Cemil ERTEM
Türkiye’de 1876’dan günümüze iktisadi dönüşüm süreçleri ve Anayasalar
GİRİŞ
Toplumların Anayasa ihtiyacı ya yeni bir toplumsal düzen ya da bir toplumsal uzlaşı ve bu uzlaşıya bağlı yeni bir başlangıç yapma isteğinden doğar. Bu anlamda Anayasalar bir toplumdaki siyasi yapılanmanın hukuki ifadesidir.
Yeni bir toplumsal düzen, söz konusu tarihsel dönemdeki iktisadi gücü elinde bulunduran ‘yeni’ sınıfın/sınıfların iradesinin hâkimiyetini öne alır. Ancak bu hâkimiyet, iktisadi olarak öne çıkan, o dönemi belirleyen-inşa eden sınıfın değil, bir önceki sistemden zarar gören ama yeni sistemin öncü gücü olmayan kesimlerin de razı olacağı bir durumdur ki, bu durum, o tarihsel andaki –zorunlu- toplumsal uzlaşıdır. Ama bu toplumsal uzlaşı, aynı zamanda, bir değişimi anlatır. Bu değişim dinamiği, yine söz konusu tarihsel dönemin sosyo-ekonomik koşulları, sınıf bileşenleri, sistemin değişim gerekliliği, haldeki sistemin kültürel yapısı, coğrafi koşullar gibi etkenlerle ya evrimsel bir süreç olarak ya da hızlı bir yeniden yapılanma (devrim) olarak kendini gösterir.
Ama nasıl olursa olsun bu değişim, söz konusu toplumun iktisadi gücünü elinde bulunduran sınıfının, diğerlerini ‘daha iyi’ bir toplumsal düzen için ikna etmesi ile olursa ortaya çıkan siyasi sistemin Anayasası yukarıda bahsettiğimiz toplumsal uzlaşının kalıcı öğelerini barındırır ve barındırdığı ölçüde de meşruiyeti olur. Ancak bunun tersi de olabilir. Elinde iktisadi gelişmeye bağlı toplumsal meşruiyet zemini olmayan ancak tarihsel koşullar gereği, silahlı ve ideolojik üstünlük sağlayan yapı ve güçler de, belli bir dönem bir toplumda iktidarı ele geçirebilirler ya da ellerinde tutarlar.
Böyle durumlarda ve dönemlerde de, bu siyasi güçler yine hukuki meşruiyet aracı olarak anayasa yaparlar ya da bir önceki toplumsal koşulların gereği olarak ortaya çıkmış ve haldeki duruma göre daha ‘geri’ bir toplumsal yapıyı yansıtan anayasal düzeni korurlar.
Dolayısıyla anayasalar bir toplumsal sistemde iki şekilde ortaya çıkar. Birincisi, eskisini gereksizleştiren yeni iktisadi sistemin üretim araçlarını dolayısıyla üretim güçlerini ellerinde bulunduran toplumsal sınıfların öncülüğünde örülen bir toplumsal-tarihsel meşruiyet temelinde yeni siyasi uzlaşının-tabii ki dolayısıyla siyasi yapının- hukuki üst yapısının temel metni olarak. Bu anayasalar demokratik meşruiyete dayanır. Öte yandan eskiyi meşrulaştıran ve tarih sahnesinden silinmesini geciktiren bir hukuki meşruiyet zemini olarak da anayasalar ve onların hukuki kurumsal yapısı söz konusu olabilir.
Sanayi Devrimi ve burjuvazi
Sanayi devriminin tarihsel ivmesiyle kapitalist üretim ilişkilerinin ve tabii ki onun piyasasının ortaya çıkmasıyla, söz konusu tarihsel döneme damgasını vuran, üç büyük burjuva devrimi (İngiliz, Fransız ve Amerikan) böyle bir meşruiyetin ürünüdür ve bu devrimlerin ürettiği hukuki meşruiyet zeminleri ya Anayasalar ya da kalıcı toplumsal uzlaşmaların ürettiği güçlü hukuki geleneklerle donanmıştır.
Öte yandan, bu üç büyük burjuva devriminin çemberinin dışında kalan ama hızla yeni olana adım atmak isteyen toplumlar aşağıdan yeni bir sınıfın (burjuvazinin) ivmesiyle değil daha çok eski toplumun bürokratik yapılarıyla ulus-devletleşmeye ayak uydurmaya çalışmışlardır.
‘Cumhuriyetçilik terimi modern politik düşünce tarihinde rekabet halinde olan, sıklıkla çatışan bir dizi farklı politik eğilimi isimlendirmek için kullanıldı. Thomas Jefferson, hayatının son döneminde Amerikan Devrimi’nin ilk yıllarını ele alırken, ‘ Monarşi olmayan her şeyin cumhuriyetçi olduğunu hayal ettik’ diye belirtir. İngiltere ve Fransa’daki devrimci dönemlerde de bu terim daha geniş değilse bile, kesinlikle eşit genişlikte siyasi duruşlar yelpazesini ifade ediyordu. (…) Üç büyük burjuva devriminin rotası, mülkiyet cumhuriyetinin ortaya çıkışı ve tahkim edilişini yansıtıyor. Bu üç örnekte de anayasal düzenin ve hukukun egemenliğinin kuruluşu, özel mülkiyeti yasallaştırmaya ve korumaya hizmet etti. Bağımsızlık Bildirgesi, Amerikan Devrimi’nin anayasal gücünü kabul ettikten ve yeni, dinamik, açık politik biçimler aracılığıyla ifade edilen bir öz-yönetim mekanizması öngördükten sadece on yıl sonra Federalistler ve Anayasa taslağını çevreleyen tartışmamlar, bu orijinal öğelerin çoğunu kısıtladı ve bunlara karşı çıktı. Anayasal tartışmalardaki belirgin çizgiler, devletin egemen yapısını pekiştirerek yeniden sunmayı ve cumhuriyetin kurucu dürtüsünü anayasal güçler arasındaki dinamik içinde soğurmayı amaçlıyordu.’ [1] Aynı şekilde Negri ve Hard, Fransız Anayasası’nda da mülkiyet haklarının merkeziliğinin belirleyici olduğunu söyler. 1789, 1793 ve 1795 devrimci Fransız anayasalarında devrimci çıkış mülkiyet korumasında son bulur. Tamam, bu doğrudur ama burjuvazinin mülkiyet aşkı öte yandan soyut bir demokrasi ve piyasa arzusuna tekabül eder. Burada devlet birey için vardır ve bireyin mülkiyet temelinde de olsa devlet karşısında üstünlüğü söz konusudur. Bunun tarihsel olarak en somut ifadesi İngiliz Devrimi’ndedir. ‘ İngiltere’de XVI. ve XVII. Yüzyıllardaki Tarımsal kapitalizm, aristokrasinin kapitalist üretime geçme yönündeki istekliliği ile hayat bulmuştur. Bu ülkede aristokrasinin toprak mülkiyeti üzerindeki denetimi oldukça geniştir; ancak Fransa’da olduğu gibi siyasal gücü elinde tutmaz’ [2] Ancak, İngiltere’de aristokrasinin bu merkezileşme ve kapitalistleşme çabası merkezileşmeyi ve birleşmiş bir devlet olmayı güçlendirmiştir. İlkönce Tudor monarşisi sonra da Crown Parliament uygulaması İngiliz Anayasal sisteminin özünü belirlerken ve bir siyasi geçiş dengesi de sağlamıştır. XVII. Yüzyıldaki iç savaş, kapitalistleşen toprak sahipleri ve ticaretle uğraşan yeni orta sınıflar, yani burjuvazi ile monarşi arasındaki bir çatışmadır kuşkusuz; ancak çatışma artık birleşmiş ve merkezileşmiş bir iktidar içindir. [3] Cromwell’in Püriten gücünü arkasına alan cumhuriyeti, yeni kapitalistlerin, tüccarların, toprak sahiplerinin çıkarları ile zanaatkârların çıkarlarını birleştirmeye çalışan bir denge iktidarı idi. Ancak bu iktidar, sanayi birikime ve kapitalizmin ruhuna aykırı idi. Sınai kapitalizm lehine bir çözülme, aynı zamanda, bir iç savaş ve kapitalizmi de aşacak yeni arayışlar idi. İşte bu arayışlar hem yeni burjuvaziyi ortaya çıkarmış hem de İngiliz devriminin bizse geleceği anlatan radikalizmini doğurmuştur. Örneğin İngiliz devriminin radikal unsurları ‘Düzleyiciler ve Kazıcılardı.’ Hill, Püriten devriminin dinsel olduğu kadar siyasal bir mücadele olduğu belirtir. 1649’da ‘cumhuriyet’ ilan edildiği zaman Düzleyicilerin önderleri de kurşuna diziliyordu. Düzleyiciler, küçük ve orta ölçekli mülkiyet sahiplerini, tüccarları ve küçük-arta boy toprak sahiplerini-çiftçileri- temsil ediyorlardı. Mülkiyete karşı değillerdi ancak mülkiyetin tekelleşmesine karşı idiler.
Ancak tekelleşmemiş bir mülkiyeti savunmak da kapitalizmin özüne ve yolculuğuna aykırı idi. Bunun için ilk büyük burjuva devriminin yenilen- belki de- en radikal grubu arasında yer aldılar ama Düzleyicilerin savundukları görüşler, ( vergi adaleti, genel oy hakkı, rekabetin özel mülkiyetin kökeni olması, dinsel hoşgörü ) İngiliz burjuva devrimine katkı yaptı ve yazılı olmayan anayasaya geçti. İngiliz Devrimi’nin bir diğer radikal grubu Kazıcılar’dı. Bu grup, ütopik sosyalizmin babası sayılabilir. Ancak İngiliz burjuva devrimine bugünden bakarsak, devrimin ortaya çıkardığı arayışın kapitalizm sonrası arayışlara hizmet ettiğini görürüz. İngiliz devrimi, sanayi burjuvazisinin ‘sonsuz’ gelişimine tarihsel olarak ayak bağı olmayacak, aksine onun önünü açacak her türlü ‘demokratik’ katkıyı doğal olarak kabul etmiş ve burjuva demokratik cumhuriyetin bir unsunu olarak içselleştirmiştir. Bu tarihsel olarak güçlü bir burjuvazinin de gelişmesine ve hızla sınırlarının ötesine yayılmasına yol açmıştır. Böyle olunca burjuvazi devlet ilişkisi, devletin ‘burjuvalaşması’ ve devletin ‘bireyin’ üstünde ona rağmen fiziki bir kurumsal varlık olarak konumlanmasından çok ayrı olarak gerçekleşmiştir.
Ancak, gecikmiş ulus-devlet kuruluşunda zayıf burjuvazi ‘eski’ ile bağlarını bu kadar kolay kopartıp, mülkiyet aşkına da olsa, bireyi devletle korumamış daha doğrusu devleti bireye karşı konumlandırmıştır. Böyle olunca geç kalmış ulus-devlet kuruluşunun anayasa süreçleri demokratik olmayan süreçlerin anayasa ile meşrulaştırılması olarak okunmalıdır. Doğaldır ki, bu anayasa süreçleri, aynı zamanda bürokratik anayasa yapım süreçleridir ve bu bürokratik süreçler, o ülkede sermayenin haldeki birikim rejimini ve hâkim sınıfların bürokratik-militarist yapı ile ortaklığını anlatır. Türkiye’de de böyle olmuştur.
Türkiye Bağlamı
1) Başlangıç: 1924 Anayasası
Türkiye’de bütün Anayasa süreçleri ve bunların sonunda yapılan Anayasalar, aslında o dönem geçerli olan sermaye birikim rejiminin temel karakteristikleri üzerinden şekillenmişlerdir. Türkiye’de sermaye birikiminin, devlet ağırlıklı ve yukarıdan Prusya tipi bir geçişle başladığını söyleyebiliriz.
Türkiye’de 1876 Kanuni Esasiyle başlayan bir anayasa süreci olduğunu kabul edebiliriz. 1876 Anayasası egemenliğin padişah ve bürokrasi arasında paylaşımını ifade eder ve aslında bu yönüyle giriş bölümünde anlattığımız bürokratik anayasa yapım süreçlerinin de başlangıcıdır. Ancak buna rağmen 1876 Anayasası Osmanlı’nın ademi-merkeziyetçi sisteminin özelliklerini bünyesinde taşır.
Feroz Ahmed, Osmanlı İmparatorluğu 20. Yüzyıla, 1900’de değil gerçek anlamda 2. Abdülhamit’in otuz yıl önce rafa kaldırdığı anayasayı yeniden yürürlüğe koyduğu 23 Temmuz 1908’de girdi der. [4] Aslında bu süreç Ahmed’in şu sözleriyle daha özlü anlatılabilir; İmparatorluğun ekonomik liberalleşmesi ve dünya ekonomisine eklemlenmesi sonucunda ortayı çıkan bir ticari-endüstriyel Müslüman orta sınıf çıkmadığı için Babıâli, bürokratların biçimlendirmekte olduğu yeni devlete tamamen bağlı olacak yeni bir sınıf yaratmak amacıyla toprak sahiplerine yöneldi. 1858 Arazi Kanunnamesi, toprağın özel mülkiyete geçişi açısından önemli bir adım oldu. Daha önceleri, 1847’de Babıâli, çiftçilerin atıl devlet arazilerine ekim yapabilmesine olanak veren bir yasa çıkarmıştı. [5] Bu süreç, hem 1908 devrimine giden yolu açtı hem de devrim sonrası süreci sürükleyecek bir orta sınıf oluşturdu. Dolayısıyla 1876’ya giden yol 1839–76 arası bu yeni ekonomik çıkışın reform ısrarıdır ki Tanzimat’ı doğurmuştu.
Bu sürecin doğal sonucu 1921 Anayasası idi. 1921 Anayasa’sı Osmanlı İmparatorluğunun dinamiklerini kabul eden ama Ankara’da toplanan meclisin meşruiyetini sağlayan bir çıkıştı. Bu anlamda 1921 Anayasa’sı siyasal işleyişin merkezine meclisi yerleştirir. [6] Meclisin kendisi aynı zamanda hükümettir. Mustafa Kemal ve ekibi, meclisin işleyişini sağlamak için Osmanlı İmparatorluğu’nun o ana değin yeni bir toplum ve çıkış oluşturmak için ortaya çıkan bütün dinamikleri kapsayacak bir uzlaşı aradılar. ‘ Mustafa Kemal ve ekibi, (Müdafaa-i Hukuk Grubu) gerekse İslamcıları, liberalleri, ademi merkeziyetçileri içinde barındıran, oldukça eklektik ve dağınık olan ikinci grup, her bir tartışma ve öneride neyin üzerinde uzlaşabildilerse buna anayasa dediler. [7] Bu anayasa sadece 24 maddelik bir metindi. Farklılıklar, kimlikler, kültürler, diller ve milliyetler hakkında hiçbir şey söylemeyen sadece milletten söz eden, egemenliği millete özgüleyen bir anayasa idi. Ve tabii ki bu anlamıyla demokratikti. Yine bu anayasanın hiçbir maddesinde Türk kelimesi geçmez ve devletin dini İslam’dır diye bir ifade de yoktur.
Ancak, 1924 Anayasası’nda bütün bunlar yer alır. Millet kavramı kaybolur. Türk Milleti gelir. Anayasanın 5. bölümünün ismi Türklerin Kamu Haklarıdır ve bu bölümün ilk maddesi 68 madde şöyle başlar ‘ Her Türk hür doğar, hür yaşar’ Türk olmayanların nasıl doğduğunun cevabını, devlet pratikte gayet açık bir şekilde verir. [8] Şunu söyleyebiliriz: 1924 Anayasası ile hem tek parti diktatörlüğüne giden yol açılmış hem de Türkiye’de ‘milli iktisat’ dönemi başlamıştır ki bu, 1960, 1982 anayasalarının kökenidir. Tabii ki 1945’e kadar Türkiye’de devlet patiklerine baktığımızda özgün bir faşizm deneyimi olduğunu görürüz ki bu da 1924 Anayasası’na dayanır.
2) Anayasalar ve Türkleştirme-milli iktisat
Halil İnalcık verdiği bir söyleşide, Türkiye Cumhuriyeti’ne Osmanlı İmparatorluğu muamelesi yapılamayacağını belirttikten sonra şöyle demişti: “Türkiye Cumhuriyeti belli bir etnik grubun devleti olarak doğdu. Tamamen antitez olarak geldi. Milli devlet, milli birliği kurmak için milli tarih üzerinde yoğunlaştı. Şimdi soru şu: Sayıları milyonları bulan azınlıklar var. Bunlar kendi milli bilincini oluşturdu. “Türk milletinin parçası değiliz” hissiyatı doğdu. (…)
Cumhuriyet, Atatürk zamanında Türk devleti ve Türkiye olarak kuruldu.”
O zaman bu toprakların artık yalnızca Türklerin olmadığı tarihsel gerçeği bugün politik bir durum olarak ortadaysa ne yapacağız? Soru budur ve bu soru 85 yıllık bir paradigmanın ve o paradigmayı oluşturan ideoloji ve o ideolojinin ürettiği kurumların sonudur. Tabii tam burada bu kurumları koruyan ve belki de onları var eden hukuk örtüsünü açmak ve tümüyle ortadan kaldırıp yenilemek zorundayız. Halil İnalcık’ın dediği gibi Türkiye Cumhuriyeti’ne Osmanlı İmparatorluğu muamelesi yapamayacağımıza göre, 21. Yüzyıl gerçeğinde, 19. Yüzyıl’ın tek ırka dayanan arkaik ulus-devlet paradigmasını taşıyan ve sürükleyen hukuki üst-yapıyı bu üst yapının kurumlarını ne yapacağız; ya da burayı nasıl dönüştüreceğiz… Bu soruya yanıt vermek için tarihe bakmamız gerekiyor.
Aslında Cumhuriyet Osmanlı’nın sürgit bir devamı olmamasına karşın, Türkleştirme ve Türkleştirmeye dönük mülkiyetle ilgili düzenlemeler Cumhuriyet’ten önce başlamıştı. Osmanlı burjuvazisi ve bürokratik orta sınıfı, büyük ölçüde gayrimüslimlerden oluşuyordu ve bu grup, devletin modernleşme girişimlerinin arkasındaki toplumsal güçtü. [9]Ancak 1890’lardan sonra artan ticarileşme, arazi üzerinde artan rekabeti ve toprağa talebi öne çıkardı. Ticareti ve ekonomik gücü elinde tutan gayrimüslimler, toprak ve özel mülkiyet talebinde bulunmaya başladılar. Bu talepler, 1910’a kadar bu sınıfların etkisi ile liberalleşme rüzgârını da arkasına alarak karşılanmaya çalışıldı. Ancak 20. yüzyılın başında imparatorluk döneminin bitmesi ve ulus-devlete dayanan sermaye birikiminin Avrupa’da öne çıkmasıyla Osmanlı’da da Türk elitlerin ve devletin Türkleştirme politikası öne çıktı. [10]
1930–1950 arası aslında Balkan Savaşları ve Cihan Harbi sırasında başlayan sermayenin Türkleştirilmesi sürecinin devamıdır. Bu anlamda bu dönem; yani tek parti dönemi, faşizmden izler taşır ve bu izler bütün bir döneme damgasını vurur. Örneğin bu dönemi karakterize eden en önemli olay 1942’deki Varlık Vergisi uygulamasıdır. Bu uygulama ekonomik değil, siyasi bir karardır. 1915’in devamıdır. Bütün bu dönemi Sait Çetinoğlu “ Ekonomik ve Kültürel Jenosid: Varlık Vergisi çalışmasında anlatır.
Bu servetin zor yoluyla el değiştirmesinde ve Türkiye’de devlet zoruyla Türk burjuvazi yaratma konusunda özgün ve acımasız bir örnektir. Bu uygulamadan sonra oligarşi içindeki asker-sivil bürokrasi ağırlığını artırmıştır. Çünkü servetin zorla el değiştirmesi yeni zenginlerin hamilerini daha fazla gerekli kılmış; yapılan soygunun koruyucu olarak militarist yapı gücüne güç katmıştır. Tek parti dönemi ve zulmü oligarşi içindeki militarist yapının güçlenmesine yol açarken paradoksal olarak da yıpranmasını sağlamıştır.
Türkiye’de asker ve sivil devlet bürokrasisi DP iktidarına rağmen, yine de suyun başını tutmuştur. Bu aynı zamanda 1960 darbesine giden yol ve tabii ki 1960 Anayasası’dır.
Oktay Yenal buna rant devletçiliği der.[11]
Devlet ekonominin bir unsuru değil, kendisidir. Yine Yenal bu devletçiliği üçayağa oturtur. Denetleme, rant dağıtma ve enflasyoncu finans ayağı. Denetleme ve rant dağıtma ayakları Osmanlıdan beri devam eden müesseselerdir. Yani devlet elitleri kendi çıkarları ve refahları doğrultusunda ilkönce kaynakları ve üretimi denetliyor-yönlendiriyor sonra da elde edilen artığı bir rant olarak paylaşıyor. Bu açıdan Osmanlı-Cumhuriyet bürokrasisi aslında devamlılık arz eder. 1950’ye kadar devlet, denetleme ve rant dağıtma ekonomisi ile ayakta durur. Bu iki ekonomiye 1950’den sonra yeni bir kardeş gelir. Enflasyoncu finans. Aslında enflasyon, başından beri bir gelir aktarım mekanizması olarak, Türk burjuvazisini yaratma aracı olarak kullanılmıştır. 1950’den sonra Yenal’ın enflasyon vurgusu yapması, ticaret burjuvazisinin bir bölümünün sanayileşmeyi ve zamanın kontrol sanayilerinde uluslar arası sermaye ili işbirliği yaparak öne çıkmaya başlamasıdır. Bu yapıya Demokrat Parti iktidarı enflasyon yolu ile kaynak aktarmıştır. Bu kesimin uluslar arası sermaye ile birlikte yatırım yapacak güce ulaşması için Türkiye’de iktidar değişikliği gerekecektir. Yani 27 Mayıs darbesi, Türkiye’de toprağa ve ticarete dayalı zenginlikten sanayiye ve uluslararası ilişkilere dayalı zenginliğe geçişin adımıdır. Bu adım Koç’ları yaratmıştır. The New-York Times 1970’lerin başlarında Koç Holding’e ilişkin bir yorumunda “ Türkiye’de iş âlemi üç sektöre ayrılmıştır. Devlet sektörü, özel sektör ve Koç sektörü”diye manidar bir yorum yapmıştır. Koç Holding bugün tek başına ülkemizde yerli sermaye birikimi yok tezini çürütmektedir. Koç’un bugün 30’un üzerinde ülkede yatırımı var ve 100’der fazla ülkeye ihracat yapıyor. Koç’un niceliksel büyüklüğü ifadesini bulan süreç, aynı zamanda çok yaman bir sömürü sürecidir.
Bu açıdan, Türkiye’de kapitalizmin gelişimi egemen sınıflar arasında bir iktidar mücadelesi olduğu kadar, bir Türkleştirilme ve tabii ki-doğal olarak- yoğun sömürü sürecini içerir. Bu aynı anda yoğun bir sermaye temerküzü sürecidir. Ancak bu süreç, gümrük duvarlarıyla örülmüş, içe kapalı bir ekonomi modeli gerektirdiği için, hem askeri vesayetin sürekliliğe gerek duymuş hem de bu süreci darbelerle tahkim ederek anayasalarla meşrulaştırarak sürekli kılmıştır.
Özellikle planlı dönem ve ithal ikameci süreç emek-yoğun bir sermaye birikimini gerektirmiştir. Yine bu dönem, bu bağlamda, sendikalaşma ve işçi mücadeleleri açısından da buna tekabül eden bir zenginliği barındırır. Yine Koç’a dönersek bu örnek, Türkiye’de tekelci sermayenin ve Türkiye’nin 1960’lardan başlayan darbeler ve yeni sömürge sürecinin somut ifadesidir. Ancak yine bu süreçte, her zaman olduğu gibi devlet ekonominin ve “zenginleşmenin” içinde olmuştur. Enflasyoncu gelir aktarım mekanizması 1960’lardan başlamak üzere 1980’ dönüşümüne kadar bilerek işletilmiştir.
Bu anlamda Yenal’ın enflasyoncu finansı, devletin elitlerinin ve yeşermeye çalışan yerli-burjuvazinin devlet eliyle finanse edilmesidir. Yine Yenal buna para devletçiliği der. Çünkü bütçenin yetmediği yerde banknot matbaası devreye giriyordu. Böylece fiyatlar aniden yükseliyor; o zamanlar ticaret ve stokçuluktan başka bir şey bilmeyen burjuvazi palazlanırken, devlet elitleri de şişen bütçeden, en az ticaret burjuvazisi kadar, pay alıyorlardı. Denge şöyleydi; Asker-sivil bürokrasi-feodal yapı-ticaret burjuvazisi. Bu “nispi denge” 1960 da biraz, 1970 de ise tamamen dağıldı. 1950–60 arası enflasyoncu-finans ile palazlanan ve sanayileşen büyük burjuvazi asker bürokrasisini yanına alarak feodal-ticari unsurlara karşı darbe yaptı. Burjuvazinin en ileri ve gelişmiş kesiminin, ona ayak uyduramayan ittifaklarını tasfiye harekâtı olan 27-Mayıs darbesinin aslında “ilerici-demokrat” bir yanı olmadığı, buz gibi darbe olduğu en çok bugünlerde anlaşılıyor. 27 Mayıs’ın çarpık bir ekonomi, güdük bir burjuvazi ve cuntacı bir gelenek yarattığı en çok bugün belli değil mi? 12 Mart ve 12 Eylül bu geleneğin mirasıdır. Bu anlamda 1961 Anayasa’sı 1924’ün devamıdır ama 82 Anayasa’sı da hem 1924 hem de 1961’ın devamıdır.
3) Yeni Anayasa’nın küresel-yerel dinamikleri
1980 dönüşümü ve onu tamamlayan 12 Eylül faşizmi devlete bağlı ekonomik yapıyı hızla çözerken ekonomiyi yine emek-yoğun sömürünün üzerine oturtmuştur. 24 Ocak kararları aslında Türkiye’de zenginliğin kollayıcısı asker-sivil bürokrasinin iktidardan tasfiyesinin-paradoksal olarak- başlangıcıdır.
Türkiye’deki bu “garip, otarşik” yapı ve onun ürettiği sistem, başta Amerika olmak üzere “hegemonyanın” işine geliyordu. Ama artık, bu çürük yapı, yeni oluşmakta olan, kapitalizmin yeni küresel hegemonyasını çok rahatsız ediyor.
Türkiye’de, gerici oligarşik yapı çözülmeden dünya 2008 krizinden çıkamayacak. Bu, 21. yüzyılın en önemli gerçeklerinden birisi. Kapitalizm, bir sistem sonuçta ama kendisini yenileyecek dinamikleri içinde barındıran ve bu sayede kendisini şaşırtacak kadar çabuk yenileyen bir sistem. Bu sistemin işlemesi için birtakım kuralları var ve bu kuralları üretecek, denetleyecek kurumlara ihtiyaç duyuyor. Piyasa mekanizmasının işlemesi, buna uygun hukuk sistemi ve siyasi yapıların oluşması ve bunların doğru işlemesi ile olanaklı.
