Ayşe HÜR-Taraf yazıları
“1933 yılının 23 Nisan Çocuk Bayramı idi. O, heyecanla Çankaya Köşkü’ne geldiği vakit, Atatürk’ün yanında bana bir kâğıt uzattı ve şunları anlatmaya başladı. ‘Sabahleyin ilk bayramlaşmayı kızlarımla yaptım. Onlara bir şeyler söylemek istediğim vakit, bir ant meydana çıktı. İşte Cumhuriyetimizin 23 Nisan çocuklarına armağanı’ dedi. Kâğıtta şöyle yazıyordu: Türküm, doğruyum, çalışkanım. Yasam, küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak; yurdumu, budunumu özümden çok sevmektir. Ülküm, yükselmek, ileri gitmektir. Varlığım Türk varlığına armağan olsun.
Bu sözler, Türk çocukları tarafından o yıldan beri tekrarlanmaktadır. Vatanperver Dr. Reşit Galip, evvelâ bir baba olarak bu hisleri duymuş; sonra da Millî Eğitim Bakanı olarak okul çocuklarına bu andı içirmişti.”
Bu satırlar Mustafa Kemal’in (o yıllarda henüz Atatürk soyadını almamıştı) en yakın çalışma arkadaşlarından Afet (İnan) Hanım’a ait. Sözü edilen ant ise tahmin edeceğiniz gibi, o tarihten beri çocuklarımızın her sabah derse başlamadan önce hep bir ağızdan okudukları ve başta Kürt siyasal hareketi olmak üzere aklı başında tüm kesimlerin kaldırılmasını talep ettiği ünlü “Andımız”.
Reşit Galip kızları için yazmış
Başka kaynaklardan öğrendiğimize göre dönemin Maarif Vekili (Milli Eğitim Bakanı) Reşit Galip’in bu icadı Mustafa Kemal tarafından çok sevilmiş ve Talim Terbiye Kurulu tarafından 10 Mayıs 1933 tarihli bir genelge ile bütün okullarda her gün tekrarlanması zorunlu kılınmıştı. 12 Mart 1971 Muhtırası’nın etkisiyle olsa gerek, 1972 yılında, “Öğrenci Andı”nın bir kelimesi değiştirilmiş, bir de koyu renkle gösterdiğim cümleler eklenmişti:
“Türküm, doğruyum, çalışkanım. Yasam, küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu,milletimi özümden çok sevmektir. Ülküm, yükselmek, ileri gitmektir. Varlığım Türk varlığına armağan olsun.
Ey bu günümüzü sağlayan, Ulu Atatürk; açtığın yolda, kurduğun ülküde, gösterdiğin amaçta hiç durmadan yürüyeceğime ant içerim. Ne mutlu Türküm diyene.”
1997’de, büyüklerimiz andı elden geçirme ihtiyacı hissettiler nedense. “Yasam” kelimesi “ilkem” ile değiştirildi, “Varlığım, Türk varlığına armağan olsun” cümlesi sona alındı ve ant şöyle oldu:
“Türküm, doğruyum, çalışkanım. İlkem, küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir. Ülküm, yükselmek, ileri gitmektir.
Ey Büyük Atatürk! Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime ant içerim. Varlığım, Türk varlığına armağan olsun. Ne Mutlu Türküm Diyene!”
Sekiz yılda 1280 kere
O günden beri bütün okul çocukları her sabah bu hamasi cümleleri gırtlaklarını yırtarak söylemek zorundalar. Yazılarımdan birinde (“Fitne, CIA, Jakobenlik, bilimsel şüphecilik”, 9.10.2011) “Kemalist rejimin tüm pozitivizmine(!) rağmen, hayatım boyunca tam 101.425 kere ezanla ibadete davet edildiğimi hesapladım. Üstelik son 10 yıldır camili bir sitede oturduğum için bu daveti bilmem kaç desibellik mikrofonlardan haykıran, usulden nasibini almamış müezzinlerden dinledim” demiştim de bazıları bana pek kızmıştı. Şimdi de Kemalistleri kızdıralım: Yılda ortalama 160 öğrenim günü olduğunu varsayarsak, bir çocuk, ister Kürt, ister Ermeni, ister Rum, ister Laz, ister Çerkes, ister Fransız kökenli olsun çocuk sekiz yıllık temel eğitimi boyunca 1280 kere ‘Türküm, doğruyum, çalışkanım...” demek zorunda. Bunun ideolojik bir beyin yıkama olduğunu söylemeye herhalde gerek yok. Yine de matematiksel olarak bakarsak, “Dindar kuşaklar yetiştirmek” isteyenler Kemalist ideologlara göre daha şanslı görünüyor. Yani yakın tarihte andımızı kaldıramazlarsa çok telaş etmesinler.
Gençliğe en büyük armağan
Andımız’dan sonra topun ağzında olan Gençliğe Hitabe ise, daha az tekrarladığımız bir metin olmakla birlikte kapsama alanı Andımız’dan çok daha geniş ve daha derin.
Bilindiği gibi Gençliğe Hitabe, Mustafa Kemal’in 15-20 Ekim 1927’te toplanan CHF Kongresi’nde okuduğu Nutuk’un sonuç bölümü. Hazırlıklara Ankara’da başlayan Mustafa Kemal, çalışmalarını İstanbul’da sürdürmüştü. 16 Mayıs 1919’da Samsun’a gitmek üzere İstanbul’dan ayrılışından tam yedi yıl sonra 1 Temmuz 1927 günü İstanbul’a geldiğinde halk kendisini büyük sevinçle karşılamıştı.
Bu yedi yılda neler olmamıştı ki... “Yedi düvele karşı Kurtuluş Savaşı” kazanılmış (1919-1922), Saltanat kaldırılmış (1922), Ankara başkent olmuş (1923), Cumhuriyet kurulmuş (1923), Hilafet kaldırılmış (1924), Tevhid-i Tedrisat Kanunu (1924), Şapka Kanunu (1925), Medeni Kanun (1926) gibi Kemalist modernleşmenin temel metinleri kabul edilmiş, Takrir-i Sükûn Kanunu (1925), İstiklal Mahkemeleri (1920-1925) ile muhalefet susturulmuş, İzmir Suikastı Davası (1926) ile önemli siyasi rakipler radikal biçimde tasfiye edilmişti. Sıra muzaffer bir komutan olarak eski payitahta, İstanbul’a dönmeye gelmişti. Mustafa Kemal, Dolmabahçe Sarayı’nda kaldığı üç ay boyunca Nutuk üzerinde çalışacaktı.
Uykusuz geceler
Falih Rıfkı’ya (Atay) göre “Uzun saatler süren diktelerden sonra yazanlar sekiz on saatlik bir uykuya gittikleri zaman Atatürk bir banyo alır, giyinir, akşam davetlilerine o gün yazdıklarını okutmak üzere sofraya inerdi. Okuma ve o günkü yazılar üzerine konuşmalar da saatlerce sürerdi. Bu defa dinleme ve konuşmalardan yorulanlar uzun bir rahatlama için evlerine dönerler, Atatürk çok defa kısa bir uykudan sonra bir gün önceki çalışmalarına koyulurdu. Bu kadar sıkı çalışma haftalarca sürmüştür. Cümleler, kelimeler ve noktalar üzerinde titizce durduğunu unutmayınız.”
Yakup Kadri (Karaosmanoğlu) de şöyle der: “Atatürk, fikrî alanda da cephedeki kadar destanî bir adamdı. Biz bunu, ilk defa Büyük Nutuk’unu hazırlayıp yazarken gördük. Bunun üstünde bütün bir gün gece yarılarına, bazen şafak sökünceye kadar emek sarfettiği olurdu. Ertesi aksam hepimizi toplar, yazdıklarını ve sıraya koyduğu vesikaları hep birarada okumamızı isterdi. Bazı akşamlar kendisi okur, biz dinlerdik. Fakat bu boşuna bir dinleme değildi. Daha doğrusu; yalnız dinlemek zevkiyle kalmazdık. Her beş veya on dakikada durup okudukları hakkında fikir ve görüşlerimizi söylemeğe mecbur tutulurduk. Atatürk, mülâhaza ve mütalâalarımızı derin bir dikkatle karşılar ve bazen bu mütalâa ve mülâhazalar neticesinde, kimbilir kaç saatlik emek sarfederek yazıp çizdiklerini baştan aşağıya değiştirirdi.”
İki damla gözyaşı
Nutuk’un yazılış sürecini neredeyse aynı cümlelerle anlatan Afet İnan, muhtemelen o günlerde (1926) bazı dedikodulara cevap vermek için, Gençliğe Hitabe’nin bizzat Mustafa Kemal tarafından yazıldığını ısrarla söyler: “Yaz aylarının sıcak bir gününün gecesi, Atatürk’ün etrafında daha kalabalık bir aydınlar topluluğu vardı. O, arkadaşlarına adeta bir sürpriz hazırlamanın sevinci içinde, ‘Oturunuz ve dinleyiniz’ dedi. Sonra da Nutuk’un sonuna koyacağı satırları yüksek sesle okumaya başladı. Dinleyicilerin nefes dahi almadıklarını sanıyorum. Çünkü ben kendimi öyle hissediyor ve ulusal bir heyecanın etkisi içinde yaşıyordum. Bütün Milli Mücadele’nin tarihi olan Nutuk bu satırlarla son bulacaktı. Atatürk bu metni okuyup bitirdiği zaman derin bir nefes almış, fakat iki damla gözyaşını da bizlerden saklamamıştı.”
Gençliğe Hitabe’deki tashihler
Afet İnan şöyle devam eder: “505-506 sayfa numarasını taşıyan bu son yapraklarda görüldüğü gibi hemen hiçbir düzeltme yoktur. Yazı Atatürk’ündür. Üç yerdeki düzeltme ise yazarken yapılmıştır. Evvela ‘Ey Türk Genci’ demiş, fakat hemen ‘Genci’ kelimesini silerek ‘Gençliği’ olarak düzeltmiştir.
İkinci düzeltme şudur: ‘Galipler cebren ve hile ile’ diye başlayan cümlenin başındaki ‘Galipler’ kelimesini silmiştir.
Sonuncu düzeltme ise ‘İşte bu ahval ve şerait içinde dahi Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmaktır’ cümlesinde yapılmıştır. [Araya “vazifen” kelimesi konmuştur.]
Devam ettiği en son cümle de yarım kalmış ve onu tamamen silmiştir. O da aynen şöyledir: ‘Efendiler, son kuvvetini kendi mefkûresinde (ideallerine) ve damarlarında bulan Türk evladının elinde İstiklal ve Cumhuriyetin ilânihaye (sonsuza dek) mahfuz ve masun (korunacağına ve dokunulmaz) olacağına, Cumhuriyet sancağının itibarı[nın] daima yüksek bulunacağına’...”
