İlhami IŞIK
Hepimizi ölümlü olduğumuzu bir şekilde biliriz. Belki bunun, yani kaçınılmaz ölümün ne zaman ve nasıl gerçekleşeceğine dair verilere sahip değiliz. Ama biliriz. Ölümlü olduğumuzu bilmek, ölümün bize uzattığı bir tür dostluk eldir. Bu anlamıyla ölüm her zaman düşmanımız değildir. Sadece ölümlü olduğumuzu bilmek bile, hayatın ne kadar değerli olduğunu hatırlatır bize. Ölüm eşitlikçidir, hiç kimseyi dışarıda imtiyazlı halde bırakmaz. Makam, mevki, şan, şöhret, para ve güç dinlemez. Eninde sonunda uğrar hanemize. Aman dinlemez, yalvarmak para etmez. Ve son pişmanlık da fayda etmez.
Ama en yaman çelişki şurada; ölüm bu kadar saf eşitlikçiyken, hayat adeta eşitsizlikler festivali. Bazen adına ömür dediğimiz bu kısa hayat dilimine bu kadar eşitsizlik sığdırdığımıza akıl erdiremiyor, hatta hayretler içinde kalıyorum. Şimdiyi yaşarken, hem edebi hayatı düşünmek hem de bu kadar eşitsiz vaziyetlere sebep olmak, galiba hayatım boyunca izah edemeyeceğim büyük ihtilafım olarak kalacak.
Hayat içinde eşitsiz olmak için bu kadar gözü kara olmanın sebebi ne olabilir? Ötekinden daha iyi yaşamak için hangimizi daha ayrıcalıklı imtiyazlarla gelir dünyaya. Galiba ötekilerden kendimizi daha üstün görmeden bu kadar eşitsizliğe tamah edemeyiz. Ötekilerden daha değerli olduğumuza inanmak eşitsizliğin maddi temeldir. Eğer bu doğruysa eşitsizlik bir tür kibrin sonucudur. Kibirli olmak eşitsizliğe davetiye çıkarmaktır.
Elbette her birimizin farklı bir zihin ve yeteneğe sahip olduğumuzu biliyorum; dolayısıyla bu zihin ve yetenek farkının kimi kolaylıklara vesile olmasını anlarım, ama bunun eşitsizlik boyutuna taşınması, bana inanılır gibi gelmiyor.
Hepimizin bir hayatı var ve bütün dinler ve ideolojiler bu hayatın değerli olduğunu vaaz ederler. Peki, hayatlarımız değerliyse, o zaman bu kadar eşitsizliğin nedeni ne? Anlaşılan şudur; ölüm konusunda hem fikiriz ama hayat bizi ayrıştırıyor. Daha doğrusu, kimleri hayat bahsinde bizden daha üstün ve daha değerli olduklarına inanıyorlar.
Ben yeri gelmişken açıkça söylüyor ve ilan ediyorum; benim hayatım hiç kimsenin hayatından daha değerli değildir. Ben hiç kimseden hiçbir nedenle üstün değilim. Dolayısıyla hiç kimsenin benim değerli hayatım uğruna ölmesine rıza gösteremem. Aynı şekilde ölüm de doğaldır ve onu kutsamak için, bugünü feda etmem. Şu hayatta tek hedefim var; benimki dahil olmak üzere, mümkünse herkesi hayatta tutmak. Herkesin yaşama hakkını gözetip korumaktır.
Sırf bu yüzden ‘’ölüme yatmayı’’ hiç hoşgörü ile karşılamadım. En kutsal davalar için bedenini ölüme yatıranlarla empati yapmadım; çünkü ölümün alternatifi yok. Ölümü yumuşatacak herhangi bir hissediş, duyumsayış ya da kavram yok. Ölüm ölümdür ve sonucu tektir. Her hak arayışı esasen hayatta kalmayı hedefler. Hak arayışları hayatı daha güzel ve yaşanır kılmak içindir. Ölüm hariç. Bütün hak arayış yol ve yöntemleri, benim nezdinde meşru ve doğrudur. Ölüm hayatın sonu olduğuna göre, aslında her ölüm hayatın gasp edilmesidir.
Milan Kundera ‘’ Ölümsüzlük’’ adlı romanında ‘’İnsan nasıl ölümlü olunacağını bilmiyor’’ diye yazar. Wittgenstein ‘’Tractatus Logico’’da ‘’ebedi yaşam, şimdi yaşanandır’’ der. Eğer Wittgenstein’a itibar edecek olursak, o zaman ölüm her andır. Şimdi yaşanılan her an hem ölüm hem de hayat anlamına gelir. Galiba bu büyük paradoks ve iç içe geçmişlik yüzünden Milan Kundera, ‘’nasıl ölümlü olunacağımızı bilmediğimizi’’ ima ediyor. Geleceğe aldırış etmemek, ancak, kaçınılmaz olan yarının -yani ölümün- bilgisiyle mümkün olabilir?
Ölüm bilgisi şimdiye değer katar. Eğer ölüm her ansa o zaman gelecek müphemleşir. Daha doğru bir ifadeyle, ölümün olduğu yerde gelecek yoktur, sadece şimdi var. Zaten şimdiyi yaşayamayanların en büyük umudu gelecektir. O da gelir mi, gelmez mi, hiç bilinmez.
Yazarlar
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“Boğazımdan tek kuruş geçmedi” 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNECumhurbaşkanı adayını suç örgütü liderine dönüştürmek mümkün mü? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolCHP nereye? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU‘Masumiyet karinesi’ mi, o da ne ki? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBaşkanlık monarşisi (presidential monarchy) meselesi: Teorik bir izah 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları












































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
28.09.2025
14.09.2025
9.09.2025
1.09.2025
23.08.2025
10.08.2025
23.07.2025
14.07.2025
1.07.2025
9.06.2025