Neşe Düzel
“Dindar insanların ortamında oturun, Başbakan’ın tutumundan çok rahatsız olduklarını görürsünüz. Bu tavrın kabul edilemez olduğunu herkes söyler. Ama bunu bir gazeteci olarak size söylemezler.”
“Başbakan ve hükümet sürekli zikzak çiziyor. Uludere konusunda kutsal devlet anlayışı ve milliyetçilik öne çıkıyor. Bunun İslami açıdan savunulabilir bir yanı yok. Uludere’de susmak Müslüman kimliğini zedeler.” *** NEDEN RIDVAN KAYA
***
NEŞE DÜZEL: Uludere katliamından sonra yaşananlar, dindar aydınlarımızın bir bölümünün vicdanını yaraladı. Onlar, bu yaşananlara karşı çıktılar ama, dindarların bir kısmı sustu. Neden susuyor dindarlar? RIDVAN KAYA: Uludere’de vicdanların yaralanması için dindar olmaya gerek yok. İnsani duygularını yitirmemiş her insan için Uludere, vicdanı yaralanması gereken bir olaydır. Bu ülkede Uludere herkesin vicdanını yaraladı. Fakat şu var. İslami camianın bir kesiminde, bu olay biraz daha kısık sesle konuşuluyor.
İslami camianın bir kesimi, Türkiye’de çatışmacı bir süreç yaşandığını düşünüyor ve Uludere olayının arkasında, mevcut hükümeti yıpratmanın olabileceği kaygısını taşıyor. Dolayısıyla hükümeti yıpratarak farklı çevrelerin işini kolaylaştırmamak ve bundan sonraki süreçlerde onların tezlerini, ellerini güçlendirmemek için Uludere tartışmasını kendi içlerinde yürütmeyi tercih ediyorlar. Yani onlar da Uludere’yi tartışıyor ve eleştiriyorlar ama bunu kamuoyuna açıklamıyorlar ve açıklamazlar.
Bizim açımızdan da başlı başına bir sorun bu. Biz bu tavrı iki açıdan eleştiriyoruz. Bazı tartışmaları içeride sürdürme tavrı, hem Müslüman kimliğe zarar veriyor hem de İslam anlayışıyla ilgili tepkilere yol açıyor. “Müslümanlar bu konuda susuyorlar. Demek ki yapılan bu zulmü onaylıyorlar. Ya da Müslümanlar burada yapılan zulmü bir zulüm olarak görmüyorlar” diye kamuoyunda bir algı oluşuyor. Bu yüzden biz de sessizliğe karşı çıkıyoruz. Özgür-Der olarak Uludere bizim de sürekli gündemimizde. Biz susmuyoruz ve bilin ki susmayan pek çok Müslüman var.
Evet.
Aslında olayı kazırsanız hep aynı şey ortaya çıkıyor. Bugün evet, iktidarda bize yakın insanlar var. Onların yıpratılmasından korkuluyor ama... Belli ihaleler alınsın, belli makamlar korunsun diye yapılmıyor bu. Bireysel olarak böyle kaygılar olsa da genel camia olarak kaygı başka. Bir kere herkeste şu korku var: “Kemalist vesayet şu anda gerilemiş gözüküyor ama geri dönebilir.” Bu korku, insanları daha çekingen ve savunmacı bir tavra sürüklüyor. Eğer kendinizi sürekli bir çatışma ortamında ve tehdit altında hissederseniz kendi tarafınızın zaaflarını da daha az ve daha mazur görürsünüz.
Hayır. Şu anda AK Parti hükümetinin ve etkili konumda olan herkesin ciddi anlamda eleştiriye ihtiyacı var. Zaten eleştiriye herkesin ihtiyacı vardır ve eleştiri herkesi geliştirir. Eğer tarafını tuttuğunuz kesimi eleştirmezseniz, aslında ona iyilik yapmış olmazsınız. Aksine ona zarar verirsiniz, onun daha fazla yanlış yapmasına katkıda bulunursunuz. Ama bu, kolay algılanmıyor.
Zaafları var! “Dindar Müslüman” diye tabir edilen bu kesim, Cumhuriyet’in ilk dönemindeki baskıların ardından gelen görece özgürlük ortamında, abartılı bir şekilde sağcı, devletçi ve milliyetçi bir kimlik kirliliğine uğradı. İşte bu anlayış, bu kesimde insanların düşüncelerini ve pratiklerini belirliyor. İnsanlara bir tutarsızlık getiriyor.
Hayır bağdaşmaz. Müslümanlar açısından tek bir ölçü olması gerekir. O ölçü de adalet ölçüsüdür! Kuran-ı Kerim’de Rabbimizin, Müslümanlara adil olmayı emreden pek çok ayeti var. Hatta düşman olduğunuz kesimle dahi ilişkilerinizde adaletsizlik yapmayın diye emri var. Yani siz, savaştığınız unsurlara dahi adaletsizlik yapamazsınız. Belirlenmiş kurallar çerçevesinde adil davranmak zorundasınız. Kuran-ı Kerim bunu emreder. Ama Müslümanların, Kuran’la ve İslami kimlikle net bir irtibat konusunda eksiklikleri bulunuyor. Sahip olunan kimlik, net olarak Kuranî bir İslam anlayışından beslenmekten ziyade geleneksel algılardan besleniyor. Kuran’a bağlı kalınmayınca da İslam anlayışı bozuluyor. Bir toplumsal dindarlık sözkonusu Türkiye’de.
Şöyle anlatayım... Sahip olunan geleneksel anlayışta çok köklü bir devlet kutsaması var. “Devlet-i ebed müddet” diyen ve devleti sonsuza kadar korunması gereken bir varlık olarak gören bu devlet kutsaması, Osmanlı’dan, hatta daha da öncesinden geliyor. Ama İslam böyle bir şeye izin vermez.
İslam, adalet temelinde oluşmayan bir ortamı asla meşru görmez. Çünkü insanlar, adalet yerine devleti kutsadıkları zaman devletin yaptığı zulümleri, haksızlıkları ve adaletsizliği algılamada zorluk çekiyorlar. Mesela F tipi cezaevleri konusu... Tecrit bir insanlık suçudur. Ama biz İslami camiada bu konunun algılanmasında başarılı olamadık. Bunun iki nedeni var. Bir, İslam çok dar anlaşılıyor. İslam’ın adil olma emri anlaşılamıyor. İki, “geleneksel devletçi- muhafazakâr- sağcı” anlayış, hak ve adalet temelinde değil de kutuplaşma temelinde davranıyor. Mağdur olan kesimin kim olduğuna bakıyor.
Hayır. Şükrediyorum ki İslami camia açısından Türk-Kürt diye henüz çok net bir ayırım yok. Ama şu var. Kürt sorununun PKK ile özdeşleştiği yerlerde bir geri çekilme sözkonusu. Eğer PKK ile TSK arasında yaşanan çatışmada, hak ihlaline maruz kalan PKK’lıysa, insanların bu hak ihlalini algılamalarında zorluk çıkıyor. İnsanlar, çatışma süreçlerindeki bu hak ihlallerini dile getirmiyorlar. Yani duyarlılık Kürt oldukları için değil, PKK’lı oldukları için azalıyor. Ama Uludere böyle bir olay değil. Herkes orada öldürülenlerin geçimlerini sağlamak isteyen normal insanlar olduğunu biliyor. Ayrıca şunu da görmek gerek. Başta Başbakan olmak üzere hükümet kadrolarının İslami camia üzerinde ciddi inandırıcılığı var. “Sizin bilmediğiniz şeyler var” dediklerinde, insanlar “evet, bizim bilmediğimiz şeyler vardır” diyor.
Anlıyorum... Evet...
Dindar insanların olduğu herhangi bir ortamda oturursanız, Başbakan’ın ve özellikle de İçişleri Bakanı’nın tutumundan çok rahatsız olduklarını görürsünüz. Bu tutumun kabul edilemez olduğunu herkes söyler. Ama onlarla gazeteci olarak konuşursanız, size kimse bu açıklıkta konuşmaz. Uludere olayı olduğunda herkesin zihninde ilk canlanan şey, tek parti döneminde 33 köylünün kaçakçılık suçlamasıyla kurşuna dizildiği Muğlalı olayı oldu. Olay duyulduğu anda Özgür-Der, Mazlumder ve bölgedeki bazı İslami vakıf ve dernekler, Uludere’yi katliam olarak lanetledik ve hemen Uludere’ye gittik, rapor hazırladık. “Sorumlular yargı önüne çıkarılmazsa, bundan hükümet sorumlu ve suçlu olacak” dedik. Aradan aylar geçti, sorumlulardan hesap sorulacak diye hâlâ bekleniyor.
Hükümetin tavrının çok yanlış oluğunu, sürecin çok yanlış götürüldüğünü herkes kabul ediyor. Ama bu eleştirileri, hükümeti harekete geçirici bir şekilde açık açık yapmak yerine, kendi iç sesiyle yapıyor. Yüksek sesle söylemiyor.
İlk günden beri, bazı iddialar vardı. Hükümetin tuzağa düşürüldüğü ve hükümetin, bunu gurur meselesi yaptığı için olayı bir anlamda örttüğü iddiaları vardı. Muhtemelen hükümet, bu olayın zamanla unutulup kapanacağı, gündemden düşeceği zannına kapıldı. Oysa kamuoyunun buna izin vermeyeceği çok açıktı. İlk düğme yanlış iliklenince, gömleğin bütün düğmeleri de yanlış iliklendi işte! Orada görev yapan subayların beş ayda sadece kaçakçılığa göz yumma suçlamasıyla haklarında soruşturma açılmış olması insanların şüphelerini çok arttırıyor.
Meclis konuşmasında teşekkür cümlesini duymak tabii şok ediciydi. Sorumluların ortaya çıkarılması talebinin yükseldiği bir ortamda, sorumlu olması ve hesap vermesi gereken bir kuruma bu teşekkürün yapılması olayı örtme çabası olarak algılandı kamuoyunda. Aslında biz şunu anlamakta zorluk çekiyoruz. Eğer bu olay hükümete kurulan bir tuzaksa, tuzağı kuranların bu işi sürdüreceği belli. Hükümet, kim tuzağı kurduysa bunu açığa çıkarmalı. Eğer hükümet tuzağa düştüyse, tuzağa düştüğünü açıklamalı ve bu işten kurtulmalı. Bunu yapmayıp, olayı sürdürmek, tuzağı kuranın oyununa gelmek oluyor. Nitekim şu anda tuzağı kuran başarılı oldu!
Bu hükümet döneminde geçmişteki cinayetlerle ilgili ciddi şekilde hesap sorulurken... Artık bu ülkede faili meçhul yaşanmazken... Hatta 2009’da teslim olan iki PKK’lının infaz edilmesinden sorumlu olan Van Garnizon Komutanı bile daha yeni tutuklanmışken... Uludere’de 34 insanın göz göre göre faili meçhule kurban gitmesini anlamak çok güç! Tebrik edilmesi gereken şeyler yapan hükümetin, Uludere’de ortaya koyduğu zaaflı hâli açıklamak gerçekten çok zor! Herhalde hükümet, YAŞ’la birlikte ilk kez kendisine daha yakın ve daha uyumlu çalışabileceği bir askerî kadronun oluştuğunu düşünüyor. Askeri ve MİT’i korumak için de zikzak çiziyor ve tutarsız davranıyor. Ama sonuçta bu, hesap vermesi gerekenleri rahatlatan bir tutum oluyor. Nitekim Genelkurmay, Uludere Meclis Araştırma Komisyonu’na içi boş bir dosya gönderdi. Genelkurmay, kısmen bunu hükümetten aldığı cesaretle yaptı ve yapıyor.
Aslında Türkiye’deki temel çatışma, “milliyetçilik ve ulusalcılık” ile “İslamcı kimlik ve ümmet” arasındadır. Ama İslami kimlik, Cumhuriyet döneminde o kadar ezildi ki, milliyetçilik bu toplumun genel kimliği oldu. Dindar kesimler önce reddettikleri milliyetçiliği, bir müddet sonra kısmen yumuşatarak belli semboller üzerinden benimsediler. Nitekim bugün ortalama dindar bir insan kendisini çok rahatlıkla Türk milliyetçisi olarak tanımlayabiliyor. Bizim İslam anlayışımız açısından bu, Türkiye’deki en temel sorundur. En temel kimlik yarılmasıdır.
