Süleyman Seyfi Öğün
Bâzı filmlerdeki îdam sahnelerinde geçer: Cellât bîçâre kurbanına yaklaşarak; “Merak etme, hiç acı çekmeyeceksin” diye fısıldar. Bu, aslında cellâdın bir lûtfu gibidir. Çünkü kurbanına acı çektirmek, ölümünü büyük acılarla yaşatmak elindedir. Cellâtlık “sanatında” bunun çok ince yolları vardır. Dışarıdan anlaşılmayabilir. Cellât urganı öyle bir hazırlar ki, kurban dakikalarca can çekişebilir. Ama eğer insâfa gelirse; bu işi kurbanını süründürmeden, bir çırpıda da hâlledebilir.
Cinâyetler için de aynı şeyleri söyleyebiliriz. Doğrusu ben cinâyetleri nesnel ve öznel olarak ikiye ayırırım. Nesnel olan; yâni teknik, profesyonel cinâyetlerde esas olan, “işi” derhâl bitirmektir. Susturucu silâhlar, bu işin niteliğini simgeler âdeta. Suikastçı ile kurbanı arasında sessiz ve bir anda olur biter herşey. Ama intikam hisleriyle işlenen cinâyetlerde araya “acı çektirme” arzusu girer. İş çığrından çıkar. Meselâ işkence ile öldürmek böyledir. İşkence bâsit olarak acı vermek de değildir kanâatimce. Evet; ölümü bütün kaçınılmazlığı ile hissettirmek; ama “geciktirerek” daha “derinden hissettirmek” vardır işin içinde. Kaatil, kurbânının ölümü çoktan hak etmiş olduğundan emindir. Lâkin ölümün “anlık” olmasını bir türlü kabûl edemez; kurbânı için hafiflletici bulur; hattâ onun kurtuluş gibi değerlendirir. Öleceğini bütün somutluğu ve kesinliği ile bilmek; yâni ölmeden bu kesinliği hissetmek çıldırtıcı olsa gerekir. Sürenin uzaması ve içinde kurbânın, işin sonunda öleceğini derin bir şekilde hissetmesi, işkencenin birinci safhasıdır. Ama, bununla bitmez. İkinci sahne daha beterdir. O kadar ki, başlangıçta yaşama içgüdüsü ile ölüme direnen kurban, çektiği işkence sebebiyle ölümü derinden arzular bir hâle getirilmiş olur. En korkuncu ise; yaşama içgüdüsü ile reddettiği; lâkin onca işkenceden sonra derinden arzuladığı ölümünü bile gerçekleştirmekten âciz kalmasıdır. Bunun için kaatiline “Ne olur beni öldür” diye yalvaracaktır. Kaatilin, hissettiği şehveti zirveye taşıyan da budur.
***
Kanırtma diyorum buna… Belki de aşırılıklar târihinin bir parçası. Ama daha özel bir sıfatla vurgulanmayı hakkediyor. Belki de ağırlaştırılmış hâller… Fizikî yok etmeyi, psikolojik yok etmek ile öncelemek ve taçlamak… Belki de bedeni öldürmeden rûhu öldürmek…
***
Bütün târihsel-kültürel derinliği ve zenginliğinden soyup; buz gibi bir sıfatla sıfatlamak sürecin ilk perdesiydi. “Ortadoğu” dediler bu coğrafyaya. Ne idüğü belirsiz; lâkin “bilimsel-nesnel” makyajlı bir lâf… (Bilimsel nesnellik biraz da ruhları söndürmek için yapılmıyor mu?) Sanki dünyâ bir tabaktır ve coğrafyalar üzerine sâbitlenmiştir. Batı bir sâbitedir; Doğu da.. Hâlbuki o Galileo’ları, dünyanın yuvarlak olduğunu ve dahi “döndüğünü” cümle âleme îlân etmemişler miydi? Kürenin içinde yer sâbitlemek aslında ne kadar sanal bir iştir. Elbette yapılmalıdır. Ama bu sıfatlamalar için, hiç değilse o coğrafyada yaşanan mukadderat bağları ve tecrübeler esas alınır. İşin raconu budur. Buraya Ortadoğu demek bu raconu ayaklar altına almaktır.
Bir tuhaflık daha var. Yakın Doğu, Ortadoğu, Uzakdoğu vardır da , nedense Yakın Batı, Uzak Batı yoktur. (Orta Batı ise sâdece ABD’de vardır). Uzak Doğu Felsefe Târihi başlıklı kitaplar vardır, ama Batı bir yekpâredir ve meselâ Bertrand Russell tabiî ki Batı Felsefesi Târihi yazacaktır.
Tabiî ki Oryantalizm meselesi. İçinde aşağılamaların her çeşidini bulduğumuz bir külliyat. Doğrudan aşağılamalar, dolaylı aşağılamalar; aşağılayarak aşağılamak; yüceltirken aşağılamak… Toprağı bol olsun Edward Said’in yazdıklarına ekleyecek neyimiz olabilir ki? Uzmanları tartışsınlar. Ama artık “post-oryantalist” bir süreci, canlı milâdlarıyla idrâk etmeye başladığımızı düşünüyorum.
Post kavramı her ne kadar sonrası manâsına geliyor ve sıfatlananın aşılmış olduğunu ihzaz ettiriyorsa da, işin aslında onun bunalımları içinde derinleşmesini ifâde eder. Meselâ post modern durum, modernliğin aşılmasını değil, “bunalımları içinde” yaşadığı aşırılıkları anlatıyor. Postmodernizm; modernizmden şikâyet etmesine aldanmayalım; aşırılaştırılmış bir modernizmdir o aslında. Post oryantalizm ise oryantalizmin sönmesini, aşılmasını değil, aşırılaştırılmasını anlatıyor.
Bunun milâdında iki hâdise var. İlki Mekke’de Kilise açılması girişimi. Hiç yutturmasınlar. Bu Londra’da veyâ Tokyo’da cami açılması; İstanbul veyâ İskenderiye’de Kilise açılmasına benzemez. Mekke ile Kudüs de farklıdır. Târihsel olarak değil, ama statü olarak Mekke’yi Hristiyan âleminde Vatikan karşılar. Eğer eş anlı olarak Vatikan’da bir cami açacaklarsa; söz, bir kere daha düşünelim. Ama öyle bir şey yok. Olması da çok manâsızdır. Mekke, serâpa Müslümandır; Vatikan nasıl serapa Hristiyan ise. Bu iki merkez için çok dinlilik diye bir şey olamaz.
İkinci hâdise ise, sözümona birkaç yüz kişilik bir “entelektüel ve sanatçı” grubunun Kur’andan bâzı ayetlerin çıkarılmasını teklif eden bildirisiydi. Akıllara sezâ bu iki hâdiseyi oryantalizm anlatamaz. Bu, olsa olsa post oryantalist bir davranıştır. Oryantalizmin iyi kötü bir aklı vardı. Post oryantalizm ise bundan alabildiğine yoksun… Aklı yok; yıkıcı, meydan okuyucu sendromları var sâdece…
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
17.06.2021
29.04.2021
22.04.2021
4.06.2020
22.04.2019
4.02.2019
14.02.2019
11.02.2019
4.02.2019
28.01.2019