Cemil KOÇAK
Erken cumhuriyet döneminin şeflik rejimi olarak adlandırılması daha yerinde olur; cumhuriyet yaklaşık ancak yirmi yıl sonra kişi yönetiminden yavaş yavaş kopmaya başlayabildi.
Şevket Süreyya Aydemir, uzun yıllar önce kahramanlar çağının geride kaldığını yazarken, sanırım Şefliğin sona erdiğini söylemeye çalışıyordu. Oysa cumhuriyetin başlangıcında kahramanların sayısı bir hayli fazlaydı; kahramanlar arasındaki siyasal çekişme ve çatışmalar iktidar mücadelesine dönüştüğünde, cumhuriyetin ilânından sonraki iki ilâ üç yıl içinde tek bir kahramana doğru yol alındı. Bugünden bakıldığında belki inanılmaz gelebilir; fakat 1923’te kurulan CHP tüzüğünde parti genel başkanının kurultayca seçileceğine ilişkin bir hüküm bulunuyordu. Üstelik partinin her yıl kurultay toplaması yine tüzük hükmü gereğiydi. Ne var ki, dört yıl boyunca, ta 1927 yılına kadar, tüzüğe aykırı olmasına rağmen, hiçbir zaman kurultay toplanamadı. Parti, kurucular heyetinin seçtiği yönetim ve genel başkan aracılığıyla yönetilmeye devam etti. Bu konuda bir itiraz da görülmedi. Fakat partinin ilk toplanan (ancak Sivas kongresi ilk kongre sayıldığından otomatik olarak ikinci sıfatını kazanan) kurultayında bu hüküm değiştirildi.
Atatürk seçilen başkan olmadı
15 Ekim 1927’de toplanan parti kurultayında tüzük değiştirildi. Yeni tüzüğün altıncı maddesi, partinin değişmez genel başkanının, partinin kurucusu olan Atatürk olduğunu öngörüyordu. Böylece parti başkanı tüzük değişikliğiyle atanmış oluyordu. O tarihe kadar genel başkanını hiç seçme imkânı bulamamış olan parti kurultayı, bu kez de tüzüğünü değiştirerek, yine bu yetkisini kullanmıyor ve tüzük hükmü gereğince genel başkanını tayin etmiş oluyordu. Üstelik bir sonraki maddede de, tüzüğün ilk altı maddesinin hiçbir şekilde değiştirilemeyeceği hükme bağlanmıştı. Böylece kurultay, genel başkan seçme yetkisini ve hakkını ebediyen terk etmiş oluyordu. Atatürk, 1927 yılında partinin değişmez genel başkanı olmuştu bile. Bundan böyle gelenek sürdü ve Atatürk hiçbir zaman kurultayca seçilen bir genel başkan sıfatını kazanamadı.
Ölüm hiçkimsenin aklına gelmemişti
Atatürk öldüğünde partinin değişmez genel başkanıydı; CHP’nin kendisine yeni bir genel başkan seçmesi gerekiyordu, hem de acilen. Cumhurbaşkanlığına seçilmiş olan İsmet İnönü’nün parti üzerinde herhangi bir yetkisi bulunmuyordu; çünkü 1937’nin sonbaharında başbakanlıktan uzaklaştırıldığı andan beri, uzun yıllardan beri sürdürdüğü genel başkan vekilliği pozisyonundan da ayrılmak zorunda kalmıştı. Başbakan Celâl Bayar, parti kurultayını toplantıya çağırdığında, aslında partiye düşen görev yeni başkanını seçmekti; fakat kurultayın böyle bir yetkisi bulunmuyordu! Bunun için kurultaya düşen, parti tüzüğünün değişmez genel başkanlığı öngören hükmünü değiştirmekti. Diğer yandan, Bayar’ın kurultayı toplantıya çağırma yetkisi olup olmadığı dahi belirsizdi; çünkü kurultayı zamanından önce toplantıya çağırma yetkisi sadece değişmez genel başkana bırakılmıştı. Yine de Bayar vekil sıfatıyla bu çağrıyı gerçekleştirdiğinde hiç itirazla karşılaşılmadı. Zaten aksi halde kurultayın olağanüstü toplantı yapması mümkün değildi ve zamanında yapılacak bir kurultay beklenmek zorunda kalınabilirdi. Oysa, bu da tam bir çözüm sayılamazdı; çünkü zamanında, dört yılda bir yapılacak bir kurultayın da yine genel başkanın göstereceği yer ve zamanda toplanması tüzük hükmüydü! Yani genel başkanın ölümü halinde parti hiçbir zaman kurultay toplayamazdı ve zamanında böyle bir olasılık hiç kimsenin aklına dahi gelmemiş olmalıydı! Yine de işi kolaylaştıran bir nokta vardı: 1927 tüzüğünde değişmez genel başkanlığı formüle eden maddenin hiçbir zaman değiştirilemeyeceğine de yer verilmişti; daha sonraki kurultaylarda hiç olmazsa bu hüküm kaldırılmıştı.
CHP olağanüstü kurultayı
Parti kurultayı toplanırken Yunus Nadi Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan bir yazısında, cumhurbaşkanının muhakkak parti başkanı olarak seçilmesi şeklindeki geleneksel uygulamanın zorunlu olmadığına dikkat çektikten sonra, zamanla yeni yeni gelişmelerin olabileceğine işaret ediyor, fakat yine de “bugünkü hal, henüz bugün şahıslarıyla içinde yaşadığımız yakın bir tarihin devamı” olduğu için İnönü’nün genel başkanlığa getirilmesinin doğal olduğunu belirtiyordu. 26 Aralık 1938 tarihinde yapılan kurultayda, parti tüzüğünde değişmez genel başkanlıkla ilgili maddede değişiklik yapılması gündeme geldi. Yapılan değişikliğe göre, partinin kurucusu ve ebedî başkanı Atatürk idi; fakat yeni düzenlemeyle partinin değişmez genel başkanının İsmet İnönü olduğu yolundaki hüküm tüzüğe ilave edilmişti. Böylece tüzük değişikliği aracılığıyla İnönü Atatürk ile yer değiştirmiş oluyordu. Görüldüğü gibi, kurultayın genel başkanı seçme yetkisi bulunmadığından, zaten kurultay gündemine genel başkan seçimi alınamamıştı. CHP tüzüğünde partinin genel başkanını nasıl ve kim tarafından seçileceğine ilişkin bir hüküm bulunmuyordu. Açıkçası 1927 yılında Atatürk değişmez genel başkan olarak ilân edilmiş, fakat Atatürk’ten sonrası için yeni genel başkanın seçilme yöntemine ilişkin hiçbir düzenleme öngörülmemişti! Kurultay ancak tüzük değişikliği yapmaya yetkiliydi ve yetkisini kullanarak değişmez genel başkanlık formülünü sürdürmüş ve İnönü’yü bu makama uygun görmüştü. Bu sırada yapılan konuşmalardan birinde Mahmut Esat Bozkurt, Türk tek-parti yönetimini Batı demokrasilerinden üstün gördüğünü belirtiyordu. Böylece İnönü, Atatürk’ün açtığı yolda ilerliyor ve onun başlatmış olduğu geleneği sürdürüyordu. Yıllar sonra özellikle DP ekolünün sıkça seslendireceği ve bazen soldan da meselâ Attila İlhan’ın da katılacağı şekliyle, İnönü’nün kendisini değişmez genel başkan ve milli şef olarak seçtirerek Atatürk’ün yolundan ayrıldığına ilişkin eleştirilerin hiçbir geçerliği olmadığını böylece görmüş oluyoruz. İnönü, Atatürk’ün yolundan ayrılmakla eleştirilemez; olsa olsa onun partide kurduğu siyasal geleneği değiştirmemekle suçlanabilir ki, şimdiye kadar bu yönde bir eleştiri yapıldığına şahit olmadım!
Ebedî Şef Atatürk; Millî Şef İnönü
İnönü de CHP’nin değişmez genel başkanı olmuştu; lakin dönemin Millî Şef ünvanı tüzükte yer almıyordu. Bu sıfat, tüzük değişikliği önerisinin gerekçesinde ve tüzük komisyonunda kullanılmıştı. Bununla birlikte Millî Şef deyimi yeni de sayılmazdı. Şef deyimi, Atatürk döneminde ve Atatürk için basında sık sık kullanılmıştı. Ayrıca, başbakan iken Bayar, 1937 yılında okuduğu hükûmet programında Atatürk için Şef deyimini sık sık kullanmıştı. Millî Şef deyimine İnönü’nün cumhurbaşkanlığına seçilmesinden hemen sonra basında da rastlanıyordu. Örneğin, Ali Naci Karacan, 13 Kasım 1938 tarihli Bugün gazetesinde Millî Şef’ten söz ediyordu. Nadir Nâdi anılarında şöyle anlatıyor: “’Millî Şef’ deyiminin ardında Şefliği müesseseleştirmek isteyen bir gayret seziliyordu. (...) Tüzük değişikliğine itiraz eden bir kişi çıkmadı. İtiraz etmek şöyle dursun, dünya şartları değişip de, İsmet İnönü ‘Millî Şeflik’ ve ‘Değişmez Başkanlık’ payelerini kendisi üzerinden silkip attığı güne değin, biz onu avuçlarımız patlayasıya alkışladık.” Hilmi Uran ise, anılarında bu gelişmeye karşı içten içe oluşan muhalefeti şöyle anlatıyor: “Atatürk’ün ölümünden sonraki hükûmet değişikliğinden memnun olmayanlardan biri de, bu tadil teklifinin kurultayda böyle kabulünü ima ederek ve İnönü’yü kasd ederek, bir gün meclis koridorunda bana ‘artık hakan oldu’ demişti.”
'Milli Şef' tanımını Hasan Ali Yücel buldu
Millî Şef deyimi, daha o zamanki söylentiye göre, daha sonra Millî Eğitim Bakanı olacak olan Hasan Âli Yücel tarafından bulunmuştu. Bu sıfat, kurultaydan sonra resmî olarak da kullanılmaya başlanacak ve Millî Şef bir dönemin adı olacaktır. Değişmez genel başkanlık geleneğini devam ettirmek ve Millî Şef sıfatını kabul etmek, bu dönemde iki ayrı nedenden kaynaklanmış olabilir. Birinci neden, bu dönemde adeta moda olan ve içte ve dışta prestijleri hayli yüksek, başarılı tek-partili Şef sistemlerinin (Almanya’da Hitler-Führer, İtalya’da Mussolini-Duçe ve İspanya’da Franco-Caudillo) etkisidir. Fakat bu dış etkenin, söz konusu süreçte ancak ikincil derecede rolü vardır. Buna karşılık, ikinci neden, yani Türkiye'nin iç politika gelişmeleri bu konuda temel önemde rol oynamıştır. Atatürk’ün ölümüyle ülkede bir iktidar boşluğunun ve iktidar mücadelesinin meydana geldiği unutulmamalıdır. Gerçi İnönü’nün derhal ve ittifakla seçilmesi, sistemin devam edeceğinin bir göstergesiydi. Ancak bazı değişikliklerin de olacağı biliniyor ya da seziliyordu. Örneğin, Nadir Nâdi anılarında o dönemdeki beklentilerini şöyle yazıyor: “İnönü, devlet makinasının hiçbir çarkına dokunmaksızın, Atatürk’ten kalan büyük emaneti öylece yürütsün... Bunu bekleyemezdik. Elbette değişiklikler olacaktı.” İnönü’nün belki de uzun bir zamandır bu ânı bekleyen dağınık muhalefete karşı, hem sistemin devamlılığını sağlamak, hem de düşündüklerini uygulamak için doğal olarak siyasî güce ve otoriteye ihtiyacı vardı. İnönü, Cumhurbaşkanı seçildikten hemen sonra, hükûmette yaptığı bazı küçük, ama etkili ve önemli değişikliklerle hükûmet üzerindeki siyasî otoritesini ve gücünü tedricen artırmayı başarmıştı. Bu kez de parti üzerinde siyasî otoritesini kurma yolunda önemli bir adım atıyordu. 1946 yılının baharına dek de Şeflik devam etti gitti.
Şef bir partinin şerefini temsil eder
Recep Peker, bu sırada üniversitede verdiği inkılâp tarihi derslerinde Şefliği şöyle tanımlıyordu: “Siyasal parti hayatında bilhassa üzerinde durulmaya lâyık başlıca bir unsur, Şeftir. Şef, bir siyasal partinin bütün ana düşüncelerini, iradesini, yapış kuvvetini ve şerefini temsil eder. Şef, kendi ruhunda beslediği heyecan ve hararetle partisini ve muhitini ısıtır, aydınlatır. Bütün etrafını kendine ve birbirlerine içten gelen bağlarla sararak, doğruladığı amaca ilerletir. (...) Eğer bir siyasal partinin hakikî Şefi yoksa, o partinin bugünkü politika hayatındaki büyük güçlüklere göğüs germesine imkân yoktur. (...) Şefe verilecek değer telâkkisinde zamanımızın olgun muhitleri, az çok farklarla, bir düşünürler. Fakat bunun yanında ya Şefin rolünü küçülten anarşik düşüncelere veya medenî ve değerli insanların bilgilerini, tecrübelerini, zekâlarını hiçe indiren ve Şefi zamanımız telâkkisine uymayan, yapma bir büyütüşle peygamberleştiren fikirlere rastlarız. İki de yanlış olan bu akışın ortasında hakikate uyan nokta, bizim Şef telâkkimizin ifadesidir. Şef, dediğim gibi, bütün ısıtıcı, besleyici, alıp götürücü vasıfları ile baştadır. Şefin onuru da, değeri gibi, üstün olmalıdır.
CHP’de şeflik 1946’da kaldırıldı
İnönü, CHP’nin Mayıs 1946 tarihinde toplanan olağanüstü ikinci kurultayında yaptığı konuşmada, “her büyük seçimden önce büyük kurultay[ın] parti[yi] seçime götürecek olan başkanı tayin” etmesini istiyordu. İnönü, “bir büyük partinin çalışmasında birinci derecede tesirli olan adamın gene parti tarafından değiştirilmek imkânının esas kâide olarak kabul edilmesinde gelecek için iyi bir teminat” görüyordu. İnönü, “halk idaresinde herkesin serbest oyların tesirinde bulunmasını bir örnek olarak geleceğe devretmekten zevk alacağı”nı da açıklıyordu.
CHP, tarihinde ilk kez Mayıs 1946’da genel başkanını seçebilecektir; İnönü kendi isteği üzerine değişmezlik sıfatından ayrılmıştı artık. Değişmez genel başkanlık kurumunun kaldırılması kurultay esnasında dramatik gelişmelere de neden olmuştu. Muhittin Baha Pars, değişmez genel başkanlık kurumunun kaldırıldığına dikkat çekiyor, ama diğer yandan da, “İnönü, değişmez [genel] başkanlıktan ayrılıyor, fakat ‘bırakılmaz başkan’ mevkiine yükseliyor. Hayatta oldukça hiç kimse onun bu yerden ayrılmasını bir an için olsun hatırına getiremez.” diyordu. Pars, konuşmasında kanımca gayet haklı olarak, “eğer o istemeseydi, gerek parti üyeleri, gerek millet fertlerinden kim ona böyle bir teklif yapar ve kim böyle bir şey düşünürdü?” diye de soruyordu. Başka konuşmacılar da, İnönü’nün her zaman “milletin değişmez başkanı” olarak kalacağını ileri sürüyorlardı. Dahası da vardı: CHP Kocaeli delegesi ve İzmit belediye başkanı Kemal Er, değişmez genel başkanlığın devam ettirilmesini istemiş ve bu yönde bir de önerge vermişti. Ancak önerge kurultayca reddedilecektir. Görüldüğü gibi, değişmez genel başkanlık kâğıt üzerinde kaldırılıyor, fakat ruhlara ve zihinlere sinmiş olan değişmezlik ve değişememezlik kavramları olduğu gibi kalıyordu! Nitekim program ve tüzük komisyonunun değişmez genel başkanlığın kaldırılması yönündeki öneriye eklediği gerekçe de aslında bundan daha farklı değildi: “Bugün de hiçbir fert (...) bir değişme teklifini hatır ve kayda getirmemiştir. Buna millî ve insanî terbiye duygularımız mânidir. Fakat madem ki sevgili ve aziz şahsiyeti ile İnönü, millet huzurunda öyle bir arzu göstermiştir, biz (...) gösterdiği arzudan ilham alarak bunu kabul ediyoruz. Ve tek mucip sebep olarak onun sözlerini ileri sürüyoruz.” CHP, değişmez genel başkanlığı tarihe gömerken, bunu yalnızca İnönü talep ettiği için yerine getiriyordu. Aslında partiye kalsa hiçbir zaman böyle bir öneri gündeme getirilmezdi!
