Gürbüz ÖZALTINLI

Gürbüz ÖZALTINLI
Gürbüz ÖZALTINLI
Serbestiyet Tüm Yazıları
Yüksek bilinç mi, kör nefret mi
10.04.2012
2795

12 Eylül darbecilerinin yargılanmasına ilişkin “en küçümseyici” sesin nereden geleceğini tahmin etmek çok güç değildi.

Kimliklerini Marksist sol siyaset hattında tanımlayan belli çevrelerin tutumları doğrusu şaşırtmadı. Kendilerini, ülkenin “normal siyasete” ilerleyişinde atılan her adımı değersizleştirmeye adayışları yeni bir şey değil. Onların gözünde, ordunun siyaset dışına itilmesinin, illegal bir çeteden başka bir tanıma sığmayacak duruma gelmiş devleti dönüştürme çabalarının, işkencelerin ve cinayetlerin önlenmesinin, darbecilerin üstüne gidilmesinin bir önemi yok. Her koşulda aynı sesi veriyorlar. “Vesayet rejimi ile AKP hükümetinin bir farkı yoktur, hatta daha kötüdür.” AKP “egemen sınıfların” partisidir. “Gerçek kurtuluş devrimdedir.”

İlk bakışta; görünen dünyanın arkasındaki “derin gerçekler” üzerine “yüksek bilinçle” konuşan bir “aydınlatıcı”yla karşı karşıya olduğunuzu düşünebilirsiniz. Evet, bu vehim aslında bu sesin derinlerine işlemiştir. Bir toplumsal-siyasal teoriyi “bilim” düzeyine yükseltmek başka nasıl açıklanabilir? Bu düşünsel evren; altyapı/ üstyapı, üretim ilişkilerinin üretici güçlerin gelişimine uyumu, antagonist sınıf çelişkileri, tarihin kaçınılmaz seyri, devlet/ sınıf ilişkileri, artı değer gibi öylesine ayrıcalıklı bir avadanlık barındırmaktadır ki, buna sahip olanlar gerçeğin şaşmaz bilgisine ulaşırlar, tarihin dümenini ellerine alırlar. Dışarıda kalan her düşünce “yanlış bilinç”tir.

Peki, gerçekten, bugün bazı “Marksist sol” çevrelerin siyaset pratiğini biz bu “yüksek bilinç” vehmiyle mi açıklayacağız? Kuşkusuz bu karakteristik özelliğin bir izi var bu pratikte. Ancak, sorunu açıklamaya yeteceğini hiç sanmıyorum. Çünkü, o soyut teoriden gündelik siyasetin pratiğine giden yollar pekâlâ sayısız kere çeşitlenebilir. Nitekim aynı köklere sahip çıkanlar arasında, tam ters yönde reel siyasetler üretildiğini görebiliyoruz. Ancak, “Marksist sol” alanda da bir “ana akım”dan söz edilebilecekse eğer, o akımın temel pratiği “tek yol devrim” olarak özetlediğim pratiktir.

Ben bu pratiğin ardında “yüksek bilinç” vehmi kadar başka nedenler de olduğuna inanıyorum.

Bunlardan başlıcası, Türkiye’de sosyalist bilinç üzerindeki tarihsel Kemalist aşıdır. Türkiye Marksist solunda din “allerji”sinin kapladığı alan, geleneksel Marksizm’in bu olguyu yerleştirdiği konumla kıyaslanmayacak kadar geniş ve belirleyicidir. Modernist ideoloji; dini, aşılması gereken gericiliğin, cehaletin kaynağı olarak görmüş, aklın karşısına koymuştur. Bu bakış, sosyalist sola aynı derinlikte nüfuz etmiştir. Bu derin “allerjide” elbette, Soğuk Savaş yıllarında devletin antikomünist stratejisinde kitlelerin sola karşı mobilizasyonu için dinden alabildiğine yararlanılmış olmasının da büyük payı vardır. Sonuçta baktığınızda, özellikle 70’li yıllarda kendine saha bulan Marksist sol siyasi yelpazenin, ağırlıklı olarak iki sosyolojik zemine dayandığını görürsünüz. Bir, üniversite gençliği; iki, alevi nüfus.

Bu analiz gerçeği bir tarafından yakalıyorsa, bize bugün Marksist siyaset adına üretilen AKP muhalefetinin ardındaki kör nefreti açıklar. “Kör nefret” nitelemesini bilerek seçiyorum. Çünkü, bu çevreler için; darbe planları ortaya dökülürken, vesayet gücü olarak yargı ve ordu ile AKP varlık yokluk mücadelesine girmişken bile, öncelik AKP hükümetinden kurtulmaktı. Bu kör nefret, soyut bir halk sevgisinden ya da soyutun da soyutu teorik kavramlardan kaynaklanamaz. Bir duygunun bu kadar kör ve güçlü olabilmesi için benliğimizin çok derinlerinde, doğrudan kendimizle ilgili kökleri olması gerekir.

12 Eylül paşaları yargılanırken bile “bundan AKP prestij kazanır” dedirten, bu adımı değersizleştirmek için çırpınmalara yol açan, “darbeyi halkımız yargılayacak” gibi bomboş pankartlar taşıtan o görünürdeki “yüksek bilincin” arkasında, sanırım işte bu “kör nefret” yatıyor.

Bu siyasi damarın jargonunda da “kör nefretin” elverişli malzemesi hiç eksik olmadı. Varlığını “düşman” algısına dayandıran bir düşünce modelinden söz ediyoruz.

Marksist sol, toplumsal çelişkileri uzlaşmaz görür. “Sınıf mücadelesi”nden daha çok “sınıf savaşı”nı sever. Bu “sınıf nefreti” kodları, kendisi gibi düşünmeyenlerin de sınıf düşmanına hizmet ettiği kabulüyle çok geniş bir alana taşınır. (“Yetmez ama evet” diyenlere karşı takınılan tutumu hatırlatırım.) Siyaseti, imha tehdidi içinden okur ve imhayı esas alır. “Kahrolsun”suz sloganlarla tatmin olmaz. Devrimcidir ve şiddet devrimin ebesidir. Evrim ve uzlaşma kategorik olarak reddedilir. Demokrasinin ise öteki ve asıl yüzü “sınıf diktatörlüğüdür”.

Açıkça hesaplaşılmamış, hakkıyla aşılamamış gelenek özetle budur.

Yani, “tesadüfî” ve kolay aşılabilir bir “sekterlikten” çok daha fazlasıyla karşı karşıyayız.

Bu duygusal ve teorik dünyaya eklenen ontolojik tehdit duyguları işi daha da içinden çıkılmaz hale getiriyor olabilir. Bu damarın, kendi esas işlevi olarak gördüğü bir kısım rollerin “sınıf düşmanı” tarafından üstlenildiği sezgisiyle daha da taşlaştığını, bütün esneme yeteneğini kaybettiğini düşünmememiz için bir neden yok. Çünkü, toplumun gözünde ve sol açıdan bakıldığında makbul sayılacak bütün adımları bu kadar cepheden karşılamak, siyaseten de derin bir akıl tutulmasını anlatıyor bize.

İnsan şöyle düşünmekten kendini alamıyor: Büyük hayaller, vehmedilen misyonlar tükendikçe içe kapanan ve dar çevrelerin onaylamasından tatmin olan, tutunacak dalı kalmamış bir küme psikolojisiyle mi karşı karşıyayız? Siyasetin yerini, tümden küçük itibar halkalarını muhafaza etmek mi aldı?

Kuşkusuz bu değerlendirmeleri kısa yoldan “hakaret” sayacak öfkeli bir muhatap var. Ama, bunlar gerçekte hesaplaşmanın kıyısından geçilmemiş köklü ideolojik arızalara dikkat çekmek için yapılan (biraz da umutsuz) çağrılardır.

Bir “düşman” sesi değildir.


[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar