Cemil ERTEM

Krizden kesin çıkışın ve açlığın çözümünün tek yolu...
29.07.2011
2693

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) 2010 Açlık Raporu, yaklaşmakta olan gıda krizinin adımlarını bütün çıplaklığı ile ortayla koyuyor. Bugün Afrika’da, yeniden gündeme gelen açlık sorunu, aslında dünyada bir yetersiz beslenme sorunu olarak da yıllardır gündemde.

FAO raporunda, dünyada 925 milyon insanın yetersiz beslenme ve buna bağlı hastalıklarla yüzyüze olduğunu söylüyor. Aşağıdaki grafikte gördüğünüz gibi, yetersiz beslenme, 2000’lerden itibaren hızla artmış. Bu bize, küresel krizin ardında bir gıda krizi olduğunu söylüyor.

Afrika’da açlık, yaklaşık 50 milyon insanı ölümle tehdit ediyor. Bu gerçekler,  binlerce haberde, köşe yazısında geçmiştir. Ama hem bu yazılarda hem de BM, Dünya Bankası raporlarında ne yapılması gerektiğini tam olarak anlatılmaz.

Afrika’ya yiyemediklerinizi yollayın gibi sömürgeci, oryantalist, aşağılık önerileri tabii ki ‘yapılması’ gerekenler sınıfında görmüyorum.

Bir sorunun çözümü için ilkönce onun nedenini net bir şekilde ortaya koymalıyız.

Bakın bugün AB’nin krizinin kökeninde hangi neden yatıyorsa Afrika’nın krizinin kökeninde de aynı neden yatar: Batı’nın ilkönce sömürgeci ulus-devletler olarak örgütlenmesi sonra da bu ulus-devletlerin korumacı-merkezi bürokratik yapıları... 

Bugün AB’nin tarım politikaları, Bürüksel’de merkezi, akıl-dışı bir politik yaklaşım sonucu belirlenmektedir. Bu yaklaşım, ulus-devletin, kalkınmacı-merkeziyetçi, planlamacı geri iktisadi politika kalıntısıdır. AB fonlarından en fazla sübvansiyonu almak için ihtiyaç fazlası üretim yapan merkezi ulus-devletler, gümrük duvarlarıyla da dışarıdan gelecek tarım ürünlerine karşı koruma örerek dünya gıda fiyatlarını yükseltiyorlar. Bu korumacı yaklaşım, tarımda avantajlı olacak  bir çok ülkede tarımsal üretimi de yok ediyor.

 Açlığın kol gezdiği bir çok ülkede verimli topraklar bu yüzden çölleşmiş durumda. İşin komik tarafı, AB’nin ihtiyaç fazlası diye yaptığı ‘yardımlar’da bu ülkelerde, fiyatları sıfırlayıp, üretimi gereksizleştiriyor. Bu, aynı zamanda çevre kirliği, tarımsal alanların ve ormanların yok olup betonlaşması olarak insanlığa dönüyor.  

Şimdi acil olarak yapılması gereken kendiğinden ortaya çıkmıyor mu: AB’den ve tarımdan başlamak üzere, bütün korumacı politikalara hemen son vermek... İlk aşamada AB’deki bütün ihtiyaç fazlası stokları doğrudan Afrika’ya yollamak. Daha sonra merkezi planlama ekonomisini ulus-devletle birlikte tarihten tamamen silmek. Bu olmadan açlık da bitmez, gıda krizi de...  

OSMANLI'NIN YOL GÖSTEREN IŞIĞI...

Bir önceki yazıda, Türkiye’nin şu an giderek yaklaşmakta olduğu düşük faiz, teknoloji- katma değer yoğun rekabetçi üretime dayanan yeni büyüme patikasının, daha önce, Osmanlı’nın hakim olduğu coğrafyada yaygınlaşacağını ve krizden çıkışın böyle olacağını söylemiştik.

 Mehmet Genç’e göre, ‘klasik’ olarak nitelenen Osmanlı sisteminin üç temel ilkesi vardı. Bunlar:

1) İaşe (Provizyonizm) 2) Gelenekçilik 3) Fiskalizm idi.

İaşe ilkesi; iktisadi faaliyete, ilkönce toplumun temel ihtiyacını eksiksiz karşılamak açısından bakar.  Bundan dolayıdır ki, ihracat üretim faaliyetinin hedefi değildir. Osmanlı, ticari ulaşımın çok kısıtlı , ekonomik verimliliğin de düşük olduğu bir tarihsel dönemde kıtlığın,açlığın olmaması için ithalatı  özendirmiş, ihracata ancak kendisi ‘doyduktan’ sonra izin vermiştir. Bunun için Osmanlı, kapitülasyonlara hiçbir zaman batının kandırmacası olarak bakmamıştır. İaşe anlayışı, rekabetten tekelleşmeye gidilmemesi için dayanışmanın ve yardımlaşmanın üst düzeyde gerçekleştiği gelenekçilik ve hazine gelirlerini, yoklukta kullanılmak üzere, mümkün olduğunca arttırmaya dayanan fiskalizm ile desteklenmiştir. Bugün bu politikalar tarihte kaldı; bir çok açıdan, tabii ki uygulanabilir bir yanı yok.

Ancak bu anlayışlar, bize o zamanın ‘ümmet’ ekonomisinin nasıl olacağını anlatan ipuçlarıdır. Buradaki çıkış noktası şudur: Herkese yetecek hakkaniyetli, tekelci olmayan üretim, spekülasyonun olmadığı bir ekonomi ve tüketicinin temel mal ve hizmetlere ulaşma hakkının sonsuz olması...

Şimdi dünya, bu çıkış noktasına, bu genel ilkeye gitmedikçe ve ulus-devleti tasfiye etmedikçe krizi-nihai olarak- çözemez. İçinde bulunduğumuz coğrafyada bir zamanlar Osmanlı bunu, o günkü koşullar altında, yapmış. Bugün bu, yeniden bu topraklardan başlayarak niye olmasın...

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar