Şevki ÇELİKCİ
Eve gelişimle birlikte, ev tam bir bayram havasına büründü, görülmeye değer bir durumdu. Eşim, çocuklarım hep birlikte idik. Küçük kızım Görsem, beni tanımıyor, benden devamlı kaçıyordu. Üç yaşını geçmiş, konuşuyordu. Israrlarımız sonrası nihayet “baba” demese de “babacık” demeye başladı. Büyük kızım Vildan, ilkokul üçüncü sınıfa gidiyordu. Böylelikle ailemizin yaşantısında yeni bir dönem başladı.
İş bulmak zorunda idim. Çok geçmeden o da oldu. Özellikle belirtmeliyim, içerde iken bana ve eşime, maddi ve moral desteğini esirgemeyen Ahmet Altınsoy ağabeyimiz, iş bulmama da yardımcı oldu. Yine 1979 yılında TKP tarafından kurulan, Halk Tüketim Kooperatifi’nin yöneticisi idi. 12 Eylül yönetimi nasılsa kapatmamıştı. Ahmet Altınsoy, Kooperatif’te çalışmamı önerdi. Kabul edeceğimi söyledim. Ancak, yeni bir iş bulursam ayrılabileceğimi de söyleyerek. Çünkü benim gibi daha çok işsiz vardı. Birlikte tahliye olduğumuz yoldaşların hepsi işsizdi. Ben işe başladım, bir iki ay sonra Etibank İşletmesi’nde, özel bir kuruluşta iş buldum. Yeni bir fabrika kuruluyordu, iş bulduğum yer oradaki montaj şirketi idi. Nihayet, işe başladım. Etibank sahasına girmek için yaka kartı gerekiyordu. Bu da Etibank İşletme Müdürlüğü’nden alınıyordu. Bizim montaj şirketinin sahibi bana yaka kartı almaya gittiğinde ters yüz geri geldi. Bana dönüp “Ne yaptın sen bu adamlara yahu” dedi. Pek tabiî ki kartı alamamıştı ve böylelikle bizim buradaki işimiz de başlamadan bitti. Ahmet Altınsoy, beni tekrar işe çağırdı. İşe ikinci kez başladım. Bu arada Sıtkı Değirmencioğlu’da Halk Koop’ta işe başladı.
Kooperatif yöneticisi arkadaşlar ve içerden çıkan yoldaşların bazıları ile bir toplantı yaptık. Çünkü bu iş konusu sadece benim değil, içerden çıkan ve çıkacak olan yoldaşlarımızın hepsi için geçerli idi. Yaptığımız toplantıda bazı kararlar aldık. Kooperatifi geliştirerek şubeler açılmasına karar verdik. Böylece daha fazla kişinin çalıştırılması sağlanacaktı. Böyle de yaptık. Tek bir mağazada faaliyet gösteren Kooperatif’i, bir iki yıl içinde yoğun çalışarak, üç ve dört mağazaya çıkardık. Satış şubeleri çoğalınca, depo sayısını da artırdık. Böylelikle Kooperatif, önceleri üç veya dört işçi çalıştırırken, üç dört yıl sonra otuzüç sigortalı işçi çalıştırır duruma geldi. Bir de beş kişilik yönetimi eklersek, kurumdan otuzsekiz kişi para alır duruma geldi. Yönetim, fazla para almazdı. Onlar da bizim arkadaşlarımızdı. Genellikle başka işyerlerinde çalışırlardı. Bu iş, biz komünistlerin gerçek bir başarısı idi. Her şey yoktan var edilmişti. Daha sonraki yıllarda, öbür içerden çıkan yoldaşların da iş alanı oldu. Anlayışımız gereği Muzaffer yoldaş, çalışmaya başlar başlamaz müdürlük görevine başladı. Mükemmel işler başardık. O atılımlar da zaten Muzaffer arkadaşın müdürlüğü döneminde gerçekleşti. Ama kelimenin tam anlamı ile tüm yoldaşlar varını yoğunu ortaya koyarak çalıştılar. Mükemmel işler başarıldı. Mal nakli için iki adet araç satın alındı. Bu arada bize hapislikle birlikte sürgün cezası da verildiğini daha önce belirtmiştim. İşte iki yıl geçtikten sonra, sürgüne gitme zamanı da geldi. Yine ortalık karışacak işsiz kalacağız düzen alt üst olacak. Yine sağ olsun Ahmet Altınsoy, dâhiyane bir buluşla, “Siz sürgüne giderseniz, eşleriniz sizin yerinize işe girsin, böylelikle bu iş de böylece hallolsun” dedi. Öyle yaptık, biz de sürgün yerine gittik.