Nihayet Nutuk okunuyor
Afet İnan’ın şahitliğini burada kesip, CHF Kongresi’ne dönelim. 15 Ekim 1927 Cumartesi günü saat tam 10:00’da Mustafa Kemal TBMM salonuna girmişti. Üzerinde şık bir lacivert jaketatay (Fransızca “jacquet a taille” yani “kuyruklu ceket” denen resmî giysi) vardı. Sürekli alkışlar arasında kürsüye yürüdü ve başıyla salondakileri selamladı. İlk cümlesi “Halk Fırkası Kongresi açıldı” olmuştu. Daha sonra cebinden çıkardığı kırmızı kaplı küçük defterin sayfalarını karıştırıp nutkuna başlamıştı. O günün basınından öğrendiğimize göre, nutkunu atarken, önünde duran notlara bakarak konuşmuş, kelimeleri tane tane, üzerine basa basa telaffuz etmişti. Yine basının belirttiğine göre, ilk başlarda sesi zayıf çıkmasına rağmen, giderek güçlenmiş ve “müzikal bir ahenk” almıştı. Nutuk’u okurken, zaman zaman dinleyicilerden sesi için özür dilemişti. Hatta bir keresinde bir yudum su içtikten sonra “Efendiler, biraz nezle oldum. Sizi rahatsız etmiyor muyum?” demişti.
“Ey Türk Gençliği!..”
Nutuk’un okunması tam altı gün, 36 saat 33 dakika sürmüştü. Nutuk’un tarihsel ve metinsel analizini bir başka yazıya bırakıp uzun maratonun sonuna gelirsek; Kongre’nin son günü olan 20 Ekim 1927’de Mustafa Kemal sözlerini şöyle bağlamıştı: “Bugün ulaştığımız sonuç, yüzyıllardan beri çekilen ulusal yıkımların yarattığı uyanıklığın ve bu sevgili yurdun her köşesini sulayan kanların karşılığıdır. Bu sonucu, Türk gençliğine kutsal bir armağan olarak bırakıyorum.” Bu cümleyi okurken sesi daha kısılmış, titremiş, gözlerinden yaşlar akmaya başlamıştı. Gözyaşları içinde “Ey Türk Gençliği! Birinci vazifen Türk istiklalini, Türk cumhuriyetini, ebediyen muhafaza ve müdafaa etmektir!” diye başlayan ve “Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur!” diye biten Gençliğe Hitabe’yi okuduktan sonra cebinden çıkardığı mendil ile gözlerinin yaşını silmiş ve alkış tufanı arasında kürsüden inmişti. Bu sırada neredeyse tüm salon onunla birlikte ağlamaktaydı.
Resul mü, yaradan mı?
Ertesi gün gazeteler bu duygulu anları okuyucularına aktarmakta yarış içindeydiler. Hakimiyet-i Milliye yazarı Avni Yavuz, “Gazi’nin kitabını okuyan ve onun eserlerini tetkik eden en mutet (sayılı) imansızlar bile artık onun bir millî resul (peygamber) olduğuna şüpheleri kalmayacağından emin olmak isterler” derken, aynı gazeteden Akçuraoğlu Yusuf Bey “O, yalnız Türk düşmanlarına galebe çalarak, Türk yurdunu kurtarmadı: O, yalnız Türk’lerin önüne düşerek, Türk’lere doğru yolu göstererek, Türk’lere hakikati göstererek Türk’leri necata erdirmedi. O, Ademoğullarının büyük bir kısmına, yalnız büyük kısmına değil, belki hepsine yeni bir hayat yaratıyor. ...Yeni bir hayat yaradana bilmem ne derler?” diyerek Mustafa Kemal’i tanrı katına çıkarıyordu.
Mustafa Kemal Paşa’nın Gençliğe Hitabe’yi okurken gözlerinin yaşarması yabancı gazeteleri de etkilemişti. Örneğin İngiliz gazeteleri Daily Telegraph “Gözleri Yaşlı Mustafa Kemal”, Westminster Gazette “Gözü Yaşlı Türk Diktatörü” Daily Herald ise “Mustafa Kemal’in Göz Yaşları” başlıklı haberler vermişti.
“Gençliğin Gazi’ye Cevabı”
Ertesi gün sıra “Türk Gençliği”nin Gazi’ye cevap vermesine geldi. Ankara Hukuk Fakültesi öğrencileri, 21 Ekim 1927 günü biraraya geldiler ve Gençliğe Hitabe’yi yüksek sesle tekrarladıktan sonra duygularını kâğıda döktüler, ardından bu metni basına dağıttılar. Metinde şöyle diyordu:
“Ey Türklüğün büyük teşahhusu (şahsiyeti), ey bizim aziz babamız!
Ruhlarına heyecan, dimağlarına nur saldığın gençlik sana diyor ki: Senin sevgini gönlünde, irşadlarını (doğru yolu göstermeni) şuurlu (bilinçli) adımlarının istikametinde bulan gençlik, şüphesiz ki senin dehan ve azminle Türklüğe hediye edilen Cumhuriyeti hayatından daha aziz ve mukaddes (kutsal) tanımıştır. Onun müdafaası için hiç bir fedakârlıktan çekinmeyecek, onu gözlerken çok kıskanç davranacaktır. Bugün de seni görmekle bahtiyar olan gençlik, tarihte masum ve asil kalmış olan milletimize köşe köşe dahilî ve haricî tuzaklar hazırlayan bu tarihi nasıl değiştirdiğinden ve bunların acı neticelerinden habersiz ve hissiz kalamaz ve kalmayacaktır. Dedelerinin gafletiyle yuvarlandıkları çukurlara bir daha düşmemek için bugünün dersini pek kara ve karanlık olan dünden halâs (kurtuluş) ve intibahının (uyanışının) hassasiyetini ise senin mevcudiyetinden ve iradenin ateşinden alacaktır. Milletinin hissiyatı ve sevgisini ondan aldığı saf ve mert kanla damarlarında dolaştıran gençlik –Türk istikbalinin evlatları– milletin varlığına ve onun kalbi olan aziz Cumhuriyetine en ufak yan bakışların bile tahayyül ve tasavvuruna uyuşuk ve hareketsiz kalamaz. Adı Türk, kanı Türk, bütün mevcudiyeti Türk olan millet ve onun gençleri kendisini yokluktan varlığa, ölümden hayata, karanlıktan ışığa is’âl edenlerin (ulaştıranların) açtıkları kurtarış çığırında her vakit istiklal ve istikbalinin koruyucusu, kan ve candan çizilmiş hudutların bekçisi olacak ve ebediyete kadar da öyle kalacaktır.”
Benzer bir töreni, 22 Ekim 1927 Cumartesi günü İstanbul’da Darülfünun öğrencileri yaptı. Ertesi gün bütün fakülte ve üniversitelerin temsilcilerinin katıldığı toplantıda Milli Türk Talebe Birliği Cemiyeti Reisi Tahsin Bekir (Balt) Bey, önce Gençliğe Hitabe’yi okudu, ardından Gazi’ye çekilecek telgraf metni hazırlandı. Bu da en az Ankara Hukuk Fakültesi öğrencilerinin metni gibi hamasiydi. Ardından Maarif Vekâleti, hem Gençliğe Hitabe’nin hem Gençliğin Gazi’ye Hitabesi’nin okul duvarlarına asılması talimatını verdi. O tarihten sonra da metin Mustafa Kemal’in üstün hitabet gücünün, belagatinin mümtaz bir örneği olarak kutsandı.
Gençliğe Hitabe’yi İnönü mü yazdı?
Yıllar sonra, Oral Çalışlar Liderler Hapishanesi, 12 Eylül Günlükleri (Güncel Yayınları, 2007) adlı kitabında Gençliğe Hitabe’nin asıl yazarının İsmet İnönü olduğunu iddia etti. Çalışlar’a bu bilgiyi 12 Eylül darbesinden sonra hapishane arkadaşlığı yaptığı Bülent Ecevit vermişti. Bülent Ecevit’e de İsmet Paşa anlatmıştı. İddiaya göre, Mustafa Kemal hazırladığı nutku okuması için İnönü’ye vermiş ve fikrini söylemesini istemişti. İnönü uzun konuşmayı okuyup bitirdikten sonra Atatürk’e iade etmişti. Atatürk’ün “Nasıl buldun” sorusuna, “Paşam çok güzel, ancak, sonunu gençliğe hitap ederek bitirmek sanırım faydalı olur” cevabını vermişti. Atatürk de bunun üzerine “O zaman sen yaz böyle bir bölüm; bakalım, iyi olursa dediğin gibi yaparız” demişti. Bunu üzerine İnönü Nutuk’un sonundaki ünlü Gençliğe Hitabe bölümünü kaleme almıştı. Ecevit bu hikâyeyi 1978-1979 yıllarında Milli Eğitim Bakanı olan Necdet Uğur’a da anlatmıştı.
İddia o günlerde epey ses çıkardı ama yeminli Atatürk uzmanları “Gençliğe Hitabe’nin Atatürk’e ait olmaması ihtimali milyonda birdir” demekten öteye gidemediler, çünkü Afet İnan’ın gördüğünü söylediği müsveddeler ortada yoktu. (Bir rivayete göre dönemin Cumhurbaşkanlığı Sekreteri Tevfik Bıyıklıoğlu’nun ailesi tarafından muhafaza ediliyor.) Bülent Ecevit de yaşamadığı için, bu iddiayı doğrulamak da yalanlamak da mümkün değil. Ancak metin, Nutuk’la büyük uyum içinde. Türk, kan, ırk, dâhili ve harici düşmanlar, gaflet, delalet, hıyanet, istilacılar gibi kavramlar Nutuk’un da temel kavramları.
Kutsala dokunan yanar!
Sonuç olarak kim yazarsa yazsın, Gençliğe Hitabe, okunduğu günden beri Kemalist düşünce setinin kutsal metinlerinden biri oldu. Rejimin kendini tehlikede hissettiği dönemlerde, (mezarlıktan geçerken ıslık çalmak gibi) Gençliğe Hitabe yüksek sesle okunarak korkular savuşturuldu. Saflar sıklaştırıldı, iman tazelendi. Hükümet sözcüsü Hüseyin Çelik’in “Gençliğe Hitabe ve Andımız ayet mi” diye sorması aslında tersten durum tesbiti sayılabilir. Yani Gençliğe Hitabe’ye yönelik eleştirilerin Kemalist müminlerin tepesini neden attırdığını tahmin etmek zor değil. Bunu hükümetin de anlaması gerekir, çünkü onların da kutsalları bol.
Sözü bağlarken hükümete naçizane bir tavsiyede bulunayım: İşe, Milli Eğitim Bakanlığı’nın internet sitesinde, 19 Mayıs-Vecizeler bölümünde yer alan “Gençliğin Atatürk’e Cevabı” başlıklı garip metni kaldırarak başlayabilirler. Ardından Reşit Galip’in kızları için yazdığı ama sonra tüm çocuklarımızın başına bela olan Öğrenci Andı’na gelirler. Ancak Gençliğe Hitabe konusunda epey zorlanacaklarını söyleyeyim...
Özet Kaynakça: Afet İnan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler (Baskıya Hazırlayan: Arı İnan), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2007, s.280-287 ve 440-451; a.g.y., “Büyük Nutuk’ta Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi”, Belleten, C. XXX, S. 120, 1966; Falih Rıfkı Atay, Çankaya, Doğan Kardeş Matbaacılık, 1969, s. 551; “Yakup Kadri Karaosmanoğlu, “Hatıralar: Yorulmak Bilmez Atatürk”, Ulus, 13 Temmuz 1961; Ruşen Eşref Ünaydın, “Mustafa Kemal’le Mülakat”, Türk Dili, C.V, S. 56, 1956, s. 475.
[email protected]
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
20.05.2012
22.04.2012
15.04.2012
8.04.2012
1.04.2012
25.03.2012
18.03.2012
11.03.2012
4.03.2012
26.02.2012