Halil BERKTAY
[14-15Temmuz 2018] Geçenlerde bir kanalda çekime çağrıldım. Türk karakteri nedir diye sordular. Türk halkının ne gibi hasletleri, 15 Temmuz 2016 direnişine yol açtı? Böyle bir şey yok dedim. Bu değişmez bir “öz” sorunu değil. Öyle olsaydı, 27 Mayıs 1960’ta da direnirlerdi, 12 Mart 1971’de de, 12 Eylül 1980’de de, 28 Şubat 1997’de de. Dolayısıyla 15 Temmuz 2016’nın neden farklı cereyan ettiği, ancak somut tarihsel süreçlerle açıklanabilir.
(1) Cumhuriyetin ilk elli altmış yılında ideolojik bariyer çok güçlüydü. Ordunun, Millî Mücadelede ve yeni ulus-devletin kurulmasında oynadığı rolden kaynaklanan prestiji ve otoritesi o kadar güçlüydü ki, 1960’lar ve 70’lerde kimse TSK’ya karşı çıkmayı aklından bile geçirmiyordu, geçiremezdi.
(2) Geri, yoksul ve örgütsüz bir toplumda, ordu açık arayla en güçlü kurumdu. Karşısında kendisiyle başedebilecek hiçbir kuvvet yoktu. Herhangi bir grup askere tepki duysa ve direnmeyi hayal etse bile, başka kimsenin yanında duracağını tasavvur ve tahayyül edemezdi.
(3) Türkiye’de uzun süre ordu karşıtı, asker karşıtı bir ideoloji ve kısmen de olsa bu temelde kurulmuş herhangi bir siyasî parti söz konusu değildi. Hele sol, iktidarın gerçek adının tamamen etrafından dolanıyor; belki (millî) burjuvazi ve burjuva diktatörlüğü diyor, yani ordu gerçekliğinin yerine kendi teorik illüzyonunu geçiriyordu. Buna karşılık gerek İslâmcı, gerekse gelenekçi Müslüman ailelerde, sertliği, yasakçılığı, dindarlık karşıtlığını anlatmak için çoğu zaman sırf “asker” sözcüğü kullanılıyordu (kullanılıyormuş demem daha doğru olur, çünkü yeni yeni öğreniyorum). Daha gerçekçiydi, ama bir rejim genellemesi düzeyine çıkmıyor ve bir devirme hedefi oluşturmuyordu. Çünkü ordu bir yandan da “peygamber ocağı”ydı. Bu da naïf ve çelişkili tutumlara yol açabiliyor; hayal kırıklığı endemik bir hal alabiliyordu. Militarizm ve/ya askerî vesayet gibi kavramlar ne düşünülüyor, ne de dillendiriliyor, telâffuz ediliyordu.
(4) Bu ideolojik hegemonya, halkın oyuyla yükselen merkez-sağ kitle partilerini dahi etkilemekte, hem de kuvvetle etkilemekteydi. En önde gelen politikacıların bile askere karşı bir hoşnutsuzluğu, pratikte bir anti-militarizmi söz konusu değildi. Tersine, bıçak kemiğe dayandığında TSK karşısında eğilip bükülmek, yaygın davranış biçimiydi. Ortaçağda İtalyan şehir-devletleri arasında sürekli bir rekabet, sık sık da savaşlar söz konusuydu. Aplerin kuzeyinde ise çok daha büyük bir güç vardı: Kutsal Roma (Germen) İmparatorluğu. Ya da kestirmeden söyleyecek olursak, Almanya. Papalık ile aralarındaki iktidar mücadelesi, bazen ordularını toplayıp İtalya’yı istilâ etmelerine yol açıyordu. İşte o zaman bütün o kavgacı İtalyan şehir-devletleri genellikle duruluyor, deyim yerindeyse arazi oluyor, olabildiğince düşük profil vererek Almanların çekip gideceği günü bekliyordu. -- Türkiye’nin siyasal hayatı da böyleydi bir bakıma. Almanlar Alpleri aştığında, pardon ordu kışlasından çıktığında, herkes mümkün olduğu kadar az kayıpla vartayı atlatmaya bakıyor ve ordunun kışlasına dönmesini, tekrar seçim yapılmasını ve normal parlamenter siyasetin geri gelmesini bekliyordu.
(5) Bu davranış biçimine çeşitli örnekler gösterilebilir. Yassıada’da Demokrat Parti milletvekillerinin çoğu asker ve askerin mahkemesi karşısında halkın iradesini tutarlı biçimde savunamadı ve darbenin gayrimeşruluğunda israr edemedi. Hemen sadece Celâl Bayar dik durabildi. Buna karşılık özellikle Adnan Menderes kendini çok ezdirdi. Hiç öyle halkın önüne düşebilecek bir önder profili vermedi. Galiba aHaber’in birkaç yıl yaptırdığı, benim de bir dizi yazıyla çok eleştirdiğim 27 Mayıs sözde-belgeseli tamamen yanlıştı ve tarih dışıydı bu açıdan; Menderes mağdur olabilirdi ama karakteri itibariyle, asla Erdoğan’dan “geriye okunabilecek” bir potansiyel direniş lideri değildi.
(6) DP döneminin başarılı bürokratlarından biriyken 27 Mayıs sonrasında Adalet Partisi’nden siyasete atılan Süleyman Demirel’in kişiliği, muhtemelen Menderes’ten güçlüydü aslında. Ama onun da net bir asker karşıtı duruşu yoktu. Bu eski nesil merkez-sağ liderler kâh popülist, kâh resmî ideolojiyi içselleştirmiş, kâh dönemin iktidar realitelerini kabullenmiş gibiydiler. Celâl Bayar’ın özel afla serbest kalması karşısında taşlı sopalı sol-Kemalist öğrenci örgütlerinin sokağa dökülüp 24 Mart 1963 gecesi AP Genel Merkezi’ni harap etmesi üzerine Demirel ilk ağızda yılgınlığa kapılmış ve partisini kapatıp çekilmeye karar vermişti. Önce bu bağlamda sarfettiği “şapkamı alır giderim” sözü, yıllar sonra 12 Mart 1971 muhtırası karşısında istifa etmesinin habercisi gibiydi. Nitekim Demirel sadece 12 Eylül 1980 ve Zincirbozan sonrasında bir nebze darbe karşıtı, bir nebze anti-militarist bir duruş ve söylem edinir gibi oldu. Ama 12 Eylül’den çıkışta yer tutma umudu gerçekleşmeyince tavrı değişti. Turgut Özal’ın çok daha net sivilliğinden uzak durduğu gibi, 1993-2000’deki cumhurbaşkanlığı döneminde açıkça derin devletin yanında yer aldı. İslâmî kesimin özgürlük ve temsiliyet arayışlarına karşı çıktı. Tam anlamıyla 28 Şubat’ın cumhurbaşkanı oldu.
(7) Geçmişte Türkiye çok büyük ölçüde kırsal ve köylü bir ülkeydi. Özellikle dindar-muhafazakâr nüfus bugünkünden çok daha dağınık yaşıyordu. Bunu önce salt coğrafî bir mesele olarak düşünelim. 100,000 kişilik bir kitle düşünün. Her biri 500-1000 kişilik 100-200 köyde de yaşıyor olabilirler, tek bir büyük şehir semtinde de. Âşikâr ki ikinci durumda çok daha kolay seferber edilebilirler; ilk durumda ise kısa sürede toparlanıp kollektif bir eyleme girişmeleri hemen hemen imkânsız olur. Kaldı ki kırsal geriliğin olumsuz sosyo-kültürel boyutları da söz konusuydu. Köylü nüfusun iç iletişimi çok zayıftı. Dışında olduğu ve kendinden çok güçlü gördüğü modern devlete ve orduya itaate şartlanmıştı. Kentleşmenin beraberinde getireceği uyanıklık, gözü açıklık, okur yazarlık, dünyadan haberlilik ve doğrudan siyasete katılım süreçlerinimn henüz çok başlarında bulunuyordu.
(8) Kitle iletişim araçları da hem çok sınırlıydı, hem şu veya bu şekilde devlete bağlı ve bağımlıydı. Az sayıda İstanbul gazetesi, hep patronları ve yazı işleri müdürleri üzerinden devlete ve orduya biat anlayışının esiriydi. TSK herhangi bir şey söylediği veya yaptığında, basın âdetâ otomatikman hizaya giriyor ve aynı klişeleri tekrarlamaya koyuluyordu. Televizyon uzun süre yoktu. Türkiye’nin topu topu iki radyosu, Ankara ve İstanbul Radyoları vardı. Onlar da her zaman, çok derin bir kültürel anlamda devletin sesiydi. Herhangi bir cunta İstanbul ve Ankara Radyolarını ele geçirip “millet adına” konuştuğunu iddia ettiğinde, inansın inanmasın herkes yeni sese ve iktidara boyun eğiyordu. Alternatif mecralar mevcut değildi. Sosyal medya diye bir şey tabii yoktu. Cuntanın söylediği dışında bir gerçek oluşmuyor, değişik ve zıt bilgi akışları yaşanmıyor, limitte kimse direnme çağrısı yapacak kanal bulamıyordu. Televizyon geldikten sonra da uzun süre sadece TRT’nin elindeydi, devlet tekelindeydi. Türkiye ancak Turgut Özal ve ANAP döneminde, özelleşme sayesinde çok sayıda televizyon ve radyo kanalına kavuştu. Bu kanalların toptan control edilemezliği, 15 Temmuz 2016 gecesi çok tâyin edici bir rol oynadı.
(9) Asker ve darbe karşıtlığı bilinci birdenbire gelmedi. Zamanla darbeler kendi anti-tezlerini, başlangıçta olmayan bir tepki birikimini yarattı. 1960, 1971, 1980, sonra 28 Şubat…. Millet adım adım, 1950’den sonra ikinci bir “yeter” noktasına geldi. Özellikle 12 Eylül 1980 sonrasının zorunlu ve biteviye “günde üç öğün” Atatürkçülük diyeti, resmî ideolojinin o zamana kadar görülmedik ölçüde sorgulanmasına yol açtı.
(10.1) Aynı birikim ve öğrenme sürecini, merkez-sağ ve sonra net İslâmî karakterdeki kitle partilerinin lider kadroları da yaşadı. Özellikle AKP, denebilir ki daha 2002’den itibaren teyakkuz halindeydi. Millî Görüş’ten kopup gelmişlerdi; önlerinde örnekler vardı; başlarına neler gelebileceğini, ordu-yargı-bürokrasi üçlüsünün kendilerini ne yapıp yapıp devirmek isteyeceğini biliyorlardı. Buna uygun bir öngörü, esneklik ve yerine göre direnç bileşimi sergilediler. Geçmişte olmayan bir ruh hali ve zihin yapısıydı. Deyim yerindeyse, “düşman”ın ya da tehlikenin kaynağının farkındaydılar.
(10.2) Nitekim 2002-2011 arasında karşılarına bir dizi genelkurmay başkanı çıktı: Hilmi Özkök, Yaşar Büyükanıt, İlker Başbuğ, Işık Koşaner. İlki hariç, diğer üçü net anti-AKP, anti-hükümetti. Vesayetçi kibirleri üzerlerinden akıyordu. AK Parti’ye “sözde değil özde laiklik” dedikleri şeyin devamını dayatıyorlardı. Cumhuriyet ve Bayrak mitinglerinde “ordu göreve” çağrıları yapılmaktaydı. 2002-2007’de TSK zaten çeşitli darbe arayışlarıyla kaynamaktaydı. Yakamoz, Eldiven, Sarıkız, Ayışığı gibi adlarla çeşitli cunta projeleri kuruluyor, çözülüyor ve tekrar kuruluyordu. Gülencilerin sonradan yaratacağı “kumpas dâvâları”ndan değildi bunlar; hepsi son derece gerçekti. Öyle ki, Cumhuriyet’ten İlhan Selçuk ve Mustafa Balbay gidip komutanlarla “bunlardan nasıl kurtuluruz” konuşmaları yapabiliyor; Balbay da bunları fütursuz bir özgüvenle (efendim, sonradan kitap yazmak içinmiş) günlüğüne kaydedebiliyordu. Üzerine 2007 cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki, Sabih Kanadoğlu’nun icadı olan “nitelikli çoğunluk” krizi geldi. Üzerine, 14 Mart 2008’de açılan ve 30 Temmuz 2008’de Anayasa Mahkemesi’nde ancak 5’e karşı 6 oyla reddedilip sonuca bağlanan kapatma dâvâsı geldi. Üzerine, Gülencilerin MİT müsteşarı, MİT tırları ve 12-25 Aralık 2013 “yolsuzluk” hamleleri geldi.
(10.3) Bunları şimdi tek tek hatırlayıp yanyana koyduğumda, birincisi, bu nasıl bir muameleydi; hangi iktidar bizzat devlet aygıtının, ordu-yargı-bürokrasi üçlüsünün bu kadar yoğun ve şiddetli devirmeciliğine maruz kaldı… diye düşünüyorum ister istemez. İkincisi, hepsiyle bir şekilde başedebildiklerini; 2002-2016 arasındaki on dört uzun yıl boyunca ayakta kaldıklarını ve ayakta kaldıkça da giderek daha çok şey öğrendiklerini, özgüven kazandıklarını ve kararlılık peydahladıklarını görüyorum. (Üçüncüsü, bu sürekli kuşatılmışlık ve savunmaya itilmişlik halinin nasıl bir tür “Massada kompleksi” yarattığını ve “beka” formülasyonuna yol açtığını da görüyorum, ama o, bu yazının konusu dışında kalan ayrı bir mesele.)
(11) Önemli olan şu ki, bütün bunlarn sadece AK Parti liderliği ve teşkilâtının değil, tabanı ve seçmen kitlesinin de bilinç ve tecrübe kazanmasını beraberinde getirdi. Yukarıda yazdığım her şeyi Türkiye toplumunun AKP’ye destek veren Müslüman kesimi de gördü. 2002-2007 arasındaki darbe çabalarını gördü; Cumhuriyet ve Bayrak mitinglerindeki “ordu göreve” çağrılarını gördü; Baykal’ın CHP’sinin her şeyi Anayasa Mahkemesi’ne götürmesini gördü; 2007 cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki “nitelikli çoğunluk” sahtekârlıklarını gördü. Sonra, o kadar berrak olmasa da, yani İslâmın bu sekter ve bencil cemaat varyantını kendinden henüz tam olarak ayıramasa da, Gülencilerin 2012-2016 arasındaki çeşitli hamlelerini gördü. Bir yandan TSK’nın efsanesi aşınır ve yaldızları dökülürken, diğer yandan halkın yarıdan fazlasının uyanıklık ve zihinsel hazırlık düzeyi yükseldi. Kötü bir şeyler olduğu takdirde boyun eğmeme noktasında sessiz bir azim doğdu.
(12) Unutmayalım ki bu dönemde Türkiye’de ekonomi de iyi gidiyordu. Bu da çoğunluğun hoşnutsuz olmaması ve darbe yanlılığına (ya da darbe karşısında tarafsızlığa) kaymaması için önemli bir nedendi.
(13) Ekonominin durumu da dahil, 2016’ya gelirken hiçbir (gerçek veya hayalî) kriz mevcut değildi. Oysa geçmişte hep, şu veya bu şekilde bir zemin ve ortam oluşmuş ya da oluşturulmuştu darbeler için. Bazen kendiliğinden (darbecilerin isteği ve planlaması dışında) oluşmuş, ister (onların da dahliyle) imal edilmişti. Her iki durumda da, elverişli bir fırsatı değerlendirmişlerdi. 2016’da ise hiç böyle bir şey söz konusu değildi. 1971 veya 1980’de olduğu gibi, herhangi bir millî “anarşi kaygısı” da yoktu. Özetle, müdahaleye yarım yamalak da olsa bir meşruiyet kazandıracak (tersten söyleyecek olursak, halkı tereddüde sevkedecek veya nötralize edecek) hiçbir şey mevcut değildi. Tersine, 15 Temmuz darbesi kitlelerin gözünde daha ilk andan itibaren inandırıcılıktan tümüyle yoksundu.
(14) Bütün bunlara, darbenin kendi örgütlenme zaaflarını eklemek gerekir. Gülen Cemaati çok özel, çok benzersiz bir “gizli örgüt”tü. Net bir tüzük ve programı hiç olmadı. Halkın karşısına asla “biz şunları yapmak istiyoruz” diye çıkmadılar. İç dayanışmaları, birbirlerini koruyup kollama kapasiteleri çok güçlüydü. Ama ne vaat ettikleri daima belirsiz kaldı. 2012-2016 arasında ise kısmen deşifre olmaya ve yerlerinden oynatılmaya başladılar. Dolayısıyla 2016’ya gelindiğinde, (a) Gülencilerin ordu içindeki kendi örgütlü güçleri yeterli değildi. (b) İktidara el koyup da halkın karşısına kendi kimlikleriyle çıkmalarını sağlayacak, şunun için yaptık diyebilecekleri bir “dış ideoloji”leri veya “kitle ideolojileri” yoktu. Bütün umutları, ordu içindeki Kemalistleri ve MHP tandanslı subayları kendilerine katılmaya ikna etmekti. Esasen sırf bu amaçla, TRT’den okuttukları bildiri 27 Mayıs 1960’ın “hakiki Kemalist” bildirisinin çok uzun ve çok sıkıcı bir taklidi gibiydi. Üst komuta kademesinin kendilerine katılacağı beklentisi içinde, ayrı ve hiyerarşik, merkeziyetçi bir cunta ve emir-komuta zinciri dahi kurmamışlardı. Bunda, belki Gülen’in control freak’liğinin de bir payı vardı: bütün insiyatifi askerlere ve en tepede bir “başkomutana” vermek yerine, her şeyi “yandan ve dışarıdan” imamlarla (= kendi siyasi komiserleriyle) yönetmeye kalkmıştı. Oysa devrim veya darbe çok sıkı bir merkeziyet gerektiren şiddet eylemleridir. Kurmay başkanı ve kuvvet komutanları darbeye katılmayı reddedince, Gülenciler başsız ve hiyerarşisiz kaldı. B planlarının olmadığı ortaya çıktı. Bu da gelişen saatler içinde ne yapacaklarını bilmemelerini beraberinde getirdi.
(15) Meşum bir dizi düşünce ama… Eğer darbe girişimi, MİT’e yapılan bir ihbar sonucu 15 Temmuz öğleden sonra bir parça olsun öğrenilmeseydi. Hükümet ve genelkurmay tarafından çok etkili önlemler alınmamakla birlikte, bu erken istihbarat Gülencileri darbeyi öne almaya ve akşam başlatmaya sevk etmeseydi. Darbe ilk planlandığı gibi gece 03:00’te başlasaydı.
Ordu kendi içinde bölünmeseydi; yüksek komuta kademesi Erdoğan ve AKP düşmanlığı üzerinden “ikna” edilse ve darbecilere katılsaydı. Her sokak başına asker dikip “dışarı çıkanı vururuz” deselerdi. Bu direniş gene gerçekleşir ve 15 Temmuz darbesi püskürtülür müydü?
(15) Bu what if? (ya öyle değil de böyle olsaydı) tarihçiliği sorusunun cevabını hiçbir zaman bilemeyeceğimizi kaydetmekle yetinelim. Fiiliyatta şu oldu: Erdoğan’ın, bütün hükümet yöneticilerinin ve AKP kadrolarının tarihî süreçler sonucu ediinilmiş direnme kararlılığı ile, kitlelerin gene aynı tarihî süreçler sonucu edinilmiş sessiz azmi işte bu noktada buluştu ve dağılmaya yüz tutan darbeci birlikleri tek tek kuşatıp izole etti, sonunda teslim aldı. Bu da 15 Temmuz’un kesin ve ezici yenilgisi anlamına geldi.
Yazarlar
-
Akif BEKİKomisyon'un çimentosu Bahçeli 13.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha Akyol‘Azerbaycan Turan yolu’ 13.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ocaktanİktidar, Bahçeli’nin hukuk uyarılarını dikkate almalı 13.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur Akgün8 Ağustos mutabakatı… 13.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURRojbaş İmamoğlu, geçmiş olsun Evre ve yeni YAE’cilere dostane uyarılar… 13.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciDemokrasi işgal edilirse… 13.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazBöyle mahkemenin hükmüne adalet denir mi? 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasBakü ve Erivan başardı, Türkiye kazandı 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUTürkiye terörsüz olacak, bölünmeyecek.. Amenna.. Ya Suriye’den gelecek tehdit? 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZYeni çözüm süreci komisyonuna dair 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSon vatanı Türkiye olanlar ilk vatanı Türkiye olanlara vatanseverlik dersi veremez 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUŞakülünden çıkmış bir ülke: Türkiye 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞŞimşek, ÖTV, cari açık ve gümrük birliği 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIR'Yeni Türkiye'de umudu yalnızca 51 kişilik komisyona bırakmalı mıyız? 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan Özkanİsrail ordusu, Gazze’de ekilebilir arazileri de sıfırlıyor 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKOMÜNİST BİR YAZAR VE“İKİ KADIN İKİ AŞK…” 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNZengezur’a Trump kaması: Kime niyet kime kısmet? 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA15 Ağustos Toplumsal Devrime Giden Yol... 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilYolsuzluk: Çürümenin Kurumsallaşmış Hali 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRBU KOMİSYON NE ÇÖZER? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanDevleti yönetenler milletlerine güven vermek istiyor olsaydı… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezTeo-politik inşaya karşı dinsel bireycilik: İtaat mı? İtiraz mı? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunÖzlemek ne uzun bir mesafe, Dersim… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKYeni Süreç, korkular ve umutlar 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBir dönüm noktasında mıyız? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNE“Norm Devlet” üzerinde 19 Mart gölgesi 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBeyaz Toroslu savcı olayına iktidar nasıl bakıyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANTartışmayı kazanmaktan önce becermek gerek 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTaşıyıcı koalisyonlar ve ormanın içindeki CHP 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENKürt ulusunun kavgasında bir sosyalist lider 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.03.2025
8.03.2025
8.03.2025
6.03.2025
10.02.2025
29.01.2025
25.01.2025
16.01.2025
24.12.2024
20.11.2024