Tüzük 1938’de değişti
CHP’nin 1938 yılında gerçekleştirilen tüzük değişikliğinin gerekçesinde şu görüşlere yer verilmişti: “Siyasî partiler, millî ve vatanî yüksek menfaatleri temin edici prensiplerde kanaatleri birleşmiş vatandaşların teşkil ettikleri siyasî cemiyetlerdir. Millet arasında politik kanaatleri birbirine uygun olanlar kendi halinde dağınıktır[lar]. Bunları ancak bir Şef birleştirir ve hepsini bir teşkilât altında toplar. Şefin rolü, her memlekette ve bilhassa parti hayatına yeni girmiş memleketlerde çok mühimdir. Çünkü politik kanaatleri ekseriya prensipler hâlinde birleştirip olgunlaştıracak ve prensipleri zihinlere aşılayacak ve mütemadiyen besleyecek, memleket siyasetine istikâmet verecek, millet efradını politik sahada yetiştirecek olan Şeftir. Her cemiyette ve her parti içinde bu yüksek vasıflarda şahsiyetleri daima hazır bulmak kolay olmadığı gibi, bir siyasî partinin, idarei âliyesini eline teslim ve emanet ettiği makam ve şahsiyet üzerinde sık sık değişiklikler yapması da otoriteyi zayıflatmak bakımından mahzurdan ârî addedilemez. CHP gibi milletin kurtuluş ve ilerleyiş mücadelesinde kendisine rehberlik etmiş, cumhuriyetçilik, inkılâpçılık, laiklik gibi Türk milletini mütemadiyen itibar ve refah mevkiine yükseltmekte olan prensipleri, değişmez bir akidei siyasîye olarak kabul ve ilân etmiş olan ve siyasî bir partinin dar çerçevesinden çıkarak, hemen bütün vatandaşları sinesinde toplamış olan bir partinin Şefliğine intihap edilecek olan âli şahsiyetin (Millî Şef) vasfını da iktisap etmiş olması tabiî olduğuna göre, parti umum reisinin yüksek şahsiyetini her dört senede bir ve her kurultay toplanışında müzakere ve münakaşaya mevzuu ittihaz etmeyip, parti umum reisliğinde (Değişmez) vasfını esas olarak kabul etmek, bu yüksek makamın istikrarını temin ve otoriteyi takviye bakımından millî menfaate daha uygun görülmüştür.”
Hıfzı Veldet Velidedeoğlu şeflik sistemini anlatıyor
Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Devirden Devire adlı anılarında, CHP Genel Sekreteri Memduh Şevket Esendal ile 1944 yılında yaptığı bir konuşmada, Esendal’ın bu sırada anayasa ve Millî Şeflik üzerine kendisine şunları anlattığını belirtiyor: “Siz hukuk profesörüsünüz... Bilirsiniz ki, bazı memleketlerin anayasaları yazılmış, bazılarınki ise yazılmamıştır. (...) Bizim ise, iki anayasamız vardır: Yazılmış ve yazılmamış... Bunlardan yazılmış olanı, senin kitapta okuduğun Teşkilâtı Esâsîye Kanunu’dur. Yazılmamış olanı ise, şimdiki fiilî durumumuz, yani Şef sistemimizdir. Bu sistem kuvvetini CHP’den alır. [Memduh Şevket Esendal], yazılmamış anayasanın lüzum ve zaruretini, Türk inkılâbının ve Cumhuriyetin, başından beri birbirini takip eden çeşitli hâdiselere ve nihayet o sırada içinde bulunduğumuz İkinci Cihan Harbi’ne bağlayarak uzun uzun izah ettikten sonra; ‘Maamafih elbette bir gün gelecek, yazılı anayasamız harfi harfine tatbik olunacaktır’ dedi.” Velidedeoğlu, şöyle devam ediyor: “Düşünüyordum: Memduh Şevket Esendal, bir parti ideologu, siyasî bir düşünür olarak ‘Millî Şeflik Sistemi’nin sanki ideolojisini yapıyordu.”
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın planı tuttu 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakHakikat’e savaş açan troller! 26.08.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERYeni Bir Çözüm Süreci Ne Kadar Mümkün? 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
9.02.2016
3.02.2016
26.03.2016
19.03.2016
13.03.2016
5.02.2016
28.02.2016
20.02.2016
13.02.2016
7.02.2016