Berin UYAR

Berin UYAR
Berin UYAR
Tüm Yazıları
Bir inat abidesi: Babam
22.06.2015
2929

  Bu fotoğrafta, daktilosunun tuşlarına tek parmakla tak tak vuran da benim babam. Bugün babalar günüymüş, babamın başı kel mi, ben de iki satır yazayım gönlünü alayım. (Bu arada başının kel olduğunu da farkettim)

Yıl 2010. Bizim Bostancı'daki evimiz. Babamın çalışma odası. Daktilonun durduğu masa da yine kendi elleriyle yaptığı masa. Sağına soluna yaptığı çıkmalarla genişleterek zaten küçük olan odaya bir sandalye daha giremeyecek hale getirdi odayı. Fotoğrafta görüldüğü gibi duvardaki raflar ve burada görünmeyen kütüphane de kendi imalatıdır.

O daktiloda bir kitap yazdı babam. "Ben bir Akşamcıyım".

89 yaşındaydı. Bütün hayali, bir muhasebe kitabı yazmaktı. Piyasada ve sahaflarda bu amaçla kitap bırakmamıştı. Ancaaaak, bu heves annemin yazdığı kitap (Geçmiş Mazi Olmadı) piyasaya çıkıp okumalar yapılmaya başlanınca aniden yön değiştirdi.

Kardeşim Zerrin'in 2008 yılında ani ölümü annemi ve babamı inanılmayacak kadar etkiledi. Zerrin'in ölümünün 40. gününde, annemin, Zerrin'le beraber emek verdiğimiz ve basıma hazırladığımız kitabı basılı olarak geldi eve. 40 gün boyunca kimse ile konuşmayan, yıkanmayan, üstünü değiştirmeyen, traş olmayan, çalışma odasında başı iki elinin arasında oturan ve zaman zaman kardeşimin hayaliyle konuşan, bağıra bağıra ağlayan ve çok daha önemlisi 40 gün boyunca ağzına tek damla içki koymayan babama kitabı götürdüm.

Kitabı eline aldı. Şöyle bir baktı. Masaya koydu. Hiçbir şey söylemeden yüzüme baktı. Kalktı. Banyoya gitti. Bir saat kadar sonra salona geldi. Yıkanmış, traş olmuş, temiz elbiseler giymişti. Annemin kitabı tam zamanında gelmiş her ikisinin de yeniden hayata tutunmasına yardım etmişti.

Annem için bir çok kentte okumalar düzenledik. O yıl bana da geldiler. Essen VHS'de (halk eğitim merkezi gibi bir kuruluş) bir okuma düzenledik. sağolsunlar, arkadaşlarım ve öğrenciler bizi yalnız bırakmadılar. Annem,ben ve babam oturduk masaya. Okuma yapılmıyor, bir sohbet şeklinde devam ediyor toplantı. Tabii babam da söze karışıyor ve kitaptaki katkısının altını çiziyor sürekli. Bir ara sözü alıp kendi anılarını anlatmaya başlayınca, annem döndü babama, "Ama Bidar, yeter çok konuşuyorsun. Bırak ben de anlatayım. Kitabı sen değil ben yazdım" dedi. Babam, "ben olmasam sen yazamazdın, hep ben hatırlattım sana tarihleri" deyince annem çok öfkelendi: "Madem o kadar anlatmaya meraklısın, otur sen de yaz bir kitap" dedi. Salon yere yattı gülmekten. Ama babam, anneme epey bir baktıktan sonra sustu. Az sonra da, saat tam 20.00 olmuştu, kalktı masadan. Katılımcılara dönerek, "Vakti kerahat geldi, ben gidiyorum" dedi ve kalktı çıktı.

Evet babamın sofraya oturma zamanıydı bu. Tipik bir akşamcı olan babam, kendimi bildim bileli saat sekiz olmadan ağzına tek damla koymaz. Ama saati geldi mi de onu hiç bir şey tutamazdı. Bu kez de böyle olmuştu. Peşinden hemen Eşref’le Selçuk fırladılar. Biz daha önce yer ayırttığımız restorana (Tablo) gittiğimizde onlar çoktan çakırkeyf olmuşlardı bile.

İşte babam o gün yazmaya karar verdi. Daha doğrusu vermiş. İstanbul’a döndükten sonra hazırlıklara başladı. Kendisi artık çarşı Pazar dolaşabilecek durumda olmadığı için kimi yakalarsa kitapçılara yolluyor, annemi kırtasiye istekleriyle deli ediyordu. Çalışma odasını temizletti, kendine bir ortam hazırladı. Gözleri görmediği ve inadı yüzünden bir göz doktoruna gitmediği için odanın hertarafına gecekondu usulü lambalar astı. Eski daktilosunu buldu, yağladı, temizledi, yeni şerit aldırdı.

Ve başladı yazmaya. Önce elyazısıyla yazıyor, sonra daktiloya çekiyor, hataları kesip kağıtları birbirine yapıştırıyor, kendince yaz boz yapıyordu. Bilgisayara ise yanaşmıyordu bile. Hatta yazılarının bilgisayar ortamına geçirilmesine bile tepkiliydi. O teknolojiyi anlayamamıştı. Annem, ben, Leyla çok uğraştık bilgisayarı anlatmak için ona. Oysa annem 80 yaşında kursa gitmiş, bilgisayar kullanmayı öğrenmiş, kitabını orada yazmıştı.

Babam, kitabını yazdığı süre içinde 4 daktilo kırdı. Tedavülden kalktığı ve artık antika olduğu için daktilo bulmak, daktilo bulsak şerit uydurmak çok zor oluyordu. Sonuçta kitabı yazmayı bitirdi ve basıma hazılamak üzere bana teslim etti. Bu süre de bir yıl kadar devam etti. Çünkü babam 1921 yılından bu yana tüm yaşamını anlatmış, kimi duyduğu, kimi canlı tanık olduğu tüm olayları ayrıntılarıyla aktarmıştı.

Kitabın merkezinde onun içki serüveni/ akşamcılığı bulunuyor, maceralarını, annemden önceki çapkınlıklarını anlatıyordu. İstanbullu bir akşamcının gözünden Cumhuriyetin tarihi…

Bu arada ne yazık ki babamın sağlığı hızla bozuldu. Onu doktora götürmeye ikna edemediğim, eve getirdiğim doktorları kovduğu için –Cüneyt az çekmedi babamdan- geç kalmıştık. Hastaneden yatalak olarak çıktı. 2011 yılından beri bakıma muhtaç ve yatağa bağlı yaşıyor.

Babamı sever miyim, kızar mıyım bilemem. Bu yanıtlayamadığım bir sorudur. Zekasına ve becerilerine hayran olduğum, ama idol olarak görmediğim bir insanır babam. Sevimli ve nev-i şahsına münhasır bir adamdır. Karşı koyulamaz ve hiç bir şekilde başa çıkılamaz inadı ve „ben herşeyi bilirim“ tavrıyla hayatımızı eskiden beri zorlaştırmıştır.

Eğer o korkunç inadı olmasaydı, şimdi annemle „edi ile büdü“ kolkola kısa gezilere çıkabiliyor, kimseye muhtaç olmadan yaşıyor olacaklardı. Evet babacım, babalar günün kutlu olsun diyeceğim ama ne yazık ki sen bunu o korkunç inadın yüzünden bir doktora görünmeyi reddettiğin için, annem sana bu mektubu okuduğu halde tıkanan kulaklarınla duyamayacaksın.

Seni yine de seviyorum galiba.

(Berin Uyar. 21 Haziran 2015)

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar