Alper GÖRMÜŞ
2007’den sonra kamuoyunun bir numaralı ilgi odağı haline gelen darbe davalarıyla ilgili bugün geldiğimiz noktadaki kanaatimi geçen yazılarda anlatmış, ardından da Balyoz davası üzerinden bu kanaatimi temellendirmeye, gerekçelendirmeye başlamıştım.
Bu bölümde önce davalarla ilgili kanaatimi özet halinde bir kez daha tekrarlayacak, ardından da Balyoz davasıyla ilgili değerlendirmelerime bıraktığım yerden devam edeceğim.
Çıkan kısmın özeti: Şahsi kanaat
Bence, darbe davalarına konu olan eylemlerin gerçekte var olmadığını; bu ‘sözde’ eylemlerin, ilgili dönemin bilgileri kullanılmak suretiyle yıllar sonra kaleme alınmış hayali ‘senaryo’lardan ibaret olduğunu öne sürenler, söylediklerine kendileri dahi inanmıyorlar. İnanmıyorlar fakat inanmış gibi yapıyorlar, çünkü ancak bu yolla kendi pragmatik siyasi yararlarını azamileştirebileceklerini düşünüyorlar... Laik kesim böyle davrandı, çünkü AK Parti’ye ve o dönemdeki partneri Cemaat’e en büyük darbe buradan vurulabilirdi... Şimdi de iktidar ve iktidara müzahir medya böyle davranıyor, çünkü Cemaat’e karşı yeni ittifak arayışları, darbe davalarının hedefi olan güçlerle iyi geçinmeyi gerektiriyor.
İşte bu nedenle ve bu amaçla gerek laik kesim (başlangıçtan bu yana), gerekse de iktidar ve iktidara yakın çevreler (17-25 Aralık’tan bu yana) darbe davalarının ikili hakikatinin bir bölümünü gözlerden gizlerken öbür bölümünü göze sokuyorlar. (Gözlerden gizlenenler: Darbe girişimlerinin somut, ayrıntılı delilleri... Göze sokulanlar: Cemaat’in örgütsel çıkarları doğrultusunda üretilmiş deliller ve daha genel olarak Cemaat’in davaları murdar eden faaliyetlerinin tümü.)
Balyoz’un ikili hakikati
İkinci bölümde, darbe davalarının ve delillerinin bu ikili hakikatini Balyoz davası üzerinden izlemeye başlamıştık. Çıkan kısmı kısaca özetleyerek kaldığımız yerden devam edelim...
Balyoz davasının iddianamesi ve ek klasörlerdeki belgeler ilk açıklandığında, kimsenin aklına bunların, 2003 başlarındaki hayali bir darbe girişiminin 2009’dan sonraki bir tarihte kaleme alınmış ‘senaryo’su, bir ‘kumpas’ olabileceği gelmemişti; olabilir, denmişti. Hayır, bunun nedeni, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin zaten darbecilikten zanlı olduğu ve antipatisini defalarca zikrettiği AK Parti iktidarını bir darbe ile devirmek için harekete geçmesinin ‘normal’, ‘makul’ ve ‘beklenir’ sayılması değildi...
Bunun nedeni, birilerinin, altı yıl öncesine dair, içinde binlerce (yaklaşık 20 bin) hakiki ismin, kurumun vb. geçtiği hatasız bir senaryo yazabileceğine inanmasının mümkün olmamasıydı... Diyelim bir çete böyle bir şeye inandırdı kendini, fakat bunun ikinci adımı da vardı: Aynı çetenin, yazdığı bu ‘senaryo’yu, sadece iç kamuoyunun değil, dış kamuoyunun da gözünün üstünde olacağı ve didik didik edeceği bir davada iddianame haline getirmeye cüret etmesi de gerekiyordu...
Böyle bir tasavvur basit mantığa bile sığmazdı. İşte bu nedenle, Balyoz davası iddianamesi ve klasörleriyle ilk karşılaşıldığında kimsenin aklına, bir çetenin, 2003’e ait bilgileri 2009’da topladıktan sonra bunları kullanarak bir darbe planı yazdığı ve bir dizi askeri de bu planın içine yerleştirdiği gelmemişti.
Davaların ‘kumpas’ haline getirilmesi
Fakat hep birlikte yaşadık, yaşıyoruz: Balyoz davasının bir ‘kumpas’tan ibaret olduğu, darbeleri alkışlamış laik kesimin de darbelerden çok çekmiş muhafazakâr kesimin de ortak propaganda konusu haline gelmiş durumda.
Geçen yazıda bunun nasıl başarılabildiğinin hikâyesine başlamıştık... Dayanılan temel argüman, delillerdeki ‘zamanlama çelişkileri’ idi. Savunma tarafı, mesela belgelerdeki, oluşturuldukları öne sürülen 2002 sonu - 2003 başından sonraki dönemlere (sonuncusu 2009’da olmak üzere) tarihlenen olguları işaret ederek... Ya da mesela bir görevlendirme listesinde gösterildiği tarihte uzun bir süredir ABD’de bulunduğu ispat edilen subayları işaret ederek, kendi savunma stratejilerini inşa ettiler: “Bu ‘hata’lar göstermektedir ki” dediler, “söz konusu belgeler gerçek değildir ve 2009’dan sonraki bir tarihte kurgulanıp kaleme alınmıştır.”
Bu bir varsayımdı ve doğrusu ‘zamanlama çelişkileri’ni açıklayabilen bir varsayım olduğu için de son derece ikna ediciydi. Nitekim ben de bir dönem boyunca, savcıların bu çelişkileri izah edememeleri durumunda davanın tümüyle çökeceğini yazdım:
“Bu zamanlama çelişkileri, mahkemeyi, belgelerin sonradan üretilmiş olduğuna karar vermeye sevk edebilecek kadar ciddidir; meğerki savcılar bunların nereden kaynaklandığını izah edebilsinler” (Taraf, 28 Aralık 2010).
Gölcük belgelerinden sonra...
Bu görüşümü, Gölcük’te Donanma İstihbarat biriminin döşemelerinin altına gömülü olarak bulunan yeni “Balyoz” belgelerine dayandırılan 3. Balyoz iddianamesinin kabul edilmesine kadar (Kasım, 2011) sürdürdüm.
Donanma’da bulunan yeni bulgular, işaret edilen ‘zamanlama çelişkileri’ni “altı yıl sonra kaleme alınmış senaryo” ile açıklayan tezi çürütecek bir içeriğe sahipti. Çünkü orada bulunan CD’lerden biri, ‘zamanlama çelişkileri’nin ve benzer ‘hata’ların yer aldığı 11 No’lu CD’nin birebir benzeriydi, daha doğrusu 11 No’lu CD’nin yeniden üretilmiş bir kopyasıydı.
Bu durum şu soruyu kaçınılmaz kılıyordu:
Madem 11 No’lu CD bir ‘sahtekârlar çetesi’ tarafından üretilmişti, onun kopyası olan 1 No’lu CD Donanma’nın kalbinde ne arıyordu?
Bu tuhaflığı açıklayabilecek iki farklı yaklaşım olabilirdi... Birincisi: O belgeleri (de) oraya ‘sahtekârlar çetesi’ yerleştirmiştir. İkincisi: 11 No’lu CD gibi onun kopyası olan ve Gölcük’te elde edilen 1 No’lu CD de sanıklara aittir. Sanıklar, 1. Ordu arşivlerinde tuttukları 11 No’lu CD’nin bir kopyasını alıp Gölcük’e de yerleştirmişlerdir.
Sanıklar ve avukatlarına göre birinci durum geçerliydi. Yani Gölcük’teki belgeler de oraya ‘çete’ tarafından yerleştirilmişti.
Gölcük’e kadar ‘senaryo’ iddiasını akıl dışı bulsam da, belgelerdeki ‘zamanlama çelişkileri’ni ve ‘hata’ları izah edemiyordum. Üstelik karşımda savunma tarafının, bunları ‘senaryo’ varsayımına dayanarak izah eden bir modeli vardı.
Gölcük’ten sonra, hem ‘senaryo’ iddiasını dışlayan hem de ‘zamanlama çelişkileri’ni izah edebilen başka bir model olabileceğini öne sürdüm. Önerdiğim ‘model’, “Bir çete, 2009’da oturup 2003’e dair bir darbe senaryosu yazdı” iddiasını öne sürenlerin ‘çete’ye atfettikleri hilenin aynısını Balyoz darbecilerinin uygulamış olabilecekleri esasına dayanıyordu...
Nasıl ki onlar, “Çete, bilgisayarda hazırladığı her dosyanın üst verilerini manuel olarak değiştiriyor, gerçekte 2009’da üretilen bir dokümanı 2003’te üretilmiş gibi gösteriyordu” diyorlarsa, ben de şunu diyordum:
11 No’lu CD darbecilerin öz malıdır. Darbenin hafızasını her daim taze tutmak için CD’deki dosyalarda yer alan bilgileri sürekli güncelliyorlardı. Yeni bir bilgi girdiklerinde ise bilgisayarın tarihini bir istihbarata karşı koyma tekniği çerçevesinde manuel olarak eskiye ayarlıyorlardı. Ki böylece, ola ki belgeler deşifre olduğunda, ‘zamanlama çelişkileri’ne işaret ederek ‘her şey sahte, her şey senaryo’ iddiasını öne sürebilsinler...
‘Maskirovka’ ya da ‘plausible deniability’
Ben bunları yazarken, darbecilik, casusluk gibi işlerde bu anlattığım şeyin kavramsal karşılığının ve pratiğinin olduğunu bilmiyordum. Bir okurum, benim ‘model’imle ilgili görüşünü bana ilettiğinde öğrendim bunu. Şöyle diyordu okurum:
“1. Hiçbir iddia makamı, sahteliği hemen ortaya çıkacak bir şekilde delil üretmez. Delil, ne yazık ki, özellikle Türkiye’de üretilebilir, üretilmiştir de ama bu kez ihtimal düşüktür.
“2. Sanıkların çok sıkı askerî eğitim aldığı, NATO okullarında eğitim gördüğü böylesi bir davada, üretilmiş delilin ortaya çıkması ihtimali çok yüksektir. Bu nedenle iddia makamı ve kolluk delil üretmeyi aklından bile geçirmemiştir bence.
“3. Darbe planlayan ekip, sizin de dediğiniz gibi, örneğin imzasız belgeler hazırlayıp izini örtmeye çalışır. Bu kurtluğun şanındandır. Refleksleri de, askerî görevleri nedeniyle, iz örtmek üzerinedir. Ruslar buna ‘maskirovka’ derler, maskeleme; Amerikalılar ise ‘plausible deniability’. Yani inkârın altyapısını hazırlamak, akla yakın reddedilebilirlik. Ki tüm savunma bunun üzerine kuruldu.
”Yani o CD bizzat Balyozcular’ın hazırladığı bir maskirovka, plausible deniability (yani akla yakın reddedilebilirlik) aracıydı. Casus romanı gibi ama tüm darbeler böyle değil mi? 2003 yılında planlar ortaya çıktığı için böyle bir yola başvurdular ve ek önlemler aldılar. CD konusundaki tüm iddialar doğru olabilir ve bence doğrudur da, çünkü o CD bugünler için hazırlanmıştı.”
Tarihin son sözü?
Bir gün elbet hakikat ortaya çıkacak ve nihai hükmü tarih verecek, fakat ben bugün de, Balyoz belgelerindeki ‘zamanlama çelişkileri’ ile başka ‘hata’ların, yıllardır öne sürdüğüm bu ihtimalle (evet, her zaman ‘ihtimal’ dedim) açıklanabileceğini düşünüyorum. ‘Senaryo’ ihtimalini bütün akıl dışılığına rağmen hiç sorgulamaksızın ‘gerçek’ diye kabul edenler, benim öne sürdüğüm ihtimalin neden ‘gerçek’ olamayacağına dair hiçbir zaman hiçbir şey söyleyemediler, akılları sıra alay etmekle yetindiler. Halbuki ilk dile getirdiğimde, bizzat Pınar Doğan ve Dani Rodrik şöyle yazmışlardı:
“Bu tuhaf senaryo gerçekleşmiş olsa dahi, belge ve CD’lerin üstverileri değiştirilmiş olduğundan ve belgelerin gerçekte ne zaman en son kaydedildiğini yansıtmadığından hukuki olarak delil kabul edilmeleri zaten mümkün değil.”
Doğru, dijital deliller üzerinde oynandığı bir kez kesinleştikten sonra bunların delil olma vasfı kaybolur. Dolayısıyla, bunlara dayanarak mahkûmiyete hükmedilemez. Fakat önceki yazılarda dediğim gibi, savunma tarafına ve laik kesimlere bu yetmedi. Onlar, davanın yalnız hukuken değil siyaseten de çökmesini istiyorlardı ve bu amaç doğrultusunda ‘senaryo’ savunmasını geliştirip 2003’te hiçbir darbe girişiminin olmadığını, olan bitenin Türk ordusuna kumpas kurmaktan ibaret olduğunun propagandasını yaptılar. Cemaat’in davayı kendi örgütsel çıkarları doğrultusunda kullanmak üzere yürüttükleri faaliyetin tamamını da bu amaca tahvil ettiler ve sonunda amaçlarına ulaştılar. 17-25 Aralık’tan sonra iktidar çevrelerinin de “kumpas” söylemine katılmaları işin tuzu biberi oldu.
Son söz: Balyoz davasının ikili hakikati değişik dönemlerde bazen eski rejim, bazen Cemaat, bazen de yeni rejim (AK Parti iktidarı) tarafından siyasi pragmatizm gereği görmezlikten gelindi. Fakat gerçek şu ki, 2003’te Birinci Ordu’da gerçek bir darbe planlanmıştı. Yani ortada yoktan var edilmiş, uydurulmuş dava yoktu, fakat davaları polis ve yargı içindeki örgütlenmeleri sayesinde yönlendiren Cemaat’in davalardan doğrudan kendi lehine ilave yarar sağlamak istemesini kullanan siyasi güçler onu bir “kumpas” olarak sunabildiler.
Bence tarih, davaları murdar eden Cemaat’in yanı sıra, kendi siyasi yararlarını azamileştirmek amacıyla 2002’den sonraki darbeci girişimleri tümden aklayan yaklaşımları da mahkûm edecek.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
19.06.2025
17.06.2025
8.06.2025
1.06.2025
11.05.2025
8.05.2025
4.05.2025
29.04.2025
25.04.2025
21.04.2025