Esat KORKMAZ

KIRK SAYISININ SİMGESEL SIRRI
17.01.2014
2546

 Genelde yasaklı kültürlerde, özelde toprağımın yasaklı kültürü Kızılbaşlıkta Kırk Sayısı’nın zengin bir simgeselliği vardır: Simge denen ata binip Kırk Sayısı’nın peşine düşmeden önce, bindiğimiz atı kısaca tanıyalım derim.

Simgeler Amaçsız Değildir

Simgelerin de bir amacı vardır: Zamanın tersine çevrilmezliğine başkaldırmak ve insanı, tanrıların-mitsel kahramanların başlangıç zamanına taşımak, geçmişi yakalamak-geleceği kurmak gibi. Çoğunlukla sömürü düzeninde tüketilemeyen, ne olduğu kendi sessizliğinde saklı bulunan, yeri-zamanı geldiğinde dışa vuracak olan hiçliğin kimliklendirilmiş biçimleri olarak çıkarlar karşımıza simgeler. Bir şeyin nasıl varlığa geldiğini-nasıl beslenip büyütüldüğünü anlatan karmaşık birer kültür gerçekliğidirler. Her şeyin insanla konuşmasını sağlayan şifre alfabenin harfleridir bir bakıma ya da hiçliğin çocukları; eyleme geçtiklerinde, yani güncellendiklerinde yaşamın sertliğini alırlar ve dünyayı bizim için daha yaşanılası bir yer yaparlar.

İnsanın bireysel özü, kendi içindedir ama onun bilinebilmesi için kendi dışıyla nesnel ilişkiye girmesi koşuldur; çünkü, bireysel öz, nesnel ilişkide okunabilir: Bu yolla bireysel öz, kendini toplumsal öze taşır: Toplumsal öz, yok sayılmamak için sevgi, acı, neşe vb duygu-düşünce durumlarıyla kendini simge biçiminde güncelleştirir; artık o, yadsınamaz bir toplumsallıktır.

Hiçbir şeye sahip olmayan insan önce kendi varlığını taşımasını öğrendi; sonra doğanın dilini, yani simge dilini duyular yoluyla çözdü: Gökyüzünün berraklığında sevgiyi-aşkı, siyahlığında korkuyu gördü. Rüzgârın alçalıp yükselişinde, yıldızların yanıp sönüşünde, gündüz ile gecenin yer değiştirişinde hikmeti aradı. Doğanın çıkardığı her seste simgeleri keşfetti; simgelerin tamamında sözün sırrına erdi. Evreni küçük bir noktaya, küçük bir nokta olarak algıladıkları kendilerini evrene dönüştürdüklerinde sonsuz boşluktan ya davarlıkların özünden hakikat üretti. Hakikatin izinde varlığın da yokluğun da bir olduğunu  ya da iyilik ile kötülüğün eş olduğunu öğrendi.

Yaşamdan uzaklaşırsan simge senden sakınır; hiçlik seninle alay eder; yaşam kendi oyununu oynadığında hiçlik  simge doğurup kendi geleceğini seyreder; yaşamın kendi oyunu ölüm tarafından kuşatılmış bir sahnede oynanan bir trajedidir çoğunlukla. Bu trajedide her simge tutunulacak bir daldır.

Sayı Simgeselliği

Pisagorcuları eleştiren Platon bile iş sayı mistisizmine gelince ortak bir noktada buluşur. Pisagorcu ve Platoncu sayı mistisizmine ilişkin kazanımlar Yeni-Platonculuğa ve gnostik akımlara aktarıldı. Bu zeminde zamanla a) sayılar, düzene soktukları şeylerin karakterlerini etkiler; b) böylece sayılar, Tanrı ile varlığa gelmiş dünya arasında aracı olurlar; c) sayılarla yapılan işlemlerde kullanılan sayılar, bağlantılı oldukları şeyleri de etkiler, ortak paydası belirdi.

Böylece her sayı,özel bir karakterin, özel bir gizemin ve özel bir metafizik anlamın taşıyıcısı durumuna geldi. Hz. İbrahim kaynaklı üç tektanrıcı dinin muhalefetinin ana beslenme kaynağı durumundaki Yeni-Platonculuğun kurucusu Plotinus, Sayılar, onlar tarafından betimlenen nesnelerden önce vardılar,diyerek Platon’u güncelledi.  Bu düşünce çizgisini sürdüren İskenderiyeli Philo, Eski Ahit’in kimi tasarımlarını Pisagorcu gelenekle birleştirerek Kabala’ya giden yolu açtı.

Hûrifilikte, zaman ve mekânda var olmanınsimgesel çok katlı görünüşüdür sayı:  Bu bağlamda, varlıkların sayıları olduğu için biçimleri vardır. Varlıklardan sayıları alırsan geriye bir şey kalmaz; varlığa sayıların olduğu yerden bakarsan anlamlıdır. Çünkü onlarda sayılarla ölçüldüğü kadar öz vardır.

Kırk Sayısının Sırrı

Kırk(40), Bâtıni kültürde, a) Kırklar’ı, kırk makamı simgeleyen sayıdır. Kabalistik tasarımlarda, beşinci sefirotu,yani Gevurah’ı simgeler. Orta Doğu ile İran ve Türkiye’de, büyük sayılar arasında simgesel anlamda en büyüleyici sayıdır. Kadim Babil tasarımlarında, Ülker’in gözden yittiği 40 günlük süreyi; Ortodoks inançta, Nuh Tufanı’na neden olan yağmurların yağdığı kırk günlük zamanı işaret eder.

Astronomik tasarımlarda, Ay’ın geçtiği 28 nokta ile 12 burcun bileşimi olarak algılanan sayı simgesidir. Hıristiyan tasarımlarında, Yahuda’nın yıldızı olan Satürn’ün 40 niteliğini, yeryüzü yaşamına bir gönderme olarak algılanan ve Paskalya öncesinde uygulanan 40 günlük Büyük Perhiz’i simgeler. Ortaçağ Hıristiyan tasarımlarında, İsrailoğullarının çölde dolaştığı 40 yılı, Musa’nın dağda geçirdiği 40 günü, İblisin çölde İsa’yı sınadığı 40 günü ve İsa’nın mezarda geçirdiği 40 saati betimler. İbrani gelenekte Süleyman ve Davud’un kırk yıllık hükümdarlıklarını simgeleyen sayıdır. Matematik-sel tasarımlarda, bölünebilir sayıları(1, 2, 4, 5, 8, 10 ve 20) kendisinden büyük(50) çıktığı için bereket simgesidir. St. Augustin’e göre zamanı belirten 4 ile bilgiyi işaret eden 10’un sonucu olarak algılanan ve bilgiye uygun yaşamamızın kanıtı durumunda bulunan sayıdır. Pek çok tasarımda, bekleme ya da hazırlanma süresini simgeler. Talmud ya da Katolik kökenli tasarımlarda, insan yaşamında zekânın bütünüyle geliştiği dönem simgesidir.

İslami gelenekte, Hz. Muhammet’in ilk vahyini aldığı 40 yaşını, yeniden dirilişte Gökyüzü’nün dumanlarla kaplı kalacağı günleri,  Hz. Muhammet’in adının başında ve ortasında bulunan mim harfinin sayısal değerini, ölümlüleri Tanrı’dan ayıran ve insanlığın gelişiminde geçilmesi gereken basamaklar olarak algılanan 40 aşamayı, zekâtın ölçü durumunu simgeler.

Ortodoks İslami gelenekte, simgesel anlamda, Tanrı’nın Âdem’in çamurunu yoğurduğu gün sayısını,  Yahudi-Hıristiyan geleneğinde,  yas zamanını ya da sabırla beklemeyi işaret eder.

Heterodoks İslami gelenekte, simgesel anlamda, Dünya’nın sonu yaklaştığında kurtuluşu sağlamak üzere gelecek olan Mehdi’nin Yeryüzü’nde kalacağı ve yeniden dirilişin süreceği yıl sayısını,  Hıristiyanlıkta ve İslami gelenekte, arınla dönemindeki gün sayısını, Yahudilikte-Hıristiyanlıkta ve İslamiyette, simgesel anlamda yuvarlak sayıyı simgeler.

Kimi tasarımlarda, simgesel anlamda, zamanın ya dazamanının geldiğini belirten sayıdır. Türk tasavvuf edebiyatında, sebatın sayısı olarak algılanırken, varoluş çevrimine bağlanan tasarımlarda,  Tanrı’dan insana inişin 20 aşamasını ve insandan Tanrı’ya yükselişin 20 aşamasını simgeleyen  mim(m) harfinin sayısal değerini betimler.

Kırk(40), Ortadoğu’da, İran ve Türkiye’de büyük sayılar arasında en büyüleyici sayı durumundadır. Kadim Babil tasarımlarında, bilimsel anlamda, Ülker’in 40 gün boyunca gözlerden yittiği günleri simgeler. Aynı zamanda meteorolojik gözlemlerden çıkarsanan ve kimi söylencelere taşınan  yağmurlu mevsimlerin gün sayısıdır. Örneğin, Nuh Tufanı’na neden olan yağmurlar kırk gün sürer.

Kırkın(40) önemi, astronomik-astrolojik tasarımlarda ayrıcalıklıdır: Ay’ın yörüngesinde ilerlerken geçtiği 28 nokta ile 12 burcun bileşimi, yani toplamı olarak algılanan sayıdır. İncil’de Yahuda’nın yıldızı olan Satürn’ün kırk niteliği vardır.

Kırk, simge olarak kimi biyolojik tasarımlara da girer: Örneğin geçmişte, hamilelik 7x40 günlük dönemlere bölünürdü. Yine İslami gelenekte 3x40 gün sonra fetüsün ruhu olacağına inanılırdı.

Başlangıç tasarımlarından bu yana kırk, sıklıkla yazgı simgesi sayıdır: Bu bağlamda Eski Ahit, insan yaşamının ideal uzunluğunun 3x40 yıl olduğunu savlar. İsrailoğlu krallarının çoğunun, söz gelimi Süleyman ve Davud’un kırk yıl hükümdarlık yaptığı söylenir. Tufan’dan sonra İsrailoğulları çölde kırk yıl dolaşır; Musa dağda kırk gün geçirir, İblis tarafından sınanan İsa, çölde kırk gün kalır, benzer biçimde İsa mezarda kırk saatlık zamanı doldurur.

Matematiğe bağlanan tasarımlarda, kırk(40) bereket simgesidir: Çünkü, bölünebildiği sayıların toplamı(1, 2, 4, 5, 8, 10 ve 20) elli(50)’den büyüktür. Bereketli sayı çağrışımlı söylencelerde  Paskalya’dan önceki 40 günlük Büyük Perihiz ile yeryüzü yaşamına, Paskalya ile Hamsin arasındaki 50 günlük ebedi yaşama gönderme yapılır.

St. Augubtine kırkı, zamanla ilgili 4 ile bilgi anlamına gelen 10’un çarpım gücü olarak algılar. Bu bağlamda, bilime uygun bir yaşam sürmemizi bize kırk anlatır.

Kutsal tasarımlarda kırk(40), çoğunluk bekleme ya da hazırlanma süresini simgeler. Örneğin Talmud, 40 yaşı, zekânın bütünüyele geliştiği bir aşama olarak algılar. Gizemci gelenekte Tanrı, Âdem’in çamurunu  kırk gün yoğurur; Dünya’nın sonu yaklaştığında Mehdi Yeryüzü’nde kırk yıl kalır, yeniden diriliş  40 yıl sürer ve bu süreçte kırk gün Gökyüzü dumanla kaplı kalır.

Bâtıni gelenekte, kırk(40) sayısı, simgesel anlamda bir pekiştirme ya da yineleme  sayısıdır. Bir şeyi kırk kere yapmak, o şeyi gereğinden fazla yinelemek anlamına gelir.

Yahudilikte-Hıristiyanlık ve İslamiyette kırk(40), bir arınma dönemi simgesidir: Bu anlayış gereği söz gelimi doğumdan sonra kadınlar kırk(40) gün yataktan çıkmazlar. Eğitim bağlamında arınmanın bir yolu olarak algılanan çile 40 gün sürer.

Ortadoğu, İran ve Türkiye’de kırk(40) sayısı, önemli yuvarlak bir sayıdır: Halk bilgeliğine bağlanan söylencelerde, masallarda, özdeyişlerde 40 sütunlu saraylar, 40 atlı kahramanlar, 40 erkek ya da 40 kız çocuk doğuran analar, 40 serüvene atılan kahramanlar, 40 düşmanı öldürenler, 40 hazine bulanlar, kırk gün süren şölenler vb. yaygın olarak işlenir.

Yasaklı kültürler, sözcük ekonomisi yapar, ötesinde, bilgisini-inancını özdeyişlere-kalıpsözlere bağlar. Bu kapsamda kırk(40) sayısına bağlanan kalıpsözler ve özdeyişler vardır. Sıralamaya çalışalım:

              

*Kırk abdal: Kırklar.

*Kırk basamak: Sûfi gelenekte, simgesel anlamda, kâmil insanın izleyeceği 20 basamaklı iniş yolu ile 20 basamaklı yükseliş yolunun basamak sayısı.

*Kırk çileyi tamamlamak: Alevilik-Bektaşilikte, simgesel anlamda, eğitimin son aşaması olarak algılanan kırk günlük çileyi bitirmek.

*Kırk makam: Hace(Hacı) Bektaş Veli’ye bağlanan Dört Kapı öğretisine göre, kâmil insan olma sürecinde, yol erinin geçmek zorunda olduğu manevi aşamalar olarak algılanan dört kapıya bağlı simgesel kırk alt aşama.

                *Kırk şamdan: Kırkbudak.

 

Kırk Abdal, Bâtıni kültürde, simgesel anlamda, gayb erenleri ululuk/ermişlik sıralamasında yer alan, kim oldukları tam olarak bilinmeyen, ancak varlıklarına ve kutsallıklarına inanılan kırk kişilik evliya, ermiş topluluğu.

 Tarikat, yol inancında, diğer insanlardan farklı kimi Tanrı dostu erenlerin bulunduğuna inanılır: tanrısal sırları bildikleri için kendilerine gayb erenleri denilen bu kişiler, ululuk-ermişlik derecelerine göre sıralanırlar. En üst derecede gavs ya da kutup yer alır; bunu iki imam, dört evtad ve kırklar izler.

Kırklar’la ilgili bilgiler daha çok söylencelere dayanır; söylencelerde mekân ve anlatım teknikleri farklılık göstermekle birlikte hemen hemen tümünde öz aynıdır. Kırklar’ın kimler olduğu konusunda da bir birlik yoktur; çünkü bunlar söylence kimlikleridir; kimi mistik tasarımlarda Kırklar’ın isim listesi verilse de bu ancak verildiği dönem için anlamlıdır. Daha doğrusu, Kırklar’ı oluşturan kimlikler, ilahi ideolojiye/ilahi ideolojinin kimliklerine ya da bunu resmi ideoloji edinmiş sınıflara, o sınıfın/sınıfların çıkarlarını savunan devlete/devlet kurumlarına karşı olanların, yani artı değer yaratanların, memnuniyetsizlerin kendilerine sözcü olmak üzere yarattıkları, gönüllerince giydirip kuşattıkları bâtıni kurtarıcı kimliklerdir. Bu kimlikler herhangi bir somut kimlikten esin alsa da o kimliğin nesnel/düşünsel sınırlarını aşar; olumsuzluklarından arındırılmış soyut toplumsal kimliğin evrenselliğini taşır. Bir tasarıma göre Kırklar’ın adları şöyledir: l) Haticet-ül Kübra; 2) Muhammet Mustafa; 3) İmam Ali; 4) Fatima-i Zehra; 5) İmam Hasan-ı Müşteba; 6) İmam Hüseyin Şehid-i Kerbela; 7) Selman-ı Farisi; 8) Veysel Karani; 9) Huzeyfetül Yamani; 10) Ebuzeri Gaffari; 11) Ammar bin Yaser 12) Ümmü seleme; 13) Ümmü Hani; 14) Ümmü Mektum; 15) Üsame; 16) Salih; 17) Bilal Habeşi; l8) Zeyd bin Haris; 19) Zeynep; 20) İbni Abbas; 21) Akil; 22) Caferi Tayyar; 23) Fazıl bin Cebel Kamber; 24) Kümeyl bin Ziyad; 25) Malik bin Harisül Eşter; 26) Meysemi Temmar; 27) Reşidi Nacer; 28) Hacer bin Adiy; 29) Amr bin Hümeya; 30) Muhammet bin Ebubekir; 31) Sait bin Cübeyr; 32) Cabir; 33) Suheybi Rumi; 34) Dıhyetil Kelbi; 35) Ümmü Eymen; 36) Ebu Deccene ve Kırklar’a dahil edilen melekler.

Kırk makam, Hace(Hacı) Bektaş Veli, Kırk Makam’ı; Tanrı yolundaki tarikat yolcusunun, Hakk’a ulaşabilmesi için geçmesi gereken evreler olarak tanımladı. Yine Hacı Bektaş Veli, her kapının gereğini yerine getirenleri ayrı ayrı grupladı ve onlara birer sıfat verdi. İnsanın oluşumuna katılan ve toprak, su, ateş ve hava olarak belirtilen dört unsurdan her birini, bir kapı ehline simge olarak verdi.

Kırklar cemi söylencesi, Aleviliğin ana inanç kaynağı durumundadır. Cemlerde semah hizmetini önceleyen bölümde Kırklar Cemi söylencesi şiir diliyle anlatılarak, bu başat inanç kaynağı sürekli canlı tutulmaya çalışılır.

Söylenceler akıl-mantık alanı dışında, sonradan kurgulanan ürünler olmalarına karşın yalan değillerdir. Kırkların Cemi de bir söylencedir; demek ki o da yalan değildir. Çünkü her söylence, toplumda yalanın keşfedilmediği çağlar üzerine kurulur; toplumsal bir özlemin dışa vurumu olarak belirir. Bu bağlamda sosyal ve tarihsel olayların, Alevi-Bektaşi kimliğinin beyin ve ruh aynasında bir yansımasıdır. Alevi-Bektaşi kimliği Anadolu’da ve Anadolu’ya yakın coğrafyalarda süregelen değişiklikleri, ortaya çıkan altüstlükleri, kendi evren görüşü ve kendi somut araçlarıyla anlamlandırmak istemiştir. Alevi-Bektaşi kimliğine bu isteği dayatan sosyal olaylar ve ortam gözden kaçırılırsa Kırklar Cemi söylencesi anlaşılmaz bir yumağa dönüşür. Bu nedenle bir söylencenin nasıl söylendiğine değil, niçin söylendiğine bakılır.

Biraz daha somut düşünelim: Kırklar Cemi, Küçük Asya’da, İsa şeriatına tavırlı yerli halkın, Muhammet şeriatına tavırlı Ali Yandaşları’nın ve Orta Asya’dan kopup gelen, ilkel komünal değerlerle donanımlı, medeniyetin sömürücü özüne tavırlı yığınların düşünce beslemesiyle yaratılan ve geçmişe taşınıp inanç alanına “oturtulan” bir söylencedir. İnsanlık evriminin bir gereği olarak kabul ettikleri ya da kabul etmek zorunda kaldıkları son tektanrıcı din İslamiyet içinde, kendi kimliklerinin dayatması sonucu yaşama geçirilen başat bir inanç kaynağıdır. İbrahim-İsa-Muhammet şeriatına karşı zeminde filizlenip boy veren nesnel-toplumsal-düşünsel ve inançsal yaratılar ortamında bir sentez olarak beliren Aleviliğin-Bektaşiliğin, tepkisini destanlaştırmak  isteğinden doğmuştur. İnanç boyutunda, İslamiyetin doğuş koşullarına taşınarak yaratılan ve -Ben kimlik olarak o günlerde yaşasaydım böyle düşünürdüm, demek istenilen, olağanüstü kolektif bir kurgudur. Medeni insan kafasının ürünü olan şeriatçı inanca, aynı medeni insanın kafa yordamını kullanarak verdiği bâtıni-heterodoksi nitelikte bir manifestodur. Ortodoks inanç görüntüsü ardında şeriatı temsil eden Tanrı elçisinin; bâtıni-heterodoksi inanç görüntüsü ardında aklı temsil eden Ali ve arkadaşlarını tanımak durumunda kaldığı bir organı, yani Kırklar Meclisi’ni merkeze alarak bilince çıkarılan anti-şeriatçı tavrın evrenselleştirilmesidir.

 

Kaynakça:

Kitaplar:

*Ifrah, Georges; Hesabın Destanı/ Rakamların Evrensel Tarihi(Çeviren: Kurtuluş Dinçer); TÜBİTAK; Ankara- 2000

*Korkmaz Esat; Ansiklopedik Simgeler Sözlüğü; Anahtar Kitaplar Yayınevi; İstanbul- 2010

*Özmen, İsmail; Simgeler Kenti Bektaşilik(Cilt: I); Matsa Basımevi; Ankara- 2000

*Özmen, İsmail; Simgeler Kenti Bektaşilik(Cilt: II); Matsa Basımevi; Anakara- 2000

*Schimmel, Annemarie; Sayıların Gizemi(Çeviren: Mustafa Küpüşoğlu); Kabalcı Yayınevi; İkinci Baskı; İstanbul- 2000

Makaleler:

*Alkan, Erdoğan; Alevi Mitolojisinde Sayıların Gizemi/ Alevilikte “1” Sayısı; Serçeşme Dergisi; Sayı: 2; İstanbul- 2004

*Alkan, Erdoğan; Alevi Mitolojisinde Sayıların Gizemi/ Alevilikte “2” Sayısı; Serçeşme Dergisi; Sayı: 3; İstanbul- 2004

*Alkan, Erdoğan; Alevi Mitolojisinde Sayıların Gizemi/ Alevilikte “3” Sayısı; Serçeşme Dergisi; Sayı: 6; İstanbul- 2005

*Alkan, Erdoğan; Alevilikte “4” Sayısı; Serçeşme Dergisi; Sayı: 7; İstanbul- 2005

*Korkmaz, Esat; Harf Simgeciliği(I-II); Serçeşme Dergisi; Sayı: 35-36; İstanbul- 2007

 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar