Münir AKTOLGA
BEKTAŞİLİK-ALEVİLİK
Ahmet Yesevi’nin (ölüm tarihi 1166-67) ilk Türk tasavvufçusu-sufisi- olduğu söylenir.[1] Rivayete göre Hacı Bektaş’ı Anadoluya gönderen de o dur. Ama öte yandan-geleneğe göre- Hacı Bektaş’ın Anadolu’ya 1270-71 de geldiği de söylenmektedir. “Fakat söylence dünyasında ‘zaman boyutu’ yoktur; bir olayı, bir kişiyi yeniden yaşatmak için o olayı-o kişiliği göz önünde canlandırmak, olayı tekrar oluyor var saymak yetmektedir; bu, yeniden güncelleşmek olacaktır. Yer (mekan) boyutuna gelince; (şamanizm’in) kuş-ruh düşüncesinin hala yaşadığı bir cemiyette göklerde uçmak ve göz açıp kapayana dek uzak yerlerde olmak, bir çeşit ‘tayyi mekan’ (mekanları aşma) yetisi, şaman olsun, Sufi olsun, halk din ulularının olağanüstü güçleri arasındadır. Büyüyle uçuş, kendinden geçme (vecd) ve kendini aşmanın (cezbe) ifadesidir”.[2]
O sırada Anadolu’da Babai İsyanı var. Aşıkpaşazade’ye göre Hacı Bektaş Horasan’dan kardeşi Mintaş ile birlikte geliyor, sonra da zaten iki kardeş Babailer’e, Baba İlyas’a katılıyorlar. Gerçi Hacı Bektaş isyana aktif olarak katılmıyor ama kardeşi katılıyor ve bu arada öldürülüyor. O da -Hacı Bektaş da- gidip bugün mezarının bulunduğu Kayseri’nin Kara Öyük ilçesine “Kadıncık Ana” adlı daha sonra müridi olacak birinin yanına yerleşiyor. Bütün bunları, Hacı Bektaş’ın Kadıncık Ana ile ilişkisini, daha sonra (ölümünden çok sonra) Abdal Musa adlı-Kadıncık Ana’ya bağlı bir müridinin ortaya çıkışını, ve ilk Bektaşi tarikatının aslında Hacı Bektaş’ın ölümünden sonra bu Abdal Musa tarafından kurulduğunu İrene Melikoff’un kitaplarında bütün ayrıntılarıyla buluyoruz. Ancak bu yazıda bizi asıl ilgilendiren bu ayrıntılar değil. Orta Asya’dan Anadolu’ya doğru, şamanizm’den Tasavvuf’a, oradan da Bektaşiliğe doğru evrilen süreç ilgilendiriyor bizi. Bu sürecin daha sonra Osmanlı Devleti’nin kuruluşu ve gelişimiyle nasıl bütünleştiğini ise daha sonra tekrar ele alacağız.
Bir düşünce sistemi-ya da inanç veya felsefe- olarak ele alındığı zaman tasavvuf insanın-komün insanının- kendi kendisiyle mücadelesini konu edinir. “Nefsini bilerek Rabbine ulaşmak”, “kendi varlığında yok olarak” evrensel bütünlüğün içinde erimek isteyen insanın bilgi temelidir o. Ne var ki, önceleri kendi içindeki “kötü ruhlara”-nefse karşı başlayan bu mücadelenin daha sonra, özellikle İslam’la tanıştıktan ve sınıflı toplumlarla ilişki içine girdikten sonra, dışardaki düşmanı da hedef aldığını ve tasavvuf bilincinin bir gaza-cihad ideolojisi haline dönüştüğünü görüyoruz. İnsan böylece kendi içindeki mücadeleyle kendi dışındaki mücadelenin bir bütün olduğunu düşünmeye başlıyordu.
Türklerin Anadolu’ya göçü uzun yıllar içinde gerçekleşiyor. Ama asıl kitlesel göç 13.yy da Moğollardan kaçarak Anadolu’ya gelmeyle birlikte oluyor. İlkel komün bilgi temeline sahip, yarı şaman Tasavvuf erlerinin, dervişlerin, kam’ların, dedelerin, babaların önderliğinde geliyorlar Türkler Anadolu’ya . Bunlar hep eski Kamlar, kabile şefleri, ya da dini liderler. İslamiyetle ilişkilerden sonra bu yeni zemin üzerinde şekiller, biçimler değişiyor, herşey yeniden ifade edilir hale geliyor.
Burada önemli olan şu: Bu insanlar Anadolu’ya geldikleri zaman kendilerini öyle sakin bir ortamda bulmuyorlar!. Bir yanda Bizans var ortada, antika köleci bir devlet-toplum. Diğer yanda da, İbni Haldun yasalarına göre artık sönme aşamasına gelmiş bulunan Selçuklular ve de tabi Anadolu’yu haraca kesen Moğollar var. Böyle bir ortamda, yaşamı devam ettirme mücadelesinde tasavvuf bilinci tarihsel devrimci önemli bir rol oynuyor. Anadolu’daki bütün o isyanların-direnişlerin bayrağı haline geliyor. Aslında Hacı Bektaş adı da bu türden bir bayrak. Çünkü, yaşadığı dönemde öyle belirgin bir kişiliği falan yok Hacı Bektaş’ın. Öldükten çok sonraları tanınıyor-bir bayrak haline geliyor o. Bunda da Osmanlı’nın oluşum sürecinin büyük rolü var. Osmanlı, o Horasan erlerine dervişlere, ilblere, gazilere, ahilere-Hacı Bektaş’lara dayanarak devletleşiyor. Bu sürecin hikâyesi bu yazının konusu değil, bunu daha önce başka bir çalışmada ele almaya çalıştık[3]. Burada altını çizmek istediğimiz nokta, Anadolu’da tarihsel devrimci bir rol oynayan Tasavvuf düşüncesinin o dönemde Hacı Bektaş’larla kişilikleşerek bu görevi yerine getirmesidir. Bu dönemde henüz daha Bektaşi-Alevi “ikiliği”, ya da şiilik yönünde bir uç falan da yoktur ortada. Bütün Tasavvuf erleri-Bektaşiler Ali’ye saygı duymaktadır. Hasan-Hüseyinin-Kerbela erlerinin uğradığı haksızlıklara herkes karşıdır; ama henüz daha bütün bunlar bir sünni-alevi, şii ayırımı noktasında değildir.
