Berin UYAR
Yıl 1981. Tam da bu zamanlar. İstanbul Gayrettepe’de 1. Şube’deyiz. Kardeşimle birlikte 30 Ağustos’ta gözaltına alındık. Burada 91 gün kaldık. Ayrı hücrelerde tutuluyoruz. Kadınların kaldığı 2 hücre var zaten. Diğerlerinde erkekler tutuluyor. Zerrin benden 8 yaş küçük olduğu ve doğduğunda bana teslim edildiğinden olsa gerek inanılmaz bir üzüntü ve merak duyuyor, uçan sineğin kanadından haber almaya çalışıyorum. Benim kaldığım hücre tuvaletlere yakın ve nöbetçi polisin oturduğu odanın önünden geçen, ayrıca falakadan dönenlerin ıslak zeminde yürütüldüğü ve akşamüstleri kan içinde kalan koridoru da yarım yamalak görüyor. Bu koridor her gece bir “gözaltı” tarafından paspaslanıyor. Paspas işi o kadar büyük bir avantaj ki, anlatamam. Tüm hücrelerle konuşabilirsin, biraz nefes alır, uyuşmuş kaslarını hareket ettirirsin. Biz kızlara bu iş hiç verilmiyor. Ben ve bir iki kız arkadaş daha hücreden sadece işkenceden dönen ve ya tabanları ya da bedenlerinde herhangi bir yerleri patlamış olanlara pansuman yapmak için çıkarılıyoruz. Ben kana bakamam hiç ve hala da. Ama orada bu işi nasıl yaptım bilmiyorum. Gözyaşlarımın arasından buğulu buğulu seçebildiğim, yarılmış deriden fırlamış kanlı et parçaları hala gözümün önünde ve cerahatli kan kokusu hala burnumdadır.
Eğer hücre kapımızın üzerindeki küçük mazgalı biraz insafı olan bir nöbetçi açık bırakmışsa, gelen geçeni görüp selamlaşmamız mümkün. Tabii ki, benim bu mazgala yetişmem için hücredeki ahşap banka çıkmam gerekiyor. Polis, yatak diyor buna. Üzerinde şilte olmayan tahta bir sıra. Altı boş. Yiyeceklerimiz, boş süt kaplarımız (nöbetçi tuvalete çıkarmazsa diye saklanıyor) ve giysi torbalarımız duruyor orada. Pire ve sarı hamam böceklerinin cirit attığı, tozlu pis bir zemin.
Hücrede 8 kişi kalıyoruz. Hücrenin eni kapı genişliğinde. Boyu ise ben yattığımda ancak sığabileceğim kadar yani taş çatlasa 1,55 belki 1,60 falan. Bankta sıkışırsak beş kişi yanyana oturabiliyoruz. Diğerleri ayakta duruyor. Sonra yer değiştiriliyor. Uzun bacaklı birisinin bacakları duvara dayanır. Hani uçaklardaki koltukların önü kadar dar hücre. Uyumak mümkün değil. Oturarak, ya da ayakta uyuyabilirsen uyu... Ben hücreye atıldığım ilk gün, gözlerim karanlığa alışıp, hücredekilerle tanıştıktan sonra bu bankın altına hırkamı serip uyudum. Beynimin yeni bir duruma adapte olması sürecini ben uyuyarak geçiririm. Tam 24 saat, deliksiz. Çok pire vardı ama beni ısırmıyorlar nedense. Kalktığımda sanki yıllardır burada yaşıyormuşum gibi bir his vardı içimde.
Eğer nöbetçi mazgalı kapatırsa, boğulacak gibi oluyoruz ve ancak kapının altından nefes alabiliyor, ışık görebiliyoruz. Tüm koridor, kan, ter, sidik kokuyor. Eğer gece nöbetçisi bir insansa, hücre kapılarını sırayla açıyor, nefes alabiliyor ve kaçamak da olsa karşı ve yan hücrelerde kalanlarla bakışabiliyor hatta konuşabiliyoruz. (O dönemde, Maden İş Sendikası’ndan çok arkadaş vardı diğer hücrelerde, okuyorlarsa hatırlayacaklar) Ne yazık ki Zerrin’in kaldığı hücre en dipte. Onu sadece, bazen tuvalete giderken görebiliyorum. Tanıyanlar bilir o yıllarda zaten çöp gibi zayıftı. Mazgaldan gördüğüm kadarıyla çok bitkin ve solgun. Ona sesleniyorum geçerken, hatta bazen mazgaldan şarkı da söylüyorum. Beni duysun, morali bozulmasın diye. Gelip kapatıyor mazgalı nöbetçi. Diğer arkadaşlara haksızlık olmasın diye onlar, “hadi Berin” derlerse sesleniyorum oradan. Bazen yiyecek alışverişi de yapabiliyoruz.
Ailemizin dışardan temiz çamaşır getirmesine izin var. Ama hemen kirleniyoruz. Ayrıca herkesin ailesi de malzeme getiremiyor. Herşeyi ortak kullanıyoruz. Bazı acil ihtiyaçlarımızı tuvalete götürüldüğümüzde soğuk suda elle yıkıyor ve arka koridordaki pis iplere asıyoruz. Oradan gelen çamaşırların hepsi bitli oluyor. Eğer giysileri hücreye, bitleri ayıklamadan alırsak, hem bize hem de diğer giysilere bulaşıyor bit. Gece nöbetçileri biraz daha toleranslı. Kapı açık kaldığında benim görevim, tüm giysileri kapının önünde gözden geçirmek ve bit kırmak. Bit çok pis kokuyor. Önce midem bulanıyordu ama koğuşun en yaşlısı olarak (31 yaşındaydım o zaman) bunu kendime iş edindim nedense.
Sabah kız erkek karışık, gözlerimiz pis kanlı bez parçalarıyla bağlı, birbirimize tutunarak yukarıya sorguya çıkarılıyoruz. Akşama kadar gözlerimiz bağlı, yerde oturarak, gelen geçenin tekmesini ve hakaretini yiyerek bekletiliyor, akşam mesai bitiminde hücremize getiriliyoruz. Bazen günlerce hücreden çıkarılmıyoruz. Hücremizden sabah alınmış ve işkenceden getirilmiş kızların teselli ve tedavisi bize kalıyor. Bazen de tedavi edilen sen oluyorsun elbette.
Bu kadar lafı neden anlatıyorsun diyeceksiniz, biliyorum.
Bugün kaybettiğimiz Tarık Akan için.
Bir gece mazgalımız hiddetle kapatıldı. O kadar hiddetle çarpıldı ki, mazgal kapağı tekrar açıldı ve biz mazgalın önünden geçirilen gözleri bağlı çoook uzun boylu birini gördük. Şimdiye kadar oturduğumuz yerden hiçbir baş görememiştik doğrusu. Bir arkadaş Tarık Akan bu dedi. Hiç ihtimal vermedik doğrusu. Hatta kızcağızla dalga bile geçtik. “Yan hücrede de Marlon Brando var, arkada da Frank Sinatra” diye. (Arkadan çok güzel bir erkek sesi geliyordu bazen. Adını Frank Sinatra koymuştuk.) Sabaha karşı nöbetçiyi çağırdık. Üç arkadaşın ve benim tuvalete gitmemiz gerekiyordu. Tuvalete yalnız gitmiyorduk hiç. Yanyana bir kaç tuvalet vardı ama kapıları yoktu. Bize daha fazla eziyet etmek istediklerinde, kapının önünde sırtı sana dönük bekliyordu nöbetçi. Sen, bu lanetli her an geri dönebilir endişesiyle yapıyordun işini. Nöbetçi geldi. Pis bir sırıtmayla “hiişşt!” diyerek kapıyı açtı. Tuvalete götürdü bizi. Kapıda, pis sigaralı nefesini duyabileceğimiz kadar yaklaştırıp suratını, “bir bilmecem var, kim geldi, biliyor musunuz?” diye sordu. Biz, nerden bilelim deyince, Zevzek zevzek ağzından baklayı çıkardı. Akşam Tarık Akan’ın getirildiğini söyledi. Onu mutlu etmemek için üzülmüş gibi bile yapmadık. Ama hücremize döndüğümüzde...
Böylece Tarık Akan da bizim rutinimize katılmış oldu. Ne kadar kaldı hatırlamıyorum ama o süre içinde ona çok kötü davranan, hakaret eden lanetliler olduğu gibi, nöbetlerinde onu dışarı çıkaran ve hatta paspas işini veren nöbetçiler; hiç işi olmadığı halde gece yarısı aşağıya gelip onu görmek isteyen memurlar da oldu. “Bakalım bu “O” çocuğu nasıl bir meretmiş diye geldi bazıları. Daha da çok ama meraklı ve hayran kadın sesleri, parfüm kokusu... Bence onu aşağılayanlar bile hayrandı Tarık Akan’a. Onu da gündüzleri sorguya çıkarıyor, bekletiyor geri getiriyorlardı. Onunla aynı ekipte yer aldığımızı, üst katlardaki telaşlı koşuşturmalardan ve kadın polislerin fısıltıyla “koşun Tarık Akan geçiyor” diyen seslerinden anlıyorduk.
Bir gece, mazgalımız açıkken paspasa çıkardı nöbetçi Tarık Akan’ı. Bizim hücreden geçerken, “diğer kadın hücresine selam götür, kardeşim orada” dedim alçak sesle. Kafasını çevirmeden yan gözle baktı bana, geçti gitti. Bir on dakika kadar sonra, bu kez ters tarafa geçerken, gülerek, “Zerrin selam söyledi” diye seslendi. O kadar mutlu oldum ki, kardeşimden bir kaç gündür haber alamamıştım. Sanki Zerrin serbest bırakılmış gibi sevindim. Bunu hiç unutmam.
Sonra, yıllar sonra Tarık Akan’la bu kez özgür bir ortamda karşılaştık. Öğrencilerimle yaptığım gezilerden birinde, 2003 veya 2004 olmalı, İstanbul’da Nazım Hikmet Vakfı’nı ziyaret ettik. Vakfın yöneticilerinden arkadaşım Kıymet Coşkun’a, öğrencilerin konuşup sorularını sorabilecekleri bir sinema oyuncusu, yazar veya tiyatrocu olsa orada diye rica ettim. Kıymet kırmadı beni araştırdı. O tarih için sadece Tarık Akan, seve seve gelirim demiş. Öğrenciler deliye döndüler mutluluktan, ben de elbette. Tarık Akan erken gelmiş, bekliyordu Vakıf’ta bizi.
Öğrencilerimden birinin sonra yaptığı bir yorum hala aklımda, “Hocam bu kadar kocaman ve güzel bir insan nasıl bu kadar alçak gönüllü olabilir?” demişti. Sorularına yanıt verdi çocukların, onların anlattıklarını ilgiyle dinledi, karşı sorular sordu. Bizi, öğrencilerimi ciddiye aldı. Orada ben de ona bu 12 Eylül anısını sordum. Hemen hatırladı. Ben “kardeşimden haber getirmiştiniz” dedim, o renkli gözlerini kocaman açıp, “Zerrin” dedi. Çok şaşırmıştım. Sonra Almanya’ya dönünce kardeşime de anlattım bu buluşmayı. Nasıl heyecanlanmış, “hemen bir mektup yazayım” demişti. Yazdı mı bilmem.
Ama ben bugün yine hüzünlüyüm.
Tarık Akan bizim güzel yüzümüzdü. Gençlerimiz onun filmleriyle büyüdü. Benden bir yaş büyükmüş. Birlikte büyüyüp, aynı yollardan geçtik sayılır. 1 Mayıslarda, sendikal harekette... Hafızamızın bir tahtası daha söküldü gitti işte. Güzel insanlar gidiyor. Eksiliyoruz. Fotoğraflarda, filmlerde, satır aralarında, renkli tuvallerde, siyah beyaz resimlerde, şarkılarda eksiliyoruz. Yerlerini doldurmak zor. Dolmaz da zaten. Onlar bir ılık rüzgardı tenimizi okşayan, değip geçtiler işte.
Güzel uyu Tarık Akan, seni unutmayacağız.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
25.03.2022
6.09.2020
10.01.2017
4.01.2016
2.01.2016
18.09.2016
7.02.2016
14.02.2016
15.01.2016
25.12.2015