mutluluğu çoğalacak… O zaman niye bu sertlik?
Zamanla buldum bu sorunun cevabını: Karşılıklı korku… Başkalarının özgürlük alanının genişlemesinin zamanla kendi özgürlük alanını daraltacağına dair korku…
Bu korku da hiç kuşkusuz, “kutup”ların sadece kendi haklarıyla ve hukuklarıyla ilgili olmalarından, birbirlerinden hiçbir anlayış görmemelerinden kaynaklanıyor.
Bu deli gömleğinin bir anda ortadan kalkmasını bekleyemeyiz, bu romantizm olur. Fakat hiç değilse seküler ve dindar diye bölünmüş dünyaların içinde yer alsalar da “kutup”ların ağırlıklı tavrının dışına çıkabilmişleri, çıkmaya çalışanları boğmayalım.
Bu türden bağlantı kayışları da koparsa, “kültürler savaşı”nın önünde artık hiçbir engel kalmaz.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
19.06.2025
17.06.2025
8.06.2025
1.06.2025
11.05.2025
8.05.2025
4.05.2025
29.04.2025
25.04.2025
21.04.2025