Mustafa ARMAGAN
Abdülhamid’in şartlara göre hareket eden siyasetine hayran kalırken Kırımlıların ilim uğrundaki azim ve gayretlerine de şapka çıkarmak gerekir. Onlar biliyorlardı İstanbul’da kalmanın Kırım’da bulunmakla mümkün olduğunu. Ya biz?
Halil İnalcık hocanın “Kırım Hanlığı”na dair 70 yaşındaki incelemesini okurken bir nokta dikkatimi çekti. Fatih Sultan Mehmed, İstanbul’u alır almaz Kırım’a 56 gemilik bir filo göndermiş, filo Sivastopol’u almış, Kefe’yi kuşatmış ve bölgenin sahibi olan Cenevizliler ancak vergi ödemek şartıyla kuşatmayı kaldırtabilmişlerdi.
Gerçi Kefe, Fatih’in ömrünün sonlarına doğru fethedilecekti ama 1454’te bu ne aceleydi? İstanbul’un fethi Fatih’e neden hemen Kırım sahillerini hatırlatmıştı?
İnalcık hoca şu cevabı veriyor: “İstanbul’da kuvvetli bir devlet yerleşince hemen her zaman bu limanların ve Kırım’ın mukadderatı bu devlete tabi olmuş görünüyor. Böylece eski çağlardan beri Kırım meselesi Karadeniz ve Boğazlar meselesiyle yakından münasebettardır. (…) Mesela Kırım’dan hububat kesilince İstanbul’da kıtlık başlıyordu.”
Fatih’in İstanbul’dan sonra Karadeniz’deki Ceneviz hakimiyetini kırmak ve burayı bir “Osmanlı gölü” haline getirmek derdine düşmesi, Roma ve Bizans imparatorluklarının jeopolitik gereklerini çok erkenden fark etmiş olduğunu gösterir. İstanbul’a hakim olmanın yolu Kırım’a hakim olmaktan geçmekteydi.
Kırım Hanlığı’nın onun sağlığında Osmanlı’ya bağlanmış olması ve Kefe’nin fethi Fatih’in dinamik jeo-stratejisinin tezahürleriydi. İstanbul Kırım’sız yapamayacağı gibi Kırım da Osmanlı’sız ayakta duramayacağını biliyordu.
Fatih’in takdiri
Taşköprülüzade’nin aktardığına göre bir gün Fatih, İstanbul’dan Edirne’ye giderken yolda Seyyid Abdullah oğlu Ahmed adlı Kırımlı bir âlime rastlamış ve kendisine sormuş: “Biz Kırım’da 600 müftü, 300 yazar olduğunu bilirdik. Bu durumda orası ilim ve ahlak bakımından gelişmiş bir yer olmalı. Fakat yine duyduğumuza göre Kırım harap bir vaziyetteymiş. Sebebi ne ola?”
Âlim, şu manidar cevabı vermiş: “Kırım’da bir vezir belirdi. Âlimleri hor gördü. Onun eziyetinden bıkan âlimler de ülkeyi terk etti. Oysa âlimler bir şehirde kalp gibidirler. Kalbe bir hastalık gelince vücudun diğer organlarını etkilemesi kaçınılmazdı.”
Bu zekice cevap üzerine Fatih, derhal Veziriazam Mahmud Paşa’yı çağırtmış. Âlimin anlattıklarını naklettikten sonra vezirinin kulağını çekercesine şöyle demiş: “Bundan çıkan sonuç, bir beldenin çöküşüne vezirlerin sebep olduğudur.” Mahmud Paşa altta kalır mı? Lafı yetiştirmiş: “Hayır efendimiz, bir beldenin çöküşünün asıl sebebi Sultan’dır.”
Bu hiç beklemediği cevap karşısında Fatih’in köpürdüğünü zannediyorsanız aldanıyorsunuz. Ne zaman kızılacağını ve ne zaman ders alınacağını iyi bilen ‘Ufukların Sultanı’ zarifane ve arifane bir merakla sormuş vezirine: “Niçin?” Paşa’nın cevabı unutulacak cinsten değil: “O veziri Sultan tayin etmiştir de ondan!”
Fatih’e yakışan, ‘Doğruyu söyledin’ diye takdir etmektir ve o da Allah var, böyle yapmıştır,
Osmanlı tarihi boyunca da Kırım ile İstanbul arasındaki ilişkiler kesintisiz sürüp gelmiştir.
Abdülhamid’in öğretmenleri
1905 yılına kadar Kırımlı Müslümanların eğitim görebilecekleri yegane yer İstanbul’dur. Zira Kırım Tatarcası, yani Türkçe yalnızca yarı-dünyevî ilkokullarda okunabiliyordu. Ruslar daha fazlasına izin vermiyor, derslerin Rusça verilmesini dayatıyorlardı. Bu durumda Kırımlı Türklere kendi anadillerinde ileri kademe eğitim görebilecekleri tek adres kalıyordu: Osmanlı toprakları. Öyleyse ver elini Darülhilafe, İstanbul!
1905 yılı bir dönüm noktası oldu, zira Rus hükümetinin Müslüman teba üzerindeki sınırlamaları geçici olarak kaldırması büyük bir rahatlama getirdi. Kırım Tatarları artık kendi dillerinde ortaokul (rüşdiye) açabileceklerdi. Ancak bir sorun bekliyordu onları: Hadi ders kitaplarını İstanbul’dan getirdiler diyelim, peki öğretmenleri nereden bulacaklardı? Hem yetişmiş öğretmenler olacak hem de Kırım halkının geleneksel değerlerine ters düşmeyeceklerdi.
Bulunan çözüm, öğretmenlerin de Hilafet makamı olan İstanbul’dan getirilmesi oldu. Osmanlı’ya müracaat edildi, Sultan Abdülhamid idaresi yardımcı oldu. Akmescid’de açılan Müslüman Cemiyet-i Hayriyesi okulunun müdürlüğü arayışında bulunan aday, Ömer Sami (Arbatlı) Bey oldu. Henüz Hukuk Fakültesi’nde talebeydi ama olsun, hayırlı bir işe öncülük etmişti. Diğer rüşdiyeler de aynı yolu izleyeceklerdi. Karasubazar’a Yusuf Ziya, Gözleve’deki okula ise Edhem Feyzi adlı öğretmenler bulundu. Onları diğerleri takip etti.
İstanbul’dan giden öğretmenler, o kadar büyük bir heyecan dalgası meydana getirmişti ki, Kerç’e bağlı Saraymen köyünde o sırada tesadüfen misafir bulunan İstanbul’da okumuş bir genci köylüler öğretmen olmaya ikna etmişlerdi. Derken Kerç Rüşdiyesi’ni bu gencin kurduğunu biliyoruz.
Hakan Kırımlı’ya göre 1905’ten itibaren Kırım’daki rüşdiye ve ilkmekteplerde ders veren Türkiye’den davet edilmiş muallimlerin sayısı büyük bir hızla artmıştı. Hemen her büyükçe Usul-i Cedid mektebinde Türkiye’den gelme en az bir öğretmen bulunmaktaydı. İstanbullu öğretmenlerin varlığı yerel halka çocuklarını göndermeleri noktasında güven telkin ediyordu. Öğretmenleri eskiden Türkiye’ye göç etmiş eski Kırımlı ailelerin çocukları arasından seçmeye dikkat ediliyor, Kırım lehçesine adaptasyonda olsun, yaşayış tarzlarında olsun sorun yaşanması istenmiyordu.
Daha çarpıcı husus, Kırımlı Müslüman çocuklarını okutmaya giden gönüllü öğretmenlerimiz arasında muallimeler, yani hanım öğretmenlerin de bulunmasıydı. Tabii az sayıdaydılar ama özellikle kız çocuklarını okutuyor, böylece köy kızlarının okumalarını teşvik etmiş oluyorlardı. Başta Gaspıralı İsmail Bey olmak üzere Genç Tatarlar da bu girişimi can u gönülden destekliyorlardı.
1907’de Rus hükümeti uyandı. Öğretmenlerin ayrılıkçı fikirleri destekledikleri gerekçesiyle sert tedbirler almaya başladı. İddiaya göre “Türk hükümeti tarafından görevlendirilmişlerdi” ve “İslamcılığı yayıyorlardı”. Nitekim 1910’a kadar rüşdiyeler Rus hükümeti tarafından kapatılacak ve Osmanlı tebasından öğretmenlerin görevlerine derhal son verilecekti.
Yazarlar
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA“Masada Milyonlar Var” 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazKılıçdaroğlu, Erdoğan’a hizmet etmeye hazır 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYZindanın kapıları açıldı ve muhalif lider serbest bırakıldı 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERÖzgür Özel CHP’de neyi değiştirdi? 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Sahur Pilavı… 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUBu çağda harita böyle değişiyor 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasTrump niçin İran’ı vurdu? 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluSiyasi belirsizlik rüzgarıyla, ‘erken’ seçime doğru… 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
16.04.2017
9.02.2017
26.03.2017
19.03.2017
12.03.2017
26.02.2017
5.02.2017
29.01.2017
22.01.2017
15.01.2017