Murat Sevinç
“İnsanlar tarihlerini kendileri yaparlar, ama onu serbestçe kendi seçtikleri parçaları bir araya getirerek değil, dolaysızca önlerinde buldukları, geçmişten devreden verili koşullarda yaparlar. Tüm göçüp gitmiş kuşakların oluşturduğu gelenek, yaşayanların beyinlerine bir kâbus gibi çöker. Kendilerini ve bir şeyleri altüst etmekle, şimdiye dek hiç olmamışı var etmekle uğraşıyor göründükleri esnada, tam da böylesi devrimci kriz dönemlerinde, endişe içinde geçmişten ruhları yardıma çağırır, onların adlarına, sloganlarına, kıyafetlerine sarılır, dünya tarihinin yeni sahnesinde bu eskilerde hürmet edilen kılıklara bürünür ve bu ödünç dille oynamaya çalışırlar.” (Louis Bonaparte'ın On Sekiz Brumaire'i, İletişim, çeviren Tanıl Bora)
Demokrasi, bir siyasal sistemin adı. Uzun tarihi içinde çok macera yaşamış, dönüşmüş, zenginleşmiş, güçlenip zayıflamış, ortadan tümüyle kaybolduğu ve yeniden belirdiği zamanlar olmuş ve öylesine prestijli bir kavram haline gelmiş ki, herkes tarafından sahiplenilip kullanılmak da istenmiş. Farklı ideolojiler, kurmak istedikleri siyasal-toplumsal düzenleri onun adıyla anmayı tercih etmiş, kendilerininkinin 'asıl' demokrasi, 'gerçek' halk yönetimi olduğu iddiasıyla. Herhalde henüz çocukluk çağında işittim Lincoln'ün o meşhur tanımını; “halkın, halk tarafından, halk için yönetimidir.” Oscar Wilde'ın, “halkın, halk tarafından, halk için ezilmesidir (dayak yemesidir)”, ifadesiyle ne demek istediğini ise, çok sonraları anladım!
Doğru, demokrasi bir siyasal sistemin adı; buna mukabil herhangi bir siyasal sistem 'insansız' var olamayacağı için, aynı zamanda belli bir toplum modelini ve insan tipini de anlatıyor. Sıfat olarak yaygın kullanımı var. Demokratik toplum, demokratik kurullar, demokratik işleyiş, demokrat insan vs. Yakın akraba olduğu sözcükler de mevcut; özgürlük, eşitlik, hoşgörü, laiklik, disiplin gibi...
Kendi tarihini, ancak 'verili' ve 'geleneğin beyinlere bir kâbus gibi çöktüğü' koşullarda yapabilen insan...
Hepimiz, her ne yapıyorsak, 'geçmişten devreden' o verili koşullar içinde yapıyoruz ve düşüncemiz, doğumunda hiçbir katkımızın olmadığı sayısız 'geleneğin' bizler için çizdiği sınırlar içinde. Düşüncelerimiz, duygularımız, reflekslerimiz, sevgimiz, nefretimiz... Her birini o ana dek 'edindiklerimiz' kadar bilip yaşıyoruz. Özgürlüğü öğreniyoruz, korkmamayı ve endişeyi öğreniyoruz, hoşgörüyü ve ceberutluğu öğreniyoruz, disiplini ve ciddiyetsizliği öğreniyoruz, umudu ve umutsuzluğu öğreniyoruz, herkese eşit muamele etmeyi ya da ezmeyi ve kibri öğreniyoruz...
Her neye bakıyorsak, o güne kadar edindiklerimizle görüp değerlendiriyoruz. Çok güncel bir konudan örnek vereyim. Hani şu aralar herkesin konuştuğu bir dizi var, “Bir başkadır.” Zevkle seyrettim ben de, düşünen de, yapan da, oynayan da sağ olsun. Geçtiğimiz hafta, dini bütün, benzer koşullara tanıklık etmiş bir kadın yakınıma seyretmesini tavsiye ettim. Henüz ilk bölümlerdeyken, bana “Neden bu kadar ses getirdiğini anlamadım, ben mi fark etmiyorum acaba bazı şeyleri, nesi ilginç?” deyiverdi. Ne dersiniz!
Siyasal sistemler bir günde oluşmuyor. Eğer demokrasiden söz ediyorsak; klasik liberal demokrasiler sürekli dönüşür ve zenginleşirken, kendisini ayakta tutan insanı, bir yandan yaratıp diğer yandan onun tarafından belirleniyor. 'Göçüp gitmiş nesillerin' bıraktığının ne menem bir gelenek olduğu bu nedenle yaşamsal. Bırakılan her miras, sonraki neslin derdi oluyor. Ayrıca, ekonomik ilişkiler, 'temel yapının' nitelikleri değişirken türlü toplumsal alışkanlıklar ve davranış kalıpları o dönüşümü aynı hızda takip etmiyor.
Hal böyleyken, bugün yaşadıklarımız, günümüz değer ve deneyimleriyle yetişen kuşaklar, kendilerinden sonrakinin elinde bulduğu miras olacak. Hâlihazırdaki iktidar bir gün gidecek, yerini başkaları alacak; ancak iktidarlarla birlikte bir çırpıda değişme ihtimali olmayan kabuller, her zaman olduğu gibi 'vuruşarak' dönüşecek, sükunetle değil. 'Kültür' gibi iri kıyım ve üstesinden kolay gelinemeyecek bir olgudan değil, daha basit görünen ama yalnızca günümüzü heba etmeyip geleceğe de taşıyacağımız bir şeylerden, davranışlardan, duygulardan söz ediyorum. Kuşkusuz her şey gibi 'duyguların' da öğrenildiği, kuşaktan kuşağa devredildiği varsayımıyla.
Başlığa geleyim... Burada 'çoğulcu birlikte yaşam' idealini vurgulamayı tercih edeceğim 'demokrasi', bir siyasal sistem ise, 'mahcubiyet' duygusuyla ne ilgisi olabilir?
Yıllarca, özellikle temel hak ve özgürlükler konusunu çalışır ve üzerine gevezelik ederken, her bir konunun aslında toplumsal kabullerimiz ve ahlaki değerlerimizle de sıkı sıkıya ilişkili olduğunu düşündüm. Hukuku, anayasaları, birlikte yaşam-örgütlenme ilke ve kurallarını; apaçık sınıf mücadelesi gerçeğini ve kuralların soğuk yüzünü görmezden gelerek ele alma niyetinden değil bu. Fakat özellikle bazı norm ve uygulamaları anlatırken, aklımın bir yerlerinde hep 'ayıp', 'haksızlık' nevi sözcükler dolaşıyordu. Daha önce de yazmıştım; 'toplumsal ilişkileri düzenleme iddiasındaki' hukuk kuralları, zaten 'ayıp' ve 'günah' gibi, laik hukuk sisteminde doğrudan belirleyici olmayan toplumsal ve din temelli 'kurallar' ile kaçınılmaz bir temas halindedir. O ilkeler hukukun oluşumunda etkilidir ve çoğu zaman, örneğin yasanın 'suç' olarak tanımladığı bir fiil, ahlaken ayıplanır, hâkim inanç tarafından ise kınanır. Laik sistemlerde hukuk kuralları ile diğerleri arasındaki fark, hukukun arkasında 'kamu otoritesinin' bulunması, dolayısıyla 'yaptırım' farkıdır. Ayıp, yüzü kızaranı; günâh, inançlıyı; buna mukabil hukuka aykırılık, 'herkesi' ilgilendirir.
Bu nedenle, insanı bir yönde davranmaya yönelten duygu 'mahcubiyet', hukuk metinlerinin lafzında olmasa da, aslında satır aralarında bir yerlerde yer alır, ya da alması beklenir. Tahmin ediyorum, özellikle temel hakları anlatırken dilimin ucuna her seferinde 'ayıp' sözcüğünün gelmesi ve yutkunmam bundandı. Yıllar önce, türban yasaklarına ilişkin bir yazıya 'Türban yasağı ayıptır!' başlığını koyarken de aynı şeyi düşünmüştüm. Bugün 'anadilde eğitim' tartışması gündeme geldiğinde ve daha pek çok sorunda, yine 'ayıp' sözcüğünü hatırlamam gibi.
Okuduğunuz satırların biraz tuhaf ve naif bulunduğunun farkındayım tabii. Olsun. Şöyle açıklamaya çalışayım: Bir insanın, kamu görevlisi tarafından tartaklanması, işkence görmesi 'norm' ile yasaklanmıştır. O norm, insan onurunu, insanın manevi ve maddi bütünlüğünü ve insan olmaktan kaynaklanan değerini esas alır. Ortada, korunması gereken 'değerler' olduğu varsayılır. Örneğin düşünce gibi, örneğin inanç ve ibadet gibi, örneğin özgürlük gibi, örneğin hak aramak gibi. Tabii yukarıda değindiğim o sınıf mücadelesinde 'hâkim' olanın değerleri her zaman ağır basar, bunu unutmayalım. Söz konusu gerçek bir yana, hak ve özgürlük sözcükleriyle adlandırdığımız her ne varsa, tümü aslında atalarımızdan birileri ve bizler onları 'değerli' bulduğumuz, uğruna çile çekildiği için var. Bir insan onların birinden yoksun bırakıldığında, bu yalnızca hukuksal değil, aynı zamanda 'insani' yönü olan bir sorun şeklinde ortaya çıkar. Örneğin, işkence-kötü muameleye, tecavüz iddiasına tanık olduğumuzda ilk düşündüğümüz, o eylemleri yasaklayan 'norm' olmaz. Çaresizlik hissi yaşar, üzülür ve öfkeleniriz. Çünkü insanız, değer ve duygularımız var. İşkence ya da bir diğer adaletsizlikle karşılaştığında sevinen insan da, farklı değerlerden beslenip bambaşka duygular yaşadığı için o halde. Hiç kimse anasının karnından alçak çıkmıyor, her şeyi öğreniyoruz.
Her şeyi, evet, mahcup olabilmeyi de öğreniyoruz. Yukarıdaki örneğe, 'anadilde eğitim' meselesine bakalım. Yalnızca tek bir örneğe. Oturup sabaha kadar, o ülkede bu var, şu ülkede şöyle düzenlenmiş filan fıstık, anlatılabilir. Yasalar ve onların sözcükleri arasında boğucu bir gezinti yapmak mümkün. Ömrümün yarısında yaptım ben bunu. Peki biri karşınıza geçip “arkadaş, ben anamın bana ninni okuduğu dilde eğitim almak istiyorum” dediğinde, vereceğiniz yanıtın kaynağı norm mudur, yoksa vicdanınız ve mahcup olabilme hasletiniz mi? Adalet duygunuz mu, yoksa mevzuat bilginiz mi? Bir insana, “yok kardeşim, o hakkı verirsek ülke bölünür” dedirten? “Verirsek!” İnsan evladının koskoca bir ömürde bir kez bile kendisine 'ben kime ne veriyorum?' sorusunu yöneltmeden göçüp gitmesi durumu nasıl ele alınabilir? Özellikle bazı soru ve tepkiler, her şey bir yana, insanı öncelikle mahcup etmemeli mi, onu utandırmamalı mı, yerin dibine geçirmemeli mi? Bir hak tartışması, nasıl 'ayıp', 'adaletsiz' gibi sözcükler zihnimizi meşgul etmeden sürdürülebilir. Ya da, 'ben kim oluyorum ki' sorusuyla yüzleşmeden.
Konular arasında gezindiğimin farkındayım...
Şu post-truth (gerçek ötesi/sonrası) kavramı için çağımızın illeti filan deniliyor malum. Anladığım kadarıyla, bir yerde 'hakikat' var, diğer yerde 'kanaat' ve duygular. İkincisi, ilkini görünmez hale getiriyor. Buna 'sahtekârlık devri' denilse çok mu yanlış olur ki! Birileri sürekli yalan söyleyip insanları kandırıyor, kandırılanlar kandırıldıklarının farkında olarak yaşayıp yalanın avantajlarından yararlanmanın keyfini sürüyor ve adı sanı bilinen dalavereciler, söyledikleri yalanların bedelini ödemiyor. Ezcümle, kapitalizmin vardığı şu 'vaatsizlik' aşamasında çıldırmanın sınırında gezinen toplumların, akıl sağlıklarını korumak için olsa gerek, 'yalana' bile bile gösterdiği iltifat. Eh eskiden de yalan söylerdi insanlar, doğru, ama açık sahtekârlık/yalancılık doğrudan bir yönetim biçimi mertebesine yükselmemişti, yeni olan bu herhalde.
Bu sahtekârlık devrinden ne kalacak acaba geleceğe, nasıl bir mirası olacak? Demokrasinin geleceği, içeriği nasıl etkilenecek?
Türkiye'de ne yaşanacak? Bunca yalanın dolanın, arsızlığın siyasal ve toplumsal mirası? Siyasal sistemleri iki günde değiştirmek; değil güçlendirilmiş, çilekli parlamenter sisteme dahi geçmek mümkün. Yargıyı şunu bunu, tüm 'kurumları' bir haftada değiştirmek. Hepsi tamam da, insansız sistem yok! Memlekette 'mahcubiyet' yasaklansa ve hatta 'yüzsüzlük' anayasa hükmü haline getirilmiş olsaydı, bu denli kabul görür müydü? Her Allah'ın günü, insanı yerin dibine geçirmesi gereken işlere, söz ve uygulamalara tanık olup hayata kaldığımız yerden devam ediyor olmak, nasıl bir 'gelenek' bırakacak sonraki nesle? Bunca aşağılanan, üstelik göstere göstere aşağılanan yurttaş kümeleri, sonrasında neyi nasıl kuracak? Faturayı yalnızca iktidar ve iktidarlara keserek çözülebilecek bir sorun mu bu?
Adını anmaya dahi çekineceğim biri, ana muhalefetin genel başkanını tehdit ediyor düzenli aralıklarla, hiçbir şey değişmiyor yaşamımızda. Hepimizin gözünün önünde. Kılıçdaroğlu'na saldıranlardan biri dahi tutuklu yargılanmıyor ve duruşmada gayet pervasızlar. Öylece seyrediyoruz muhatabın yüzsüzlüğünü. İki gün önce andığımız Tahir Elçi'yi kimin katlettiği bulunacak mı? Doğan Öz'ün katiline ne oldu? Hrant Dink cinayeti? Diğerleri? Hiçbirinin hakkıyla aydınlanmayacağını bilerek yaşıyoruz. Cezasızlığa alışmak bir yana, bir de alkışlayan milyonlar var. Cezaevinde tutulanların neden orada olduğunu bilmeyen yok, ama hiçbir şeyi değiştirmiyor, biliniyor oluşu. Her şey ama her şey gözümüzün önünde gerçekleşiyor. Yıllar öncesinden farklı olarak, devir geçtiğinde hiç kimsenin 'bilmiyordum' demesine olanak tanımayacak kadar açık. Hatta belki de tarihimizde bu denli şeffaf bir dönem hiç olmadı! Yapıyorlar, çünkü yapabiliyorlar. Söylüyorlar, çünkü söyleyebiliyorlar. Eziyet ediyorlar, çünkü edebiliyorlar. Milyonlarca insan, göz göre göre, bile bile destek veriyor. Bakın yalnızca Çiğdem Toker yazılarından ikisi dahi hükümetin istifası için yeter bir İskandinav ülkesinde. Bizde yaprak kıpırdamıyor. Pardon, kıpırdıyor, geçen hafta oy oranları artmış iktidar blokunun!
Asıl dert ettiğim şu ki, bu yalan dolan devri yalnızca muktedir olanların marifetiyle damga vurmuyor hayatımıza. Muhaliflerin azımsanmayacak bir kesimini de içeren, yoğun toplumsal desteği var yalanın. Adamın biri çıkıp kitabında çok sayıda yazarın zamanında Abant müdavimi olduğunu yazmış, örneğin. O isimler, 'biz orada değildik' diye itiraz edince, kitabın yazarı 'canım sonuçta bunların hepsi az ya da çok Cemaat'e bir şekilde hizmet etmişlerdir' nevi bir şeyler gevelemiş. Mahcup olamıyor belli ki. Bir şarkıcı kadın yüz kızartıcı bir klip çekmiş şiddet gören kadınlara dair. Hakikaten berbat. Eleştirilince, ne kadar iyi bir şey yaptığını ve haklı olduğunu anlatıyor göğsünü gere gere. Asla mahcup olmuyor. Kırk yıl boyunca kendisini birilerine solcu olarak kakalamayı başarmış bir siyasetçi, zamanında kendi kitaplarında yazdığı her şeyin tersini söylüyor bugün ve zerre utanma emaresi yok. Burnundan kıl aldırmayan yazarlardan biri, bunca insan yaşamını kaybederken ve sağlık çalışanları büyük yükün altında ezilirken, hâlâ 'aşı komploları' yazabiliyor. Ve tabii çokça alıcısı da var. Saymakla bitecek gibi değil, mahcup olmuyorlar.
Yeni anayasalar yazılır, iki günde yeni cilalı sistemler, kurumlar yaratılır. Gelin görün ki insansız sistem yok! Yalan dolan devrinden, bunlar miras kalacak gelecek nesillere. Yalanı dert etmeyen, utanmayan, kendisinden bir gün olsun kuşku duymayan, küstah ve kibirli bir kalabalığın mirası.
Kötümserlikten ya da umutsuzluktan yazıyor değilim bunları, aklı başında ve dürüst sayısız insanın varlığından haberdarım kuşkusuz. Diyeceğim, çilekçi vişneli hükümet sistemleri iyi güzel de, hükümet sistemi tercihleri arsızlığa çare değil...
Öneriler:
Adalet Atlası başlığıyla yayınlanan harika bir podcast serisi var. Konular hukuk, yargılamalar, mahkemelerde olup bitenler. Nefis (ve tabii asap bozucu!) konuşma ve bilgilendirmeler. Birini buraya bırakıyorum.
Çiğdem Toker'in Marmaris'teki yazlık sarayla ilgili yazısı. Bakın ne güzel anlatıyor, yurttaş olmadığımızı.
Yazarlar
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRAN11. YARGI PAKETİ, YENİ ADALETSİZLİK VE EŞİTSİZLİKLER YARATTI 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÜlke siyasetin neresinde, hangi evresinde? 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanKararsızlığın Erdemi: Kesinliğin Gölgesinde Düşünmek 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraYılın Kelimesi 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTİslamcılık Öldü mü? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye, güvenlik ve 15 milyon bağımlı… 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTAN100 Bin Dolar Kazanan “Yeni Yoksul” Mu? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSovyetler ve Bookchin 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYANLeyla Zana vakası bir gösterge. Ama neyin? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa Karaalioğlu‘Entegre strateji’ varsa, niye tek yönünü görüyoruz? 25.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilGüvenlikten kimliğe, inkârdan yurttaşlığa 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKomisyonda uzlaşma çıkmazsa süreç yine de ilerler mi? 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSekülerleşme sorunu veya Müslümanlar nasıl modernleşecek? 23.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEYüzdük yüzdük 22.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayPax Americana sonrası Almanya: Yeşil dönüşümden askeri Keynesçiliğe 21.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasAK Parti hariç herkes CHP 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarThank you Ahmed 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKüfürbazlar ve ötesi 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakNüfusumuz dibe vururken! 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselPara politikasında sınav zamanı 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN"O Yıl", hangi yıl? 15.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞEntelektüel üretimin kaybı-Rejimin vesayeti-Siyasetin iflası 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRBu durumda AİHM yetkilileri de Trump’tan yardım istesin… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin Sönmezİktidar politikası ters mi tepiyor, tersine mi işletiliyor? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENGüney Amerika’da büyüyen gölge 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKANBahis oynayan bakan kim?.. CASUS KİM?.. 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezOrta sınıf nereye gitti? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇHakim sınıfın iki zümresi 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpHissedilemeyen büyümenin anatomisi 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞCHP programı halka ne vadediyor? Nasıl bir parlamenter sistem? 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKİmralı için CHP’yi sıkıştırmaya gerek var mı? 5.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRPOLEMİK SENDROMDA 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYTürkiye İçin Irak Peşmergeleri Sorun Olmuyor da Rojava neden Sorun! 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrta Doğu, Trump Amerika’sına Uyum Sağlıyor 3.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKEve siyaset için dönüş öncesi bir mıntıka temizliği gerek 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunDağıstan Cumhuriyeti ve Ayna Gamzatova 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYŞu meşhur “İznik Konsili” 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMABD’de bir şeyler oluyor: Nick Fuentes 30.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaAK Parti çekingen 26.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİCHP modernizmi ve faşizmi... 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerÇÖZÜM, BARIŞ VE KARDEŞLİK GETİRECEK Mİ? 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KURÇOCUK HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ 19.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları

















































































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
7.12.2025
23.11.2025
21.11.2025
14.11.2025
30.10.2025
26.10.2025
12.10.2025
3.10.2025
14.09.2025
11.09.2025