Sezin ÖNEY

Sezin ÖNEY
Sezin ÖNEY
Tüm Yazıları
Türkiye’de aşırı sağ: Zehirli çiçek açtı
28.08.2012
3581

 “Avrupa’daki aşırı sağ akım, Türkiye’nin de bu coğrafyanın bir parçası olması sebebiyle; bir anlamda bizi Avrupa’ya bağlayan can damarlarından karşılıklı akan etkileşimle Türkiye’de de er geç sirayet edecek” diye yazıyordum.


Sadece, bunun, bu kadar çabuk, bu kadar apansız ve seçim de gerektirmeyen bir “darbe” ile olacağını doğrusu öngörmemiştim. Evet, Başbakan Erdoğan, seçimler döneminde “aşırı sağ” çizgide olarak nitelenebilecek söylemleri bolca kullanmıştı. Ancak, gene de, AKP’ye verilen halk desteği, yeni anayasa ve beraberindeki değişim, demokratikleşme süreci içindi.

Ne var ki, “yeni aşırı sağ”, seçimle, halk tarafından bilinçli olarak, alenen tercih edilmeden de, son altı ayda iktidar oldu. “Komünizm gerekliyse, onu da biz getiririz” şeklindeki devlet mantığı işledi herhalde gene! 

Yeni aşırı sağ, klasik “faşizm” ve aşırı sağdan; şimdiye kadar var olan “milliyetçilik”, “muhafazakârlık” akımlarından farklı.

“Aşırı sağ” deyince, birtakım Neo-Nazi tipli, ırkçılığını açıkça, doya doya dile getiren fanatik, lunatik, marjinal “insanlık dışı” tiplemelerin patolojik vakalarından bahsedildiği sanılıyor Türkiye’de.

Oysa aşırı sağ partilerin, Avrupa’da son beş yıl içinde, hemen tüm ülkelerde yükselen ve Avrupa Birliği üyelerinin dörtte üçünde siyasette belirleyici rol oynayan “ana akım”, “fiili iktidar ortağı” bir siyasi ve toplumsal güç merkezi hâline geldiği gerçeği unutuluyor.

Bugünün aşırı sağı, temel olarak, sıradan insanın, günlük, gerçek toplumsal sorunların yarattığı bunalım karşısında, çözüm olarak sunulan düşük yoğunluklu faşizmin, ırkçılığın tuzağına düşmesinden besleniyor.

Son derece elastik, son derece kaygan ve öyle bir bakışta, “işte bu ırkçılık” diye reddedilmesi güç, basit “sebep-sonuç” kurgularına dayalı söylemlerden gücünü alıyor.

Soldan çalınan “halkçı” jargon...

Somut toplumsal sorunlara pamuklara sarılıp gizlenmiş bir saldırganlıkla yok edici “total” çözümler...

Düşüncesel sığlığı gizleyen, muhafazakâr- milliyetçi- halkın hareketi izlenimini yaratacak folklorik, geleneksel imge ve söylemler...

Eleştirel düşünceye olan alerjiden ötürü aydınlara olan nefret...

Zengin ve seçkinlere olan müthiş haset ve kıskançlıkla beraber, hem elitleşmek için tüm fırsatları sonuna kadar kullanma hırsı, hem de “halkçı” görünüm uğruna, bertaraf edilip yerine geçilmek istenen elitleri aşağılamak...

İşte, yeni aşırı sağın ortak özellikleri.

İdris Naim Şahin de, yeni aşırı sağ politik çizginin Türkiye’deki en aleni “sözcüsü”.

Şahin’in geçtiğimiz günlerdeki, “Gaziantep’te olay ânını müteakip sıcak saatlerde, halkımızın bir tepkisi ortaya çıktı. Hatta bu tepki öfkeye dönüştü. Bunlar terör örgütüne, onun eylemlerine duruş açısından beklediğimiz, hatta doğru bulduğumuz tepkilerdir, duyarlılığın ifadesidir” sözleri, bugün Türkiye’de iktidara dönüşen/ iktidarın dönüştüğü aşırı sağ elastikiyetin tam bir örneği.

İçişleri Bakanı olan biri bu açıklamayı, Hakkâri’deki saldırıda şehit olan astsubay Hüseyin Çetin’in Lâpseki İlçesi’ndeki ailesini ziyaret ettikten sonra, devlet kanalı TRT’ye yaptı. Yani, bu bir “devlet söylemi”.

Şahin’in, “doğru bulduğu tepki”, “Kahrolsun Kürtler” sloganlarını da içeren, yıkıcı bir tutum.

Basit sebep-sonuç ilişkisi orada hazır: “saldırı eşittir haklı tepki”, eşittir “Kahrolsun Kürtler”.

Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Bülent Arınç da, Antep’teki saldırının “yerel unsurlardan beslendiğinden” dert yanıyordu.

Yerel unsur eşittir Kürtler.

Kürt Sorunu’nun “patlayıcı” doğası da gözönüne alındığında, Türkiye’deki aşırı sağ eğilimlerin çok tehlikeli bir toplumsal huzursuzluğa yol açacağını düşünüyorum.

Tehlikeli reçeteye, Suriye-İran eksenindeki bölgesel ve küresel güç yarışını, yıllar yılı bir sönüp bir alevlenecek etnik-mezhepsel her türlü çatışmaları da ekleyelim.

Sonra da, yükselen ateşten şöyle bir korkalım.

Kürtlerle Türkler arasında kopuştan çok zamandır bahsediyoruz da, artık gerçekten bir diyalog kurulamıyor.

Tüm Kürtlerden, köylü anadan, başkentteki politikacısına, aslında kendi seçimleri de olmayan, kaderleri hâline gelmiş bir kimlik nedeniyle, sesli biçimde “şiddeti reddetmeleri” talep ediliyor. Kamuoyunun algılarına etki eden iki güç de; yani merkez siyaset de, merkez medyanın arkasındaki “entelektüel” güç de bunda yekpare bütünleşiyor.

Bu da, bir nevi; “siz, kimliğiniz gereği şiddeti benimsemeye eğilimlisiniz. Benimsemediğinizi illa ki, üzerine basa basa dile getirmezseniz, bu teröristliğinizi tescil eder” demek gibi bir ayrımcılık değil mi?

Bir de, nasıl olup da, PKK, sanki Kızılay’mış da, kendisinden beklenmeyen biçimde, şiddet eylemlerine girişmiş de, tövbekâr olup “silahı bırakması” bekleniyor, onu hiç anlamıyorum.

Hele PKK, Kürtleri; Türkiye’de “devletin şerri”, toplumun nefretinden, Ortadoğu coğrafyasında da, El Kaide gibi diğer şiddet örgütlerinden koruyan bir “hami”, “emniyet supabı” rolüne soyunma imkânına kavuşmuşken son bölgesel gelişmelerle, “ayıp oldu, şiddet çok fena, barış harika” diye silah bırakır mı?

AKP ve PKK, son yıllarda sadece birbirlerini muhatap alan yaklaşıma girmiş, toplumun her kesim, her tarafında çözüme ilişkin tüm inancı, barışın yegâne “silahı” olan güveni yok etmişken...

Kamuoyunda, birbirlerinin dertlerini ve kaygılarını anlamaktan çok uzak kutuplar oluşmuşken...

Barış mümkün mü?

Başka çaremiz var mı?

[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar