Kadri GÜRSEL
Türkiye’yi yönetenlerin, modern çağın askerlik kuramının babası olarak kabul edilen Prusyalı general ve stratejist Carl von Clausewitz’in, “Savaş, devlet siyasetinin başka araçların (şiddet araçları) ilavesiyle devamıdır” şeklindeki veciz sözünü duymamış olmaları mümkün müdür? Bence zayıf ihtimal. Duymuşlardır. Hele asker kökenli Savunma Bakanı Hulusi Akar, aldığı eğitim ve kültür gereği kesinlikle duymuştur.
Türkiye’nin ‘İdlib savaşı’ bir siyasetin şiddet araçlarıyla devamı olmasaydı, Savunma Bakanı Akar bilhassa ve tekrarla, “Cumhurbaşkanımız talimatlarını verdiler, hedefi gösterdiler” der miydi? Demek ki ortada bir hedef var ve bunu tayin eden de siyasi otorite…Dolayısıyla Bakan Akar, İdlib’e dair atılacak askeri adımlardan bahsederken hemen her fırsatta, “Cumhurbaşkanımızın talimatları doğrultusunda…” diye başlayan cümleler kurarak, bu hususlardaki siyasi sorumluluğunun Recep Tayyip Erdoğan’a ait olduğunu ima etti. Zaten olması gereken de buydu.
Lakin sorunumuz, bahse konu ‘siyasi otorite‘nin tek kişinin iradesinden menkul olması. O zaman ‘hedef‘i, tek kişilik siyasi otoritenin dünya görüşü, ideolojisi, siyasi gereksinimleri, bilgisi, kavrayışı, siyasi kültürü ve refleksleri şekillendiriyor. Neticede bu ‘kişisel formasyon‘ meselesi, kurumsal karar alma mekanizmalarının ilga edildiği mevcut hükümet sistemiyle alakalı olarak ciddi bir zaafı işaret ediyor. Çünkü kendi hedefi doğrultusunda Türk Silahlı Kuvvetleri’ne talimat verip onu harekete geçiren bu tek kişilik siyasi otorite Meclis tarafından denetlenemiyor, dengelenemiyor; şeffaflığı ve hesap verebilirliği de söz konusu değil.
Yanlışların haberleştirilip serbestçe tartışılmasına ve kamuoyunun doğru bilgilenmesine imkan veren bir basın özgürlüğü ortamı ise yıllar önce ortadan kaldırıldı. Türkiye’nin yönetiminde hakim rol oynayan kişisellik ve keyfilik, bu sorunlardan kaynaklanan dış krizlerin sadece nedeni olmakla kalmıyor, aynı keyfi yönetim anlayışının bu alanlardaki tezahürleri sonucunda krizlerin ülkeye maliyetini de her bakımdan artırıyor.
Dokuz yıl önce, AKP iktidarındaki otoriter sapmanın bariz bir ivme kazandığı 2011’de Şam’daki rejimi yıkıp yerine ‘İslamcı kardeşler‘i yerleştirmek amacıyla uygulamaya konulan, başından sonuna saçma ‘Suriye politikası‘nın Türkiye’yi nihayet sürüklediği ‘İdlib savaşı‘ da bu dokuz yıldaki yanlışların çoğunun tekrar edildiği bir evredir: ‘Hedef‘ ile bu hedefe ulaşmakta kullanılacak mevcut kapasite arasındaki her açıdan büyük uçurum…Suriye karşısında açık ara Türkiye’nin lehine olan muazzam asimetrinin ‘talimat verici‘ye aşıladığı yersiz özgüven…Ve savaşın herhangi bir anında, ‘Suriye’deki El Kaide‘ ve diğer tüm cihatçı grupların İdlib’de yoğunlaştırılmış toplumsal tabanının yüzbinler halinde Türkiye’ye akmasını önleme hedefinin ötesinde, Şam’daki rejimle sonu belirsiz bir hesaplaşma içine girilmesine neden olabilecek bir ideolojik bilenmişlik, mezhepçi husumet…
İşte tüm bu dengesizliklerin Türkiye’nin başına daha büyük belalar açması 5 Mart’ta Moskova’da yaşanan diplomatik hezimet sayesinde şimdilik engellenmiştir. Neden mi hezimettir? Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 26 Şubat’ta partisinin grup toplantısında sarf ettiği bir cümleyi anımsayalım: “İdlib’de en küçük bir geri adım atmayacak, rejimi belirlediğimiz sınırların dışına çıkartacağız”.
O sınırlar, yerleri Mayıs 2017’de, Astana süreci kapsamında belirlenmiş ve TSK tarafından kurulmuş 12 gözetleme istasyonu arasında çizilen doğal hattın ötesinden geçiyordu. Ardından, mutat heyet olarak Moskova’ya gidilmesinden sadece üç gün önce, 2 Mart’ta Erdoğan, “Türkiye’nin belirlediği sınırların dışına çıkmazlarsa bir süre sonra omuzlarının üzerinde o başlar da kalmayacak” dedi. Böylesine sert ve iddialı konuştuktan üç gün sonra Moskova’ya gidince, sahadaki gerçekliği cihet-i askeriyeye verilen talimattaki hedefe biraz daha yaklaştırıp dönmek icap ederdi ama tersi oldu.
Üzerinde mutabık kalınan ‘ek protokol‘ marifetiyle ‘rejim güçleri‘nin İdlib’de belirlenmiş sınırların içindeki kazanımları kabul edildi. Dahası, ‘Bahar Kalkanı Harekatı‘ bölgesinin içinden geçerek Lazkiye’yi Serakib’e bağlayan M-4 karayolunun kuzeyi ve güneyi boyunca altışar kilometrelik bir güvenlik kuşağı oluşturulmasını da kabul etti Ankara’dan giden heyet… Gerçekleşirse bu, hem Lazkiye’nin Halep’e bağlanması hem de M-4 karayolunun güneyinde kalan cihatçı bölgesinin kuzeyden koparılarak izole edilmesi anlamına geliyordu. Gerçekleşmezse, savaşın bu hedef doğrultusunda kademeli olarak devamı haklılık gerekçesi oluşturacaktı. Halep’i Şam’a bağlayan M-5 karayolu ise artık zaten rejimin kontrolündeydi ve Moskova Mutabakatı Ankara’nın bu gerçeği de tanıdığını tescil ediyordu.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin İdlib’in doğusu ve güneyinde cephe hattının gerisinde kalarak Suriye Arap Ordusu ve müttefikleri tarafından çevrelenmiş ‘gözetleme istasyonları‘nın tahliye edilmemesinin tek nedeni bir ‘ricat‘ izlenimi vermemek olmalıdır.
Şubat ayında İdlib sahasında yaşanan gerçekler ve özellikle de 27 Şubat’ta 36 askerin Suriye-Rusya ortak hava saldırısı sonucunda şehit edilmesi, Suriye’ye karşı açık savaş veren Türkiye’nin Rusya’yla da örtülü bir çatışma içinde olduğunu göstermiştir. Bu şartlarda müzakerenin Rus başkentinde yapılması, hasmın psikolojik, askeri ve politik üstünlüğünü kabul etmektir ki sonuç da bu yönde tezahür etmiştir. Bu müzakerelerin tarafsız bir ülkede yapılması icap ederdi.
28 Şubat ve 5 Mart’ta ‘ateşkes‘ yürürlüğe girene kadar geçen sürede Türk Silahlı Kuvvetleri, ulaştığı silahlı insansız hava aracı (SİHA) kabiliyetini kullanarak Suriye Arap Ordusu’na verdirdiği muazzam zayiat vasıtasıyla dosta ve düşmana gücünü kanıtlamıştır ama bu başarı taktik sahayla sınırlı kalmış ve siyasi planda sonucu değiştirmemiştir.
‘Moskova Mutabakatı‘, bazı Batılı müttefiklerinin de kışkırtmasıyla Türkiye’nin İdlib’de kendisini çok daha büyük bir musibetin içinde bulmasını önlediği için ‘hayırlı bir hezimet’tir. Artık M-4 ve M-5 karayolları Türk Silahlı Kuvvetleri ve Suriye Arap Ordusu’nun arasındaki yeni fiili sınır hattını oluşturuyor. Mutabakatta Suriye Arap Cumhuriyeti’nin toprak bütünlüğünün tanındığı Türkiye tarafından bir kez daha zikredilirken, Rusya da M-4 ve M-5 karayollarının Türkiye sınırı tarafında kalan bölgelerde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin varlığını zımnen kabul etmiştir.
Bunların sonucunda, Türkiye’nin ulusal güvenliğine yönelik korkunç bir tehdit oluşturan sığınmacı akını riski şimdilik azaltılmıştır. Ve bütün bunlar, ‘rejimi belirlenen sınırların dışına çıkarma‘ hedefinden Moskova’da resmen vazgeçilmesi sayesinde mümkün olabilmiştir.
Yazarlar
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları



























Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
11.03.2020
5.03.2020
26.02.2020
20.02.2020
17.02.2020
4.02.2020
19.01.2020
9.01.2020
6.01.2020
3.01.2020