Cafer Solgun
Alevilerle ilgili en çok muhatap olduğum sorulardan biri bu; Aleviler neden hep ‘muhalif’? Alevilerin “muhalifliğinin” inançlarıyla ilgili olduğunu zannedenler de az değil. Bu realitenin son derece anlaşılır nedenleri var oysa. Yani “muhalif” olmak, Alevilerin muhalif olmaya çok istekli, meraklı bir toplum olmalarından ileri geliyor değil.
Öncelikle bu durumun tarihsel bir evveliyatı olduğunu bilmek gerek.
Ehl-i Beyt Mağduriyetini Sahiplenmek
Hz. Muhammet’ten sonra İslam tarihine yön verenler, giderek daha fazla belirgin bir özellik kazanacak şekilde, İslamiyet’i güç, iktidar, zenginlik, çıkar arayışları için ideolojik bir “bayrak” haline getirdiler. Özellikle de Alevilerin “Emevi İslamı” diye adlandırdıkları dönemle birlikte. Kuşkusuz, İslam inancı da dahil olmak üzere insanların din ve inançlarını siyasi ihtirasları, çıkarları için istismar edenler dün de vardı bugün de ve herhalde hep olacak. Ama bu, bu istismara karşı çıkmanın haklılığına elbette ki gölge düşürmez. Aksine bunu daha fazla önemli kılar.
Konuya buradan girmemin sebebi, bilindiği üzere Hz. Ali ve Ehl-i Beyt’e bağlılığın Alevi inancının temel referansı olması. Çünkü egemenlerin İslam’ı güç, iktidar arayışlarının bir “aracı” haline getirmesinin, Hz. Ali ve Ehl-i Beyt’e yapılan haksızlıklarla birlikte başlayan bir süreç olduğuna inanırlar.
Egemen İslam anlayış ve pratiklerinin tanımadığı, üzerinde baskı kurarak yok etmeye, asimile etmeye, başkalaşıma uğratmaya çalıştığı bir inanca mensup olunca, kendinizi, inancınızı koruma, yaşatma çabanız, ister istemez kuşatıldığınız egemen çoğunluğa ve onları esas alma iddiasındaki politika ve uygulamalara “muhalif” olmanızı kaçınılmaz hale getiriyor.
Aleviliğin bir zamanlar yaygın inanç olduğu Anadolu coğrafyasındaki süreç de bundan bağımsız bir nitelik taşımıyor.
Halifeliğin Yavuz Sultan Selim tarafından 1516 yılında Abbasilerden alınıp Osmanlı padişahlarına devredilmesiyle birlikte Sünnilik de Osmanlı İmparatorluğunun “resmi dini” oldu. Anadolu coğrafyasında baskın inanç olan Alevilik, katliam ve asimilasyon politikalarıyla geriletilmekle kalmadı, “yasaklı inanç” haline geldi. Şeyhülislam fetvalarıyla Alevi-Kızılbaş insanları öldürenlere “cennet” vaat edildi, mallarına, mülklerine, kadınlarına el koymak “helal” sayıldı…
Alevilerin son zamanlarda siyasi saiklerle yere göğe sığdırılamayan “ecdadımız” Osmanlı döneminden hazzetmeyişleri, hafızalarında yer eden bu “karanlık” ile ilgilidir…
Cumhuriyet Dönemi Hayal Kırıklığı
Bu acılı süreç, saltanat ve halifeliğin kaldırıldığı, cumhuriyet idaresine geçildiği, ilerleyen yıllarda (1937) laikliğin bir anayasal form olarak kabul edildiği cumhuriyet döneminde de yeni boyutlar kazanarak devam etti. Alevilerin de desteklediği cumhuriyet projesi, Aleviler açısından hayal kırıklığı oldu. Yeniden yapılandırılan devlet, bu dönemde de ülkedeki bütün din ve inanç gruplarına eşit mesafede duran bir anlayışı benimsemedi. Lozan Anlaşmasıyla azınlık statüsünde hakları ayrıca tanınan “Gayrimüslim” yurttaşlar dışındaki bütün halkların “Sünni-Hanefi” inancına mensup oldukları varsayıldı. (Lozan Anlaşması hükümleri bir yana, “gayrimüslim” yurttaşlar da günümüze değin ciddi sorun ve sıkıntılar yaşadı, ayrımcılığa, katliamlara maruz kaldı.)
1925 yılında kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı, bu anlayışla faaliyet yürütüyor. Dahası, Tekke ve Zaviyelerin Kaldırılmasına Dair Kanun ile Alevi-Bektaşi dergahları kapatıldı, Alevi inancının merkezinde bulunan payeler (seyit, rehber, dede, pir vd.) yasaklandı. Bu, Aleviliğin devlet eliyle bir kez daha yasaklanmasından başka bir şey değildi ve değildir.
Nasıl ki Osmanlı döneminde şeyhülislamlar Aleviler için “katli vacip” fetvaları veriyor idiyse, cumhuriyet döneminde bu rolü üstlenen, açık veya dolaylı söylemlerle Diyanet başkan ve yöneticileri oldu. Hatırlatma kabilinden sadece bir örnek vereceğim:
1948’de basılan “Batınilerin ve Karmatilerin İçyüzü” başlıklı kitapta, Alevilerden “Ehl-i Beyt’e muhabbet iddia eden soysuzlar” şeklinde söz edilir. Kin ve nefret saçan bu kitaba, İslamcı çevrelerde adı “hayır” ile yâd edilen dönemin Diyanet İşleri Başkanı Ahmed Hamdi Akseki bir önsöz yazmıştır ve bu önsözde Aleviler için, “Bugün de bunların bakiyeleri vardır. Irak’ta bunların adı Karamita ve Mazdekiyye’dir. Çünkü bunlar da tıpkı Sasaniler devrinde Mazdek’in ortaya attığı mal ve kadında herkesin ortak olduğunu, bunlarda temellük ve tasarruf olamayacağını da söylüyorlardı. Horasan’da bunlara Talimiye ve Melâhide denildiği gibi; Karmat’ın kardeşi olan Meymun’a nizbetle Meymuniyye de denir. Mısır’da meşhur Ubeyd’e nisbetle Ubeydiyyun, Şam’da Nusayriye, Dürzü, Tayamine adını alır. Filistin’de Bahaiye, Hint’te Behere ve İsmailiye, Yemen’de Yamiyye, Kürdistan’da Aleviyye, Türkler arasında Bektaşi ve Kızılbaş, Acemistan’da Babiye diye anılırlar” denilmektedir. Bu aşağılık iftiralar, öteden beri toplumda Aleviler hakkında halen süren çarpık önyargıların nereden “üfürüldüğünün” de kanıtı olarak okunmalıdır kanısındayım. (İlk baskısı 1948 yılında yapılan bu kitap 2008 yılında Sebil Yayınevi tarafından tekrar basıldı.)
Diyanet’in sitesindeki fetvalardan birinde, açıkça “Alevi ile evlenilmez” denilmektedir. Bunun “Alevinin ekmeği yenmez”, “Mum söndü”, “Sapkın mezhep” türü evveliyatı hayli eski taşlaşmış önyargılarla uyumlu olduğu son derece açık olsa gerek. Bu önyargılar, “Aleviler Alevistan kurmak istiyor” (Mersin Müftülüğü vaizi Abdülkadir Sezgin, 2001) gibi aslı astarı olmayan söylemlerle günümüze değin canlı tutulmuştur.
Biliyoruz ki devlet aklının bir “makbul vatandaş” kabulü vardır ve o da Türk, Sünni (ve Atatürkçü) olmaktır. Aleviliğin kendine özgü bir inanç grubu olarak varlığı, bir din ve inanç özgürlüğü hakkı sorunu değil, bir “güvenlik” meselesi olarak görülmektedir.
Alevilerin “muhalifliği”, varlığını tanımayan devlete ve devlet politikalarının etkisi altında kendilerine önyargılarla bakan kuşatıldığı çoğunluğun bazen tehditkâr olabilen bakış açısının ortaya çıkardığı kaygı ve endişelerle örülü bir durumdur.
Alevilerin mevcut statükoya “muhalif” olmaları, Tek Parti diktatörlüğünden çok partili sisteme geçildiğinde 1950 seçimlerinde Demokrat Parti’ye (DP) neredeyse blok halinde oy vermelerine neden olmuştur. Ama DP’nin popülist siyaset tarzı ve politikaları nedeniyle bu destek, onun siyasi geleneğini izleyen diğer yapılara verilmemiştir.
Aleviler, 1960’lı yıllardan itibaren ise, “dünyayı değiştirmek” iddiasındaki sol-sosyalist yapılara destek vermişlerdir. Bu sol-siyasi yapılar, 1970’li yılları da kapsayacak şekilde, en ciddi ve kitlesel desteği Alevilerin yoğun yaşadıkları yerlerde bulmuşlardır. Türk ve Kürt Alevileri, bu hareketler içerisinde örgütlenmenin önemini kavramak ve sol değerlerle, duyarlılıklarla tanışmak gibi olumlu kazanımlar da elde etmişler, ama objektif olarak bir de “soldan” asimilasyona uğramaktan da kurtulamamışlardır.
Alevilerin CHP’ye ilgi duymaya başladıkları dönem de esas olarak 70’li yıllardır. Dönemin CHP’sinin “ortanın solu” şeklinde yeni bir politik konseptle ortaya çıkması, bu ilgi ve desteğin başlıca nedenlerinden biridir. (Üzerinden atlanamayacak önemde bir bilgi olarak, dönemin sol-sosyalist örgütlerinden birçoğunun da CHP’nin peşine takılan bir siyaset güttüklerini de hatırlatmak isterim. Tekil örnekler olsa da, bir bütün olarak Türkiye sol hareketinin Kemalizm’le yüzleşememiş, hesaplaşamamış olmasının onun temel handikaplarından biri olduğunu da ekleyerek.) “Halkçı Ecevit”, “Hakça düzen” gibi şiarlarla politika yapan CHP’ye verilen bu Alevi desteğini, onların kurulu düzenden muzdarip olma özellikleriyle beraber anlamak gerekmektedir.
12 Eylül cuntası, ülke ve toplum olarak bizleri yeniden “hizaya” çekmek istedi. Bundan Alevilerin de payına düşeni almaması elbette ki düşünülemezdi. Aleviler, sol yapılarla olan ilişkilerinin de doğrudan etkisiyle, 12 Eylül’de tam bir zulüm yaşadılar. Alevi köylerinin çoğu birer işkencehane ve açık cezaevi haline getirildi. 12 Eylül ve izleyen yıllarda Alevilerin yoğun yaşadıkları yerlerden İstanbul, Ankara, İzmir gibi metropol kentlere ve Avrupa’ya adeta toplu göçler yaşandı. Dersim, Erzincan, Sivas, Malatya, Tokat, Çorum, Kahramanmaraş gibi illerde, Alevi köylerine camiler yapıldı.
Alevi köylerine camiler yapılması konusunda en gayretkeş 12 Eylül paşa-valisi, hiç kuşkusuz Tunceli Valisi Kenan Güven idi. Dersim ve köylerindeki “cemaatsiz” camilerin mimarı, aynı zamanda katılığı ve yöre halkına karşı kin ve nefretiyle de unutulmaz izler bırakan bu kişiydi. Vali Güven’in bu uygulamalarının üzerinden yıllar geçtikten sonra, 2000 yılında, Türk Tarih Kurumu bünyesindeki Atatürk Araştırma Merkezi Başkanı sıfatı taşıyan Profesör Azmi Süslü, “Güneydoğu’daki Terör Sorunu, Tarihi İnceleme, Tedbirler” başlığıyla hazırladığı bir raporda Kenan Güven’den şu şekilde bahsetmiştir:
… Atatürk’’ten sonra sadece bir iki örnek verecek olursak, Tunceli ve civarındaki başarılı uygulamalarıyla Vali Kenan Güven Paşa’yı gösterebiliriz. Ulaşamadığı yerlere eğitim öğretimin girmesi, yatılı bölge okullarının ıslahı, birçok öğrencinin Tunceli’de ve başka illerde tahsil görmeleri, bölge kültürünün, tarihi kaynaklarının ortaya çıkarılması, işlenmesi, iktisadi canlılık, hatta birçok yerde dinmiş olan ezan sesinin yıllar sonra yeniden duyulmaya başlanması bile onun eserleri arasındadır.
Burada söz konusu paşa-valinin “ezan sesi”ni gerçekten umursayan biri olmadığını kanıtlamaya gerek bile duymuyorum. Asıl dikkat göstermek gereken olgu, üzerinden yıllar geçmiş olmasına rağmen, bu paşa-valinin uygulamalarının, devletin, M. Kemal’in kurduğu resmi tarih kurumu tarafından takdirle karşılanmasıdır…
90’lı Yıllar
90’lı yıllarda İslamcı hareketlerin yükselmesi nedeniyle devlet aklının “tehdit-tehlike” konseptlerinden birini oluşturan “irtica tehlikesi”, “bölücülük tehlikesi” ile birlikte öne çıkarıldı. “Laiklik elden gidiyor” söylemiyle toplumda bir “laik-anti laik” kutuplaşması yaratılmak istendi. 28 Şubat müdahalesinin şartları “olgunlaştırılıyordu…”
Derin güçler, “laikçi” kampa bir “kitle” arıyorlardı ve Alevileri keşfettiler. Alevilere, varlığını dahi tanımayan, “laik” olduğu iddia edilen sistemin muhafızlığı rolü verildi.
Genelkurmay İstihbarat Okullarında istihbaratçı olarak eğitilen kurmay subaylara Aleviliği “Sağ ve sol aşırı örgütler, cemaatler, tarikatlar” başlığı altında bir “güvenlik sorunu” olarak öğretenler, ihtiyaç duydukları “kitlenin”, “şeriat, irtica” korkusu canlandırılan Aleviler olacağını hesapladılar.
Bir “özel harp” mantığıyla kurgulanan süreç, “Bin yıl sürecek” denilen 28 Şubat müdahalesinin yolunu döşemek içindi. Hesap tutmadı. Ancak Aleviler daha da “karıştırılmış” oldu.
AKP Dönemi
AKP döneminde sorun daha da karmaşık bir hal aldı. Yeniden CHP ile buluşturulan Aleviler, AKP’nin “açılım” yapmaktan vazgeçmesi ve kutuplaşmadan oy ve iktidar devşiren bir siyaset gütmeye başlamasıyla birlikte, halen iktidara karşı en tutarlı muhalif kitleyi oluşturuyor.
Bu durumun AKP politikalarıyla ilişkisi yadsınamaz açıklıktadır. Miting meydanlarında hasbelkader Alevi olan CHP liderinin yuhalatılması, Gezi protestolarında sergilenen devlet şiddeti ve Diyanet üzerinden egemen Sünniliğin büyük bir rahatlıkla siyasetin emrine koşulması, Sünni çoğunlukta Alevi önyargılarını canlandırırken Alevilerde zaten canlı olan kaygı ve endişeleri de artırdı.
Aleviler bu dönemde en örgütlü ama aynı zamanda en zayıf, dağınık ve umutsuz, karamsar dönemlerini yaşıyorlar. Açılım siyasetinin yol açtığı temkinli iyimserlik, yerini büyük bir hayal ve umut kırıklığına terk etmiş durumda.
Bu itibarla diyebiliriz ki Alevilerin muhalifliği korku, kaygı ve endişelerinin yön verdiği bir muhalifliktir. Dün de öyleydi, bugün de…
Ne Yapmalı?
İfade etmeye çalıştığım nedenlerle sorunun çözümü sahici, sağlıklı, işleyen bir demokrasi inşa etmek, bu kapsamda din ve inanç özgürlüğü hakkı üzerindeki gölgelerden arınmak ve bir bütün olarak “eşit yurttaşlık” anlayışını benimsemektir.
Bu kapsamda, yasal düzenlemeler, demokratik reformlar yapmak kadar, toplumsal önyargıları, tereddüt ve güvensizlikleri aşmaya hizmet edecek adımlar atmak da büyük önem taşımaktadır.
Alevilerin var olma haklarının meşruiyetini ifade eden Diyanet İşleri Başkanlığı’nın özerk bir kurum olarak yeniden yapılandırılması, cemevlerinin ibadethane statüsünün tanınması, zorunlu din derslerinin hiç değilse zorunlu olmaktan çıkartılması gibi AİHM kararlarıyla da devlet açısından bağlayıcı hükümler haline gelmiş talepleri, ülkemizin demokratikleşme sorunları karşısında sahip olmamız gereken ortak duyarlılıkla örtüşen niteliktedir.
Alevilerin “muhalifliği”, neticede, “eşit yurttaşlık” haklarının görmezden gelinmesine duydukları haklı, meşru tepkidir.
Bazı siyasi partilerle “sorunlu” denebilecek bir ilişki içinde olmaları, bu gerçeği değiştirmez ama daha fazla anlamak çabası gerektirir…
Yazarlar
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor? 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUAnayasa engeli olduğu halde yeniden seçilmek isteyen başkan ne yapar? 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTefessüh… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet Berkanİktidar ülkeyi yönetebiliyor mu ki? Tek kişi ne kadar yönetebilirse o kadar işte… 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBüyük Aldatmaca: Popülizmin (Halkçılığın) Yolsuzluk Ve Eşitsizlik Konusundaki Yalanları 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit Akçay2025’in kalanı nasıl geçecek? 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNESiyasî kimlikler panayırı kapandı 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRGüvensizliğin gölgesinde siyaset: Geçen yıla kıyasla korku düzeyimiz yükseldi, peki neden? 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNMisak-ı Suriye! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKUVVETLER AYRILIĞI YOK İSE… 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanBatı artık Kiev’de Zalujni’yi görmek istiyor gibi 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciÇürüme! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplum Çağrısı; Hasta Tutsaklar 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunSuyun akışı ya da meramı barış olmak 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRKÜRT ULUSAL BİRLİK KONFERANSI 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’de istikrarı sağlamak mümkün mü? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBeyaz Toroslu savcı olayına iktidar nasıl bakıyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKİktidarın soğuk matematiği 23.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANTartışmayı kazanmaktan önce becermek gerek 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTaşıyıcı koalisyonlar ve ormanın içindeki CHP 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENKürt ulusunun kavgasında bir sosyalist lider 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
25.07.2025
19.07.2025
11.07.2025
6.07.2025
30.06.2025
20.06.2025
15.06.2025
1.06.2025
23.05.2025
10.05.2025