Alper GÖRMÜŞ

“Şiddet kötüdür, nokta” diyebiliyor muyuz? İlk anda evet, fakat biraz düşününce şiddette de bir kötülük hiyerarşisi bulabiliyor, buradan da bazı şiddetlerin “daha kötü” olduğu sunucuna varabiliyoruz. Mesela fiziksel ya da manevi varlığı gerçek bir tehdit altında olanların şiddeti; onların fiziksel varlıklarını ya da onurlarını korumak için baş vurdukları şiddeti pekâlâ ‘savunma’ çerçevesinde algılayabiliyoruz. Bir kötülük olarak şiddet, burada tolere edebileceğimiz bir çerçevede kalıyor.
Bir de neredeyse ‘saf’ diyebileceğimiz kötülük biçimleri var. Geçtiğimiz haftalarda yaşanan, halinden şüphelendiği halde soğukta kalmasına razı olmadığı için arabasına aldığı bir kişi tarafından öldürülen taksicinin feci sonu önceki taksici cinayetlerinden daha büyük bir toplumsal dehşete yol açmıştı. Bu ‘nedensiz’ cinayetin toplumda ‘saf’ bir kötülük olarak algılanmasının bir nedeni de katilin tabancasını ateşledikten sonra henüz canını teslim etmemiş taksiciye verdiği nasihatti: “Bazı insanlara güvenmeyeceksin…”
Kötülük bazen işte böyle ‘saf ve şeffaf’ haliyle gösterir kendini, orada artık sergilenen kötülüğü başka bir kötülükle kıyaslamak ve kötülük hiyerarşisinde ona bir yer aramaya çalışmak imkânsız hale gelir.
Peki, özünde bir şiddet türü olan ve kullanımı devlete münhasır yasal cezalandırmalar arasında da böyle hiyerarşik ayrımlar yapabilir miyiz? Evet yapabiliriz, hele ki Türkiye’den söz ediyorsak…
Buraya kadar yazdıklarımı aklınızda tutun, şimdi geniş bir parantez açarak Türkiye’deki “FETÖ soruşturmaları”na dair bazı hatırlatmalarda bulunacağım, ardından bu noktaya tekrar döneceğiz…
Yüz binlerce insanın ‘terörist’ ilan edildiği bir vasatta birkaç bin kişinin suçsuz olma ihtimaline yöneltilen otomatik, kategorik itirazlar
Malum, iktidar 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimini “Allah’ın bir lütfu” saydı ve bunu a) demokrasiyi budamak, b) Gülen organizasyonunun -Erdoğan’ın sözleriyle- hem altını (“ibadet”), hem ortasını (“ticaret”) hem de üstünü (“ihanet”) ağır bir biçimde cezalandırmak amacıyla kullandı. Yüz binlerce insanın ‘terörist’ ilan edilmesinin kanuni gerekçesi de sihirli kelime ‘iltisaklı’da bulundu.
15 Temmuz darbe girişiminden sonra hayatımıza giren ‘iltisaklı’ kelimesi, Gülen cemaatinin yalnız ‘kriminal merkez’ini değil, etrafındaki geniş sempatizan ağını da cezalandırma niyetini ve arzusunu ifade ediyordu. ‘Bitişik olan’, ‘temas eden’ anlamına gelen ‘iltisaklı’ kelimesi, kolayca anlayabileceğimiz nedenlerle 15 Temmuz’u izleyen aylar boyunca hep işlevsel kaldı.
Fakat darbe girişiminin üzerinden yaklaşık 15 ay geçtikten sonra ilginç bir hukuki gelişme oldu. Yargıtay 16. Ceza Dairesi 26 Ekim 2017’de verdiği bir kararla “sempati”nin örgüt üyeliğine yetmeyeceğini karara bağladı.
Yargıtay, “İlçe imamıyla telefonla görüşmek, sohbet toplantılarına katılmak, Zaman gazetesine abone olmak ile kızını Altınbaşak adlı cemaat okulunda okutmak” suçlamaları ve ‘FETÖ üyeliği’ iddiasıyla yargılanıp mahkûm olan Ağlasun İlçe Tarım Müdürü Hakan Özcan’ın davasında sanığın örgüt üyesi sayılamayacağını hükme bağladı ve tahliyesine karar verdi.
Yargıtay 16. Ceza Dairesi, kararında örgüt üyeliğiyle örgüte sempati duyma arasında net bir ayrım yapıyor, “örgütün amaçlarını, değerlerini, ideolojisini benimsemek, buna ilişkin yayınları okumak, bulundurmak, örgüt liderine saygı duymak gibi eylemler örgüt üyeliği için yeterli değildir” tespitinde bulunuyordu.
“FETÖ/PDY Çatı İddianamesi” de öyle diyordu
Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin bu ‘örgüt üyeliği’ yorumu, Gülen örgütlenmesine yönelik yargı faaliyeti kapsamında ilk kez karşımıza çıkan bir yorum değildi. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2015’te başlattığı ve 15 Temmuz darbe girişiminden hemen önce iddianameye dönüştürdüğü soruşturma da bu “örgüt üyesi-sempatizan” ayrımı temelinde yürütülmüştü. En azından başsavcılık iddianamede öyle diyordu:
“Bu örgütün evinde kalan, yurtlarında barınan veya okul ya da dershanelerinde öğrenim gören gençler, dershane, özel okul ve yurtlarda faaliyet yürüten öğretmenler ve yöneticiler, aynı şekilde örgütün emrinde faaliyet yürüten dernek, vakıf, banka veya ticari şirket çalışanları, bu örgütün elindeki işyerlerinde ücretli çalışan emeği ile geçinen kimseler, açıkça bir suça karışmadıkları sürece, sırf bu irtibatları ceza sorumluluğu doğurmadığından özellikle soruşturma dışında tutulmuştur. Fetullah Gülen örgütünün sempatizanı olup bu örgütü dini bir kuruluş sanarak cemaate gönül bağı bulunanlar da soruşturma harici tutulmuşlardır.”
“Çatı” gibi iddialı bir sıfatla sunulan iddianamenin sadece 72 kişiyi kapsıyor oluşu, Başsavcılığın, soruşturmayı gerçekten de tanımladığı suç ölçülerine göre yürüttüğünün belirtisi sayılmalı. Fakat muhtemeldir ki, bu iddianamenin böyle yazılmış olması, onun 15 Temmuz darbesinden önce hazırlanıp mahkemeye gönderilmesiyle doğrudan ilgilidir. “Allah’ın lütfu” 15 Temmuz’dan sonra yargının lugatine “iltisak” diye bir kelime girdi, o andan itibaren örgüt üyeliği ile sempatizanlığı arasında herhangi bir fark görülmemeye başladı ve bu sayede de yüz binlerce insanın ‘terör örgütü üyeliği” suçlamasıyla soruşturulup yargılanması mümkün oldu.
Cumhuriyet tarihindeki devlet zulümleri arasında özel bir konum
İktidarın, yargıyı takmayıp Gülenciliğin sempatizan ağını da cezalandırma kararlılığı, Cumhuriyet tarihi boyunca hiç eksilmeyen devlet zulmünde yeni ve ‘üstün’ bir ‘aşama’ anlamına geliyordu. Bunu hangi anlamda kullandığımı eski bir yazımdan aktararak anlatacağım:
“’Cehennem, acı çektiğiniz yer değildir. Cehennem, acı çektiğinizi hiç kimsenin bilmediği yerdir’ demişti Hallac-ı Mansur.
“Burada ‘bilmeyen’i, en dar ve direkt anlamıyla ‘haberi olmayan’ diye düşünmemek gerekir. Buradaki ‘bilmeyen’, birilerinin çektiği acıdan haberi olmayandan çok, haberi olduğu halde acıyı görmezden gelendir, bildiği halde yokmuş gibi davranandır; ki bu da acı çekenin bulunduğu yeri cehenneme çevirir.
“Türkiye, kısa dönemler hariç hep hukukun askıya alınarak birilerine kan kusturulanların ülkesi olageldi. Solcular, Kürtler, muhafazakârlar sırasıyla nasiplerini aldılar bu hukuksuzluk ve ağır baskı dönemlerinden.
“Hallac-ı Mansur’un ölçüsüyle, bu dönemleri ‘cehennem’ olarak yaşayanlar da hep oldu. Fakat yine de o dönemlerde çekilen acıların bilinirliği ve kabulü, son yıllarda ‘FETÖ iltisaklıları’na reva görülenlerin bilinirliğinden ve kabul düzeyinden çok daha yüksek oldu. Yani Türkiye hiçbir zaman bugünkü kadar ‘Acı çekenlerin acı çektiğini kimsenin bilmediği yer’ olmamıştı.
“Bir yeri acı çekenlerin cehennemi haline getirebilmenin en etkili yolu, acı çekenleri başkalarının gözünde şeytanlaştırmak, nefret objesi haline getirmektir. Bunda ne kadar başarılı olursanız, birilerinin çektiği acıları başkalarının görmemesi hedefinize o kadar çabuk ulaşırsınız. Siyasi iktidarın ve devletin, Gülen cemaatinin sempatizanlarını (da) şeytanlaştırmak alanındaki başarısına 10 üzerinden kaç puan verirsiniz diye sorsanız bana, cevabım ‘10’ olur.”
CNN Türk stüdyosunda moderatör konuğu uyarıyor: “Ya 387’den 10’u FETÖ’cü olsun, 10 diyorum ya, yetmez mi?”
Geçtiğimiz günlerde CNN Türk televizyonunda şaşırtıcı bir programa denk geldim. Konu, Danıştay’ın 15 Temmuz 2016’dan sonra görevden alınan 5 bine yakın hâkim ve savcıdan 387’sini, haklarında hiçbir delil olmadığı gerekçesiyle görevlerine iade etme kararı almasıydı. Gelişme burada da 387 hâkim ve savcı sanki son günlerde ve topluca göreve iade edilmiş gibi ele alındı. Oysa bu sayı 2016’dan bu yana geçen 7 yıl boyunca göreve iade edilenlerin toplamını gösteriyordu. ‘Haber’, onu servise koyan odağın özenle kurguladığı manipülasyon gereği iktidar yanlısı yayınların hepsinde böyle sunuluyordu, CNN Türk’çüler de öyle yapmıştı ama beni şaşırtan bu değildi.
Beni şaşırtan, stüdyodaki üç konuktan ikisinin, çok özel koşullarda verilen beş bin hâkim ve savcıyla ilgili kararlardan bazılarının ‘yanlış’ olabileceği, keza 5 binde 387’nin oransal karşılığının da gayet makul olduğu yolunda görüş ileri sürmeleriydi. Programın sunucusu bunu tahammülfersâ buldu ve konuklarının bu şuursuzluğuna isyan etti: Böyle riskler göze alınamazdı, bırakın 387’yi, aralarında 10 ‘FETÖ’cü olsa bile alınamazdı: “Ya 387’den 10’u FETÖ’cü olsun, 10 diyorum ya, yetmez mi?” (Sunucunun tiradını tamamladıktan sonra kameraya dönüp attığı saniyelik “kayda geçsin, böyle naif salaklıklara katlanamam” bakışını hiç unutamayacağım.)
“FETÖ’cünün sempatizanı da süründürülmeli” anlayışını savunmak bugün yedi yıl öncesinden daha ‘kötü’
Başa döndük…
Kötülük ve şiddet için dahi bir hiyerarşiden söz edilebileceğini, bazı kötülük ve şiddet biçimlerinin başka bazı kötülük ve şiddet biçimlerine nazaran daha kabul edilebilir olduğundan söz etmiş, ardından şu soruyu sormuştuk: “Peki, özünde bir şiddet türü olan ve kullanımı devlete münhasır yasal cezalandırmalar arasında da böyle hiyerarşik ayrımlar yapabilir miyiz?”
Cevap da şöyleydi: “Evet yapabiliriz, hele ki Türkiye’den söz ediyorsak…”
Kanaatimce, darbeye iştirak etmekle suçlananların yanı sıra ‘FETÖ iltisaklıları’nın da cezalandırılması talebini 15 Temmuz’dan hemen sonrası için savunmakla bugün, yedi yıl sonunda savunmaya devam etmek arasında ciddi bir fark var. İkisi de yanlış, ikisi de ancak ‘kötülük’ duygusunun eşliğinde savunulabilir, fakat ikisi arasında önemli bir fark var. Birincisinde iktidarları (siyasetçiler) ve iradeleri (seçmenler, halk) gasp edilmeye çalışılmış insanların karmaşık, oturmamış duygularla, öfkeyle verdiği kararlar söz konusu. Böyle bir durumda darbeye kalkıştığı düşünülen örgütün kriminal kısmı ile sempatizanları arasında ayrım yapmamak bir ölçüde anlaşılabilir. Fakat ikinci durumda öyle değil. İkinci durumda artık tercihler soğukkanlı bir akılla yapılıyor ve akıl yedi yıl sonunda da “hepsi aynı çuvala” diyorsa, buradaki kötülük artık ipini koparmış bir kötülüktür.
Keza en muhkem delili istihbarat raporları olan, ‘duyum’ların da önemli bir rol oynadığı 5 bin kişilik “FETÖ’cü hâkim ve savcılar” listesinde 387 kişilik bir ‘hata’yı bunların hiçbirinin dosyasına bakmadan mahkûm etmek de yine böyle ipini koparmış bir kötülüğün eseri olabilir.
Yazarlar
-
Fehmi KORUÇevremiz çok bilinmeyenli bir denklem gibi, yoksa bilinebilir mi? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunÖzlemek ne uzun bir mesafe, Dersim… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBir dönüm noktasında mıyız? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKYeni Süreç, korkular ve umutlar 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNE“Norm Devlet” üzerinde 19 Mart gölgesi 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilYolsuzluk: Çürümenin Kurumsallaşmış Hali 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRBU KOMİSYON NE ÇÖZER? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanDevleti yönetenler milletlerine güven vermek istiyor olsaydı… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYargı niye böyle? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezTeo-politik inşaya karşı dinsel bireycilik: İtaat mı? İtiraz mı? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor? 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRGüvensizliğin gölgesinde siyaset: Geçen yıla kıyasla korku düzeyimiz yükseldi, peki neden? 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKUVVETLER AYRILIĞI YOK İSE… 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciÇürüme! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplum Çağrısı; Hasta Tutsaklar 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNMisak-ı Suriye! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanBatı artık Kiev’de Zalujni’yi görmek istiyor gibi 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’de istikrarı sağlamak mümkün mü? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBeyaz Toroslu savcı olayına iktidar nasıl bakıyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANTartışmayı kazanmaktan önce becermek gerek 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTaşıyıcı koalisyonlar ve ormanın içindeki CHP 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENKürt ulusunun kavgasında bir sosyalist lider 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
21.07.2025
14.07.2025
23.06.2025
19.06.2025
17.06.2025
8.06.2025
1.06.2025
11.05.2025
8.05.2025
4.05.2025