Ekrem DUMANLI
Kar yağıyor durmaksızın. Işıl Işıl. O kuru soğuk havayı yumuşatıyor, sessiz ve bembeyaz ahengiyle. “Kar musikisi”nden bahsediyoruz bir iki cümleyle.
Pensilvanya'nın ücra bir köşesinde camdan dışarıya bakıyoruz Fethullah Gülen Hocaefendi ile. Bu kaçıncı zemheri, bu kaçıncı hasret ateşi? Birkaç günlüğüne geldiğim Amerika'da Hocaefendi'yi ziyaret etmenin işte böyle bir ikilemi var. Bir yandan hasret giderip seviniyorsunuz; diğer yandan onun özlemine ortak olup üzülüyorsunuz. Yine öyle oldu. Dışarıdaki karakışa aldırış etmeksizin ilim meclisi her sabah yeniden kuruluyor; karşılaştırmalı tefsir dersleri yapılıyor, hadis kitapları mütalaa ediliyor... İkindi sonrası dua saati geldi mi yer gök derin sükunete teslim oluyor adeta. Dudaklar kıpır kıpır; tıpkı yürekler gibi. Şimdilerde Hasan-ı Şazilî hazretlerinin o yanık duaları okunuyor hep beraber. Mazlumiyet ve mağduriyet o güzel imam ile bu mütevazı kitleyi bir meclise topluyor sanki...
Perşembeyi cumaya bağlayan gece acı bir haber ulaşıyor. “Hocaefendi'nin kardeşi Seyfullah Gülen (72) vefat etti.” deniyor. Gece yarısı Amerika'ya ulaşan bu haberin hüznü kampın manevi sükûnetine daha bir uhrevilik katıyor. Gülen ailesinde aile bağlarının ne denli güçlü olduğunu, kardeşler arasındaki derin sevgi bağını çok yakından bilenler var aramızda. Sabahı bekliyoruz. Başsağlığı dilemenin kifayet etmediği bir noktadayız. Hüzünlü gurbetteyiz...
Sabah vakti ilk müşahede birkaç portreyi birden çıkarıyor karşımıza: Kardeşini kaybetmiş mahzun bir ağabey, kendi üzülse bile etrafını üzmemeye çalışan müşfik bir dava adamı, sarsıcı bir vefat haberine karşı mütevekkil bir mü'min. Istırap, metanet, sabır, dua. Sanki canı gibi aziz tuttuğu yakınlarını sonbahar yaprakları gibi tek tek kaybeden o değil. Hemen her gün ayrı bir vefasızlığa, gadre, cefaya maruz kalan bir insanın bu vakur duruşu olmasa milyonların ruhunda bu kadar derin iz bırakır onlara ilham kaynağı olabilir miydi? Dile kolay; bir çeşit sürgün yaşadığı yıllar içinde nice dostu, arkadaşı, yoldaşı birer kar tanesi gibi toprağın bağrına düştü. Hepsinin arkasından gözyaşı döktü, hepsi için dua dua yalvardı Rabb'ine. Yüreği ocaklar gibi yansa da o hep “İman tevekkülü, tevekkül teslimi, teslim saadeti dareyni iktiza eder.” düsturuyla yaşadı, sevenlerine örnek oldu.
Hicret, Hasret, Metanet
Yine de o sabah “Başınız sağ olsun” dedi sevenleri, “Allah size sağlık sıhhat versin” demeyi ihmal etmedi. Herkes yürekten “âmin” dedi bu güzel duaya. Taziyeleri kabul etti, sardı, sarmaladı, bağrına bastı, dualarına emanet etti. Bir ara “Keşke imkan olsaydı da cenaze namazına bari katılabilseydim.” dedi. Heyhat!
Hocaefendi'yi yıllardır tanıyanlar bazı hatırlatmalar yapınca ve çağırışımlar daha önceki vefatları gözden geçirmeyi icbar edince karşımıza çok manidar bir manzara çıktı. Babasını son kez nasıl gördüğünü ve nasıl vedalaştığını paylaştı dostlarıyla. Diyanet'teki görevine başlamak için hasta yatağındaki babasından müsaade istiyor. Babası birkaç gün daha Erzurum'da kalmasını arzu ediyor; ama genç bir imam olan Hocaefendi'nin gözlerindeki vazife azmi ve şuurunu görünce “Evladım git, seni burada bir çift göz bekliyor; görev yaptığın camide yüzlerce göz bekliyor.” Sonrası malum. Hocaefendi daha birkaç vaaz edemeden vefat haberi ulaşıyor.
Annesinin cenazesine yetişip namazı bizzat kıldırıyor. Bunun başka örneği de yok adeta. Amcalarının cenazelerine katılamıyor mesela. Sadece amcalar mı? Hayır. Nerdeyse hiçbir yakınının cenaze namazına iştirak edemiyor; çünkü o vefatlar yaşandığında Hocaefendi ya davası uğruna hapishanede yatıyor, ya darbecilerin fişlemesi nedeniyle aranıyor, ya gurbet illerde çile hasretiyle kavruluyor. O sabah aynı salonda beraber olduğumuz dostları tek tek sordukça hepsine cevap verdi; o cevap verdikçe, dikkat ettim, gıyabi cenaze namazı kılmaya mecbur kalmanın hüznünü tek tek yeniden yaşıyordu adeta...
Çileden bihaber nadanlar nereden bilecek hicreti, hasreti, uzleti, elemi, metaneti... Onların semtinde duyulmaz sürgün türküleri. Oysa ilk insanla başlayan hicret kıyamete kadar sürer; ona ancak “Lütfun da hoş kahrın da hoş” diyenler katlanabilir. Her kutsi dava imtihanlarla gelir. O imtihanlar olmasa ham hastan, kömür elmastan nasıl ayrılacak ki!
Yine de memleket vefalı insan kaynıyor ey azizan!
Dünyanın dört bir yanından gelen taziyelerle kederler hafifliyor. Tevafuken Amerika'da olduğumu duyan dostlar art arda aramaya başlıyor. Sadece beni değil, kim burada bir dostunu bulursa hemen arayıp Hocaefendi'ye ulaşmak, doğrudan başsağlığı dilemek istiyor. İşadamları, siyasetçiler, aydınlar, halktan insanlar... Her arayan derde ortak oluyor, acıyı hafifletiyor, gönül köprüleri kuruyor. Bir ara o kadar yoğun bir telefon akını oluyor ki yoruluyor; ama taziyeleri doğrudan kabul etmeyi de ihmal etmiyor. Vefaya vefa! Cuma namazı vakti yaklaşınca gözümün önüne bir önceki kardeşinin, Hasbi Gülen'in vefatı geliyor. O da bir cuma vakti yürümüştü Rabb'ine. Yine böyle telefonlar yağmıştı, yine cuma arası verilmiş, cumadan sonra görüşmeler yapılmıştı. O gün arayanlar arasındaki bazı kişiler, bugün dostluklarını da vefalarını da alıp gitmişlerdi çoktan. Keşke bambaşka bir vadiye savrulmasalar, bir mağaraya girip çıkmakla siret ve suret neshine maruz kalmasalardı. Her neyse...
Hutbede hayatın manası ölüm gerçeği üzerinden bir daha şerh edildi. Ölümün metafizik sırları anlatılıyordu zahir; ama aslında hayatın anlamı çözümleniyordu düğüm düğüm. Ve bir kere daha hatırlıyorduk ki elinde iki can taşıyanlar için ölüm bir son değil, başlangıçtır ve esas olan öbür âlemdir. Kalplerimize inşirah veriyordu hutbe, yaralarımızı sarıyordu usulca, incitmeden, şefkatle...
Namaz sonrası devam eden taziye telefonları geç vakte kadar sürdü. O kalbî görüşmeler ispat ediyordu ki sevginin önüne kimse geçemiyor, kalplerdeki muhabbeti kimse silemiyordu. Devlet zırhına bürünmüş zulüm, kimilerine korku ve ürperti salsa bile kimileri daha bir kenetleniyor, inançla ve azimle ufka doğru yürüyor. Yürüyecek de! Hiçbir zulüm ebedi olmadığı gibi, hiçbir ölüm de yok oluş değildir. Dahası, her ölüm bir diriliş her zulüm bir uyanıştır! Öbür âleme bu fani dünyadan daha çok inanan insan, Allah'tan başka kimseye boyun eğmeyerek özgürlüğün şahikasında bayrak açar. Her şeyi bu dünyadan ibaret sananlar ve bu zan ile insanların hukukuna tecavüz edenler saraylarda da yaşasa mutsuz olmaya umutsuz kalmaya mahkumdur...