Bu arada da sürgün cezalarının kaldırılması gündemde idi. Vekâletimizi Manisa’da Erdoğan Yetenç isimli bir avukata verdik. Bir hafta içinde işimizi halletti, sürgün cezalarımız kaldırıldı. Erdoğan Yetenç bizden para da talep etmedi. Daha sonraki yıllarda milletvekili oldu. Biz yine Bandırma’ya döndük. Şimdi farklı bir durum daha ortaya çıktı. Şimdi ne olacaktı? Eşlerimiz ne olacaktı? İşte yukarıda değindiğim o atılımlara hız verilerek bitirildi. Eşlerimizin çıkarılmasına gerek kalmadan bu işte çözülmüş oldu. Kooperatif’teki çalışmamızın ilk yıllarında polis, oldukça rahatsız etti. Belli aralıklarla bizi Emniyet binasına çağırarak gözdağı vermeye çalıştılar. Ama sökmedi, biz gerek iş ile ilgili çalışmalarımıza, gerek politik çalışmalarımıza aralıksız devam ettik. Polis Müdürü bizi yıldırabileceğini zannetti, ama hep havasını aldı.
Aradan geçen aşağı yukarı üç yıl sonunda, yine parti bizimle bağ kurdu ve partili yaşama geri döndük. Muzaffer Duymaz, yine Bölge Sekreteri’miz oldu. O dönemde, partimiz TKP ile TİP’in (Türkiye İşçi Partisi’nin) birleşme çalışmaları hız kazanmış ve sonuçlanmıştı. Yeni partinin adı TBKP (Türkiye Birleşik Komünist Partisi) oldu. Partinin Genel Başkanlığı’na Nihat Sargın, Genel Sekreterliğe de Nabi Yağcı getirilmişti. Yurt dışında gelişen bu birleşme sonunda, liderlerin yurda dönmesi kararlaştırılıyordu. Bunu takip eden günlerde dönüşler gerçekleştirildi. Ancak liderler döner dönmez tutuklanarak cezaevine kondular. Uzun uğraşılar ve mücadeleler sonunda tahliyeleri sağlandı. İki yıla yakın bir süre devam eden Ankara’daki mahkemelere düzenli bir şekilde gidilerek moral takviyesi sağlanmaya çalışıldı. İleriki yıllarda gönülden bağlı olduğumuz Dünya Sosyalist Sistemi çöktü. Burjuvazi tarafından daha iyi olacağı söyleniyordu. Ama görüldüğü gibi geçtiğimiz yirmi yılda, gözyaşı ve kandan başka ortada bir şey yok. Hastalıklar artıyor, açlık, sefalet ve savaşlar dünyanın dört bir yanında kol geziyor. Sosyal haklar budanıyor, örgütsüzlük artıyor. Gelir dengesizliği arttı. Milliyetçilik tam bir baş belası, devamlı pompalanıyor. Dincilik, çıkarlar uğruna kullanılıyor. 12 Eylül’ün getirdiği tahribat, emekçiler açısından bir türlü giderilemiyor. Sosyalist Sistem’in çökmesi, bizi de derinden etkiledi.
Siyasi alandaki bu hızlı gelişmelere paralel olarak, çalıştığımız işyerinde de, çeşitli çalkantılar baş gösterdi. Partili olmanın verdiği dayanışma ile o güne kadar olan sorunları aşmıştık. Daha doğrusu aştığımızı sanmıştık. Aşağıda da anlatacağım gibi aşamadığımızı çok geç anlayacaktık. Şimdi, bizim Halk Koop’ta çalışma sistemi kabaca şöyle idi. İşyerinde patron yoktu, sadece koordinasyonun sağlanması, yasal işlemlerin yerine getirilebilmesi için bir yönetim kurulu, bir de müdür vardı. Bir de çeşitli şubelerde, sorumlu arkadaşlarımız görevler almışlardı. Bütün kararlar ve uygulamalar, en tepedekinden en alt kademedekilere kadar, ortak kararlar ve onaylar sonucu yürürlüğe sokulurdu. Örnekleyecek olursak, ücretlerin belirlenmesi: Her yılsonu yapılan toplantılarda müdür arkadaş bilançoları açıklar, herkes görüşlerini belirtir ve en sonunda bir konsensüs sağlanırdı. Belirlenen ücretler böylece yürürlüğe girerdi. Bir örnek daha: Bir şube mi açılacak? Yine bütün arkadaşlar toplanır, görüşler ve öneriler açıklanır, bir karara varılarak uygulamaya sokulurdu.
Bu arada Zonguldak maden işçilerinin grevine yardım çalışmaları başlattık. Kooperatif’in de katkısı ile bir kamyon malzeme Kooperatif’in kamyonu ile gönderildi. Burada bir felaket yaşadık. Dönüşte kamyon kaza yaptı ve bir arkadaşımız (şoförümüz) Rıfkı Dursun öldü. Bir arkadaşımız da Şerafettin Kutlu da ağır yaralandı. Çalkantılı döneme bir de bu olay eklenmişti.
Bütün bu uygulamalar ortada iken ortalık yavaş yavaş karıştı. Her şey tersine, yani olumsuzluğa doğru yol almaya başladı. Sosyalist Sistem’in dağılması, Sovyetler Birliği’nin çökmesi, buna paralel bizim içinde bulunduğumuz politik durum açmazları, arkadaşlarımızı kötü etkiledi. Bazı arkadaşlar, kendilerinin kandırıldığını öne sürecek kadar zavallı duruma düştüler. (Sonraki yıllarda o arkadaşlarda toparlanma belirtileri de oluştu.) Belirttiğim yukarıdaki örnek çalışma modeli, işte içinde bulunduğumuz bu kaotik ortam sonucu bozuldu, sabote edildi. Sendika getirilmeye çalışıldı. Yapımız gereği sendikaya karşı değilim ama sendika ne yapacak Kooperatif’te. Patron da biziz, işçi de biziz. Sendikacılık mı oynayacaktık? Söylemeliyim ki Muzaffer ve ben bu uygulamalara şiddetle karşı çıktık. Acımasız bir saldırı başladı ikimize ve komünist değerleri savunan arkadaşlarımıza. Sadece bize karşı kampanya sürdürmekle kalmadı bazıları. Antikomünizm çalışmaları yapanlar oldu. Soljenitsin’in Gulag Takım Adaları kitabını dağıttılar sağda solda. Marksizm’e karşı bayrak açıldı. İşte yukarıda aştığımızı sandığımız ama aşamadığımız olay bu. Saç kesilmiş, önümüze düşmüştü. Bu gün düşünüyorum da iyi oldu galiba.
Bütün bu olumsuzluklara daha fazla dayanamayarak, çok sevdiğim Halk-Koop’tan Muzaffer arkadaşla birlikte ayrılmak zorunda kaldık. İşçilik hayatımda en uzun süreli çalıştığım işyeri de orası oldu. Sekiz yıl çalıştım orada. Üzüldüğüm konulardan biride şu: Son güne kadar ister işten çıkarılsın, ister işçi kendi çıksın, tazminatlar son kuruşuna kadar ödendi, ödenirdi. Muzaffer’in ve benim, Kooperatif’in kuruluşunda ve geliştirilmesinde büyük emeklerimiz olduğu halde, ikimize de tazminatlarımız ödenmedi. İşçilik hayatımda, beş altı defa işten atıldım, hep tazminatlarımı almıştım. Ama “bizim” gözü ile baktığımız işyeri, tazminatlarımızı ödemedi. Üstelik bazı eski yoldaşlarımız ayrılmamıza zil takıp oynar tavır takındılar. Bunlar bizim yoldaşlarımızdı. Bazılarını ben, bazılarını Muzaffer almıştı Komünist Partisi’ne. Ayrıldığımızda Muzaffer Müdür, ben ise Satın Alma ve Pazarlama görevlerinde idik. Tam kapasite çalışan bir büyük kuruluş bırakarak ayrıldık. Beş satış mağazası, dört mal deposu, depolar ağzına kadar ürünle doluydu. Otuz üç kişi sigortalı çalışanına ve beş yönetim kurulu üyesine maaş ödeyen bir işyeriydi. Hiç borcu olmayan bir kuruluş bıraktık. Sadece günü geldiğinde ödenecek çekler vardı. Yani elden alınmış hiç borç yoktu. Daha sonra ne mi oldu? Halk-Koop şubeleri teker teker kapandı, sağa sola borçlanmışlar, hacizler, mahkemeler gelmiş. En sonunda, 1996 yılında tamamen kapatıldı. Çok yazık oldu. Nasıl da geceli gündüzlü canla başla çalışmıştık. Yoktan var etmiştik. Bütün bu kırgınlıklarıma karşın bu arkadaşlarıma çok kızamıyorum. “Bir hata yaptılar” olarak değerlendiriyorum. Çünkü geçmişte biz, birlikte iyi işler yapmıştık, başarmıştık.
Kendi kurduğumuz kuruluştan ayrılınca, doğal olarak işsiz de kaldım. Yalnız eşim Hidayet, çalışmaya 1995 yılına kadar devam etti. Çocuklarımız Vildan liseye, Görsem ise ilkokula gidiyorlardı. Bir ara “Pazarcılık yapayım” dedim, olmadı. Bir birikim, sermaye gerektiriyordu. Başlamamla bitirmem bir ay sürdü ve bitti. Bu çaresizlik içinde düşünürken, eski çocukluk arkadaşlarımdan, Kaleflex Genel Müdürü Salih Yaldız aklıma geldi. Ona gittim. Onun da politik görüşü iyi idi. Kendini hep solcu, komünist olarak görür, ama bize biraz uzaktı. İş istedim. Tam da şöyle dedi: “Ne demek, pek tabiî ki burada çalışacaksın. Plastik Boru Fabrikası’nın sorumlusu olacaksın” dedi. Başvurumdan bir hafta sonra, beni işe davet etti ve işe başladım. Kaleflex Fabrikası’nda üç buçuk yıl çalıştım. İyi kötü günler yaşadım. Ama Salih Yaldız’ın yardımı, küçümsenecek cinsten değildi. Bu arada şunu da not edelim: Bandırma’da kurulu bulunan Yem-Mak (Yem Makineleri Fabrikası) var. Onun müdürü de benim ortaokul arkadaşım. Almanya’da okumuş, mühendis olmuş. Sonradan duydum, orada bizim parti üyesi imiş. İş için ona da başvurdum. Beni işe almamıştı. Oysa görünüşte aramız iyi görünüyordu. 1995 yılı ortalarında, Kaleflex patronu tarafından Salih Yaldız’ın işine son verilince, benim de (onun adamı olarak) işime son verildi. Bir kez daha işsiz kalmıştım. Kısa da olsa bu işyerindeki çalışmalarımı da anlatayım. Görevlerim arasında ürün gönderdiğimiz müşterilerin, bizden kaynaklanan sorunları olduğunda, problemleriyle ilgilenmek de vardı. İşletmenin nerede ise Türkiye’nin her yerinde satış noktaları vardı. Sorunları çözmeye çalışırdım. Bu nedenle zamanımın çoğunu yurdun çeşitli yerlerine seyahat etmekle geçirdim. Bu gezdiğim yerlerden biri olan Konya’daki bir anımı anlatmadan geçemeyeceğim. Bilirsiniz, Konya çok dindar olarak tanınan büyük bir kent. Orada bulunan Tıp Fakültesi’ne plastik boru satmıştık. Borularda bir arıza tespit edilmiş. Arızanın ne olduğunu belirlemek için fabrikanın arabası ile yanıma bir kişi daha alıp Konya’ya gittim. O sıralar yerel seçimler öncesi idi. Bilirsiniz seçim çalışmaları pek gürültülü olur ve eğlence havasında yapılır. Her taraf bayraklarla süslenmiş her yerden müzik sesleri geliyordu. Akşam saatlerinde varmıştık Konya’ya. İşimizi ertesi gün görecektik. Gece nerede iyi bir otelde kalacağımızı genç bir delikanlıya sorarak belirledik. Şimdi akşam yemeği yemek, biraz da rakı içmek istiyorduk. Konya’nın hali meydanda. Akşamüzeri az insan vardı. Sakallı genç bir delikanlıya, düzgün yemek yiyebileceğimiz ve biraz da çekinerek içki içebileceğimiz restoran sorduk. İnanır mısınız, o genç bizi ta restoranın kapısına kadar götürüp gösterdi. Bu olayı hiç unutamam. Bu işyerinde önemli anılarımın biri de Kıbrıs seyahati oldu. İstanbul’da ana bayilerden biri, kendi müşterilerine bir Kıbrıs gezisi düzenlemiş. Bizim fabrikadan da üç kişinin o müşterileri bilgilendirmesi için gelmesini istediler. Müdür Salih Yaldız, ben ve bir arkadaş olmak üzere biz de kafileye katıldık. Kıbrıs’a vardığımızın gecesi ve öbür geceler yani her akşam yemekle birlikte rakılar, şaraplar ve diğer içkiler su gibi tüketildi. O çember sakallılar ne biçim içiyorlar, şaşırmıştım. Bununla da kalmayıp kafayı bulunca, torunu yaşlarındaki stajyer öğrencilere sarkıntılık bile yaptılar. Daha bir sürü rezillik diz boyu idi. O gece ben de içmiştim ama bu durumları görünce insanlığımdan utandım.
Yeniden iş aramaya başladım. Komşularımızdan biri, yeni kurulan bir fabrikada çalışıyordu. “Bana da iş bulabilir miyiz?” diye sorduğumda ilgileneceğini söyledi. İlgilenmesi sonucu başvuru yaptım. Beni işe aldılar. Pek fena olmayan bir ücretle işe başladım. Bu işyeri aile hayatımızda derin değişiklere neden oldu. Daha sonraki aylarda, kızım Vildan da bu işyerinde işe girdi. Fabrikanın sahibi İsmail Tura ile anlaşarak ileriki yıllarda evlendiler. Ben daha sonra o işyerinden de ayrılmak zorunda kaldım. Patronun kardeşi ile anlaşamamıştık. Bir süre sonra o fabrikayı da satmak zorunda kaldılar ve sattılar. Nedenini sorduğumda, alacaklarını tahsil edemediklerini öğrendim. Bu nedenle borçlarını ödeyememişler. Yine işsiz kaldım.
Bir süre sonra, artık iş bulamayacağımı anladım ve kendi işimi kurmaya karar verdim. Pazarlarda zeytin ticareti yapacaktım. Daha önceden tanıdığım bir pazarcı, işi bırakacağını, tüm tezgâhlarını ve pazar yerlerini satılığa çıkardığını bana söyledi. Ben de daha önce edindiğimiz 1992 model Renault marka arabamızı 550 milyon liraya satarak, 1996 yılında bu işe başladım. Bu 550 milyon lira ile Biga, Gönen ve Bandırma’da birer pazar yeri, araç gereç, bir de 1974 model Anadol marka kamyonet aldım. Böylece on yıl sürecek olan pazarcılık hayatım başlamış oldu. Bu on yıl içinde neler mi oldu? Neler olmadı ki? İki kızımızın düğünü, bu dönem içinde gerçekleşti. Babam, bu dönemde öldü. Çok acı bir olaydı, babamı çok severdim. Babamın öldüğü gün, canım kızım Vildan, doğum yaptı. İki dünya tatlısı torunum, Çınar ve Defne doğdular. Acı ile sevinç bir arada. Doğrusunu söylemek gerekirse pek sevinemedim. Babamın vefatı, beni çok üzdü. Bir yandan da “İyi oldu” diye kendimi teselli ediyorum. Çünkü babam, beş aydır yatalaktı ve kendi başına hiçbir şey yapamıyordu. Her şeyini, kardeşim İsmail Hakkı ile beraber üslenmiştik. Annem de çok yaşlı olduğu için onun yapacağı pek bir şey yoktu. 30 Temmuz 2004 cuma günü saat 12’de çocuklar doğdu, saat 15’de de babam vefat etti.
Pazarcılık işi, bazı teknik nedenlerden ötürü son buldu. Nedenler ise şunlar: Biga’da kapalı pazaryeri yapıldı ve Belediye, Bandırma’dan ve Edincik’ten gelenlere, parasını ödemiş olsa bile yer vermedi. Ayırımcılık yaptılar. Daha sonra Gönen Belediyesi de aynı uygulamayı yapınca, zaten ticari durum da gün geçtikçe bozulduğundan pazarcılık işine son verdim.
Burada biraz geriye gidelim, yeni durumu anlatabilmek için. Hani demiştik, bizim sürgün cezamız nedeni ile eşlerimiz işe başlamıştı. Bu nedenle de sigortalı olmuşlardı. Eşim, tam onbir yıl kooperatifte çalıştı. Beş yıl da pazarcılıkta. Bağ-Kur’a ve de 3,5 yıl isteğe bağlı sigortalı olarak pirim ödedik. Eşim de 2005 yılında emekli oldu.
Küçük kızım Görsem’im, 2006 yılında evlendi. Şimdi kocasının işi gereği, Eskişehir Sivrihisar’da oturuyorlar. Şu an zaman zaman torunlarımızı ve kızlarımızın ailelerini, eşimle birlikte dolaşmaya gidiyoruz. Kitap okumaya ve bir şeyler karalamaya çalışıyorum.
Ya İŞTE BUGÜNLERE BÖYLE GELDİK. Bakalım daha neler yaşayacağız.
15 Aralık 2009, Bandırma.
Yazarlar
-
Fehmi KORU3809 sayfa ve temel çelişki 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEAhtapotun kolları 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANMahkemeye düşmüş siyaset 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKRus cinleri imana nasıl hizmet etti? Tuhaf bir Soğuk Savaş hikâyesi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBölgede Trump operasyonu sürüyor 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYenilikçi bir İslam düşünürü Gannuşi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFiyat istikrarı mı, finansal istikrar mı? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselVahim bir gelişme: İşgücü piyasasında daralma 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTrump, Fed ve para politikası: Sol, merkez bankası konusunda neyi savunmalı? 2.11.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜREÇ VE "DİLİN KEMİĞİ"! 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları








































































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
11.07.2014
25.10.2013
16.10.2012
18.09.2012
3.09.2012
23.08.2012
20.08.2012
8.08.2012
2.08.2012
21.07.2012