Artık kapitalizm, küresel bir temelde kendini üretirken, hiç olmadığı kadar, piyasanın aksamadan işlemesine ihtiyaç duyacak. Devletlerin ekonomik sistemdeki ağırlığının, bundan böyle, daha hızlı olarak azaldığını göreceğiz. Ama bu gerçekle birlikte sistemin küresel yeniden üretiminin merkezi Batı’dan Doğu’ya kayıyor. Türkiye, artık hem bu “Merkez Doğu’nun” merkezi, hem de sistemi yeniden oluşturacak dinamiklerin merkezi. Bu gerçeği görmeden Türkiye’de şu sıralar olup biteni değerlendirmemiz imkânsız. Çok basit olarak söyleyelim; Türkiye’de, şimdiye kadar, var olan sistem, kapitalizmin yeni dönemine uygun değil. Türkiye’deki kurumlar, çarkın dişlilerine kaçacak taşlar gibi ortada duruyor. Tabii bu kurumları ayakta tutan ve adeta bir çimento işlevini gören tutkal-yapı da hukuk sistemi… Bu bağlamda bu sistemde yaklaşık 10 yıldır önemli gedikler açıldığını görüyoruz.
Tabii ki açılan en önemli ve en büyük gedik 12 Eylül 2010 referandumu sonucu oluşan Anayasa tadilatıdır. Kim ne derse desin işte bu sistem şimdi çözülüyor. Bu yapının 21. yüzyıl kapitalizminin tam kalbinde, varlığını sürdüremeyeceğini artık anlamamız lazım. Bunu anlayamamak ve süreci geciktirmek Türkiye’nin çok önemli tarihî fırsatları kaçırmasına neden olacak. Şunu bilmek gerekiyor; dünyanın bugünkü koşullarında Türkiye, Cumhuriyet’i restorasyona tâbi tutarak bu toz duman arasından çıkamaz. Artık ya hep ya hiç eşiğine geldik. Restorasyon, artık Türkiye için faşizmin karanlık tünellerinde yolculuk anlamına gelecektir. Bu, Cumhuriyet’in bütün kurum ve yapılarıyla demokratikleşmesi basit bir restorasyon meselesi olmaktan çıktı. Bu olan biteni ve özellikle hukuk sistemindeki değişiklikleri hâlâ cemaat operasyonu ya da oligarşinin iki kutbunun iktidar savaşı olarak görenler varsa, çok ama çok yanıldıklarını söylemek gerekiyor.
4) Yeni Anayasa’nın sınıfsal (iktisadi) dayanakları ve ‘yeni’ burjuvazi
Bugün yeni anayasa tartışmalarında en çok sorulan soru, bu işin olmayacağı, eleştirisi ile birlikte, ‘peki ama kim yapacaktır’ Bizce bu sorunun yanıtı net ama tabii ki bu net yanıt uzunca bir değerlendirmeyi gerektiriyor hatta içeriyor. Bunun için biraz geriye 1980’e gidelim ve Türkiye’nin sanayisinin durumuna bakalım.
1980’e gelindiğinde imalat sanayiindeki istihdamın yüzde 35’i, katma değerin de yüzde 43,5’i kamu sektöründen kaynaklıydı. Bu zamana değin, Anadolu sermayesi olarak adlandırılan yerel sermayeleri ise sanayide devlet ve büyük sermaye ile girdi-çıktı ilişkilerine girip girmemesine göre gruplandırmak olanaklı görünmektedir. Girdi-çıktı ilişkilerinde iki farklı biçim gözlenebilir: (1) Yerelde üretilen hammaddelerin ilk aşama sınaî işlemden geçirilmesinden sonra gerekli yerlere aktarılması, (2) büyük sermaye veya devlet tarafından üretilen yarı-mamul malların montaj vb. işlemlerden geçirilerek yerel-bölgesel pazara sunumu. Bunların dışında, yerel-bölgesel pazara yönelik olan gıda, dokuma, ağaç ürünleri ile taş-toprağa dayalı sanayi gibi küçük ölçekli, küçük sermayeli, düşük katma değerli geleneksel sanayilerde uzmanlaşmış bir kesimin de yaşam alanı bulabildiği, hatta bunlardan bazılarının ‘orta’ sayılabilecek büyüklüklere eriştiği görülmüştür.
İşte bu işletmelerin birçoğu 1980’den 2001 krizine giden süreçte, yalnız iç pazarı değil, konjonktür gereği, dışarıyı da düşünerek çok önemli adımlar atarak, Türkiye’de geleneksel sermayenin tamamlayıcısı ve bayisi olmaktan çıktılar.
2001 krizini takip eden süreçte, Anadolu’da yapılanan ve çoğu KOBİ ölçülerinde olan bu işletmeler hızla kurumsallaşarak küresel rekabetin ve teknolojinin gereklerini yerine getirmeye başladılar. Özal’la başlayan bu süreç 2001 krizi sonrası ve Ak Parti iktidarları döneminde daha belirginleşerek devam etti. 1950’lerden sonra “resmen” uygulanmaya başlanan ithal ikameci dönemde, Anadolu’nun “zenginleri” İstanbul, İzmir gibi kentlere sanayici olmak için gitmişlerdi. Ancak Özal dönemi sonrası doksanlı yılların başında bu zenginler Anadolu’da yatırım yapmak için geri döndüler.
Ancak Türkiye genelinde, 1980 sonrasında burjuvazinin iç bileşenlerindeki dengeler bakımından nasıl bir değişim yaşandığına bakıldığında, sektörel açıdan finans ve ticaret sektörlerinin sanayi ve tarım aleyhine bir ağırlık kazandığı görülmektedir. Ancak, bu söylenenler, yatay ve dikey bütünleşmesini tamamlamış büyük holdingler için geçerli değildir. Büyük sermayeli sanayinin 1980 sonrasında tekelci-oligopolcü fiyatlama sayesinde kar oranlarını önemli oranda artırdığı saptanmaktadır. Sanayi sektörünün finans ve ticaret karşısında gerilemesi daha çok küçük ve orta büyüklükteki sanayi sermayesi için geçerli olduğunu söyleyebiliriz.
Ancak bu saptama, büyük ölçüde, 2000’li yıllardan sonra hızla geçerliliğini yitirmeye başlamıştır.
Sonuç olarak, 1980 sonrası dönemde sermayenin önemli oranda tekelleştiği, özellikle İstanbul’da üslenen, holding biçiminde örgütlenmiş, finans, ticaret vb. ayaklarını oluşturmuş, yabancı ortaklı kesimlerinin ağırlığını artırdığı görülmektedir. Bunun yanında, Türkiye’nin dünya ekonomisi ile eklemlenme biçiminde yaşanan gelişmelere bağlı olarak, ilkönce tekstil, mobilya, gıda ve hammadde yoğun sektörlerde yoğunlaşan, daha sonra da makine ve maden gibi ağır sanayiyi içeren alanlarda dış pazarlara dönük üretim yapan, küçük-orta ölçekli bir sanayi sermayesi de gelişebilmiştir.
İşte bu ikinciler hızla Türkiye’yi dünyaya bağlama doğrultusunda adım atarak, Türkiye’deki demokratikleşme sürecini desteklemiş ve son on yılda Türkiye’de dışa açılmayı ve AB üyeliği perspektifini -neredeyse- geleneksel sermayenin elinden almışlardır.
Sonuç yerine: Tarihsel ve güncel gereklilik
Avrupa’nın krizi, hiç şüphesiz, Türkiye’nin önemini artırıyor. Artık Avrupa’nın genişlemesi Türkiye üzerinden olacaktır. Bu kriz ortaya çıkardı ki, Avrupa temel ekonomik dinamiklerini önemli ölçüde yitirmiştir. Bu önemli gelişme, sistemin yeniden yapılanmasının doğu merkezli olacağının işaretlerinden birisidir. Buradan hareketle şunu söyleyebiliriz: Bu kriz zenginliğin kaynağını değiştiriyor. Zenginliğin kaynağının değişmesi ise çok basit bir değişimi anlatmıyor. GM, Ford gibi yapıların var olan üretim zincirlerini değiştirmek zorunda kalmaları krizi anlattığı kadar kapitalizmin yeni dönemini de anlatıyor. Zenginliğin ancak serbest piyasa ortamında yapılacak üretimle olacağını, “Ulusların Zenginliğinde” Adam Smith anlatmıştı.
Adam Smith’in kuramını oluşturduğu dönem, üretime dayalı sermaye birikimini ve “serbest rekabeti” anlatır. Bu yıllar, yani 1700’lerin başı ve sonu arasında geçen dönem, İngiltere ve Kara Avrupa’sında yeni bir sistemin oluşmaya başladığı dönemdir.
Devrim niteliğinde bilimsel buluşlar, bu buluşların getirdiği teknolojik gelişmeler ve bu gelişmelerin edebiyat, müzik gibi üst düzey sanatsal alanlarda kendini göstermesi yeri bir dönemi anlattığı kadar, insanlık tarihinin en önemli ve köklü “sıçramasını” anlatıyordu. Burjuva sınıfının doğuşu ve Schumpeter’in deyişiyle yıkıcı yaratıcılığı devreye girmişti.
Yeni ticaret yollarının hızla açılması, Britanya’nın bir imparatorluk olarak yükselişi ve Amerikan kolonilerinin bağımsızlık savaşı kapitalizmin ilk önce ticarete sonra da sanayiye dayalı egemenliğinin temellerini atıyordu.
Kapitalist piyasanın kendiliğinden dengesini kapsamlı olarak anlatan bu anlamda klasik iktisadın başyapıtı sayılan Smith’in “Ulusların Zenginliği,” “zenginliğin,”önündeki en büyük engelin devletin piyasanın doğal işleyişine müdahalesi olduğunu söyler.[12] Smith’e göre; “doğal özgürlük” ortamında devletin başlıca işlevi adalet ve hukuk düzeni, ulusal savunma ve bazı kamu kurumlarının alt-yapı yatırımlarını sürdürmesi olmalıdır. Ancak Smith zamanında tekel hakkı merkantilizmin devletten elde ettiği imtiyazlarla sınırlıydı. Teknolojiyi üreten ve teknoloji rantıyla büyüyen karteller ve emperyal devlet kapitalizmiyle Smith tanışmamıştı.
Ancak kapitalizmin işleyişi Smith’in teorisini yerle bir etti.
Kara Avrupa’sı, kendi iç dinamikleriyle hızla gelişen, sömürgelerle birlikte rekabet edilemez bir ticaret ağı ve sanayi yapısı kuran Anglosakson egemenliğine karşı, devleti öne çıkaran ve kendi gecikmesini devlet kapitalizmi ve yayılmasıyla telafi eden başka bir yolu seçti.
Almanya’nın daha sonra İtalya ve İspanya’nın bu yönelimi, Smith’in serbest rekabetçi kapitalizminden çok ayrı ama daha kanlı bir dünyanın kapılarını açtı. Zenginliğin kaynağı “serbest rekabetçi” sanayi üretiminden tekelci devlet kapitalizmine geçmişti.
1860’da Almanya, sınaî üretimin değeri bakımından, Britanya, Fransa ve ABD’nin arkasından dördüncü sıradaydı. 1913’e, yani birinci savaşın hemen öncesinde, Almanya 1860’da 2 milyar mark olan sanayi üretimini 20 milyar mark’a çıkararak, ABD’den sonra sanayi üretiminde ikinci sıraya yükseldi. Demir-çeliğe dayanan silah sanayi Alman sıçramasını gerçekleştiriyordu.
Alman birliği ve Nazizm, yeni bir zenginliği ve dönemi anlatıyordu. Faşizm ikinci savaşla birlikte yenildi; ama aynı zamanda insanlığa devletçi kapitalizmin en uç uygulamasının mirasını bıraktı.
İkinci savaş sonrası tekelci devlet kapitalizmi, hem yıkılan Avrupa’yı yeniden inşa etti; hem de Amerika’nın ekonomik ve siyasi egemenliğini anlatan ve bizi bugünkü krize götüren yeni sömürgeciliği hâkim kıldı. Bu zenginlik, aslında Nazilerin zenginlik anlayışının kaynağı olan devlete, demir-çelik sanayilerine, daha sonra petrol ekonomisine ve savaşa dayanıyordu. Şimdi bu ekonomi bu krizle birlikte kesin olarak bitti.
Türkiye’de de, bu krizle birlikte, kendini yenileyemeyen, eski ölçekte ve anlayıştaki işletmeler ortadan kalkacak; bu zorunluluk. Zenginliğin yeni kaynağı, ne petrol, ne şişirilmiş finans ne de savaş sanayine dayalı demir-çelik endüstrisi. Zenginliğin yeni kaynağı bilgi ağları, iletişim, nano teknoloji ve ötesi.
Örneğin, küresel geniş bant patlaması hiç dinmeyen bir hızla sürüyor.
Önümüzdeki on yıllık bir perspektifte medya sektöründe, dijital ve mobil iletişim araçlarının ve internet ağlarının ağırlığının artacağı bekleniyor.
Önümüzdeki beş yıl içinde Asya- Pasifik ve Latin Amerika ve Ortadoğu ile Afrika en hızlı büyüyen bölgeler olacak. Her iki bölgede de internet reklâmcılığı, internet erişimi harcamaları, TV yayıncılık aboneliği ve lisans ücretleri, video oyunlarında çift haneli büyüme rakamları bekleniyor. Doğu ve Orta Avrupa ile Orta Doğu/Afrika bu bölgedeki büyümeyi tetikleyecek.
İşte krizden çıkış buralardadır. Zenginliğin yeni kaynağı da bu alanlardır.
IMF’nin, 2026 yılına değin, ülke ekonomilerin büyüme ve dünya GSYH’sından alacakları payları tahmin eden raporu, çok önemli bir gerçeği ortaya koyuyor: Artık gelişmiş ülke, gelişmemiş ülke farklarını giderek ortadan kaldıracak yeni bir sürece giriyoruz.
Bu süreç, finans sermayesinden başlamak üzere sermayenin yeniden yapılanmasını ve buna bağlı yeni sermaye birikimini gündeme getirecek. Bu gelişme özellikle Türkiye için çok önemli; çünkü Türkiye’deki hâkim sermaye yapısının ilkönce kabuk değiştirmesi sonra da tümüyle yenilenmesi, Türkiye için, bir müddet sonra, çok önemli bir siyasi değişimin de habercisi. Yeni bir para ve finans sistemi G-20’nin kurumsallaşmasıyla mümkün ancak bu mutlaka olacak ve bu finans sisteminin merkez ülkelerinden birisi, hiç şüphesiz, Türkiye. Bunun dışında yeni dönemin enerji yolları Türkiye’de kesişiyor. Ceyhan petrol dâhil enerji fiyatlarının belirlendiği ve enerjinin yeniden değerlendirilip dağıtıldığı çok önemli küresel bir enerji merkezi olacak. İran ve Irak’ın bütün bu konsepte uygun ekonomik ve siyasi yeniden yapılanması ve Ortadoğu’nun yeni dengeleri Türkiye’nin siyasi şemsiyesi altında gerçekleşecek.
Çok değil 2017’de dünyanın yeni ekonomik lideri Çin. IMF’nin, Dünya GSYH’sından aldıkları pay itibariyle en büyük ekonomileri sıralayan listesindeki ilk 15 ülke içinde Avrupa’dan sadece dört ülke var. Türkiye, burada 13. sırada. Ancak, yukarıda ki gerçekleri göz önüne alırsak, Türkiye, önümüzdeki on yıl içinde, ilk 10 büyük ekonomi arasına girecek. Çünkü IMF’nin raporunda, Türkiye’nin 13. sıraya yükselmesi İspanya, İtalya ve Kanada’nın geriye gitmesiyle oluyor. Eğer enerji ve finans da, beklenen gelişmeler gerçekleşirse, Türkiye’nin ekonomik dengeleri çok daha radikal bir değişime uğrayacaktır.
Aslında Avrupa ekonomisi artık, Almanya, Fransa ve İngiltere olmak üzere üç merkezin üstünde duruyor. Bu üç ülkede, sanayi alanında, hızla eski yerlerini terk ediyorlar.
Türkiye, özellikle makine sanayinde Almanya’nın yerini almaya aday gözüküyor.
Türkiye sanayisi bu krizde istihdam kaybına uğradı ama İspanya gibi temel dinamiklerini yitirmedi; tam aksine AB pazarına alternatif yeni pazarlar yarattı.
Seksenli yıllarda ama daha çok doksanlı yılların başından itibaren Körfez ülkelerinde biriken sermaye, yatırımlarını, şimdi çok zor durumda olan ve bazıları batmış olan Amerikan yatırım bankaları aracılığıyla Anglosakson finans sermayesi çerçevesinde değerlendiriyordu.
Bu yatırımların ancak bir bölümü Kara Avrupası merkezli sanayi şirketlerine gidiyor; büyük bir bölümü de ABD’yi finanse etmek üzere, dolar bazlı kâğıtlara gömülüyordu. Körfezin ve Suudilerin petrol kaynaklı birikimleri, Rus oligarkların enerji ve devlet yağmasından gelen birikimleriyle birleşerek ilkönce Amerika’ya gidiyor; bu paralar Amerikan Hazinesi ve Enron gibi skandal-naylon Amerikan şirketleri arasında paylaşıldıktan sonra, kalan, milyar dolarlık hedge fonları ellerinde bulunduran “para sihirbazları” aracılığıyla “gelişmekte olan” pazarlara yönlendiriliyordu.
Bütün bu süreçte Çin gibi ülkelerde dolar ve Amerikan Hazine kâğıdı alarak, Amerikan militarist sanayisini ve şişen Mortgage ve Wall-Mart ekonomisini beslediler.
Bu sürecin sürdürülebilir olup olmadığını bir kenara koyun, sürecin kendisi, kapitalizm için bile akıldışı ve çarpık bir yapıyı yaratarak, temel ekonomik dinamiklerini kaybetmiş bir Avrupa ve borçla yaşayıp dünyayı tehdit eden bir Amerika’yı insanlığın önüne koyup bıraktı.
Bütün bu gelişmeler, Türkiye’de dışarıya açık, küresel rekabet edebilir bir ekonomiyi ve bunun aktörlerini gerekli kılıyor. Prof. T. Ash, bu bağlamda Türkiye ile ilgili çok önemli bir tespit yaptı; Ash,‘gerçek liberal düzenin tesisi için Türkiye’nin AB’ye üye olması şart’dedi. Bu gerçek şüphesiz demokratik bir meşruiyet yani yeni bir anayasa gerektiriyor.
Türkiye, hem AB üyeliği politikasını belirleyici bir etkinlikte sürdürmeli hem de Ortadoğu’da, adımlarını sıklaştırıp daha da etkin olmalı. Ayrıca AB’nin bu haliyle bittiğini kabul etmeliyiz.
Geçen gün Orhan Pamuk AB projesi çöktü dedi, herkes tartışmaya başladı. Bir kere AB’yi ‘proje’ sanma anlayışını çok anlamadığımı söyleyeyim. AB, ulus-devletlerin birlik ‘projesi’ değildir; belki, 2. Dünya Savaşı ve faşizmler yüzünden erken keşfedilmiş bir yeni sermaye birikimi ve buna uygun siyasi yapılanmadır. Zaten bu yapılanma, onu yanlış bir şekilde kuran ve yürütmeye çalışanların elinde patladı bugün. Çünkü AB, her biri başına buyruk, bir ulus-devletler topluluğu olamaz. Yeni bir bölgesel kıta devleti olmak zorunda. Böyle de olacak. Kıta devletleri, bu devletleri ayakta tutacak eksen devletler ve federal yerel devletler yapılanmasına gidiyoruz. Bu, Türkiye odaklı ama ‘milli’ olmayan yeni bir burjuva sınıfı demektir aynı zamanda. Bu yolculuğun taşıyıcısı şimdilik bu sınıftır.
Ayrıca bu yeni sınıf Türkiye’de piyasanın süreci belirlemesini, devletin ekonomide mümkün olduğunca düzenleyici ve rekabeti sağlayıcı yönde müdahale de bulunmasını istiyor.
Bugün Türkiye’de devlet bürokrasinden ayrışarak, buradaki tarihsel ortaklığı bitiren yeni burjuva sınıfı,
- Yansız, ideolojisiz ve etnik vurgusuz,
- Kadın-erkek eşitliği temelinde bir siyasal katılımı esas alan,
- Doğaya saygılı, yaşanabilir bir gelecek tasavvurundan hareket eden,
- Adaleti ve eşitliği öne çıkaran,
- Toplumu ve bireyi merkeze alan,
- Bağımsız, tarafsız, siyasal manipülasyona kapalı ve hızlı yargıyı tesis eden,
- Tabulardan, değiştirilemez maddelerden uzak,
- Kuvvetler ayrılığı suretiyle siyasal dengeyi gözeten,
- Eğitime ve bilimsel özgürlüğe, üniversitelerin özerkliğine vurgu yapan,
- Özgürlükçü bir laikliği esas alan,
- Etnik, kültürel ve inanç sorunlarını özgürlükçü temelde çözen,
- Siyasal işleyişte vesayeti kaldıran, demokratik denetimi tesis eden,
- Resmi dili Türkçe kılmakla birlikte anadilde eğitime imkân sunan
Yeni demokratik bir Anayasa iradesini ortaya çıkarmıştır ki artık bu geri dönüşsüz bir yoldur.
KAYNAKÇA
A.G. Frank; Re Orient: Global Economy in The Asian Age; University of California Press- 1997 S: 345
A. Smith, Milletlerin Zenginliği- 2006- İş Bankası Yayınları- İst.
Burada Hard ve Negri’nin başvurduğu Arrighi eseri: Adam Smith in Beijing
Common Wealth, M. Hard, A. Negri-2009
Ç.Keyder; Memalik-İ Osmaniye’den Avrupa Birliği’ne –2003; İletişim Yayınları-İst.
Feroz Ahmad, Bir Kimlik Peşinde Türkiye Bilgi Üniversitesi Yayınları-2006-İst.
G. Kazgan, Milletlerin Zenginliği içinde sunuş… 2006- İş Bankası Yayınları- İst.
IMF-Word Outlook-2010
İ. Atiyas, B. Oder Türkiye’de Özelleştirmenin Hukuk ve Ekonomisi-TEPAV-Ank.
Osman Can; Özelleştirmeler ve Anayasa- Bir Liberal Dönüşüm Serüveni-Yayınlanmamış makale.
İ. Tekeli; Türkiye için Siyaset ve Toplum Yazıları- Tarih Vakfı Yayınları- 2011-İst.
J.A. Schumpeter, Kapitalizm, Sosyalizm ve Demokrasi–Alter Yayınları-2007-İst
K. Marx, Kapital cilt 1-S: 327- 2011- Yordam Yayınları-İst.
K. Marx, Kapital cilt 1-S: 330- 2011- Yordam Yayınları-İst.A. Smith, Milletlerin Zenginliği-Birinci Kitap S: 14- İş Bankası Yayınları-2006-İst.
M. Hard, A. Negri; Common Wealth,
M.A. Ağaoğulları, F. Ç. Zabcı, R. Ergün Kral Devletten Ulus Devlete -2005- İmge Kitabevi
O. Yenal; Cumhuriyet’in İktisat Tarihi-S: 132 2003- Homer Kitabevi-İst.
YAP- Ara Rapor-31/05/2011
[1] M.Hardt, A. Negri; Common Wealth- s: 35-2009-London
[2] M.A.Ağaoğulları, F. Ç. Zabcı, R. Ergün Kral Devletten Ulus Devlete S: 102-2005- İmge Kitabevi
[3] Age.
[4] Feroz Ahmad, Bir Kimlik Peşinde Türkiye; İstanbul Bilgi Üniversitesi Yay. İst-2006
[5] Age: s:41
[6] Osman Can; Yol Ayrımında; S:81–2011
[7] Age:S.81
[8] Agy.
[9] Ç.Keyder; Memalik-İ Osmaniye’den Avrupa Birliği’ne –2003;İletişim yayınları-İst.
[10] Ç. Keyder age, S: 108
[11] Oktay Yenal; Türkiye İktisat Tarihi; S: 39 -2002-İst
[12] Adam Smith; Milletlerin Zenginliği- s.345-İş Bankası Yayınları–2003-İst.
Yazarlar
-
Metin KarabaşoğluYönetilenlerin özgürlüğü yöneteni de özgürleştirir 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanS-400’leri ne yapabiliriz? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHamas’ı kim silahsızlandıracak? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURTrump’ın Gazze Planı’nın alternatifi ne? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplumun İnşası İçin Meclis Adım Atmalı: Yasa Çıkarmalı, Komisyon Öcalan’ı Dinle 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTrump Planı? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞ“Ortaklaşmacı demokrasi” örnekleri: Fransa-Yeni Kaledonya özerk bölgesi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBeklenen Mesih: Kurtarıcı arayışının toplumsal anatomisi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEÖcalan’ın özgürlüğü 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünEleştirelim ama plana da şans tanıyalım… 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKrallar ve ulus-devletler 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalKirk ve ICE vakaları ile faşizme doğru mu? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZYeni Çözüm Süreci: Hakikatle yüzleşme 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayArjantin’in çıkmazı: Şok terapi, bağımlılık ve ABD’nin gölgesi 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRMHP’li Yıldız’ın KON’u AK Partili Miroğlu’nun Roja Welat’ı… 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUGazetecilik bir kez daha tartışılıyor 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciAsgari ücret 30.000 TL 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasKendi uçağımızı kendimiz yaparken 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanJet motoru sıkıntısı: Tek geciken Kaan değil 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞSİYASETÇİ ZENGİNLEŞİRKEN VATANDAŞ FAKİRLEŞİYOR, NEDEN? 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRZeytinlik yasasından Akbelen ve İliç'e; enerji ve maden hikâyesinde kaybolan gelecek 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANGazetecilik can çekişiyor! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRTÜSİAD isyan etmişti: Ciner’e kayyumun gerekçesi o madde! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSarkozy’nin tarihi mahkûmiyeti 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluTrump’a neler verdik, neler alacağız! 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYMutlakiyetçiler ve Cumhuriyetçiler 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTrump-Erdoğan görüşmesine hile karıştı mı? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın tercihleri 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKSüreç Suriye’yi, Suriye süreci bekliyor. Peki bu kısırdöngü nasıl aşılacak? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇZaferden hapishaneye 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Trump’ın verdiği meşruiyet” notları 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuBoeing - Gazze ilişkisi nedir? 26.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNYetersiz bakiye! 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaŞimdi de Mansur Yavaş hedefte 24.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENKasabın bıçağını bileyen adam 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞBayrampaşa ve maskeli balo 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezGonca Kuriş’in kemiklerini, sevenlerin yüreğini sızlattılar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraCumhuriyet-Halk-Parti 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRYANARDAĞ ÖZÜR DİLEMELİ 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENPogromlar, darbeler, acılar ayı Eylül.. 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçArşivden | 12 Eylülcüler nasıl bir ülke hayal etmişti? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’nin en iyi/kötü dönemi hangisiydi? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir 12 Eylül Sabahı 12.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİN2016 belediye ablukaları ve 2025 darbesi 9.09.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMesele CHP Değil! 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAAçlığı yönetemeyenler aç hayvanlarla uğraşıyor: Ülke yangın yeri 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBİR ÖĞRETMEN YETİŞTİRME HİKAYESİ 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRojava: Beklentiler, Gelişmeler, Olasılıklar 5.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKParti kapatma! Kayyum veya emanetçi ata yeter… 4.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezHangisi doğru? 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANBilge ve bilgin Mete Tunçay 19.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKAN“Ya herro ya merro” mu dedi?.. 7.01.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇAL2022 yılı karamsarlıklarımızı tersine çevirebilir mi? 4.01.2022 Tüm Yazıları
-
Muharrem SarıkayaOylardaki yükselişin ağırlığı 7.11.2021 Tüm Yazıları
-
Şevki ÇELİKCİKEMAL ARABACI 17.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin GürcanFırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var? 13.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin MünirErkeğin kadını ezmesi 22.09.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AcetSon anketler ne diyor? 9.09.2021 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZKONYA KATLİAMI VE GAZETECİLİK MESLEĞİ ÜZERİNE 2.08.2021 Tüm Yazıları
-
Yasin AKTAYTaliban’ın inancıyla ters olma arzusu 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Süleyman Seyfi Öğün2023’e doğru Türkiye 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Cem SANCARHanımefendi diyeceksiniz 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Yusuf KaplanFetih ruhu ve rüyası 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ali AYDINİşsiz Kalan Antikorlar, Lanetli Pay ve Siyaset 17.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer F. GergerlioğluMuhafazakârlar çürümeye niye sessiz? 8.06.2021 Tüm Yazıları
-
Mustafa ÖztürkNiyet ve akıbet 29.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ayşe BöhürlerTarih büyük harflerle yazılmaz 28.05.2021 Tüm Yazıları
-
Gazi BAŞYURTBir zamanlar sayılamazdık parmak ile, şimdi eksiliyoruz birer birer… 25.05.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENİsrail’in sonu gelmez işgalciliği 15.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer Ahmet ÖZERENBİR 1 MAYIS Anekdotu… 10.05.2021 Tüm Yazıları
-
Osman CAN24 Nisan 1915: Kardeşimin Cenazesini Kaldıramadım Hala! 29.04.2021 Tüm Yazıları
-
Verda ÖZERBırak artık eski normali 28.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYAN24 Nisan’ı anmak 24.04.2021 Tüm Yazıları
-
Vedat BilginSistem değişti de ne oldu! 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Kurtuluş TAYİZPandemide Erdoğan'ı devirme planı çöktü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali Saydam23 Nisan ‘Çocuklara Hürmet’ Günü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali TarakçıZEVZEK'in asıl amacı Montrö değilmiş! 17.04.2021 Tüm Yazıları
-
Burak Bilgehan ÖzpekVesayet Nedir, Nasıl Kurulur, Niçin Çöker? 16.04.2021 Tüm Yazıları
-
Firuz TÜRKERDARBE GİRİŞİMİNE HAZIR OLMAK 4.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız RamazanoğluYeni metin ne söyleyecek? 25.03.2021 Tüm Yazıları
-
RAGIP DURAN'Bir tek kişinin otoritesi suçtur!' 22.03.2021 Tüm Yazıları
-
Sevilay YALMANMesele Gergerlioğlu meselesi değil! 19.03.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKBACAKİZMİT KÖRFEZİ YAKIN, DENİZ BİZE ÇOK UZAK! 17.03.2021 Tüm Yazıları
-
Ural ATEŞERANADİL... 21.02.2021 Tüm Yazıları
-
Demir Küçükaydınİki Devrimci – Türeci ve Şahin 4.01.2021 Tüm Yazıları
-
Perihan MAĞDENHayaller: ETHOS, Gerçekler: BİR BAŞKADIR BENİM MEMLEKETİM 18.11.2020 Tüm Yazıları
-
Talat ULUSOY9 Eylül 1922, İzmir’in “KURTULUŞ” Günü’nde… 9.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mahmut ÖVÜRAK Parti mi “İhvan’cı” siz mi operasyon çekiyorsunuz? 8.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mustafa Yurtsever2010 YILI REFERANDUMU’NUN BİTMEYEN HİKAYESİ 29.08.2020 Tüm Yazıları
-
Hilâl KAPLANİstanbul Sözleşmesi yaşatır mı? 7.08.2020 Tüm Yazıları
-
Eşref ÇAKARKonca Yazışmaları... 5.08.2020 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunOsmanlı Kudüs’ü 4.06.2020 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANÜmitliyim, çünkü… 26.05.2020 Tüm Yazıları
-
Kadri GÜRSELTürkiye’de darbe mi olacak gerçekten? 16.05.2020 Tüm Yazıları
-
Sinan ÇİFTYÜREKTürbülanstan mayın tarlasına dalış yapan AKP! 13.05.2020 Tüm Yazıları
-
Yaşar YAKIŞTürkiye’nin iktidar partisi yardımlaşmayı da tekeline almak istiyor 25.04.2020 Tüm Yazıları
-
Orhan PamukEski salgınlar ve bugün biz 24.04.2020 Tüm Yazıları
-
Bejan MATURÖlüm hangi boşluğu doldurur? 12.04.2020 Tüm Yazıları
-
Umut ÖZKIRIMLIKorona ve milliyetçilik 8.04.2020 Tüm Yazıları
-
Raffi Hermon Araks‘ARTSAX (Dağlık Karabağ) MESELESİ, NEDİR VE NE DEĞİLDİR? 1.04.2020 Tüm Yazıları
-
Serdar KAYAİslam, Bilim, Virüs, Kumaş 24.03.2020 Tüm Yazıları
-
Markar ESAYANKarantina günlerinde yalnızlık... 20.03.2020 Tüm Yazıları
-
Eyüphan KAYACorona Virüs bir musibettir 19.03.2020 Tüm Yazıları
-
Merve Şebnem OruçSürreel bir devrim: Gezi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Metehan DemirMoskovanın samimiyet testi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Tayfun AtayGoebbels korosu söylüyor: "Her şey mükemmel efendim!" 18.02.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın AKDOĞANBirilerini suçlama yarışı 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Hüseyin GÜLERCECHP, şimdi de İlker Başbuğu alet ediyor 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Ufuk COŞKUNCemevleri için Cumhurbaşkanı’na Çağrı! 20.01.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın ERGÜNDOĞANGökdelen hançeri tam İzmir’in kalbine saplanıyordu ki… 16.12.2019 Tüm Yazıları
-
Nihat Ali ÖzcanOrtadoğu’nun karmakarışık halleri 22.10.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TenekeciDün ve bugün 11.09.2019 Tüm Yazıları
-
Haşmet BABAOĞLUİçerisini iyi anlamak için dışarıya bak! 9.09.2019 Tüm Yazıları
-
Esat KORKMAZYOLDAŞIM YAVUZ ÇANAK 29.08.2019 Tüm Yazıları
-
Ali KİREMİTCİDÜNYADA VE TÜRKİYE’DE SİYASET YENİDEN ŞEKİLLENİYOR 13.07.2019 Tüm Yazıları
-
Tayfun TURANAYILANA GAZOZ, BAYILANA LİMON. 11.07.2019 Tüm Yazıları
-
Mustafa DAĞCIÖTEKİLEŞTİRMENİN ÖTESİ= DÜŞMANLAŞTIRMAK 3.07.2019 Tüm Yazıları
-
Gürkan-Zengin23 Haziran seçimleri: Bir vak’ayi hayriyye 25.06.2019 Tüm Yazıları
-
Celal DENİZIRKÇILIĞIN TEDAVİSİ VAR MIDIR? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Serdar ESEN"Herşey Çok Güzel Olacak" mı? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet AY14 Mayıs güzellemelerinin anlamı 15.05.2019 Tüm Yazıları
-
Salih TunaZincir sesleri 23.04.2019 Tüm Yazıları
-
Beril DEDEOĞLUİflas eden tüccar, eski defterleri karıştırırmış 27.02.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TığlıBu ne iki yüzlülük!... 26.02.2019 Tüm Yazıları
-
Nermin ALPAYİNSAN VE EKONOMİK DEĞERİ 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
Ümit FıratBir mahalli seçim hatırası 15.01.2019 Tüm Yazıları
-
Murat AKSOYUnutmayalım yerel seçime gidiyoruz 11.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ekin GÜNBİR… İKİ… İZMİR MARŞIYLA KOŞ! 4.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet SeverTürkiye bu kadar tehdit ve hakaret eden bir Cumhurbaşkanı görmedi 18.12.2018 Tüm Yazıları
-
İbrahim SEDİYANİKirletme 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
Nadi ÖZTÜFEKÇİUlusal mı Ulusalcılık mı? 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
M.Şükrü HANİOĞLUDünya “biz”i parçalamak için mi savaştı? 26.11.2018 Tüm Yazıları
-
Cemil ERTEMEkonominin geleceğini simgeler anlatır! 31.10.2018 Tüm Yazıları
-
Amberin ZAMANCemal Kaşıkçı ve Türkiye’nin itibarı 10.10.2018 Tüm Yazıları
-
Mete YararCastle International 28.09.2018 Tüm Yazıları
-
Mehmet CANFilistin ulusal sorunu-II 25.09.2018 Tüm Yazıları
-
Leyla İPEKCİAile içi eğitimin maneviyatı (1) 18.09.2018 Tüm Yazıları
-
Ümit KurtTarihçi Kieser: Modern Türkiye'nin eş kurucusu Talat Paşa 17.09.2018 Tüm Yazıları
-
Güngör UrasABD’DE BORÇ KRİZİ 10.08.2018 Tüm Yazıları
-
Serpil Çevikcan24 Haziran sonrasındaki şema 30.05.2018 Tüm Yazıları
-
Hüseyin ÇAKIRVaatlerinizi sözleşme olarak imzalayın… 27.05.2018 Tüm Yazıları
-
Kürşat BUMİNLGS Türkçe: Çocuklarla dalga mı geçiyorsunuz? 7.02.2018 Tüm Yazıları
-
Aslı AydıntaşbaşYaklaşan facia 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Özgür MumcuTutuklu yargı 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Yusuf Ziya DÖGERTürkiye Seçimlerinin Kilidi Kürdler 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Güldalı COŞKUNSeçim kritiği desem de…. 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Arife KÖSEHawaii’den sonra nükleer savaş tehdidini yeniden düşünmek 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Ergün Diler23 gizli toplantı. 8.01.2018 Tüm Yazıları
-
Ceren KENARMusul sonrası DEAŞ 14.07.2017 Tüm Yazıları
-
Okay GÖNENSİNSertleşme mi normalleşme mi? 11.07.2017 Tüm Yazıları
-
İhsan ELİAÇIKDini çoğulculuk gereği kadından imam olabilir 23.06.2017 Tüm Yazıları
-
Adil GÜRHay Allah yine çenemi tutamadım! 16.04.2017 Tüm Yazıları
-
Hüseyin SARIBAŞHAYIR, YETER ARTIK! 18.02.2017 Tüm Yazıları
-
Mustafa ARMAGANÇankaya’nın karakutusu Latife Hanım mı? 7.02.2017 Tüm Yazıları
-
İlhan ÇETİNFiliz 22 gündür hayata tutunmaya çalışıyor... 7.02.2017 Tüm Yazıları
-
Süleyman YAŞARVatandaşın dövizini devlete dört katı faizle satıyorlar 26.07.2016 Tüm Yazıları
-
A.Turan ALKAN40 $, hem de ‘döge döge’ 15.07.2016 Tüm Yazıları
-
İhsan YILMAZÜmmetin ortak dili: İngilizce 13.07.2016 Tüm Yazıları
-
Bülent KORUCUÖzel haber bayramı 11.07.2016 Tüm Yazıları
-
Gökhan ÖZGÜNBen HDP’ye oy veriyorum… 28.06.2016 Tüm Yazıları
-
Orhan MİROĞLUYazmaya kısa bir mola veriyorum 17.04.2016 Tüm Yazıları
-
Cemil KOÇAKVe Türkiye ‘hayır’ diyor! 16.04.2016 Tüm Yazıları
-
Sema İZOLCennette de hendek var mı anne? 15.02.2016 Tüm Yazıları
-
Lale KEMALMİT-Mossad kırılganlığı, Rusya ile IŞİD gerilimi 9.02.2016 Tüm Yazıları
-
Birgül HAKANAli Demirsoy 9.02.2016 Tüm Yazıları
-
Sanem ALTANAcılar usta, bizler çırağız.. 6.02.2016 Tüm Yazıları
-
Hadi ULUENGİNOtoriterlik yükselirken 4.02.2016 Tüm Yazıları
-
Demiray ORAL‘Serbest kötülük ortamı’nı icat ettik / Hep birlikte - Tev bi hev re* 2.02.2016 Tüm Yazıları
-
Enver SEZGİNEkrem Sezgin 1.02.2016 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARANSUYasadışı dinleme suç değilmiş! 1.02.2016 Tüm Yazıları
-
Gülay GÖKTÜRKAYM’den AİHM’e cevap 12.01.2016 Tüm Yazıları
-
Yasemin YILDIRIMSayın Kılıçdaroğlu elinizi yükseltin ve “Demirtaş 15 Temmuz gecesi neredeydi?” diye sorun 5.01.2016 Tüm Yazıları
-
Ayhan BİLGENYalanın gücü tükenir, onur kavgası tükenmez 30.12.2015 Tüm Yazıları
-
Zeliha AKPINARNefretiniz elektriğe dönüştürülebilseydi bütün dünyayı aydınlatırdı 29.12.2015 Tüm Yazıları
-
Abdülkadir Küçükbayrak“Analar ağlamasın”dan “Analarını ağlatacağız”a nasıl gelindi! 28.12.2015 Tüm Yazıları
-
Umur COŞKUNSöz Geçmez, Top Mermisi İşlemez 28.12.2015 Tüm Yazıları
-
Ekrem DUMANLIGeç kaldın ey Müslüman 17.11.2015 Tüm Yazıları
-
Semra POLATFransa'nın mülteci ayarlı bombaları 14.11.2015 Tüm Yazıları
-
Ferdan ERGUTHDP içi bir PKK eleştirisi mümkün müdür? 12.11.2015 Tüm Yazıları
-
Nejat ERDİMIŞİD,KÜRTLER VE KAPIMIZDAKİ TEHLİKE! 22.07.2015 Tüm Yazıları
-
Mazlum ÇETİNKAYAEşitlik yoksa kardeşlik de yok! 26.06.2015 Tüm Yazıları
-
Hakan DEMİRCANKoalisyon hava durumu 3 21.06.2015 Tüm Yazıları
-
Tuncay TOPCamide propaganda ve ucuz taşra siyasetçiliği 27.05.2015 Tüm Yazıları
-
Mithat SANCARİnkarın bedeli 30.04.2015 Tüm Yazıları
-
Bülent KARATAŞBirol Başören 28.03.2015 Tüm Yazıları
-
Hasan ÖZTÜRKİLMİK İLMİK 26.02.2015 Tüm Yazıları
-
Kelemet Çiğdem TÜRKMUNZUR’UN ŞİFASI 6.02.2015 Tüm Yazıları
-
Gürbüz Çimen2 Dil 1 Bavul 2.02.2015 Tüm Yazıları
-
Kerem ALTANHayaller duşakabin 20.01.2015 Tüm Yazıları
-
Mehmet YILDIZEnseyi karartmamalı ama nasıl? 8.01.2015 Tüm Yazıları
-
Eylem YILMAZDemokratı az olan toplumlar az demokrasi ile yönetilirler! 3.01.2015 Tüm Yazıları
-
Muhteşem ÖZDAMARHDP'yi BEKLEYEN TEHLIKE 29.12.2014 Tüm Yazıları
-
Mehmet DOĞANHADİ KALK 7.08.2014 Tüm Yazıları
-
Haydar TOPAYSevgili Yoldaşımız, ağabeyimiz Burhanettin Çetinkaya... 13.07.2014 Tüm Yazıları
-
Erdal TALUPolitikada Yeni Paradigmanın Doğuşu 7.06.2014 Tüm Yazıları
-
Mehmet KIRARSLANHalklar nasıl karar verir? 20.04.2014 Tüm Yazıları
-
Yasemin ÇONGARKiev’den notlar: Avrupalılaşmak ile güdülmek arasında… 4.02.2014 Tüm Yazıları
-
Zülfikar ÖZDOĞANTarih, Tarih Olalı... 2.01.2014 Tüm Yazıları
-
Neşe DüzelHata ve devlet gazetecileri 11.12.2013 Tüm Yazıları
-
Selçuk UZUN1915/16´da Erzurum Vilayeti Valisi Tahsin Uzer (1) 25.07.2013 Tüm Yazıları
-
Dr.Sivilay GENÇSibirya ablası 2.05.2013 Tüm Yazıları
-
Nihat TAŞTANBU GÜNÜN MÜŞRİKLERİ MEKKE MÜŞRİKLERİNİ ARATMIYOR 16.03.2013 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCI-Taraf YazılarıBelirsizlikler zamanı ve ütopya zamanı 21.10.2012 Tüm Yazıları
-
Orhan MİROĞLU-Taraf yazılarıESAT’IN YENİ HAMLESİ.. 8.10.2012 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜR-Taraf yazıları1922’de Güzelim İzmir’e Kimler Kıydı? 9.09.2012 Tüm Yazıları
-
Cevdet AŞKINŞiddetli çatışma dönemi başladı 22.05.2012 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
25.10.2018
24.10.2018
18.10.2018
17.10.2018
25.09.2018
21.09.2018
18.09.2018
11.09.2018