Yasaklar çare değil
Özgürlükler ülkesi olacaktı Türkiye. Artık fişlenmeyecekti insanlar. Kimliklerinden ve fikirlerinden dolayı kişiler ve kitleler aşağılanmayacak, devlet baskısına maruz kalmayacaktı. Yasaklar bir bir kalkacak, şeffaf bir ülke olmanın gereği yerine getirilecek ve 'üstünlerin hukuku değil; hukukun üstünlüğü' inşa edilecekti. Öyle mi oldu şimdi!
Maalesef en tatlı rüyalar en korkunç kâbuslara dönüştü. AK Parti Hükümeti ilk on yıllık iktidarında reform üstüne reform yapmıştı; ne var ki 'güç yozlaştırır' kuralı bir kez daha hükmünü icra etti ve iktidar sahipleri yanlış bir yörüngeye kaydı. Yasaklar art arda geldi. Dün eleştirdikleri her yanlışı bugün bir maharetmiş gibi takdim ediyorlar. Beğenmedikleri basın kuruluşlarına akreditasyon adı altında ayrımcılık yapıyor, haksızlığın en pespaye örneklerini sunuyorlar. Yolsuzluk, rüşvet, ihtikar gibi konularda yayın yasağı getiriyor, toplumun haber alma özgürlüğünü defalarca önlemeye çalışıyorlar, hoşlanmadıkları kişileri ve kitleleri fişliyor, vazifeyi ehline değil yandaşlarına veriyorlar... Hatta yasağın en trajik örneğini Soma ve Ermenek’teki maden facialarında gördük. Yerel yöneticiler eliyle gazetecilerin felaketlerin olduğu bölgeye girişlerini yasaklamaya bile kalktılar.
Bu kadar geniş alanda bu kadar çok hata yapan bir yönetim gerçekleri saklamak için yasaklara sığınmak zorunda kalır. Nitekim YouTube ve Twitter yasağından yolsuzluk komisyonunun çalışması ile ilgili haber yapılmasının yasaklanmasına kadar yüzlerce yasakla karşı karşıya geldi Türkiye. Yasak çare mi? Tabii ki hayır. Yasak kararları havada uçuştukça kuşkular artıyor, suç işlendiğine dair kanaatler perçinleniyor. Daha dün denecek kadar kısa bir süre öncesine kadar bütün dünyanın gıpta ile baktığı ve demokratik- muhafazakar yapısıyla İslam dünyasına örnek gösterildiği Türkiye, bugün yasakların sembolü haline geldi. Unutmamak lazım ki, yasaklar arttıkça bu ülkenin imajı daha da kötüleşecek. Bir an önce bu ülkenin tekrar katılımcı demokrasiye dönmesi, halkın tamamı ile kucaklaşması, hukukun üstünlüğünü rehber edinmesi gerekiyor. Başbakan Ahmet Davutoğlu, bu değişimi yapabilir; donanımı, birikimi, deneyimi, tecrübesi buna müsait. Tabii ki birinin gölgesinden sıyrılmak şartıyla...
İki seçenek var karşımızda: Bu ülke ya yeniden temel hak ve özgürlüklerde bir heyecan dalgası oluşturacak; ya da yasak üstüne yasak icat edilip Türkiye geniş çaplı bir hapishaneye dönüşecek. Tarihe geçmek isteyenler için tutulacak yol bellidir. Bu ülke beşinci sınıf bir diktatörlüğe razı olmayacak. Ajanların fink attığı muhaberat sistemi de, tek parti despotluğu da deli gömleği gibidir Türkiye için. Hiçbir fert bu gömleği giymeyecek; bundan kimsenin kuşkusu olmasın...

