Bekir AĞIRDIR
10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü. Bugün Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda 10 Aralık 1948 tarihinde kabul edilen 30 maddelik İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin yaş günü. 2’nci Dünya Savaşı’nın ardından Birleşmiş Milletler, devletlerin bireylere tanıdığı hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması konusunda ortak ilkelerde birleşti. 1215’te İngiltere Kralı’na kabul ettirilen bildiri olan Magna Carta, insan hakları kavramının ilk belgesi sayılıyor. İnsan hakları konusunda yayımlanan bir başka bildiri ise 1776’da Amerika’da yayımlanan Bağımsızlık Bildirgesi. 1789’da gerçekleşen Fransız Devrimi’nin “İnsan Hakları Bildirisi”nde özgürlük, eşitlik ve kardeşlik gibi kavramlar daha somut ve net tanımlanmıştı.
10 Aralık 1948 Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirisi insanlığın 730 yıllık mücadelesi ve birikiminin sonucuydu. İki yıkıcı dünya savaşının ardından bu bildiriyle bir yandan bireylere tanınan hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması hedefleniyor diğer yandan da insanlara özgürlük tanınmasının savaşları da önleyebileceği fikri bildirgeye güç veriyordu.
Bu bildiriyle, yalnızca demokratik anayasalarla tanınan temel, medeni ve siyasi haklar değil; ekonomik, toplumsal, kültürel haklar da genel tanımlarla belirli hale geldi. Bildirgede ilk kuşak haklar sayılan yaşama, özgürlük ve kişi güvenliğinin yanı sıra keyfi tutuklama, hapis ve sürgünden korunma, bağımsız ve tarafsız mahkemelerde adil ve kamuya açık olarak yargılanma hakkı ile düşünce, vicdan, din, toplanma ve örgütlenme özgürlükleri bulunur. Sosyal güvenlik, çalışma, eğitim, toplumun kültürel yaşamına katılma haklarıyla bilimsel ilerlemenin ürünlerinden yararlanma hakkı ise bildiriyle getirilen yenilikler.
Varsayılıyor ki hükûmetler ülkelerinde, bildirgede belirtilen insan haklarının evrensel ve etkili bir şekilde tanınmasından, sağlanmasından, uygulanmasından sorumludurlar, yurttaşlarına ve dünyaya bu ilkelerin koruyucusu ve uygulayıcısı olduklarını taahhüt ederler.
1973’te Helsinki Nihai Senedi oluşturuldu ki bunun amacı Avrupa’da karşılıklı güven anlayışının güçlendirilmesine, barış ortamına elverişli şartların geliştirilmesine ve demokrasi ile insan haklarının temel alınmasına katkıda bulunmaktı. Ama hâlâ insan hakları için ana metin Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirisi.
Eşitlik, adalet, özgürlük
Ama hepimiz biliyoruz ki bildiri ilan edildikten 73 yıl sonra bile hükûmetler Batı’da da Doğu’da da bugün bildirgenin içeriğini, ima ettiği felsefeyi ve hedeflerini istedikleri gibi eğip büküyorlar. Popülist, şoven, otoriter, keyfi iktidarlar dönemi olan ve benim “küresel ara dönem” olarak adlandırdığım son yirmi yıllık dönemde hemen her ülkede insan hakları ihlalleri arttı. Geleneksel işkencelerden daha sofistike biçimde toplumların hakikatle ilişkilerinin bozulmasına kadar geniş bir spektrumda hükûmetler yeni yol ve yöntemler buluyorlar.
Bir bakıma Magna Carta’dan bu yana geçen 800 yıla rağmen insanlığın eşitlik, adalet ve özgürlük mücadelesinde hâlâ gidilecek çok uzun ve meşakkatli bir yol var. Hâlbuki insan hakları dediğimiz her bireyin kendi olma, kendine yakıştırdığı gibi yaşama, kendini ifade etme ve gerçekleştirme hakkı. Hükûmetlerin tanımasına bağlı değil. Konuştuğumuz özü itibarıyla onurunla yaşama hakkı. Sevgili Hrant Dink “Karın gurultusu gibi doğal ve bana ait” derdi.
Elbette mesele yalnızca hükûmetlerin yurttaşların onurlu yaşam haklarına sahip olmalarını güçlendirmeleri ya da kısıtlamaları meselesinden ibaret değil. Toplumların kendi yapıları içinde güçlü olanlarının farklılıklar, azınlıklar üzerinde uyguladıkları toplumsal baskıların, ayrımcı ve nefret söylemlerinin de etkisi var. Yanı sıra yurttaşların kendi haklarının vücut bulabilmesi uğruna örgütlü mücadeleleri de meselenin bir diğer önemli yanı.
KONDA araştırması
İsveç, Stockholm merkezli uluslararası Civil Rights Defenders örgütü için KONDA’nın gerçekleştirdiği Türkiye’de insan hakları algısı ve farkındalığı araştırması bu amaçla tasarlandı. Araştırmanın bulguları 9 Aralık’ta medyayla paylaşıldı.
Toplumun yarısı, evrensel bir insan hakları beyannamesi olup olmadığı konusunda fikre sahip değil. “Dünyadaki tüm insanların haklarını koruyan, Türkiye’nin de imzaladığı evrensel bir beyanname var mıdır?” sorusuna toplumun yalnızca yüzde 21’i ‘evet, vardır’ cevabı verirken, yüzde 52’si ‘emin değilim’, yüzde 27’si ‘hayır, yoktur’ diyor.
Öte yandan toplum da Hrant Dink gibi düşünüyor. “Her insanın doğuştan sahip olduğu temel hakları var mıdır, yoksa haklar devletin insanlara verdiği bir şey midir?” sorusuna toplumun yüzde 83’ü herkesin doğuştan gelen temel haklara sahip olduğunu söylerken, yüzde 12’lik bir kesim hakları devletin insanlara verdiği bir şey olarak görüyor.
İnsan hakları toplumun yüzde 26’sı için eşitlik, yüzde 19’u için yaşam hakkı, yüzde 18’i için özgürlük anlamına geliyor. Dokuz yıl önce 2012’de benzer bir araştırmada özgürlük yüzde 33, yaşam hakkı yüzde 12, eşitlik yüzde 8 idi.
Toplum özgürlük meselesini daha az önemsemiyor ama önce ekonomik bir yerden bakarak eşitlik vurgusu yapıyor.
Toplum en çok kadınların, yoksulların, Kürtlerin ve gençlerin haklarının ihlal edildiğini düşünüyor. Toplumun yüzde 39’u Türkiye’de insanların en çok din veya mezhebinden dolayı ayrımcılığa uğradığını düşünüyor. Cinsiyetinden dolayı (yüzde 36), siyasi tercihinden dolayı (yüzde 33), etnik kimliğinden dolayı (yüzde 28), cinsel yöneliminden dolayı (yüzde 16) ayrımcılığa maruz kalındığı kanaatleri din ve mezhep ayrımcılığının ardından geliyor.
Yetişkin nüfusa dâhil her 100 kişiden 73’ü Türkiye’de insan hakları sorunu olduğunu düşünüyor.
Toplumun yüzde 56’sına göre siyasetçiler, yüzde 32’sine göre medya, yüzde 21’ine göre mahkemeler, yüzde 18’ine göre erkekler, yüzde 16’sına göre şirketler insan haklarını ihlal ediyor.
Toplumun yüzde 52’si insan hakları sorununun eğitim eksikliğinden kaynaklandığını düşünürken, yüzde 36’sı hukuk sistemindeki sorunları, yüzde 35’i siyasi yöneticilerin tutumunu insan hakları sorununun kaynağı olarak işaret ediyor.
Devletin insan haklarını tanıması, koruması ve geliştirmesi konusunda 5 üzerinden bir not vermelerini istediğimizde, bugünün notu 2.7, yani zayıf. 2012 yılında bu karne notu 2.9 idi. Bir başka deyişle son 9 yılda bu konuda devlete iyi ve pekiyi not verenlerin oranı yüzde 35’ten yüzde 26’ya düşmüş gözüküyor.
Adalet kavramının onlar için ne anlama geldiğini sorduğumuzda, ilk sırayı yüzde 65 oranıyla “herkesin dini, kökeni, cinsiyeti, fikri, ili, rengi ne olursa olsun eşit olması” alıyor.
Elbette araştırmanın içeriğinde burada not ettiğim noktalardan çok daha kapsamlı bulgular var. Bu araştırma en azından bana, toplumun yaşadıklarıyla ne denli değişmekte olduğunu da gösterdi bir kez daha.
Örneğin hiç gündemde olmamasına karşın 2012’de Kürtlerin ana dillerinde eğitim hakkı olmasını doğal görenler yüzde 25 iken, bugün ana dilde eğitim hakkının olmamasını insan hakları ihlali olarak yorumlayanlar yüzde 46. Ama bu değişime karşın meselenin ne denli ön yargıya ve siyasi engellere dair olduğunu gösteren bulgu da şu: Aynı toplumun Almanya’daki Türk çocukların Türkçe eğitim alamamalarını insan hakları ihlali olarak görme oranı da yüzde 66.
Birey mi yurttaş mı?
Bu da dâhil yaptığımız tüm araştırmalar toplumun birey olmak konusunda son derece gayretli ve arzulu ama yurttaş olmak konusunda ikircikli ve temkinli olduğunu gösteriyor. Bireysel sorunlarını çözmek konusunda mahir, bireysel hayatında toleranslı ve çoğulcu olan insanlar sokağa çıktıklarında ortak meseleler konusunda çözümsüz ve tedirginler. Ortak hayatın meselelerini çözmenin yolu hukuktan, kurumlardan ve kurallardan geçiyor. Bunları tesis etmenin aracı olarak siyaseti görüyor ve siyaseti işaret ediyorlar.
Bireysel hayatından dayanışmayı bilen, hâlâ bu ekonomik buhran ve derinleşip kalıcılaşan yoksulluğa karşı dayanışarak ayakta durmaya çalışan insanlar sokakta örgütlenmek konusunda ikircikli davranıyorlar. Bir bakıma haklılar da. Tarih boyunca ahilik, vakıf, imece gibi dayanışma örgütlenmelerini geliştirmiş toplum dün de bugün de hak temelli örgütlenmede aynı gayreti göstermiyor. Çünkü tarih boyunca her hak talebinin devletin, egemenlerin kıyımına uğradığı, örgüt kelimesinin bile terör ile eş anlamlı hale geldiği bir coğrafyada yaşıyorlar. Ama bu ne olduğunun, ne olmakta olduğunun farkında olmadıkları anlamına gelmiyor.
İnsanlarımızın yüzde 91’i “Türk-Kürt, Sünni-Alevi, fakir-zengin herkes fark gözetmeksizin mahkemede adil bir şekilde yargılanabilmelidir” fikrinde. Yüzde 83, “şiddeti övmedikçe, herkes fikrini istediği gibi ifade edebilmeli, bundan dolayı cezalandırılmamalı” diyor. Bir yandan da hâlâ siyasi kutuplaşmanın, kimlikler arası gerilimin etkisi diri biçimde görülüyor. “Türkiye’de ifade özgürlüğü için gerekli ve yeterli ortam vardır” algısına sahip yüzde 31, tersini düşünen yüzde 47 oranında insan var.
Bu ve benzer araştırmaların, örneğin iklim değişikliği ve çevre hakkındaki araştırmalarımızın siyasetçilere ve özellikle de aktivistlere işaret ettiği bir konu daha var, kullanılan dil. Gerek insan hakları savunucularının gerek yeşil hareketin kullandığı dil, kavramlar ve genel üslup ile insanların gündelik dillerinde meseleyi ifade edişleri çoğu zaman farklı. Biz “hak” kavramından konuşuyoruz, toplum “adalet” diyor. Aslında onlar da literatüre uygun olup olmaksızın aynı meseleye işaret ediyor. Toplum meseleleri bir mücadele ve protesto alanı olarak değil olması gereken ve değişim alanı olarak daha sakin bir yerden dillendiriyor.
Eğitim ve bilgi eksikliği nedeniyle siyasetçilerin ve medyanın dilinden oluşan algılar, ön yargılar, ruhi ve zihni ambargolar var. Toplumun birbiriyle, sosyolojik ve kültürel kümelerle, aktivistlerle teması arttıkça önyargılar, duygusal ambargolar kırılıyor.
Bu memleketin insanları, insanlığın 800 yıllık hak mücadelesinden, kazanımlarından ya da yaşananlardan, arzulananlardan ayrı bir yerde değil. Görüyor, olması gerekeni biliyor, bu konuda gayret ve arzu göstermesi için de siyasetçilerinden, sivil toplumcularından, aydınlarından, hak savunucularından yol göstermesini, çözüme öncülük etmelerini bekliyor.
Bekir Ağırdır'ın bu yazısı, Oksijen gazetesinden alındı
Yazarlar
-
Taha AkyolYangın ve su 30.07.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim Kirasİyi yönetimi hak ediyor muyuz 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZKomisyon kuruluyor sorular çoğalıyor 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUN“Siz de Çekoslovakyalılaştıramadıklarımızdan mısınız?” 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKomisyon oturumları canlı yayınlansın 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİOrmanlarımızı kim mi yakıyor? 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIR"Terörsüz Türkiye" süreci: Neden barışın vaatlerini değil de şiddetin risklerini önümüze koyuyorlar? 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan Özkan‘III. Dünya Savaşı ihtimali 50/50’ 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUYKU “ÖLÜMÜN OYUNBOZAN” KARDEŞİ. 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRKÜRT ULUSAL BİRLİK KONFERANSI 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNSüveyde’den sonra: Eski çamlar bardak olurken… 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEHey gidi hukuk 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURRojava, Şam ve çözüm süreci arasında optimal bir nokta bulunabilir mi? 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"İMRALI ADASI’NI BARIŞ ADASI YAPACAĞIZ"... 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKSuriye’de tarihi bir uzlaşmanın imkanları: Mutabakatın özüne ve şeklinde dair 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBeyaz Toroslu savcı olayına iktidar nasıl bakıyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’de istikrarı sağlamak mümkün mü? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUDünya değişiyor, Suriye’nin Türkiye politikası da mı değişiyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanBakın servet transferi nasıl yapılıyor? Bir tekil örnek… 26.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEski Türkiye’den Bir Sokak ve Bir Apartman 26.07.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuHukuk ve Savaş 25.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKendiliğin kazanılması ölçüm sorunlarına yolaçıyor 25.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunVazgeçmeyeceğiz! 25.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇHüseyin için matem, Gazze için ağıt 25.07.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilAynı dili konuşup neden anlaşamıyoruz? 25.07.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçMinder… 24.07.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluFurkan Karabay, Murat Çalık, Kavala, Atalay, Demirtaş ve diğerleri 24.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayReel sosyalizm neden çöktü? 24.07.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl Boraİhtiyatlı İyimserlik 24.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBir Baba Dostu: Altan Öymen 23.07.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞYusuf Tekin hemen istifa etmeli ama LGS değil, YKS’den 23.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKİktidarın soğuk matematiği 23.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEMurat Çalık’tan halkın payına düşenler 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞErdoğan, temel saflaşmanın eksenini 10 yıl sonra bir kez daha değiştirmeye çalışıyor: ‘Millîlik’ yer 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKKürt açılımının toplumsal meşruiyeti nasıl artar? 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluDevlet, başta dürüst olmazsa sonra kimseyi inandıramaz 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANTartışmayı kazanmaktan önce becermek gerek 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENKürtler, Türkler ve Araplar 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağacı taşımanın suç olduğu ülke: Portekiz 19.07.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
21.07.2025
14.07.2025
7.07.2025
30.06.2025
16.06.2025
9.06.2025
2.06.2025
26.05.2025
19.05.2025
5.05.2025