Yol ayırımı, Osmanlı’nın İbni Haldun Yasalarına göre oluşumu ve gelişimi süreci içinde ortaya çıkıyor. Bu nedenle, İbni Haldun’u-onun formüle ettiği antika tarihin oluşum mekanizmasını bilmeden ne Bektaşiliği-aleviliği, ne de sünniliği-şiiliği anlamak mümkün değildir. Tabii bir de İran faktörü var ortada. İran-Osmanlı çelişkisi-nüfuz mücadelesi var hesaba katılması gereken.
Eski şaman geleneğinden kalan başlarındaki kırmızı şapkalarından -börk’den- dolayı. Bektaşilik bir yerde, yeni oluşumun -Osmanlı’nın ortaya çıkış sürecinin- dünya görüşü, bilgi temeli haline gelir. Abdal Musa’nın Bektaşiliği bir tarikat haline getirişi, Osmanlılar’ın onu el üstünde tutmaları falan tesadüf değildir yani. Bu dönemde Osmanlı’nın vizyonuna-geleceğe yönelik perspektiflerine ideolojik-dinsel bir temel-kılıf oluşturmaktadır Bektaşilik. Anadolu’nun Hristiyan Bizans’lı köylüleri için bile bir çekim merkezi olmuştur o. Bütün insanları eşit-kardeş olarak gören, hiçbir dinsel fanatizme yer vermeyen, her türlü haksızlığa-adaletsizliğe karşı çıkan devrimci bir düşünce sistemi olarak Bektaşilik, Bizans’ın Hristiyan köylüleri için bile bir kurtuluş umudu haline gelmiştir. Bu yanıyla Anadolu tarihsel devriminin ideolojik bayrağı olur Tasavvuf..
Osmanlı gibi küçük bir aşiretin nasıl olupta öyle kısa bir zamanda Anadolu’yu fethettiği hep tartışılagelmiştir. Tasavvufu-Bektaşiliği bilmeden, ya da hesaba katmadan, insanları Osmanlı bayrağı altında toplayan bu ideolojik güç hesaba katılmadan ne Osmanlı’yı, ne de başka hiçbirşeyi anlamak mümkün değildir. Öyle ki, yeni Osmanlı ordusunu fethedilen yerlerden “devşirilen” -savaş esiri Hristiyan çocuklardan-gençlerden oluşturulan Yeniçerilik kurumunu bile, “kendi kültürümüzü, geleneklerimizi öğrensinler” diye Bektaşilere teslim etmiştir Osmanlı (1326). Bu nokta çok önemli. Peki ama Osmanlı neden başka bir tarikatı, ya da önderi öne çıkarmıyor da Hacı Bektaş’ı bayrak ediniyor diye çok tartışılmıştır. Bence bunda Hacı Bektaş’ın o dönemde yaşayan bir kişilik olmamasının da büyük rolü vardır. Osmanlı böylece onu-bu tarikatı- daha kolay kontrolü altında tutabileceğini, kendisine mal edebileceğini düşünmüş olabilir. Çünkü devletleşme süreci başladığı an kurt da düşmüştür sürece. Hangi kurt mu diyorsunuz! Devletleşmeyle birlikte ortaya çıkan sınıflaşma kurdudur bu[4].. İbni Haldun yasaları işlemektedir!
Osmanlı’nın 1299 da kurulduğu söylenir. Timur’la Beyazıt arasındaki Ankara Savaşı’nın tarihi ise 1402. Şeyh Bedreddin isyanını, Devletin tekrar kuruluşu çabalarını falan da hesaplarsak 100 yılı biraz aşan bir dönem. Bu dönemi Birinci Osmanlı Devleti dönemi olarak adlandırmıştık.[5] İbni Haldun Yasalarına göre bir devletin ömrü bu kadardı o zamanlar. Sonra, ya yeni bir barbar akını gelip “sil baştan” herşeye yeniden başlanırdı, ya da tabii aynı görevi yerine getirecek bir uç beyliği çıkardı ortaya (Osmanlı’nın kendisi de bir uç beyliğiydi). İşte bu yüz yirmi yıl, yani devletin oluşumu ve ömrünü tamamlayışı süreci, Bektaşilik olarak ifade edilen tasavvufi Anadolu düşüncesinin de evrimi, kendi içinde ayrışması süreci olmuştur. Bu arada Devlet zaten Bektaşilikten-tasavvuftan ayrılmış kendi kurumsal-sınıfsal oluşumuna daha uygun düşen sünnilikle bütünleşmiştir.
Bir devlet haline gelmek, fethedilen yerlerdeki insanları yönetebilmek için belirli kurum ve kurallara ihtiyaç vardı. Bütün bunları o zaman İslam’da bulmuştu Osmanlı. Zaten bir yerde Selçuklular’ın mirasının üzerine oturuyordu o. Selçuklu dağıldıktan sonra da ortada kalan bütün o Selçuklu-İslam bilginleri, devlet adamları artık Osmanlı’nın hizmetine koşmuşlardı. Bu süreç içinde Osmanlı toplumu, aynen İbni Haldun sosyolojisinde dile getirildiği şekilde antika bir sınıflı toplum haline geldi. Artık başlangıçtaki o “asabiyyet” gücünün yerini Devlet gücü alıyordu. Bir yanda bir Devlet Sınıfı, diğer yanda da sürü-Reaya adı verilen-eski yol arkadaşlarından oluşan- bir halk ortaya çıkmıştı.
Bu süreç-oluşum içinde, başlangıçta devletle olan içiçeliğinden dolayı, Bektaşilik sanki Devlete daha yakın bir görünümde kaldı. En azından şehirlerdeki okumuş-aydın ama devletle de ilişkileri olan zümrelerin temsilcisi olarak bilinir oldu. Artık Reaya-sürü olarak ifade edilen Orta Asya kökenli o çevre-halk ise Babalarıyla-Dedeleriyle halâ eski yerinde duruyorlardı. İşte Bektaşilik-Kızılbaşlık (daha sonra da Alevilik) “farklılığı” ilk böyle çıktı ortaya. Kızılbaşlar-Aleviler daha çok köy-kırsal bölge Bektaşileri olarak bilindiler. Bunlar ezilen, baskı altında tutulan, inkâr edilen insanlar olarak başlangıçtaki tarihsel devrimci-radikal, tasavvufi özlerini daha çok korudular. Ama bu noktayı öyle fazla da abartmamak gerekir. Çünkü Devlet katında Bektaşiliğin yerini çoktan sünni İslam kapmıştı, yani istese de Bektaşiliğe o alanda yer yoktu artık. Bu nedenle, Bektaşilik-Kızılbaşlık-Alevilik son tahlilde hep aynı yolun yolcusu olacaklardır. Öyle ki, daha sonra Osmanlı’ya karşı ortaya çıkan bütün isyanlar, o ilk Babai isyanlarında falan olduğu gibi hep o aynı özden kaynaklanmışlardır. Babailer Selçuklu’nun ihanetini nasıl affetmemişlerse, Osmanlı’nın ihanetini de asla affetmeyen o eski Horasan erleri aynen başlangıçta olduğu gibi bu sefer de Osmanlı’ya karşı direnmeye başlamışlardır.
İşte Bektaşi-Alevilerle Osmanlı sünniliğinin yol ayrımının özü budur. Yani, islami bir biçim altında sünni-alevi çatışması olarak şekillenen mücadele, aslında, Osmanlı’nın devlet haline gelmesine paralel olarak ortaya çıkan sınıf mücadelesinin dinsel bir biçim altında yürütülmesidir. Mücadelenin dinsel bir görünüm altında yürütülmesi bir zorunluluk olarak ortaya çıkmıştır, çünkü, Osmanlı’nın kendini Sünni-İslam olarak tanımlaması, kaçınılmaz olarak, muhalefetin de İslam’ın içindeki muhalefetle özdeşleşmesi sonucunu doğuruyordu. Bu andan itibaren Bektaşiliğin içindeki ayrılık da iyice ortaya çıkıyordu zaten. Ön plana çıkan tarihsel devrimci öz giderekten daha çok kendini Kızılbaş-Alevi olarak ifade etmeye başladı. İşte bugün bile halâ Aleviliğin toplumsal-kültürel genlerinde yatan “devlete karşı olmak” geleneğinin özü budur[6].
BEKTAŞİLİK İRAN’IN ETKİ ALANINA GİRİYOR, ALEVİLİK-KIZILBAŞLIK-ŞİİLİK..
Ama, Osmanlı’da sınıf mücadelelerinin aldığı dinsel şekillenmeyi açıklayabilmek için sadece bütün bunlar yeterli değildir. Bir de İran faktörü vardır işin içinde ki, o da en azından diğerleri kadar önemlidir. Önce, ayrıntıya girmeden, olayı genel olarak kavramaya çalışalım:
1402 de yıkılan Birinci Osmanlı Devleti’nin, Fatih’le birlikte adeta İkinci bir Osmanlı Devleti olarak yeniden doğduğunu söyleyebiliriz. İstanbul’un alınışı-yükselme dönemi falan derken, sonra, bir yüz yıllık dönem daha geride kalmaya başlayınca 16.yy ın başlarından itibaren İbni Haldun yasalarına göre sistem yeniden çözülmeye-bozulmaya başlar! Bu kez, Bizans’la da bütünleşerek-onun kurum ve kurallarından da çok şeyler alan ve iyice firavunlaşan Osmanlı, giderekten daha da çekilmez bir hal almaya başlamıştır. Buna paralel olarak da tabii, bir süredir sesi sedası kesilmiş bulunan eski yol arkadaşlarının- Anadolu insanlarının sesleri yeniden duyulmaya, Anadolu’nun her yerinde yeniden isyanlar patlak vermeye başlar.
Bu dönemde ortaya çıkan isyanların en çok ses getirenlerinden biri şüphesiz Şah Kulu isyanıdır. Ama, Şah Kulu isyanını ele almadan önce, bu arada İran’da nelerin olup bittiğini de görmek gerekir sanıyorum. Çünkü, bu dönemde Anadolu’da olup bitecek olanlar büyük ölçüde İran’daki süreçle de ilgilidir. Bu dönem, artık kendini sünni bir egemen sınıf olarak tanımlayarak, yol arkadaşı Anadolu Erenlerinden iyice kopan Osmanlı’ya karşı çaresiz kalan Anadolu halkının “düşmanımın düşmanı dostumdur” diyerekten, ideolojik olarak kendini İslam’ın içindeki muhalefetle bütünleştiren, fakat aslında Osmanlı’ya karşı nüfuz mücadelesi veren İran’ın etkisi altına girerek, Osmanlı’ya karşı verilen mücadeleyi İran’ın ideolojik-dini şemsiyesi altında sürdürmeye başladıkları bir dönemdir. Sınıf mücadelesinin nelere kadir olduğunu anlatması açısından, sonuçları ve kalıntıları halâ günümüze kadar devam eden son derece ilginç bir süreçtir bu. Ama dedik ya, önce biz biraz İran’a bakalım ve o dönemde orada nelerin olup bittiğini anlamaya çalışalım.
“Şeyh Safiüddin İshak’ın (Ölm. 1334) Erdebil’de kurmuş olduğu Safevi tarikatının tarihi bu çalışmanın çerçevesi içine girmemektedir. Biz yalnızca onun torunları olan Cüneyd, Haydar ve Şah İsmail tarafından öğretilen inanışlar ve bunların türkmen boyları üzerindeki etkileri ile ilgileneceğiz: Çünkü onlar (Safeviler) göz kamaştırıcı yükselişlerini, yenilgi ve zaferlerini Pers birliğinin yeniden kurulduğu ve İmami Şiiliğin resmi din olarak kabul edildiği son noktaya kadar bu boylarla (Türkmenler’le) gerçekleştirdiler [7]..
Herşey Tebriz Emiri Karakoyunlu Cahan Şah’ın buyruğu ile Erdebil’den çıkarılmış bulunan Şeyh Cüneyd Safevi (1447-1460) döneminde başladı..Cüneyd’in en büyük başarısı ise, şüphesiz, Orta Asya kökenli Türkmenlerin yarı şaman-sufi inançlarını son derece akıllı bir şekilde kendi hanedan politikasıyla bütünleştirebilmesi olmuştur. Muhtemelen şöyle düşünüyordu o: O dönemde bölgedeki en önemli güç Osmanlıydı. Ve o da kendini Sünni-İslam olarak tanımlıyordu. Madem ki İslam olmaktan başka bir alternatifte yoktu o zaman ortada, bu durumda, Osmanlı’ya karşı durabilmek için, kaçınılmaz olarak, İslam’ın içindeki muhalefetle-ideolojik anlamda- bütünleşmek gerekiyordu. Bu bir. İkincisi de tabi, bölgedeki insanların ruh hali, inançları-kültürel durumlarıydı. Osmanlı’dan nefret eden, onun kendilerine ihanet ettiğini düşünen insanlar Orta Asya kökenli yarı şaman-sufi bir inanç dünyasına sahiptiler. Ne yaptı Cüneyd bu durumda!. Aldı İslam’ın içindeki muhalefet ideolojisini, bunu şaman-sufi inançlarla harmanladı, ortaya son derece militan-savaşçı muhalif bir ideoloji çıkardı:
“Safevilerin ulaştıkları başarı; Tanrının insanda tecelli ettiğine ve yeniden bedenleşmeye dayalı inançları ile, henüz başlangıç düzeyinde bir uç-şii tasavvuf görüşünden esinlenen ve
“Safevilerin ulaştıkları başarı; Tanrının insanda tecelli ettiğine ve yeniden bedenleşmeye dayalı inançları ile, henüz başlangıç düzeyinde bir uç-şii tasavvuf görüşünden esinlenen ve ondan hız alan, fakat halâ şaman kültürüne bağlı bulunan, türkmen boylarının savaşçı ve asker güçlerinde aranmalıdır.. Bu ideolojik ayrılışı katılımlarıyla oluşturan boylar, Doğu Anadolu’dan, Azerbaycan’dan, Kuzey Suriye’den geliyorlardı ve bunlar Ustacalu, Şamlu, Rumlu, Tekelu, Zü’lkadirli, Afşar, anayurtları Karabağ olan Kacar, Varsak, Karacadağ Sufileri gibi, adları çok geçen boylar idiler.”[8]
Tasavvuf’a ve hatta şamanizm’e göre, Tanrının insanda nasıl tecelli ettiğini görmüştük. “Yeniden bedenleşme” olayı da aslında Tasavvuf’un bu “ölmeden evvel ölerek” ölümsüzlüğe kavuşmak anlayışına dayanıyordu. “İnsan, nefsini bilerek Rabbini bildiği” an, artık, kendi varlığının, gerçekte, bir sistem olarak kendi içindeki sıfır noktasında gerçekleşerek temsil edildiğini, onun görünüşteki temsilcisi nefsin ise, çevreyle etkileşme süreci içinde oluşan izafi bir oluşum olduğunu kavrıyordu. Ki bu durumda da o, “kendi varlığında yok olmuş”-yani, kendi içindeki sıfır haliyle, Tanrıyla-bütünleşmiş ve böylece ölümsüzleşmiş oluyordu. İşte Cüneyd ideolojisi, alıyor bu tasavvufi özü-inancı ve diyor ki, nefsini bilen kendi varlığında yok olan, Rabbini, yani Ali’yi bilmiş-Ali olmuş olur. Müthiş bir zekâ değil mi.. İslamsa İslamdı, şamanizm ise şamanizmdi, Tasavvufsa Tasavvuftu, hepsi vardı içinde ve de tam bir muhalefet ideolojisi olarak bir sentez halinde bütünleşiyordu bunlar. Osmanlı’dan zokayı yemiş atalarımızın gözünde artık Sünni Osmanlı sınıflılığı, Şii Savefiler de sınıfsızlığı temsil ediyorlardı!!. “Ya Allah, Ali diyerek” Şaha kalktılar bu inançla!..
“Erdebil’den sürüldükten sonra, Seyyid olduğunu, yani, Ali’nin soyundan geldiğini ileri süren Cüneyd, önce Konya’ya, sonra da görüşlerinin istenmez ilan edileceği Kilikya’ya gitti. Bir süre Antakya’ya yerleşti. Orada Hurufi çevrelerle ilişki kurdu ve bu kendisine yeni bir sürgüne maloldu. Sonra Trabzon’a, daha sonra da Diyarbakır’a gitti. Trabzonlu Komenler’le evlilik yakınlığı bulunan Akkoyunlu Uzun Hasan tarafından kabul edildi. Uzun Hasan’ın kız kardeşi Hatice Begüm’le evlendi ve Diyarbakır’da sakin bir üç yıl geçirdi. Sonunda Erdebil’e dönmek istedi, fakat önce Dağıstanlı Hristiyanlara karşı yağma akınlarına girmeye karar verdi; çünkü Cihad kadar talana da susamış türkmen taraftarlarının Gaza isteklerini karşılaması gerekiyordu. Halilullah Şirvanşah, onun, topraklarından geçmesini önlemeye çalıştı. Nihayet, Cüneyd 1460 da Şirvanşah’a karşı bir savaşta öldürüldü..
Onun olağanüstü yaratıldığını düşünen taraftarları ilk önce öldüğüne inanmak istemediler. Fakat sonra, 1460 da, bu sefer de onun Hatice Begüm’den doğmuş bulunan ve kendisinde Tanrının tecellisini gördükleri oğlu Haydar’a bağlandılar”.. “Şeyh Haydar’ın kısa hükümdarlığı zamanındadır ki, kızılbaşların dini-siyasi çizgileri daha da belirgin bir hal almış, hareket kısa zamanda, göçer ve savaşçı türkmenlerin katkısıyla, bir dini tarikat, inançları için savaşan bir Gaziler hareketi haline dönüşmüştür. Haydar taraftarları giydikleri kırmızı serpuş dolayısıyla Kızılbaş adı ile anıldılar. On iki dilimli bu kırmızı serpuşa Tac-ı haydari denmekte idi. Kızılbaş hareketin başlayışı böyle oldu. Müridleri Haydar’ın tanrı olduğunu söylüyorlar ve niyaz için ona secde ediyorlardı”..
“Haydar’ın taraftar sayısı hızla artmaktaydı. Bunların içinde, Anadolu’dan gelen hoşnutsuzlar çoğunluktaydılar. Aralarında atsız pusatsız yoksullar çok sayıda idiler. Haydar, 1486 da Dağıstan’a karşı yağma seferine kalkıştığında yanında binitsiz, pusatsız ve giyimsiz on bin nefer vardı. Bununla birlikte yağma başarılı oldu ve zengin bir ganimetle dönüldü...1488 de Şeyh Haydar üçüncü Kafkas seferine çıktı; bu arada babasının ölümünün öcünü de almak istiyordu. Ama, başaramadı ve öldürüdü.. Safeviler Erdebil’den atıldılar. Haydar’ın üç oğlu ve anneleri Alem Şah Fars eyaletinde İstahr kalesine kapatıldılar. Orada dört buçuk yıl kaldılar ve ancak Ya’kub un ölümünden sonra kurtuldular..
Haydar’ın Alem Şah’tan olma üç oğlunun en genci İsmail 1487 de doğmuştu. Bunlar Gilan’da Lahican prensinin yanına sığındılar. İsmail burada altı yıldan fazla kaldı ve hiç şüphesiz çok özen gösterilen şii bir eğitimle yetiştirildi, büyük bir kültür adamı, çağının tasavvuf ve edebiyatını çok iyi anlamış mükemmel bir şairdi. Büyük zekası, sağlam kişiliği, incelmiş kültürüne rağmen, onu şan ve şerefe götüren türkmen boylarının şamancı çevrelerine yabancı düşmeyen yaban bir temeli hep korumuştu. İslam kültürü çerçevesindeki dindarlığı, Anadolu’da bugün bile halâ yok olmamış bulunan Orta Asya’lı inanışların-şamanizmin- ilkel din uygulamalarının bir bileşimi idi. Öyle ki, kızılbaşlıkta, şamanla derviş biribirine karışmıştır. Şah İsmail’in din kavrayışında yeniden bedenleşme ve bedenleşmenin çok sayıda olduğu inanışı yer almaktadır. Kendisi de Tanrı’nın Zat’ının, dolayısıyla Ali’nin sürekli bedenleşmelerinden biri oluyordu; şiirlerinde de belirttiği gibi o, Ali’nin sırrı idi. Dinsel uygulamalarında eski Türk dünyasının geleneklerine bağlı kalarak dua etmek için göğe daha yakın olma amacıyla dağlara çıkmaktaydı. Kendinden öteye geçmek istiyor, kendinden geçme durumuna girmek için yardımcı uyarıcılardan yararlanıyordu..Abdalları ile birlikte Hırkadağı’na çıkan Hacı Bektaş’ın orada ardıç tütsüleyerek kendinden geçtiğini görmüştük. Şah İsmail de bu uygulamalara bağlı kalmaktadır. Onun-Şahın şölenleri bile Türk-Moğol toy’larını andırıyordu. Şölenlerde müzik ve oyunlara da yer veriliyor, genç şah kendinden geçinceye dek içkiler içiliyordu”...
“1499 un Ağustos-Eylül aylarında İsmail Erdebil’e gitmek üzere Lahican’dan ayrılmağa karar verdi. Maiyetindekilerle birlikte kışı Hazar denizi kıyısında Astara yakınındaki Ercuvan’da geçirdiler. Oradan Anadolu ve Azerbaycan’daki taraftarlarına haberler gönderdiler. İlkbaharda önde gelen yedi kızılbaş boy Erzincan’da birleştiler..Genç adamın ilk kaygısı Şirvanşah tarafından öldürülen babasının öcünü almaktı. Bu sebeple askerlerini Şirvan’a yöneltti. 12 Mart 1501 de Şirvanşah Ferruh Yesar savaşta öldürüldü ve cesedi yakıldı. Akkoyunlu Alvand’ı Nahcıvan yakınında Şurur’da bozguna uğratarak 1501 de Tebriz’e zaferle girdi. Şahlık tacını giydi ve hutbede Oniki İmam’ın adlarını okutarak İmami Şiiliği devlet dini olarak kurumlaştırdı. O sırada onbeş yaşındaydı. Bu, Safeviliğin doruk noktası oldu.”[9]
“Şeyh Haydar döneminde ortaya çıkmış bulunan “Kızılbaş” deyimi Farsçada kaybolduktan epey sonra Anadolu’da yaşama geçti. Deyim, Oniki İmam’a bağlı olmakla birlikte, Tanrı’nın insan bedeninde zuhuru anlamını içeren tecelli, ve biçimlerde sayısız çoğalış anlamında tenasuh, bazan daha gerilere de giderek Allah’ın bir mazhar’ı, zuhur edişi olan, Ali’nin yeniden bedenleştiği Safevi hükümdar Şah İsmail’e tam bir kulluk inanışı ile, bir uç şiiliğinin bütün özelliklerini gösteren bir inanç biçimini anlatmaktaydı.. Kızılbaşlığın yayılışı yalnız türkmen boyları değil, lonca çevreleri ile halk tarikatlarını, yoksul ve gezgin halk dervişleri olan Abdalları, ve kâfirlere karşı Cihad’da bir ganimet fırsatı gören Gazi’leri de kapsıyordu. Ahilerin, Gazilerin ve Abdalların Kızılbaşların davasına katılmaları Hatai’nin mısralarıyla da dile getirilmiş bulunmaktadır: ‘Şahun evladına ikrâr idenler /Ahiler, Gaziler, Abdallar oldu’..Daha önce Cüneyd’i ve Haydar’ı da ululamış bulunan türkmenler, bu çizgi üstü kişilikle donanmış genç şahı da tanrılaştırmakta hiç zorluk çekmediler...”(a.g.e)
Orta Asya’dan gelerek Azarbeycan’dan İran’a ve Anadolu’ya kadar yayılan bölgede yerleşmeye-tutunmaya çalışan Türkmenler-Horasan erleri, İran’da Şah İsmail’i destekleyerek onun tahta geçmesini sağlarlarken, Anadolu’da da kendilerine ihanet eden Osmanlıya karşı mücadele-isyan halindeydiler. Onların Şah’ı canı gönülden desteklemelerinin en önemli nedeni de buydu zaten. Denize düşmüşlerdi bir kere, Osmanlı ihanet etmişti onlara, kimin-ne olduğunu ayırdedecek halleri yoktu artık, ve “düşmanımın düşmanı dostumdur” diyerek önlerine çıkana kurtarıcı diye sarıldılar.
“Şah Kulu, Teke’nin Kızılkaya veya Yalunlu köyünden Hasan Halife’nin oğlu idi. Son derece etkileyici, faal, cesur bir kişi olan Şah Kulu İsmail’in Safevi Devleti’ni kurup zaferden zafere koşmasından ve bilhassa idarenin (Osmanlının) son derece zayıf bir hale gelmesinden ve devlet adamlarının adil olmayan hareketlerinden duyulan hoşnutsuzluklardan cesaret alarak harekete geçti. Ordusunda, önemli bir kusurları olmadığı halde dirlikleri ellerinden alınmış pek çok sipahi de vardı, ki Şah Tahmasb devrindeki meşhur Ulema Han da bu sipahilerden biri idi. Taraftarlarının geri kalan kısmının Teke dağlarının yoksul köylülerinden oluştuğu anlaşılıyor. Bunlar Şah Kulu’na “baba” demektedirler. Şah Kulu Osmanlı kuvvetlerini üstüste yenilgiye uğrattı. Bu başarıları adamlarının gittikçe çoğalmasına sebep oldu. Hele onun Anadolu Beğlerbeği Karagöz Paşayı da yenip öldürmesi taraftarlarının sayısını iyice arttırmış ve ününü her tarafa yaymıştı. Anadolunun ‘bir avuç ayağı çarıklı Türkleri’ denilerek küçümsenen Şah Kulu ve taraftarları kazandıkları başarılardan sonra çekildikleri Teke’de Veziri Azam Hadım Ali Paşa tarafından üstün kuvvetler ile sarıldıkları halde çemberi yardılar. Karaman iline giderlerken karşılarına çıkan bu eyaletin beğlerbeğisi Haydar Paşa’yı da yendikten sonra İran’a doğru yola çıktılar. Vezir-i Azam Şah Kulu’na Kayseri-Sivas arasındaki Çubuk ovasında yetişti ise de, yapılan savaşta Ali Paşa öldürüldü ve ordusu bozguna uğratıldı (1511). Bu arada, savaşta ağır bir şekilde yaralanan Şah Kulu da çok geçmeden öldü. Ancak daha önceden vezir tayin etmiş olduğu en yakın adamlarından biri Tekelileri salimen İran’a götürdü...Bunların sayısı 15000 civarındaydı. Kuvvetle tahmin etmek mümkündür ki, Şah Kulu’nun asıl gayesi Şah İsmail adına bir isyan çıkarmak veya İran’a gitmek falan değildi. Onun amacının Osmanlı hakimiyetine son vermek olduğu anlaşılıyor.. Şah Kulu başarıları ile o kadar etkili olmuştur ki, Beyazıt’ın Karaman Valisi olan oğlu Şahin Şah bile bir ara Kızılbaş olmuştu.. Şah Kulu isyanını, Selçuklular devrinde (1240) ortaya çıkan Babai İsyanıyla kıyaslayabiliriz”[10]..
Sonrası malum. Yavuz Sultan Selim bu işi kökünden bitirmek için Şah İsmail’e karşı bir sefer düzenlemeye karar verir. Anadolu’da bir “temizlik” hareketine girişerek işe başlayan Yavuz, ilk planda “kırk bin civarında” (muhtemelen daha fazla) kızılbaşın katledildiği bu “temizlikten” sonra Şah İsmail’in ordusuyla Çaldıran’da karşılaşır. Osmanlı’nın galibiyetiyle biten bu savaştan bir süre sonra da zaten Safevi Devleti yıkılır..
Yavuz’a kalsa aslında o, Çaldıran’la yetinmeyip, bütünüyle İran’ın içlerine kadar girmeyi de düşünmektedir; ama Yeniçeriler -Bektaşiler-huzursuzdur; bu nedenle Yavuz işi orada bırakıp geri dönmeye karar verir. Ama, sefer dönüşünde, (1551 de yeniden açılana kadar) Bektaşi tekkesini kapatmaktan da geri durmaz. Bu arada resmi belgelerde “Bektaşi sözcüğü de Rafızi (batini, dinden ayrılmış) sözcüğü ile anlamdaş olmuştur” artık. Ama herşeye rağmen Yeniçeriliğin ortadan kaldırıldığı tarihe (1826) kadar varlığını sürdürür tekke. Tekkeyi tamamen ortadan kaldırma şerefi “ilerici padişah” II.Mahmut’a ait olacaktır!!.. Bilindiği gibi, daha sonra tekrar açılan tekke bu sefer de Kemalist iktidar döneminde kapatılır!!. Bir farkla ki, bu sefer “artık ihtiyaç kalmadı” denilerek tekkenin anahtarını bizzat o tekkenin şeyhi götürerek teslim edecektir Kemalistlere!. Gel de şimdi “Cem Evleri ibadet yeri olarak tanınsın” diyenlerin tarih bilgisine ve samimiyetine güven!..
DEVAM EDECEK
" BEKTAŞİ-KIZILBAŞ-ALEVİ
Önce İrene Melikoff’u dinleyelim: “Başlangıçtan beri cemaat-dışı ve dinler karışımı bir inanışı benimsemiş boy ve köy zümrelerine tarihçe uygun görülen Kızılbaş adını kullanmayı yeğlenebilir buluyoruz. Kızılbaş adı, Şeyh Haydar (1460-1488) zamanında, onun, büyük bölümünü Azerbaycan ve Doğu Anadolu’lu türkmen boylarının oluşturduğu taraftarlarını adlandırmak üzere kullanıldı. Ve onun kısa yaşamı sırasındadır ki, Safevi tarikati dini-siyasi bir güce; taraftarları-Kızılbaşlar- da düzenli Gazilere dönüştüler. Bunlar ayrıca kırmızı serpuşları, Tac-ı Haydari adı verilen oniki dilimli kızıl börkleri dolayısıyla da Kızılbaşlar diye anıldılar. Bu döğüşken ve sarsılmaz inançlı kıt’alar başlarında bulunan Haydar’ın (babası Cüneyd için de olduğu gibi) Tanrı olduğunu düşünüyorlardı. Öyle ki, bu gözü kapalı inanç[1]
onları, Kıbleye yönelir gibi Haydar’a doğru yönelmeye ve ibadet edercesine onun önünde secdeye kapanmaya kadar götürmekteydi........."
[1]İbadet nedir, daha doğrusu ibadetin özü-diyalektiği nedir? İbadet, insanların, kendi içlerindeki sistem merkezine-sıfır noktasına- konsantre olarak burada buldukları Hak’kın varlığında kendi nefisleriyle yok olma, trans haline gelerek kendi varlıklarıyla yok olup, onun-Hak’kın varlığıyla bütünleşmeleri ritualidir. Şaman törenlerini, Sema’yı-Cem’i düşününüz, ya da camide kılınan namazı düşününüz, bütün bunların özü hep aynıdır: kendi varlığında yok olarak onunla-sıfırla-Hakla-bütünleşebilmek. Tasavvuf erenleri-büyük Tasavvuf bilginleri bu türden ritualleri yetersiz buluyorlardı, çünkü onlara göre belirli zamanlarda belirli şekillerde değil, her an ibadet halinde olmak gerekirdi; insan aslında her an-kendi varlığında yoktu; varolan “gerçek” merkezdeki o sıfır haliydi-Hak idi. Bu konuda bak: “Namazın ve Duanın Diyalektiği”, www.aktolga.de Makaleler
[1]İrene Melikoff, Hacı Bektaş-Efsaneden Gerçeğe. 1999
[2]a.g.e
[3]„Bilişsel Tarih Ve Toplum Bilimlerinin Esasları-İlkel Komünal Toplumdan Bilgi Toplumuna ve Türkiye“ www.aktolga.de, 5.Çalışma
[4]Bununla OsmanlıDevleti kurulmadan önce Orta Asya’dan gelen Anadoludaki bütün o „Türk“ aşiretle-ri hep sınıfsız toplumlardıfalan demek istemiyorum! Sadece, Devletleşme ve sınıfsal ayrışma süreci-nin altınıçizmek istiyorum..
[5]a.g.e.
[6]Bu noktanın altınıçiziyoruz. Daha sonra, „Alevi sorunu nasıl çözülür”ü tartışırken bu noktaya tekrar döneceğiz. Ancak burada hemen şunu söyleyelim ki, „Alevi sorunu“ aslında Osmanlının devletleşme sorunundan kaynaklanır. Türkiye toplumunun bugün bile halâ mücadele halinde olduğu o „Devlet“ an-layışı yatar sorunun özünde. Ama kaderin şu garip cilvesine bakın ki, bugün birçok „Alevi“, farkında ol-madan o „Devlete“ sahip çıkıyorlar. „Kemalist Devlet“ kavramının özünde Osmanlı devlet anlayışının bir devamı olduğunu göremiyorlar. Bu yüzden de, Devleti demokratikleştirme mücadelesinde yanlış saflarda yer tutuyorlar.
[7]İrene Melikoff, a.g.e
[8]a.g.e
[9]Ne kadar ilginçdeği mi: Osmanlısünni olmasaydıİran şii olur muydu acaba? Peki Osmanlıneden sünni oldu? Selçukluların mirasının üzerine oturdu da ondan mıdiyorsunuz..Demek istediğim şu ki, tarihi yapan olaylar hep karşılıklıetkileşme içinde biribirini yaratarak oluşmuştur..Hiçbir şey mutlak değildir yani. Antika tarihin bütün bu altüstlüklerinin içinde belirleyici olan ise, daima, ilkel komünal top-lumdan sınıflıtopluma geçişdiyalektiğidir...
[10]Safevi Devleti-forum.net/archive..
Yazarlar
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor? 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTefessüh… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUAnayasa engeli olduğu halde yeniden seçilmek isteyen başkan ne yapar? 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet Berkanİktidar ülkeyi yönetebiliyor mu ki? Tek kişi ne kadar yönetebilirse o kadar işte… 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBüyük Aldatmaca: Popülizmin (Halkçılığın) Yolsuzluk Ve Eşitsizlik Konusundaki Yalanları 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit Akçay2025’in kalanı nasıl geçecek? 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNESiyasî kimlikler panayırı kapandı 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNMisak-ı Suriye! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplum Çağrısı; Hasta Tutsaklar 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKUVVETLER AYRILIĞI YOK İSE… 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRGüvensizliğin gölgesinde siyaset: Geçen yıla kıyasla korku düzeyimiz yükseldi, peki neden? 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanBatı artık Kiev’de Zalujni’yi görmek istiyor gibi 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciÇürüme! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunSuyun akışı ya da meramı barış olmak 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRKÜRT ULUSAL BİRLİK KONFERANSI 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBeyaz Toroslu savcı olayına iktidar nasıl bakıyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’de istikrarı sağlamak mümkün mü? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKİktidarın soğuk matematiği 23.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANTartışmayı kazanmaktan önce becermek gerek 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTaşıyıcı koalisyonlar ve ormanın içindeki CHP 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENKürt ulusunun kavgasında bir sosyalist lider 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaKılıçdaroğlu’nun adaylığı 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKAN“Ya herro ya merro” mu dedi?.. 7.01.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇAL2022 yılı karamsarlıklarımızı tersine çevirebilir mi? 4.01.2022 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrtadoğu’nun ‘Yeni Dönemi’ 9.12.2021 Tüm Yazıları
-
Muharrem SarıkayaOylardaki yükselişin ağırlığı 7.11.2021 Tüm Yazıları
-
Şevki ÇELİKCİKEMAL ARABACI 17.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin GürcanFırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var? 13.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin MünirErkeğin kadını ezmesi 22.09.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AcetSon anketler ne diyor? 9.09.2021 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZKONYA KATLİAMI VE GAZETECİLİK MESLEĞİ ÜZERİNE 2.08.2021 Tüm Yazıları
-
Süleyman Seyfi Öğün2023’e doğru Türkiye 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Yasin AKTAYTaliban’ın inancıyla ters olma arzusu 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Cem SANCARHanımefendi diyeceksiniz 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Yusuf KaplanFetih ruhu ve rüyası 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ali AYDINİşsiz Kalan Antikorlar, Lanetli Pay ve Siyaset 17.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer F. GergerlioğluMuhafazakârlar çürümeye niye sessiz? 8.06.2021 Tüm Yazıları
-
Mustafa ÖztürkNiyet ve akıbet 29.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ayşe BöhürlerTarih büyük harflerle yazılmaz 28.05.2021 Tüm Yazıları
-
Gazi BAŞYURTBir zamanlar sayılamazdık parmak ile, şimdi eksiliyoruz birer birer… 25.05.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENİsrail’in sonu gelmez işgalciliği 15.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer Ahmet ÖZERENBİR 1 MAYIS Anekdotu… 10.05.2021 Tüm Yazıları
-
Osman CAN24 Nisan 1915: Kardeşimin Cenazesini Kaldıramadım Hala! 29.04.2021 Tüm Yazıları
-
Verda ÖZERBırak artık eski normali 28.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYAN24 Nisan’ı anmak 24.04.2021 Tüm Yazıları
-
Kurtuluş TAYİZPandemide Erdoğan'ı devirme planı çöktü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali Saydam23 Nisan ‘Çocuklara Hürmet’ Günü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Vedat BilginSistem değişti de ne oldu! 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali TarakçıZEVZEK'in asıl amacı Montrö değilmiş! 17.04.2021 Tüm Yazıları
-
Burak Bilgehan ÖzpekVesayet Nedir, Nasıl Kurulur, Niçin Çöker? 16.04.2021 Tüm Yazıları
-
Firuz TÜRKERDARBE GİRİŞİMİNE HAZIR OLMAK 4.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız RamazanoğluYeni metin ne söyleyecek? 25.03.2021 Tüm Yazıları
-
RAGIP DURAN'Bir tek kişinin otoritesi suçtur!' 22.03.2021 Tüm Yazıları
-
Sevilay YALMANMesele Gergerlioğlu meselesi değil! 19.03.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKBACAKİZMİT KÖRFEZİ YAKIN, DENİZ BİZE ÇOK UZAK! 17.03.2021 Tüm Yazıları
-
Ural ATEŞERANADİL... 21.02.2021 Tüm Yazıları
-
Demir Küçükaydınİki Devrimci – Türeci ve Şahin 4.01.2021 Tüm Yazıları
-
Perihan MAĞDENHayaller: ETHOS, Gerçekler: BİR BAŞKADIR BENİM MEMLEKETİM 18.11.2020 Tüm Yazıları
-
Talat ULUSOY9 Eylül 1922, İzmir’in “KURTULUŞ” Günü’nde… 9.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mahmut ÖVÜRAK Parti mi “İhvan’cı” siz mi operasyon çekiyorsunuz? 8.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mustafa Yurtsever2010 YILI REFERANDUMU’NUN BİTMEYEN HİKAYESİ 29.08.2020 Tüm Yazıları
-
Hilâl KAPLANİstanbul Sözleşmesi yaşatır mı? 7.08.2020 Tüm Yazıları
-
Eşref ÇAKARKonca Yazışmaları... 5.08.2020 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunOsmanlı Kudüs’ü 4.06.2020 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANÜmitliyim, çünkü… 26.05.2020 Tüm Yazıları
-
Kadri GÜRSELTürkiye’de darbe mi olacak gerçekten? 16.05.2020 Tüm Yazıları
-
Sinan ÇİFTYÜREKTürbülanstan mayın tarlasına dalış yapan AKP! 13.05.2020 Tüm Yazıları
-
Yaşar YAKIŞTürkiye’nin iktidar partisi yardımlaşmayı da tekeline almak istiyor 25.04.2020 Tüm Yazıları
-
Orhan PamukEski salgınlar ve bugün biz 24.04.2020 Tüm Yazıları
-
Bejan MATURÖlüm hangi boşluğu doldurur? 12.04.2020 Tüm Yazıları
-
Umut ÖZKIRIMLIKorona ve milliyetçilik 8.04.2020 Tüm Yazıları
-
Raffi Hermon Araks‘ARTSAX (Dağlık Karabağ) MESELESİ, NEDİR VE NE DEĞİLDİR? 1.04.2020 Tüm Yazıları
-
Serdar KAYAİslam, Bilim, Virüs, Kumaş 24.03.2020 Tüm Yazıları
-
Markar ESAYANKarantina günlerinde yalnızlık... 20.03.2020 Tüm Yazıları
-
Eyüphan KAYACorona Virüs bir musibettir 19.03.2020 Tüm Yazıları
-
Metehan DemirMoskovanın samimiyet testi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Merve Şebnem OruçSürreel bir devrim: Gezi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Tayfun AtayGoebbels korosu söylüyor: "Her şey mükemmel efendim!" 18.02.2020 Tüm Yazıları
-
Hüseyin GÜLERCECHP, şimdi de İlker Başbuğu alet ediyor 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın AKDOĞANBirilerini suçlama yarışı 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Ufuk COŞKUNCemevleri için Cumhurbaşkanı’na Çağrı! 20.01.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın ERGÜNDOĞANGökdelen hançeri tam İzmir’in kalbine saplanıyordu ki… 16.12.2019 Tüm Yazıları
-
Nihat Ali ÖzcanOrtadoğu’nun karmakarışık halleri 22.10.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TenekeciDün ve bugün 11.09.2019 Tüm Yazıları
-
Haşmet BABAOĞLUİçerisini iyi anlamak için dışarıya bak! 9.09.2019 Tüm Yazıları
-
Esat KORKMAZYOLDAŞIM YAVUZ ÇANAK 29.08.2019 Tüm Yazıları
-
Ali KİREMİTCİDÜNYADA VE TÜRKİYE’DE SİYASET YENİDEN ŞEKİLLENİYOR 13.07.2019 Tüm Yazıları
-
Tayfun TURANAYILANA GAZOZ, BAYILANA LİMON. 11.07.2019 Tüm Yazıları
-
Mustafa DAĞCIÖTEKİLEŞTİRMENİN ÖTESİ= DÜŞMANLAŞTIRMAK 3.07.2019 Tüm Yazıları
-
Gürkan-Zengin23 Haziran seçimleri: Bir vak’ayi hayriyye 25.06.2019 Tüm Yazıları
-
Celal DENİZIRKÇILIĞIN TEDAVİSİ VAR MIDIR? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Serdar ESEN"Herşey Çok Güzel Olacak" mı? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet AY14 Mayıs güzellemelerinin anlamı 15.05.2019 Tüm Yazıları
-
Salih TunaZincir sesleri 23.04.2019 Tüm Yazıları
-
Beril DEDEOĞLUİflas eden tüccar, eski defterleri karıştırırmış 27.02.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TığlıBu ne iki yüzlülük!... 26.02.2019 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKSUUDİLER UNUTMAK İSTİYOR AMA OLMUYOR 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
Nermin ALPAYİNSAN VE EKONOMİK DEĞERİ 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
Ümit FıratBir mahalli seçim hatırası 15.01.2019 Tüm Yazıları
-
Murat AKSOYUnutmayalım yerel seçime gidiyoruz 11.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ekin GÜNBİR… İKİ… İZMİR MARŞIYLA KOŞ! 4.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet SeverTürkiye bu kadar tehdit ve hakaret eden bir Cumhurbaşkanı görmedi 18.12.2018 Tüm Yazıları
-
İbrahim SEDİYANİKirletme 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
Nadi ÖZTÜFEKÇİUlusal mı Ulusalcılık mı? 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
M.Şükrü HANİOĞLUDünya “biz”i parçalamak için mi savaştı? 26.11.2018 Tüm Yazıları
-
Cemil ERTEMEkonominin geleceğini simgeler anlatır! 31.10.2018 Tüm Yazıları
-
Amberin ZAMANCemal Kaşıkçı ve Türkiye’nin itibarı 10.10.2018 Tüm Yazıları
-
Mete YararCastle International 28.09.2018 Tüm Yazıları
-
Mehmet CANFilistin ulusal sorunu-II 25.09.2018 Tüm Yazıları
-
Leyla İPEKCİAile içi eğitimin maneviyatı (1) 18.09.2018 Tüm Yazıları
-
Ümit KurtTarihçi Kieser: Modern Türkiye'nin eş kurucusu Talat Paşa 17.09.2018 Tüm Yazıları
-
Güngör UrasABD’DE BORÇ KRİZİ 10.08.2018 Tüm Yazıları
-
Serpil Çevikcan24 Haziran sonrasındaki şema 30.05.2018 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
16.11.2024
9.11.2024
31.07.2024
3.06.2024
9.04.2024
20.07.2023
18.07.2023
17.07.2023
20.06.2023
18.06.2023