Yazarlar
-
Tanıl BoraKaçıncı CHP? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın ötesi… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluBüyük sorunları çözememe serisi bu kez bitecek mi? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin Sönmezİktidar politikası ters mi tepiyor, tersine mi işletiliyor? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENKürt Sorunu 2.0’a Hazır mıyız? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRLaleli Çamaşırhanesi -3- Videoya çektiler: ‘Cırt’ sesi geldikçe bağırıyor! “Maşallah, Maşallah!..” 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENGüney Amerika’da büyüyen gölge 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞEntelektüel üretimin kaybı-Rejimin vesayeti-Siyasetin iflası 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRBu durumda AİHM yetkilileri de Trump’tan yardım istesin… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÖcalan’ın mektubu üzerine bazı gözlemler 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidarın ağzındaki bakla!... 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERHarakiri Bütçesi 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEABD, Suriye için neye karar verdi? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALEş Şara’dan yeni bir Esad çıkarmak mı? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİKandil’in polemikçisi şampanya sosyalistlerine karşı 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanAmerika çökmekte olan bir uygarlık mı? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolAK Partili bir okurla sohbet 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSeçime henüz vakit varken sandık hesabı 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKANBahis oynayan bakan kim?.. CASUS KİM?.. 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezOrta sınıf nereye gitti? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuCeylanpınar cinayeti… 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZÖzel’in bütçe konuşmasında sürece dair mesajları 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciEn büyük tehlike NÜFUS yokluğu 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilTürkiye neden sanayileşemiyor: Sermayenin, güvenin ve kurumların zayıflığı öyküsü 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAJohn Holloway ; Abdullah Öcalan’ın Kuramı Devrim İhtimali Fikrini Yeniden Düşünülür Hale Getiriyor! 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENFeti Yıldız kime sesleniyor? 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇHakim sınıfın iki zümresi 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTElveda Lenin ve Düzce Belediyesi… 10.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURSuriye bir kere daha çözümü bozabilir mi? 10.12.2025 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞCHP programı halka ne vadediyor? Nasıl bir parlamenter sistem? 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalHay'at Tahrir el-Şam'ın Evrimi ve Suriye'nin Geleceği 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpHissedilemeyen büyümenin anatomisi 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasSokak çeteleri devlet kurumlarına karşı 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBağımlı finansallaşmanın anatomisi ve Türkiye’nin bitmeyen kırılganlığı 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEÇıkış yolu 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞTahmin ediyordum, artık netleşiyor galiba (Transfermarkt, karapara) 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanMüslüman dünyada yeni bir fıkhi yaklaşımın önü açılabilir mi? 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNStratejik illüzyon! 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞAYM BAŞKANI AĞLIYORSA… 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçTürk ve Kürt yalnızca seçmen değil aynı zamanda insan ve yurttaş 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünMonroe Doktrini gibi bir Trump Doktrini… 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTeostrateji yahut Din ve Dünya ilişkisinde kalibrasyon sorunu 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKKürt açılımı hangi barışı getirecek? Üç barış teorisi 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKİmralı için CHP’yi sıkıştırmaya gerek var mı? 5.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYTürkiye İçin Irak Peşmergeleri Sorun Olmuyor da Rojava neden Sorun! 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRPOLEMİK SENDROMDA 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrta Doğu, Trump Amerika’sına Uyum Sağlıyor 3.12.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselIMF’in siyaseten can sıkıcı tavsiyeleri 3.12.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYŞu meşhur “İznik Konsili” 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSürecin “kritik eşikleri” 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKEve siyaset için dönüş öncesi bir mıntıka temizliği gerek 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunDağıstan Cumhuriyeti ve Ayna Gamzatova 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye siyasetinin hastalığı: İmralı tartışmasında serinkanlılık ihtiyacı ve CHP'nin kararı 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMABD’de bir şeyler oluyor: Nick Fuentes 30.11.2025 Tüm Yazıları























































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.11.2015
6.01.2015
3.01.2015
30.10.2015
27.10.2015
23.10.2015
20.10.2015
16.10.2015
13.10.2015