Bekir AĞIRDIR
Bir fotoğraf: Trump Oval Ofis’te, karşısında Avrupalı liderler, sınıfta öğretmenini dinleyen ama huzursuz çocuklar gibi. Yüzlerinde isteksizlik, memnuniyetsizlik. “Yeni dünya düzeni” diye okunabilecek bir kare.
Bir başka fotoğraf Türkiye’den: Partisini değiştirip suçlamalardan sıyrılan bir belediye başkanı, yeni kürsüsünde, mahcup bir tebessümle. Başka bir karede tutuklanan muhalif siyasetçilerden birinin, itirafçı tanığı susturmak için işbirliği yaptığı suç örgütü lideri, iktidar mensuplarıyla aynı sofrada. Ve Meclis kapısında yakılan beyaz Toros’un fotoğrafı… Bu karelerin hepsini aynı zaman diliminde görmek, anlamlandırmaya çalışmak insana yorgunluk ve çaresizlik duygusu veriyor.
Son bir haftada olup bitenlere bakarken çoğu insan aynı duyguda: Belirsizliğin ve karmaşanın esas olduğu bir hayatın içinde yaşıyoruz. Geleceği kesin biçimde öngörmek mümkün değil. Ama olasılıklardan, senaryolardan konuşabiliriz. Çünkü bazen gelecek ufka değil, suyun altındaki akıntılara bakılarak anlaşılır. Bugün gördüğümüz fotoğraflar belki de başka bir hikâyenin ilk cümleleridir.
Aydın Büyükşehir Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu, 'AK Parti Kongre Merkezi'nde 24. Kuruluş Yıl Dönümü Programı'nda
Yaşadığımız krizler bir yığışma değil, eşzamanlı bir ritim değişimi. Bu yüzden de sıradan açıklamalarla geçiştirilemeyecek, tek bir senaryoya ya da komplo teorisine bağlanamayacak kadar derinler. Bu tabloyu anlamak için iki merceği üst üste koyuyorum: İlki, sık sık işaret ettiğim “çağ değişimi” tezi: Yerkürenin ritminin değişmesi, teknolojik sıçrama ve gündelik hayatın hızlanması, insan ve toplum doğalarının dönüşmesi. İkincisi, Ray Dalio’nun “The Changing World Order”ındaki döngü yaklaşımı: Ekonomik, toplumsal, jeopolitik, teknolojik ve ekolojik düzenlerin birbirini tetikleyen dalgaları.
Beş düzenin kırılganlığında dünya
Tarihsel akışta savaşlar, liderler, krizler elbette önemlidir. Ama asıl belirleyici olan, uzun soluklu derin akıntılardır. Dalio, son imparatorlukların yükseliş ve çöküşünü bu akıntılara bakarak inceliyor. Beş yüz yıllık tarih, beş düzenin dalgalar halinde, bazen çakışarak ilerlediğini gösteriyor.
“Ekonomik düzen”, büyüme ve refah bir noktadan sonra borç krizine, tıkanmaya dönüşüyor. “Toplumsal düzen”, gelir ve fırsat eşitsizlikleri, kutuplaşma ve çatışmayı büyütüyor. “Jeopolitik düzen”, yükselen güçler, hâkim güce meydan okuyor, küresel düzen yeniden yazılıyor. “Gezegenin düzeni”, doğa isyan ediyor; salgınlar, iklim krizleri, kuraklıklar toplumsal dengeleri sarsıyor. “Teknolojik düzen”, yenilik sıçramalar yaratıyor ama aynı anda eşitsizlikleri ve rekabeti de körüklüyor.
Bugün benzersiz olan şey, bu beş düzenin aynı anda bozulma evresinde olması. Küresel “ekonomik düzen” bir bakıma borç döngüsünün de zirvesinde olduğumuzu gösteriyor. 2008 krizi sonrası dünya ekonomisi zaten kırılgandı. Pandemi döneminde parasal genişleme ile sistem ayakta tutuldu, ama bugün yüksek enflasyon, faiz artışları ve borç sarmalı hemen her ülkede kendini hissettiriyor.
