Erol KATIRCIOĞLU

Erol KATIRCIOĞLU
Erol KATIRCIOĞLU
Tüm Yazıları
Erdoğan’ın ‘Dava’sı
15.06.2016
1748

 Giderek anlaşılmaktadır ki Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘dava’ diye kutsal bir vurguyla altını çizdiği dava, Osmanlı’nın tarih sahnesinden çekilirken özellikle İslami kesimin yaşadığı travmanın adıdır. Gerçi o sırada tüm toplum bir travma yaşamaktadır ama askeri gücü elinde tutan Mustafa Kemal ve arkadaşlarının uygulamaya koydukları ‘Batılı’ cumhuriyet projesi, İslami kesimi daha da travmatik hale getirmiştir. Osmanlıya, şeriata ve hilafete bağlılığı devam eden, devletin yıkılmasını tümüyle ‘dış güçler’in eseri olarak gören bu kesim, Kurtuluş Savaşı sonrası oluşan ve ‘askeri’ özelliği de devam eden yeni Cumhuriyet idaresini bir türlü içine sindirememiştir. Bu yeni yönetimi İslam medeniyetinin son ve en güçlü kalesi olarak gördükleri Osmanlı’nın doğal sürecinde yalnızca geçici bir parantez olarak görmeyi ve bir an önce bu sürece ‘geri dönmeyi’ amaçlayan bu anlayış (toplumun ‘laik kesiminin’ bu kesime ‘gerici’ demesi de aslında bu nedenledir) bu ‘dava’nın ta kendisidir.  

AKP’nin kadrolarının kendilerini başlangıçtan beri böyle bir ‘dava’nın neferi olarak görüp görmediklerini bilmiyoruz. Ama Tayyip Erdoğan’ın gördüğünü anlıyoruz. Her ne kadar başlangıçta bu denli net değildiyse de bugün itibariyle böyle. Peki bunda ne var? Toplumda kimileri de böyle düşünüyor olabilir. Uzunca bir zamandan bu yana bu ülkede ‘demokrasi’ uygulandığına göre ve demokrasilerde toplumun farklı kesimleri farklı taleplerini fikir ve ifade özgürlüğü çerçevesinde dile getirip örgütleyebileceğine göre sorun nerede?

Sorun ‘farklı fikirlerden’ çok ‘farklı değerlerden’ oluşmuş taleplerin demokratik bir yönetimde nasıl ifade edileceğinde ve nasıl gerçekleştirileceğindedir. Özellikle eğer varolan demokrasi, çoğunluğun mutlak iktidarı olarak görülüyorsa, o çoğunluğun kendi değer dünyasının, azınlık olanın değer dünyasını reddedeceği ve sonuçta ortak bir toplumsal irade üretilemeyeceği açıktır. Bunun çatışmacı siyasi bir ortam anlamına geleceği de... Örnek vermek gerekirse eğer bu kesimlerden biri (örneğin İslami kesim) ‘Namaz kılmayan İnsan değildir’ gibi bir değer yargısını TV’lerde kalkıp söylerse, yine bu kesimin içinden bir grup (dünkü Erzurum’la ilgili haberde olduğu gibi) eline sopaları alıp ‘oruç tutmayanlar insan değildir’ diye sıkıştırıp dövmeye kalkarsa nasıl bir toplum oluruz dersiniz? Ya da yine geçenlerde bir Müslüman yetkili (Cumhurbaşkanı) ‘terörist’ dediği insanlarla ilgili konuşurken ‘Onlar Zerdüşt, onlar ateist’ derse böylelikle kendi inanç değerlerini benimsemeyenleri ötekileştirmiş olmaz mı? (Oysa normal olarak ‘Cumhurbaşkanı’ toplumdaki tüm yurttaşların başkanıdır ve o yurttaşların içinde pekala Zerdüştlüğü ya da ateizmi benimsemiş olanlar da olabilir). (Dikkat tüm bu örnekler ‘fikir’ değil ‘değer’ farklılıkları örnekleridir!)

İnsanlar arasındaki fikir farklılıkları konuşmayla, tartışmayla ve uzlaşmayla giderilebilir. Ama değer farklılıklarının ön plana çıktığı ayrılıklarda bu yöntemlerin işlemesi çok kolay değildir. Örneğin ‘Benim için bir insanın Müslüman olması her şeyden önemlidir’ derseniz, bir başkası da ‘Hayır, benim için bir insanın bilimsel düşünen bir insan olması her şeyden önemlidir’ derse, burada nasıl bir tartışma yapılabilir ve nasıl bir uzlaşma üretilebilir ki? Böyle bir karşılaşma gerçek anlamda demokratik bir zihniyet iklimi gerektirir. Ama var olan demokrasiniz ‘Biz çoğunluğuz, dilediğimizi yaparız’ kıvamında bir demokrasiyse farklılıklar arasında çatışma kaçınılmaz demektir. Çünkü böyle ayrışmış bir toplum normal olarak demokrasiyle yönetilemez. Ancak baskıcı bir rejimle yönetilebilir.

Türkiye’de geldiğimiz yer de böyle bir yerdir. AKP yönetimi ve Cumhurbaşkanı daha çok Müslüman kitlelerin benimsediği ya da benimseyebileceği Osmanlı İslam medeniyetini yeniden tesis etme ‘dava’sını siyasetin ana damarı yapmaya çalıştıkça aynı tarihi dönemlerden neşet eden karşı bir ‘Batılı-laik’ davasını da tetikleyeceği açıktır. Nitekim öyle de olmaktadır. Bugün liselerde varolan kıpırdanmalar da bunun işaretleridir.

AKP, bir siyasi parti olarak iktidarda olduğu bunca zaman içinde milli gelirin artırılmasına bir katkıda bulunmuşsa da siyaseten her şeyi yüzüne gözüne bulaştırmıştır. Sosyal ve tarihsel sorunları çözeceğine tümünün yeniden su yüzüne çıkmasına neden olmuş ve bu sorunlara anlamlı çözümler üretememiş ve içinden başka bir akıl çıkması çok zor göründüğüne göre ülkeyi çok daha büyük bir kırılmaya sürüklemektedir. Bence son durum budur.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar