Hasan Bülent KAHRAMAN
Oktay Akbal öldükten sonra basında çıkan yazılara bakıyorum. Nicelik olarak da nitelik olarak da fazla bir şey ifade etmeyen yazılar. Ne kadar yazık.. Ölen, Sait Faik sonrası hikayeyi en üst düzeyde sürdürmüş, modern edebiyat dendiğinde adı akla ilk gelen öykücülerdendi. (Ondan sonra da o hikayeyi Demir Özlü izleyip, işleyip geliştirdi.) Neredeyse Akbal'ın bu dünyadan geçip gittiğini fark etmedi.
Bu konu üstünde düşünen ve yakınan isimler oldu. Ben de düşündüm. Görüşlerimi belirteceğim. Ama ondan evvel başka bir öykücümüzün de aynı akıbete maruz kaldığını belirteyim: Tarık Dursun K. O da son derecede değerli bir edebiyatçıydı.
Öykü dilini çok farklı şekilde kurmuş, anlatımını alabildiğine 'sinematografik' hale getirmiş, İmbatla Dol Kalbim kitabında bence bu üslubunun ve tekniğinin doruğuna ulaşmıştı.
Akbal gibi, sessiz sedasız ayrılıp gitti dünyadan.
ÜÇ NOKTALI CÜMLELER
Oktay Akbal, yazıya 1940'larda başlamıştı. Edebiyatçı bir aileden geliyordu.
Dedesi bir Osmanlı yöneticisi ve yazardı. Fransız okullarında okumuştu. Demektir ki, ailenin de etkisiyle daha çok erken yaşta edebiyata, hem de yüksek bir edebiyata yönelmişti.
Sonrasında kendi edebiyat dünyasını kurdu. Herkes onun yumuşak huyundan söz ediyor.
Benim de öyle anılarım oldu. İlkini, etrafında yetiştiğim Attila İlhan anlatmıştı.
İlhan, çok keskin polemikler yaptığı bir dönemde Akbal'ın bir kitabı yayınlanınca oturup Eksik Firari diye bir yazı yazmış.
Ben de sonradan o yazıyı bulup okumuş ve kendisiyle konuşmuştum. İşin teorik kısmı apaçık ortadaydı. Akbal, küskün, kırgın, mesafeli, uzak kentli, küçük burjuva insanı anlatıyordu. Cümleleri bile buna göreydi. Kısa, iki üç bazen tek kelimeden müteşekkil cümleler. Hepsinin sonu da, neredeyse, yan yana üç noktayla bitiyor; belirsizlik, kararsızlık, biraz da tepki: ne haliniz varsa görün, benden bu kadar... Kendisine dönüktü bu duyguların hepsi, aslında.
Neyse, Attila Abi, "Çocuğum" dedi,"Bir gün yolda yürürüken Oktay'la birlikte, bir mahalleden geçiyorduk, çocuklar top oynuyor, bağırış çağırış, onları bana gösterip, 'Ben bunlardan korkup sokağa çıkamazdım' dedi, ben de dönüp, 'Ben de işte o seni korkutanlardan biriydim' dedim" diye meseleyi özetledi.
MÜTHİŞ KİTAP ADLARI
Ama ben Oktay Akbal'ı seviyordum. Garipler Sokağı'nı, sıra arkadaşım Levent'ten (Siber-şimdi nerelerde?) alıp okumuştum. İtiraf: çok sevmemiştim, pek bana göre değildi.
Ama öykülerine vurgundum.
İşin ilginç yanı, kitabının adı Yalnızlık Bana Yasak idi ama yalnızlığı anlatıyordu. Müthiş adlar koymuştu kitaplarına: Suçumuz İnsan Olmak, Önce Ekmekler Bozuldu, Yeryüzü Korkusu... Sadece bu kitap adlarına bakarak bile çok şey söylenebilirdi, yazarlığı hakkında.
Derken 1977 yılında CHP'nin ve Bülent Ecevit'in çıkardığı Özgür İnsan dergisinin sanat-edebiyat bölümünü yapmaya başladım. Bir soruşturma açtım. Edebiyatımızdan 10 roman adı verip bunları yazarlara gönderdim ve kendi öznellikleri içinde 'önem derecesine' göre sırlamalarını istedim.
Vay efendim... Türk edebiyatı tarihinin en büyük kıyametlerinden biri koptu. Ben nasıl olurmuşum da CHP'nin dergisinde Peyami Safa'nın, Kemal Tahir'in adını anar, yapıtlarını verirmişim... O kervana katılanlardan ve en zehir zenberek yazılardan biri Oktay Akbal'dı. Ben de cevap verdim falan... Derken bir sonbahar günü Türk Dil Kurumu'nun düzenlediği bir etkinliğe katıldım.
Attila İlhan'la birlikte gitmiştik.
Fuayede Oktay Bey ile şakalaşıp gülüştüler. Ama beni Fazıl Hüsnü ile tanıştırdıysa da Akbal'la tanıştırmayı unuttu Attila Abi. Çıkışta söyledim, "Tüh, hay Allah" dedi.
Oktay Bey ile Kültür Bakanlığı'nda danışmanlık yaptığım yıllarda tanıştım. Gene bir toplantıdaydık. O gene bir şeylere çatmıştı. Tanıştırınca baktım, müthiş mahcup, gerçekten 'firari' bir insan. Hiç o yazıları yazacak biri gibi değil.
Ama biraz daha derinlemesine düşününce, evet, o yazılardaki sertlik bir küskünlük, kırgınlıktan kaynaklanıyordu.
Tüm öykülerini okudum Akbal'ın, neredeyse bütün yapıtlarını. Ama beni asıl saran günlükleriydi, günceleri.
Onları yazıldığı dönemde okumuştum.
Sonra kitap haline getirildiklerinde okumuştum.
Nihayet Princeton'a gittim, uzun süre ders vermek için.
Geceleri 12'ye kadar çalışıyordum.
Sonra ya bir film izliyor ya da bir şey okuyordum. O arada bu kitapları, günlükleri yeniden okudum. Müthişti!
Oktay Akbal, hiç lamı cimi yok, o metinlerde kendisini bir roman kahramanına dönüştürmüştü.
Hele, eski eşinden ayrıldığı günlerde yazdıkları bir mucizeydi. Akbal evi terk ediyor, başka, içinde hiçbir şeyin olmadığı bir eve yerleşiyor, derken gripe yakalanıyor. Ve âşık... Eski eşinden nefret ediyor.
Sevgilisini aşkla, özlemle, heyecanla bekliyor. Bu kadar içten, özden, nefis metinler çok azdır Türk edebiyatında.
Tekrar edeyim, başlı başına bir romandır o günlükler.
MİNÖR EDEBİYAT
Bütün onları okuduğum zaman, Oktay Akbal'ı, bal gibi bir Fransız yazar olarak canlandırmıştım gözümde. Ne demektir bu? Hiç öyle oryantalizmlere falan gönül indirecek halim yok, kestirmeden söyleyeyim. Bu benzetmeyle onun çok kentli birisi olduğunu düşünmüştüm öncelikle.
Kentte yaşayan, kentler arasında gezinen, kafelere alışkın, barları yoklayan, içki içmekten hoşlanan, ev gezmelerine giden, dostlarıyla buluşmayı seven, dünyaya ilgili bir yazar.
Yabancı dergiler, gazeteler okuyor, çeviriler yapıyor.
Gerçekten de Akbal, bütün o öykülerde, romanlarda apaçık bir şekilde varoluşçuluktan çok etkilenmiş, çok esinler taşıyan, kesin olarak bir savaş sonrası dönem yazarıdır. Hayata olan mesafesinin altında da bu gerçek yatar. Tarihin ve toplumun getirdiklerine tepkisel olmamak o koşullardan süzülüp gelmiş olanlar için olanaksızdır. Gene aynı koşullardan türemiş bazı yazarlar daha iyimser olabilir. Ama Akbal onlardan değildir. Biraz kötümser biraz karamsar ama hayli mesafelidir.
Ben o edebiyatı her zaman 'minör edebiyat' olarak nitelendirdim.
Türkiye'de üstünde yeterince durulmamış bir alandır bu. Ama has edebiyatın da bu sahada biçimlendiğini belirtmek gerek. Bizim şu kısa/ küçük romanlarımızı ayrı bir gözle değerlendirme zamanı gelmiştir. O bağlamda Akbal'ın yeri daha iyi anlaşılacaktır.
Şimdi gelelim Oktay Akbal'ın ölümüne gösterilen kayıtsızlığa. Elbette çok şey söylenebilir. Ama ben bir tek noktanın üstünde duracağım. Ne yazık ki, uzun tarihimizde yazarlarımız, en saf edebiyatı üreten edebiyatçılarımız iki 'bela'dan yakasını kurtaramamıştır. Bunların ilki gazetecilik, diğeri siyasettir. Akbal da bu tuzağa düştü. Önce gazetecilik yaptı. Haydi onu anladık. Ama sonrasında edebiyatçılığını unutturacak biçimde, yazınsal bir üslup kursa da anlamsız bir siyasetçiliğe soyundu. Asıl ağırlığını o Atatürkçülük, aydınlanma yazılarına verdi. Cumhuriyet gazetesiyle özdeşleştirdi kendisini.
Ne düşüncelerine söyleyecek bir şeyim var ne de gazetesine. Akbal bir siyasetçi olamazdı. Fakat neydi eşi aracılığıyla giriştiği o SHP politikaları! Ne gerek vardı?... Edebiyat üslubuyla yazılmış, adeta romantik siyaset yazıları. Bir düşünce adamı ise hiç değildi. O çabalarından geriye bir şey kalmazdı. Kalmadı. Ama ne yazık ki, bu dünyadan bir edebiyatçı olarak değil, tersine, edebiyatçılığını öldürmüş bir siyasetçi, bir 'polemik' yazarı olarak uğurlandı. Tıpkı Attila İlhan gibi. Oysa edebiyatçı kalsaydı hem daha fazla şey yapacak hem de bugün bambaşka bir yerde bulunacaktı. Ne yapalım, gene de ben, işte, edebiyatıyla anıyorum onu, zamanın git gide incelttiği, süzdüğü, şiirleşmiş öyküleri ve günlükleriyle...
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
13.05.2025
5.05.2025
6.03.2025
26.02.2025
13.02.2025
6.01.2025
18.11.2024
31.10.2024
23.10.2024
8.10.2024