“Toplumsal düzenler” krizde, ülkeler arası eşitsizlik ve kutuplaşma hali de her bir ülkenin kendi içindeki eşitsizlik ve kutuplaşma hali de zirve yapmış durumda. ABD’de, Avrupa’da, Latin Amerika’da, Türkiye’de… Servet küçük bir azınlıkta yoğunlaşırken, geniş kitlelerde güvencesizlik artıyor. Bu durum popülist liderleri, kutuplaştırıcı siyaseti ve demokratik gerilemeyi besliyor. Göç, mülteci krizleri ve kimlik siyasetleri, toplumsal düzenin daha da kırılgan hale gelmesine yol açıyor.
“Jeopolitik düzen” dengesini kaybetti, yeni bir küresel egemenlik savaşı yaşıyoruz. Siyasal, ekonomik ve kültürel gerilimler bir yandan birçok toplumun kendi iç çatışmalarına, birçok yerde bölgesel sıcak savaşlara dönüşme eğiliminde. Dünya satranç tahtasında taşlar sürekli yer değiştiriyor.
“Gezegenin düzeni” isyan etti, doğanın uyarıları her seferinde daha sert, daha yıkıcı ve yakıcı oluyor. Pandemi, iklim krizi, seller, yangınlar, kuraklık… Dünya aynı anda çoklu doğa şokları yaşıyor. Küresel gıda krizleri, su kıtlığı ve enerji şokları, doğrudan ekonomiyi ve toplumsal düzeni de etkiliyor.
“Teknolojik düzende” ise büyük sıçrama ile büyük endişeleri aynı anda yaşıyoruz. Yapay zekâ, biyoteknoloji, enerji dönüşümü… Teknolojik ilerleme baş döndürücü hızda. Ama bu ilerleme aynı zamanda bildiğimiz tüm alanları, işleri altüst ediyor, öte yandan sosyal eşitsizlikleri büyütüyor. Teknoloji bir yandan çıkış yolu sunarken, öte yandan yeni çatışmaların alanı ve malzemesi oluyor.
Dalio’nun çerçevesi bize şunu söylüyor: Tarihin her döneminde bu beş düzen farklı zamanlarda gerilim yaşar. Ama bugünkü dünyayı benzersiz kılan, bu beş düzenin senkronize biçimde bozulma ve çözülme evresine girmiş olmasıdır.
Sanayi toplumundan bilgi toplumuna değişimi zorunlu kılan üç değişim
Gidişatı anlamak için kullandığım ikinci mercek, çağ değişimi mecburiyeti ve küresel ara buzul dönemde olduğumuz tezim. Kırk yılı aşkın zamandır, benim sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçiş olarak tanımladığım çağ değişimini tetikleyen üç temel dinamik var. Birincisi, yerkürenin ritmi değişiyor: Küresel ısınma, karbon salımı, kuraklık, başta petrol, içme suyu dahil yer altı kaynaklarının tükenmesi, yer üstündeki canlı ve bitki türlerinin azalması, çevrenin-havanın-suyun kirlenmesi gibi her biri devasa sorunlar anlamına gelen bir ritim değişikliği. Buna neden olan standardizasyona ve ölçek ekonomisine dayanan sanayi toplumunun üretim biçimi. Ve elbette de buna bağlı olarak yine standardizasyona ve küreselleşmeye dayanan tüketim biçimi. İnsanoğlu üretim ve tüketim biçimini yerküre ile uyumlamadan bu hayat biçimi sürdürülemez eşiğe gelmiş durumda.
İkinci temel dinamik, teknolojik sıçrama ve bunun tetiklediği gündelik hayatın ritminin hızlanması. Bilişim, iletişim, ulaşım teknolojilerindeki değişimin, yani teknolojik devrimin tetiklemesiyle gündelik hayat daha önce hiç sınanmamış bir ritme ulaştı. Üretim yöntemlerimiz değişiyor. Ama asıl önemlisi çalışma, üretme, örgütlenme ve yaşama pratiklerimiz zaman ve mekândan bağımsızlaşıyor. Yerçekimsiz bir gündelik hayat içinde zamandan ve mekândan bağımsız düşünebilmek, örgütlenebilmek, üretim yapabilmek, alışık olduğumuz karar süreçlerini zorlayan bir esneklik ve hız dayatıyor. Zaman ve mekândan bağımsız çalışabilmek sadece hayatı hızlandırmıyor, aynı zamanda yerleşik hiyerarşileri ve statükoyu da parçalıyor. Hâlbuki bizim zihin dünyamız karar süreçlerinde bir hiyerarşik yönetim modeline bağlı. Hız, beğenmesek de varlıklarına alışık olduğumuz hiyerarşilerin parçalandığına şahit olmak, güvensizlik ve endişe hissiyle yaşama zorunluluğunu da beraberinde getiriyor.
Belirsizlik ve karmaşıklık esaslı hayat
Gündelik hayatın ritmindeki değişimden dolayı bugünkü hayat karşılıklılık esasına bağlı. Bu çok aktörlü, çok boyutlu, çok katmanlı hayatı karşılıklılık esası olmadan kavramak ve ona dâhil olmak mümkün değil. Fakat aynı esas, hayatı düzen ve intizam için zorlamaktan vazgeçip, belirsizliği ve karmaşayı temel alan bir perspektif geliştirmeyi de zorunlu kılıyor. İstesek de istemesek de bir parçası olduğumuz bu değişimi kavramak ve hayatımızı onu göze alarak yeniden kurgulamak konusunda attığımız adımlar ikircikli, tedirgin ve çelişkili.
Üçüncü temel dinamik ise insan zihin haritasında ve insan hareketlerindeki değişim. Yerkürenin ve gündelik hayatın ritmindeki değişimi, ulusal ve uluslararası ölçekte göçlerin artarak sürmesinde gözlemek mümkün. İnsanlık daha çok göçü nasıl durdurabileceğini ya da denetleyebileceğini düşünüyor ve konuşuyor. Oysa insanlar daha iyi bir hayat arzusu ile hareket etmeye devam edecek. Bu hareketin ürettiği bir dizi sosyolojik, mekânsal, zihni değişim var, metropoller, varoşlar, kimlikler, lümpenleşme, ailenin değişimi, dayanışmanın, ilişki biçimlerinin değişimi, demografik değişimler, vb.
Sanayi toplumundan bilgi toplumuna
Aslında tüm yaşananlar bir çağ değişimine işaret ediyor. Bu yeni çağa uyum sağlayabilmek için bilgi toplumunun kurum ve kurallarının geliştirilmesi gerekiyor. Bunu başarabilmek için de yeni bir zihinsel sıçrama gerekiyor. Daha da önemlisi gelecek için yeni bir hikâye gerekiyor. Öte yandan geleceğin bir hikâyesi, ütopyası henüz yok. Onun yerini distopik gelecek hikâyeleri alıyor.
Bu üç küresel meseleye karşın elimizde bu değişikliğe uyumlu küresel kurumlar, kurallar da yok. Birleşmiş Milletler’den Dünya Bankası’na, NATO’dan Dünya Sağlık Örgütüne, Paris İklim Anlaşması’ndan, İstanbul Sözleşmesi’ne çok taraflı yapılar… Hepsi yetersiz kaldı. İnsanlık çözümü yine ulus devletlerde aradı. Ulus devletler ise sorunları çözmek yerine, kendilerini güçlendirmeyi ve duvarlar örerek toplumlarını da içeriye kapatma refleksi geliştirdi.
Demokrasi krizi ve toplumların olası tepkisi
Geldiğimiz yer krizler yumağından sakınmak için popülist, otoriter, şoven hareketlere yönelmek, güçlü devlete sığınmak oldu. Ama aynı zamanda Türkiye’de de ABD’de de en güçlü olduğu varsayılan geleneksel ulus devlet kurum ve kurallarının da keyfilik karşısında ne denli zayıf olduklarını deneyimliyoruz. Görüyoruz ve anlıyoruz ki Türkiye’de de dünyanın birçok ülkesinde de ne eskiye dönmek mümkün ne de yeniye dair bir iddia ve hikâye var elimizde. Bu süreci “küresel ara buzul dönem” olarak adlandırıyorum.
Bu ara buzul dönemin en kritik sonucu, siyasetin ve demokrasinin krizi. Çünkü hâlâ insanlığın elinde demokrasiden daha iyi bir ütopya, demokrasiden daha iyi bir ortak hayat biçimi yok. Çünkü hâlâ insanlığın elinde ortak yaşam idealini ve demokrasiyi inşa için de siyasetten daha iyi bir araç yok. Yani ihtiyaç ve taleplerin için örgütlenmek, müzakere etmek, ikna ve uzlaşmalar üretmek olan siyaset toplumsal düzenin de anahtarı. Diğer tüm düzenler ekonomik, toplumsal, teknolojik, jeopolitik düzenler siyasetin niteliğine bağlı. Fakat temsili demokrasinin klasik araçları, bu çok katmanlı, çok aktörlü dünyayı taşımakta zorlanıyor. Bu boşlukta popülist liderler, “Güvenlik mi özgürlük mü?” gibi basit ikilemlerle toplumu yönetiyor. Kitleler belirsizlik karşısında güvenliği seçiyor.
Bu süreçlere toplumsal tepkilerin nasıl geliştiğine odaklandığımızda gördüğümüz küresel ara buzuldaki toplumlar pusulasız kalmış gemiler gibiler. Geleceğe dair üç olasılık var gibi görünüyor ki bu olasılıklar Dalio’nun tarif ettiği döngülerle de örtüşüyor: Yaratıcı yıkım ve yeniden doğuş mu? Felaketle yıkım mı? Sessiz çöküş mü?
Bugün dünyanın gidişatında ikinci ve üçüncü ihtimallerin izleri güçlü. Ama birinci ihtimal, yani geleceğe dair bir siyasi vizyonla yeniden doğuş hâlâ mümkün. Bunun için yeni bir hikâyeye, yeni bir ütopyaya ihtiyacımız var. Gelecek henüz yazılmadı. Ama şunu biliyoruz: Her yeni hikâye, insanın kendine ve birbirine güvenini yeniden inşa etmesiyle başlar. Ve bu güvenin dili de demokrasiden, ortak akıldan başka bir şey olamaz.
Oksijen'den alınmıştır.
Yazarlar
-
Nevzat CİNGİRTBürokrasi, tarımın gerisinde kaldı 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciFaizi MB’mi yoksa Adliye mi belirliyor? 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZPKK’nın son açıklaması: Süreç devam ediyor, ama nasıl ? 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUTrafik, yargı ve casusular 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞHamdi Ulukaya (Çobani) en zengin Türkiyeli seçilmesi üstüne... 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“İnsanın ümüğüne bu kadar çökülmez…” 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUÇözümün kolaylaşması isteniyorsa… 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBu bir haber değildir: Türkiye, doğal alan kaybında birinci 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİİmamoğlu'na casusluk tutuklamasının akla getirdikleri 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselMerkez Bankası zor bir viraja girdi 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFed mi, TCMB mi? Çetrefilli bir soru, ironik bir cevap 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Taha Akyol‘Süreç’te yeni safha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanBöyle giderse bu tren bu tünelden çıkmaz 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURPKK neden Schrödinger'in kedisine benzedi? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm süreci… Yüzlerde hâlâ niye kaygı ifadesi var? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRBatı’nın krizi, küresel düzenin çözülüşü: Türkiye için dönüm noktası üzerine senaryolar ne? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞALTINA, DÖVİZE BAK GÖR HALİNİ… 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNPKK’nin çekilme hamlesi ne anlama geliyor? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünAsker göndermek ya da göndermemek… 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANNereye doğru gidiyoruz? 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit Akçayİstikrarsızlık üreten istikrar programı 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEÇete savaşı mı? 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçYoğurtsuz, tereyağsız ve tavuk etiyle iskender kebap olur mu? Olur ama… 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’de milliyetçiliğin reformu meselesi 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarışın Halklaşması ve Demokratik Toplum Sürecine Çağrı... 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (2) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalProtestolar Amerika’yı sallıyor (mu?) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKronik siyaset bunalımı… 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet Berkan‘Büyük iddialar, büyük kanıtlar gerektirir’ 25.10.2025 Tüm Yazıları
































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
20.10.2025
6.10.2025
29.09.2025
8.09.2025
1.09.2025
25.08.2025
18.08.2025
11.08.2025
4.08.2025
28.07.2025