Gürbüz ÖZALTINLI
Bugün; terörden, Batı’yla ilişkilerde yaşanan gerilime; darbe girişiminden, otoriter güvenlik politikalarına kadar, içine düştüğümüz çatışmaları ve olağanüstü konjonktürü, iktidarın “milli ve yerli” duruşunun bedeli olarak açıklayan düşünce bir hayli popüler. Küreselleşmenin ürettiği adaletsizliklerin ulus devletleri sisteme tepki vermeye zorladığı, yeni bir dönemin açıldığı savunuluyor. Yükselen yeni siyasi dalgayı, “küresel adalet”arayan ulusların tepkisi olarak yorumlayan analizler okuyoruz.
Türkiye’de bu analizi paylaşanlar içinde küresel krize gösterilen popülist tepkiyi patolojik bulanlar da var ama onların sesi çok etkili değil. Daha çok iktidar katından üretilen söylemin toplumsal duygularla örtüştüğünü; düşünsel iklime hâkim olduğunu gözlüyoruz.
Bu egemen söylem bize, yaşanan değişimin makbul olduğunu anlatıyor. Brexsit ve Trump tercihlerini hegemon Batı’nın çözülüşü, müesses emperyal düzenin sonu olarak selamlıyor. Öte yandan Putin çoktan adil dünya arayışının sözcüleri arasında yerini almış gibi gözüküyor. Erdoğan ise, ahlaki üstünlüğü; “milli ve yerli” duruşunun bedeli olarak uğradığı saldırılar karşısındaki cesareti ve başarısıyla, her türlü eleştiri ve sorgulamadan muaf, mazlumların çağdaş temsilcisi tahtına oturmuş durumda. Dolayısıyla, başımıza gelen her kötülük, küresel adaletsizliklere isyan eden “milli ve yerli” uyanışın kaçınılmaz sonucudur. Bize, şikayet etmek; başka yollar da olabileceğini düşünmek değil, bu onurlu politikaların arkasında durmak düşer. Bu öyle sert bir ikilem ki, ya bugünün bütün kötülüklerine milli ve yerli siyasetler içinde direneceğiz ya da yok olacağız… Evet; yaygın popüler söylem bu. Özellikle 15 Temmuz bu söylemi neredeyse rakipsiz kıldı.
Küresel adaletsizlikler, Irak ve Suriye’de yaşanan çöküşte Batı’nın rolü, savaşın trajik sonuçları karşısındaki bencil kayıtsızlığı üzerine söylenen hiçbir söz haksız değil. Erdoğan iktidarına yapılan gayrı meşru saldırılarsa apaçık ortada. Erdoğan’ın, kullandığı siyasal gücü bileğinin hakkıyla elde ettiği; yaptığı en tarihsel hizmetlerden birisinin de ABD-İsrail-Neocon prodüksiyonu Gülenist yeraltı örgütünü etkisizleştirmek olduğu benim açımdan açık bir gerçek. Fakat bunların hiçbirisi, Türkiye’nin izlediği politikaları “yerli ve milli” olmak üzerinden tartışılmaz kılmaya yetmez.
Öncelikle bu yerli ve milli kavramının kendisi irdelenmeye muhtaç kanımca. İzlenen politik hat yerli ve milli çıkarlarımız üzerinde nasıl sonuçlar yaratıyor? Tartışmanın temel sorusu herhalde bu olmalı… Daha da önce; yerlilik ve milliliğin kapsamı ne? Buna cevap aramalıyız.
PKK’nın sosyolojik tabanı bu yerlilik ve milliliğin içinde mütalaa ediliyor mu? Ya da gazetecilerin tutuklanması başta olmak üzere otoriter yöntemlerden şiddetle rahatsız olan; kendilerini siyasal baskı altında hisseden muhalif seküler kesimler bu yerli ve milli politikaların kapsama alanı içindeler mi? Aynı coğrafyada yaşayan sosyolojik özneler olarak birbirimizle ilişkilerimizin manzarasından memnun muyuz? Eğer memnun değilsek; yerli ve milli politikalarımızın yaşadığımız iç gerilimlerdeki rolü nedir? Yerli özneleri milli birliğe yaklaştırıyor mu; yoksa tersi yönde mi etkiler yaratıyor?
Bana sorarsanız, Türk-İslam kimliğini esas alan; milliyetçi-muhafazakar sosyolojiyi özne kabul eden bir yerlilik ve millilik anlayışı güçleniyor. Bunun dışında kalan sosyolojik kesimler bu yerlilik ve millilik çizgisiyle aidiyet ve temsiliyet bağı kuramıyorlar. Tersine kendilerini ağır tehdit altında görüyorlar. “Bu onların sorunu” diyebilir miyiz? Onları kendi tanımladığımız “milli ve yerli” duruşa karşı çıkmakla ve hatta ihanetle suçlayabilir miyiz? Eğer böyle yaparsak, milli ve yerli tanımımızı kendi elimizle tek bir özneyle; “muhafazakar-milliyetçi” sosyolojiyle sınırlamış duruma düşmez miyiz? Kaldı ki, Alper Görmüş’ün “tercih çarpıtması” kavramından hareketle kaleme aldığı “AK Parti’lilerin AK Parti’ye desteği mutlak mı?” yazısında, başlıkta sorduğu soruya da “evet”diyebilecek durumda değiliz.
Aynı ülke sınırları içinde yaşayan farklı kesimlerin ortaklaşmasına değil; tersine çatışır durumda olmasına yol açan, en azından bunu engelleyemeyen politikaların “yerli ve milli” olarak nitelenmesi ve yüceltilmesinin geçerliliğini sorgulamak gerekmiyor mu?
Gazetecilerin, milletvekillerinin, belediye başkanlarının (soruşturulmaları, demiyorum) tutuklanmaları; kimi yazarların TV’lerde sarf ettikleri birkaç cümleyi, yazılarının başlıklarını delil sayıp, toplumun bilinçaltını etkilemeye çalışan subliminal mesaj verdikleri iddiasıyla ceza evine konulmaları gibi garabetler; belediyelere kayyum tayini; rektör atamaları; popülizmin köpürtülmesiyle tırmanan idam tartışmaları ve nihayet, yürütme gücünün üstünde toplandığı; yasama ve yargı fonksiyonları üzerinde de belirleyici yetkilerle donatılmış bir başkanlık sistemi öngördüğü anlaşılan yeni anayasa hazırlığı… Bütün bu politik uygulamalar yerlilik ve millilik üzerinden meşrulaştırılıyor.
Oysa bu politikalar çok açık ki demokrasiden uzaklaşmayı ifade ediyor ve belli bir Kürt nüfus ile seküler muhalif kesimlerin merkezle çatışmasını arttırıyor. Buna, Batı’nın sadece siyaset üreticileriyle değil, kamuoyu ve sivil toplum yapılarıyla da yaşanan kopuş sürecinin derinleşmesi eşlik ediyor.
Tabi bunlar gözümüzün önünde olurken, insan da sormadan edemiyor.
Milli ve yerli çıkarlarımız bunu mu gerektiriyor?
Yazarlar
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYargı niye böyle? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBir dönüm noktasında mıyız? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRBU KOMİSYON NE ÇÖZER? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKYeni Süreç, korkular ve umutlar 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNE“Norm Devlet” üzerinde 19 Mart gölgesi 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunÖzlemek ne uzun bir mesafe, Dersim… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanDevleti yönetenler milletlerine güven vermek istiyor olsaydı… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilYolsuzluk: Çürümenin Kurumsallaşmış Hali 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUÇevremiz çok bilinmeyenli bir denklem gibi, yoksa bilinebilir mi? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezTeo-politik inşaya karşı dinsel bireycilik: İtaat mı? İtiraz mı? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor? 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciÇürüme! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanBatı artık Kiev’de Zalujni’yi görmek istiyor gibi 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplum Çağrısı; Hasta Tutsaklar 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRGüvensizliğin gölgesinde siyaset: Geçen yıla kıyasla korku düzeyimiz yükseldi, peki neden? 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNMisak-ı Suriye! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKUVVETLER AYRILIĞI YOK İSE… 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
28.04.2024
14.04.2024
8.04.2024
5.04.2024
25.11.2023
16.11.2023
12.11.2023
9.05.2023
7.05.2023
2.05.2023