Genel olarak evet. Yaygın bir vaka bu.
Olamaz, olmamalı.
Kurtulmaları çok zor. Ama biz kurtulduk. Dolayısıyla kurtulabilenlerin olabileceğini düşünüyorum. Bu toplumda milliyetçilik, çok derinlere işlemiş, çok güçlü bir damar. Ayrıca devletle PKK çatışmasının yaşandığı 1980’lerden itibaren bu işe kan da bulaştı. Aslında sıkıntı da buradan kaynaklanıyor. Batıda, Mersin’de, Trabzon’da yaşayan insanlar, Diyarbakır’da, Şırnak’ta, Uludere olayında ne hissedildiğini anlayamıyorlar. Doğudakiler de onların ne hissettiğini hissedemiyorlar.
Sürekli zikzaklar çiziliyor ve Uludere konusunda tabii ki kutsal devlet anlayışı ve milliyetçilik öne çıkıyor. İslami açıdan bunun savunulabilir bir yanı yok. Ama Erdoğan’ın ve AK Parti’nin, Kürt sorununu, milliyetçi damarı güçlü olan kesimlere benimsettiklerini de unutmamak lazım.
Bizim açımızdan ölçü bellidir. Hazreti Peygamber’in bu konuda çok net bir sözü var. “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” buyurur. Ortada bir haksızlık ve adaletsizlik varsa ki Uludere’de çok net bir durum bu , bunun karşısında susmak, Müslüman kimliğini ciddi anlamda yaralar, zedeler. Müslüman’ım diyenlerin bu konuda koyacakları tek bir tavır var. O da bu olayı reddetmek, mahkûm etmek! Dolaylı yollarla da olsa Uludere’yi mazur göstermeye dönük söylemler, İslami kimlikle taban tabana çelişir. Kasıt var ya da yok. Uludere’de bir katliam yaşandı. Aşkale’de beş TEDAŞ işçisi sele kapılıp boğuldu. İşletme müdürü tutuklandı. Esenler’de işçiler çadırda yandı. 20’ye yakın kişi tutuklandı. Olması gereken budur ama Uludere’de bunlar yaşanmıyor. Ölenler geri gelmeyecek ama bu insanların değersiz görülmediği kamuoyuna kanıtlanmalı.
Biz, kendi çevremiz itibarıyla Hz. Peygamber’i takip etmekle kendimizi sorumlu gören insanlarız. Biz susmadık. Biz, Hz. Peygamber’i örnek aldığımız için susmadık. Biz, Kuran’ın emirlerinin ve Hz. Peygamber’in örnekliğinin “susmamak” olduğunu düşündüğümüz için susmuyoruz. Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır diye buyuran bir Peygamber elbette bu tür bir facia ve zulüm karşısında susmazdı! 34 insan bombalarla, savaş uçaklarıyla öldürüldü. Rabbimiz, bir insanın haksız yere öldürülmesinin bütün bir insanlığın öldürülmesi gibi olduğunu buyuruyor. Zulüm, haksızlık karşısında susmamak ve itiraz etmek anlamında Kuran’da pek çok ayet var. Hz. Peygamber’in de pek çok hadisi var. Mesela Hz. Peygamber, “En değerli cihat, zalim sultana karşı hakkı söylemektir” diye buyuruyor. Otoriteye karşı hakkı söylemek teşvik ediliyor. Zaten Müslümanlık bir anlamda adalet çağrısıdır. Bu yüzden Uludere’deki suskunluğu eleştirmeliyiz.
Bugün sahip olunan İslami kimlik, temel anlamıyla Kuran’a ve Hz. Peygamber’in örnekliğine dayanmaktan ziyade geleneksel bir dindarlık olduğu için bu tür çelişkiler, tutarsızlıklar ortaya çıkıyor. Çünkü net bir Kuran anlayışı sözkonusu değil.
Evet, çok temel bir çatışma bu. Geleneksel Müslümanlık, devleti kutsuyor. Devlet zarar görmesin mantığıyla davranıyor. Ermeni tehcirinden tutun köy yakmalara, faili meçhullere kadar pek çok konuda devleti koruma refleksiyle sessiz kalıyor ve hatta daha da ötesi bunları meşrulaştırma gibi tutumlara da giriyor.
Bin küsur yıldır devam eden bir devleti kutsama anlayışı ve saltanat geleneği var burada. Osmanlı’da devleti koruma mantığıyla kundaktaki bebekleri öldürme vakası var. Bir Müslüman’a “bir çocuğu öldürmek meşru mudur?” deseniz “hayır; bu kesinlikle gayrı meşru” der. “Ama sultanlar bunu devlet geleneği olarak yaptı” dediğinizde, bu davranışı ya reddederler ya da açıklama eğilimine girerler. Geleneksel Müslümanlıkta içselleştirilmiş yanlışlar vardır. Bu yanlışların en temel dayanaklarından biri de devleti kutsayan anlayıştır ve milliyetçiliktir.
Hükümetin, Kürt sorununu savaşarak, PKK’yı ezerek bitirme söyleminin toplumda karşılık bulmasını bir tehlike olarak görüyoruz biz. Hükümetin bu söylemi öne çıkarmasından rahatsızız. Bu sorunu daha fazla kan dökerek çözmenin mümkün olmadığını aklı başında herkes görmeli ve kabul etmeli. Ama hükümeti tek taraflı suçlamak da yanlış. Son dönemde çatışmadan yana bir dilin öne çıkmasında PKK’nın rolü büyük oldu. PKK, hem provokatif çatışmayı tırmandırıyor hem de toplumda korkutucu bir baskı unsuruna dönüşüyor.
Bu çatışmalar, şu anda çok yaygın olmasa da kötü işaretler. Hem bölgede yaşayan dindar insanların genelini hem de İslami çaba içinde olan kesimleri çok tedirgin ediyor. PKK, alan hâkimiyetini ilan ettiği Hakkâri, Yüksekova gibi yerlerde kendisi dışında hiçbir kuruluşa izin vermiyor. 80’li ve 90’lı yıllarda devlet kadrolarının oluşturduğu korku atmosferi, aynı yoğunlukta olmasa da şimdi tersine dönmüş durumda. Şimdi PKK tarafından korku yayılıyor. Mesela şu anda Hakkâri modeli diye bir model var.
Burada PKK’nın izin vermediği hiçbir kuruluş, dernek ya da kitapevi faaliyet yürütemiyor. AK Parti’nin Hakkâri il binasını görseniz... Kum torbalarıyla korunuyor. Bölgede yaşayan ve İslami çaba yürüten kesimler, PKK’nın dayatmaları karşısında bir sıkışmışlık içindeler. Geçen sene Mustazafder, Yüksekova’da dört kez saldırıya uğradı. Son saldırıda başkan yardımcısı öldürüldü. Arkasından binası yakıldı ve dernek orayı terk etti. Benzeri olaylar Adana’da, Diyarbakır’da da yaşandı ve PKK’ya karşılık verilmedi. Bölgede çok gergin bir ortam var. Eğer PKK “ben bedel ödedim ve Kürtleri ben yönetirim” anlayışını yaygınlaştırırsa, bölgede kaçınılmaz olarak çatışma ortamına girilir.
Başbakan’ın kibirli ve net ifadelerle olayı reddetmesi, ister istemez akla şunu getirdi. İnsanlar, geçmişte Kürt sorunu nasıl ortaya çıktı diye sordular ve tabii şu cevabı verdiler. Bu ülkede Kürt sorunu, Kürt kimliğinin inkâr edilmesiyle ortaya çıktı. Aslında son yıllarda devletin bu inkâr politikası çok azalmıştı ve sürecin tam daha olumlu bir evreye gitmesi bekleniyordu ki, Uludere olayıyla inkârcı söylem tekrar ruh kazandı. Hükümetin Uludere’deki tutumu, Kürt sorununun çözülemeyeceğine dair inancı besledi. Kısacası, Kürt sorununun çözülebileceğine olan inanç bölgede çok azaldı.
|
Yazarlar
-
Yıldız ÖNENGüney Amerika’da büyüyen gölge 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİKandil’in polemikçisi şampanya sosyalistlerine karşı 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraKaçıncı CHP? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın ötesi… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÖcalan’ın mektubu üzerine bazı gözlemler 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRLaleli Çamaşırhanesi -3- Videoya çektiler: ‘Cırt’ sesi geldikçe bağırıyor! “Maşallah, Maşallah!..” 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin Sönmezİktidar politikası ters mi tepiyor, tersine mi işletiliyor? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRBu durumda AİHM yetkilileri de Trump’tan yardım istesin… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEABD, Suriye için neye karar verdi? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERHarakiri Bütçesi 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidarın ağzındaki bakla!... 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞEntelektüel üretimin kaybı-Rejimin vesayeti-Siyasetin iflası 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENKürt Sorunu 2.0’a Hazır mıyız? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluBüyük sorunları çözememe serisi bu kez bitecek mi? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALEş Şara’dan yeni bir Esad çıkarmak mı? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZÖzel’in bütçe konuşmasında sürece dair mesajları 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSeçime henüz vakit varken sandık hesabı 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolAK Partili bir okurla sohbet 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanAmerika çökmekte olan bir uygarlık mı? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKANBahis oynayan bakan kim?.. CASUS KİM?.. 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezOrta sınıf nereye gitti? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuCeylanpınar cinayeti… 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilTürkiye neden sanayileşemiyor: Sermayenin, güvenin ve kurumların zayıflığı öyküsü 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciEn büyük tehlike NÜFUS yokluğu 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAJohn Holloway ; Abdullah Öcalan’ın Kuramı Devrim İhtimali Fikrini Yeniden Düşünülür Hale Getiriyor! 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENFeti Yıldız kime sesleniyor? 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇHakim sınıfın iki zümresi 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTElveda Lenin ve Düzce Belediyesi… 10.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURSuriye bir kere daha çözümü bozabilir mi? 10.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalHay'at Tahrir el-Şam'ın Evrimi ve Suriye'nin Geleceği 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞCHP programı halka ne vadediyor? Nasıl bir parlamenter sistem? 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasSokak çeteleri devlet kurumlarına karşı 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpHissedilemeyen büyümenin anatomisi 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNStratejik illüzyon! 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞAYM BAŞKANI AĞLIYORSA… 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEÇıkış yolu 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞTahmin ediyordum, artık netleşiyor galiba (Transfermarkt, karapara) 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanMüslüman dünyada yeni bir fıkhi yaklaşımın önü açılabilir mi? 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBağımlı finansallaşmanın anatomisi ve Türkiye’nin bitmeyen kırılganlığı 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünMonroe Doktrini gibi bir Trump Doktrini… 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçTürk ve Kürt yalnızca seçmen değil aynı zamanda insan ve yurttaş 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTeostrateji yahut Din ve Dünya ilişkisinde kalibrasyon sorunu 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKKürt açılımı hangi barışı getirecek? Üç barış teorisi 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKİmralı için CHP’yi sıkıştırmaya gerek var mı? 5.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYTürkiye İçin Irak Peşmergeleri Sorun Olmuyor da Rojava neden Sorun! 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRPOLEMİK SENDROMDA 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselIMF’in siyaseten can sıkıcı tavsiyeleri 3.12.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrta Doğu, Trump Amerika’sına Uyum Sağlıyor 3.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKEve siyaset için dönüş öncesi bir mıntıka temizliği gerek 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYŞu meşhur “İznik Konsili” 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunDağıstan Cumhuriyeti ve Ayna Gamzatova 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye siyasetinin hastalığı: İmralı tartışmasında serinkanlılık ihtiyacı ve CHP'nin kararı 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSürecin “kritik eşikleri” 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMABD’de bir şeyler oluyor: Nick Fuentes 30.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi (7): Simit 27.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaAK Parti çekingen 26.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerÇÖZÜM, BARIŞ VE KARDEŞLİK GETİRECEK Mİ? 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİCHP modernizmi ve faşizmi... 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KURÇOCUK HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ 19.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları







































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
6.12.2013
15.09.2013
23.04.2013
22.04.2013
15.04.2013
25.03.2013
18.03.2013
11.03.2013
10.12.2012
4.12.2012