Şevki ÇELİKCİ

KEKLİK YUVASI
8.05.2012
5154

  Yokluğun, yoksulluğun kol gezdiği yıllar o yıllar. Paranın olmadığı veya çok az olduğu, onun da herkeste ara sıra bulunduğu dönemler. Benim çocukluk yıllarım böyle bir dönemde geçti. Ailelerin geçimleri çok kısıtlı olanaklarla, ancak kendilerinin ürettikleri ile sağlanabiliyordu. Yiyecek-giyecek çeşitleri nerede ise yok denecek kadar azdı. Yukarıda da dediğim gibi onu çeşitlendirecek imkânlar çok kısıtlı idi. Mesela bir çocuk nerede ise çocukluğunu bir elbise ile bitirirdi. Ben iyi hatırlıyorum, babam bana ilk kumaş ceket aldığında yedi sekiz yaşlarında olmalıyım, neredeyse boy paltosu gibi idi. Sebebi de çocuk büyüyünce küçük gelmesin idi. Ben o ceketi ortaokulu bitirinceye kadar giydim.

Bütün bu olumsuz yaşam biçimini bile sağlayabilmek için hane halkı herkes, yaşlısı genci çocuğu çalışmak zorunda idi. Benim de görevim, bütün yaz boyunca hayvanlarımızı köy merası dediğimiz yerde otlatmak olurdu. Hayvanlarımıza o gün çok iyi baktığımızda yani doyurduğumuzda, babalarımızdan kocaman bir aferin almak bizi ziyadesi ile mutlu ederdi. Bir de tabii bol bol vaatte bulunulur. İşte yaz sonu sana şunu alacağız gibi. Ama gerçekleşmez tabii, nasıl gerçekleşsin, yok ki elde avuçta.

Yine böyle bir zamanda, yedi yaşında olmalıyım herhalde, daha okul yok köyümüzde, hayvan otlatmaya giderken bir çalının yanından geçerken parrrr diye bir kuş uçtu ve hemen yakına kondu. Duymuştum babamlardan daha önce kekliklerin olduğunu oralarda. Çalının içine baktığımda hiç unutmuyorum üç adet yumurta vardı. Hemen aldım yumurtaları koşa koşa anneme götürdüm. Annemin bana ilk sorduğu soru yuvada kaç yumurta olduğu idi. Bende bunlar işte dedim, yok başka deyince tamam o zaman dedi. Zira yuvanın içinde çok yumurta olunca, kuluçkaya yatan hayvanın yumurtalarının içinde yavruların oluşmaya başlaması olduğu için bu önemli imiş. Bu keklik yuvası, bizim evin aşağı yukarı yüz metre yukarısında idi. Ben bu yuvadan onbeş yirmi gün yumurta taşıdım eve. Hayvan, ben aldıkça o yumurtladı, en sonunda annemin uyarısı sonucu bıraktım yumurtaları almayı da o hayvan da rahat rahat kuluçkaya yattı ve bir sürü yavrusu olmuştu. Kekliklerin, bir kerede çok yavrusu olur, on-oniki gibi.

    Şimdi şu akla gelebilir: Köyde tavuk yok muydu da bu çocuğun annesi bu yumurtaları almaya nasıl izin verdi diye. Vardı tabii, bir sürü tavuğumuz vardı. Ama o yumurtaları biz, para yerine kullanırdık köy bakkalında. Yumurta verir ihtiyacımız olan gazyağı, tuz, toz şeker ve buna benzer temel ihtiyaçlarımızı o yumurtalarla sağlardık. İşte bize de kala kala keklik yumurtaları kalıyormuş demek ki. Birde anlaşılıyor ki uyumlu bir doğa insan ilişkisi de var burada.

 Sonraki yıllarda ne mi oldu? Motorlu araçlar çoğalınca uzaklardan avcılar gelmeye başladı. Buna paralel, av tüfekleri de “modernleşince” kökü kurudu. Sadece keklikler mi? Bütün yaban hayvanları, kurtlar, çakallar ve de tavşanlar hepsi bitti. Akşam ezanı ile yatsı arası bizim evin üst tarafı ormanlıktı, çakallar sürü halinde ulumaya başlarlar, bu yarım saat falan süren bir senfoni idi.

   Ne orman kaldı doğru dürüst, ne de yaban hayatı. Duydum geçenlerde köyün karşı tarafına gelen ormanlara çiftliklerde üretilen keklik bırakmışlar. Bir ay içinde hepsini vurmuşlar. O hayvanlar hiç kaçmasını bilmiyorlarmış. İnsanlar tarafından yetiştirildiği için.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar