Taner AKÇAM
Bu ifadeye ya bir kitapta rastladım ya da Milli Güvenlik Konseyi üyesi bir generalimizin ettiği veciz bir söz olarak duydum...
Bir zamanlar salt sivil-askeri Kemalist bürokrasinin değil, sağ-muhafazakar tüm Türk yönetici elitin bir amentüsü gibi olan bu söz belki hala da öyle. Özeti şu: Büyük devletler (veya Batı) Osmanlının (Türkiye’nin) güçlenmesini hiç bir zaman istemez. Türkiye ne zaman güçlenmeye yüz tutsa, başına bir iş açıp, o işle boğuşmasını sağlayarak önünü keser, zayıf düşürürler. Ama büyük devletler (Batı) Türkiye’yi öldüremez, yani devlet olarak yok da edemezler. Sonuçta ne öldürebilir ama ne de onmasına (bölgesinde büyük bir güç olmasına) müsaade ederler.
Bu kanaatin Türk solunun anti-emperyalizm söyleminde de bazı izdüşümlerini görmek mümkün ama sol ve ilerici çevrelerin bu veciz değerlendirme hakkında fazla kafa yorduklarını zannetmiyorum.
30 yılı aşkın bir zamandır, yakın tarih ile uğraşıyorum. Geldiğim nokta itibarıyla, bu veciz sözde önemli bir hakikat payı olduğunu söylemek isterim. Bu veciz söz üzerine kafa yormak hem tarihe ilişkin bir çok olayı daha kolay anlamamıza yarayacak hem de geleceğimize ilişkin sağlıklı değerlendirmelerde bulunmamızı sağlayacaktır. Çünkü sorun sadece bu sözde dile getirilen dış devletlerin Türkiye’ye yönelik tavırları ile sınırlı değil. Bu veciz söz aslında bana göre Türk toplumunun da belli davranış normlarını açıklayan bir anahtar gibidir ve hem geçmişimizi hem de geleceğimizi anlamamız açısından son derece önemli bir yerde durur.
“Ne ondurmak ne de öldürmek” ifadesi, laik-Kemalist veya İslamcı-muhafazakar çevrelerce daha çok etnik-dini temelli bir gerçeklik üzerinden açıklanır. Büyük devletlerin veya Batı’nın ya “ezeli Türk düşmanlığı” ya da “İslam nefreti” gibi nedenlerle böyle bir tutum takındıklarına inanılır. Bu bakışa göre, Ötekilere (Batıya) ve Bize (Türk-İslam) has bazı özsel nedenler vardır ve çatışma esas olarak buradan kaynaklanır.
Hiçbir büyük devlet Ortadoğu’nun tek bir bölgesel güçle kontrol edilmesini istemez
Ancak meseleye bu tür özsel açıklama denemelerinden uzak bakarsak, işin Türk veya İslam düşmanlığıyla fazlaca alakası olmadığını anlarız. Söz konusu olan son derece sıradan bir hakikattir. Ortadoğu denen coğrafyada (merkezinde enerji kaynaklarının kontrol edilmesi olan) iktidar savaşlarında, hiç bir büyük devlet bölgenin tek bir bölgesel güç tarafından kontrol edilmesini istemez. Her hangi bir bölgesel devletin, büyüyerek ve kuvvetlenerek bölgeyi kontrol edebilir hale gelmeye başlaması hiç birisinin işine gelmez; çünkü bölge üzerindeki kontrollerine darbe vurur. Bu nedenle de bölgede kuvvetlenmekte olan bir devletin başına iş açmak son derece normal ve mantıklı bir stratejidir.
İşin özü çıplak bir iktidar savaşıdır
Burada akılda tutulması gereken ana ilke, devletler arası yaşanan bu iktidar savaşlarının her hangi bir ahlaki ilkeye bağlı olmadan yürütüldüğüdür. Yani, moral değerler veya özel anlamlar yüklenerek, “iyi” ve “kötü” olarak tanımlanabilecek seçeneklerle karşı karşıya değiliz. Birisi için “iyi” olan, öteki için “kötü”dür. Ve işin özü çıplak bir iktidar savaşıdır.
Elbette uluslararası hukuk sürekli gelişmekte ve sürekli yeni bağlayıcı hükümler ve kurumlar ortaya çıkmaktadır ama bu hüküm ve kurumların devletler arası çatışmaların nasıl yürütüleceğini belirlemekte olduğunu söylemek mümkün değil. Devletler kendi içlerinde demokratik olabilir ve bu normlara göre davranmak zorunda olabilirler. Ama uluslararası düzeyde henüz daha orman kanunlarının geçerli olduğunu kolaylıkla söyleyebiliriz. Batı’nın çifte standardı üzerine yazılmış-çizilmiş binlerce yazı bu basit hakikatin sıradan tekrarından başka bir şey değildir.
Aslında, her hangi bir kahve köşesinde bile duyabileceğiniz, bu sıradan ve beylik sözleri tekrar ettiğim için okuyucunda özür dilemem gerekir. Ama amacım “ne ondurmak ne de öldürmek” ilkesinin devletler arası ilişkilerin basit bir anlatımı olduğunu söylemek ve bunun özcü bir anti-Türk; anti-İslam veya anti-Türkiye tutumu ile ilgili olmadığının altını çizmek. Öyle ki, Türkiye’nin de, bölge politikalarını esas olarak bu ilkeye göre düzenlediğini kolaylıkla iddia edebiliriz.
Eğer “ne ondurmak ne de öldürmek” sözü, bölgemizdeki devletler arası ilişkilerin veciz bir özeti ise, bunun bizim açımızdan anlamı nedir? Bu veciz söz üzerine düşünmenin özel bir nedeni olması gerekir mi? Kanımca evet! Çünkü “ne ondurmak ne de öldürmek” ilkesinin hayata geçmesi bir tek diğer devletlerin tutumuna bağlı değildir. Türkiye’nin, büyük devletlerin politikalarına gösterdiği tepkilerin de alınan sonuç üzerinde doğrudan etkisi vardır.
Ben, Batı’dan ve büyük devletlerden sürekli şikayet eden ve onları hep “başına iş açmakla” suçlayan Türk yönetici elitlerinin kendi tutumlarının da elde edilen sonuç üzerinde doğrudan etkisi olduğunu düşünüyorum. Türkiye, “ne öldürme ne de ondurma” sürecinin aktif bir parçasıdır. Ve yaptıklarıyla da süreci doğrudan etkilemektedir. Bu nedenle Türk yönetici elitleri bir türlü “ondurulmamaktan” şikayet ediyorlarsa, önce kendilerinin sürece verdikleri tepkiye yakından bakmaları gerekir. Aldıkları sonuç, doğrudan kendi tepkilerinin de bir ürünüdür.
Geçmişte de bugün de bu böyle...
“Arap Baharı” ile birlikte
Türkiye’nin özellikle Arap Baharı ile birlikte bu “ne ondurma ne de öldürme” sarmalına yeniden girdiğini söylemek mümkün.
2002’den itibaren AB yolunda atılan reformlar ve ekonomik büyüme ile yükselme dönemine giren Türkiye, Arap Baharı’nın kendisine sunduğu imkanları da kullanarak Ortadoğu’da bölgesel güç olmak için bazı hamlelerde bulundu. Pax-Ottomanika olarak da adlandırılan bu hamlelerin gerek bölge devletlerini gerekse büyük devletleri epey rahatsız etmiş olduğu üzerine de epeydir yazıldı çizildi.
İktidar partisi AKP de süreci esas olarak böyle okudu ve özellikle Gezi olaylarından sonra yaşananlara bu çerçeve içinde tepki gösterdi. Yükselmekte ve bölgede ciddi bir güç olmakta iken önü kesilmişti ve hatta kendisini yok etmeye yönelik büyük bir uluslararası komplo ile karşı karşıyaydı. AKP, bu nedenle 1 Kasım seçimlerinde aldığı sonucu, kendisine karşı kurulan oyunlara karşı geliştirdiği stratejinin bir zaferi olarak sundu.
AKP’nin süreci okuma tarzı doğru mu ve verdiği tepkiler AKP’yi ve (kendilerini Türkiye ile eşitledikleri için) Türkiye’yi “ne ondurma ne de öldürme” sarmalından çıkartabilecek mi? Soruya çok olumlu cevap veremeyeceğim. Bunun nedeni de, Türk yönetici elitinin sorunlara verdikleri tepki tarzının ciddi tarihsel bir süreklilik gösteriyor olması.
Konuyu anlayabilmek ve üzerinde tartışabilmek için Türkiye’nin şu anda önünde duran sorunları bir bütün olarak ele almak, yani iç ve dış gelişmeleri birbirinden ayrı olgular olarak değil, bir bütünün parçaları olarak değerlendirmek ve soruna bu bütünlüklü çerçeveden yaklaşmak gerekir. Oysa şu anda basında yapılan tartışmalara baktığımda böyle bir bütünlük bir yana, ciddi bir tuhaflık gördüğümü söyleyebilirim; Türkiye’nin meselelerini tartışanlar sanki başka dünyalarda yaşıyor ve o dünyaların sorunlarını tartışıyor gibiler. Neredeyse gündemi itibarıyla bile ikiye bölünmüş; iki ayrı ülkede yaşıyor gibiyiz.
Ermeni soykırımı ve iki ayrı tarih yazımı
Sözünü ettiğim ilginç tuhaflığı gözlüyor olmamın en önemli nedeni, 30-35 yıldır Ermeni soykırımı konusuyla uğraşıyor olmamdır. Konu hakkında çalışmaya başladığımda gözlediğim ilk olgu, 1915’in soykırımdır diyenlerle buna karşı çıkanların sanki farklı ülkeler üzerine konuşuyor olduklarıydı; Türk çevrelerin anlattığı tarih ile Hristiyanların (Ermeni, Yunan, Süryani) anlattıkları tarih birbirinden o kadar farklı idi ki, tartıştıkları sanki aynı geçmiş, aynı tarih değildi.
Ermeni soykırımına ilişkin tartışmalarda Türk tarih yazımı bize aşağı yukarı şöyle bir tarih anlatıyordu. “Yabancı güçler Osmanlıyı bölmek ve parçalamak istiyorlardı; sonuçta Türkler bu bölünme ve parçalanmaya karşı kendilerini ve vatanlarını savundular.” Bu bakışa göre, sorunların kaynağı, Batılıların “bölme ve parçalama” arzuları ve bu nedenle de Osmanlının iç işlerine müdahale etmek için Hristiyanları bir bahane olarak kullanmalarıydı. Sorunların özü, aşırı dış müdahaledir. Bu nedenle Türk tarih yazımı, esas olarak kendi tarihini bu müdahalelere karşı onurlu bir başkaldırı, kişilik koruması, parçalama isteklerine karşı direnme olarak anlatır (solda bu anti-emperyalizm biçimine bürünür). Bu tarih yazımında Hristiyanlara yönelik kitlesel katliamlar ya hiç yer almaz ya da en fazla karşılıklı öldürmeler oldu vb. diye geçiştirilir.
Eğer Ermeni, Süryani vb. anlatımlarına bakarsanız, okuyacağınız katliamlar, öldürmeler ve imhalar kısacası bir barbarlıklar tarihidir. Bu tarih yazımında Batılıların veya büyük devletlerin Osmanlı’yı parçalamak gibi bir amaçları olduğuna pek fazla yer verilmez. Esas olarak anlatılan Osmanlı-Türk yöneticilerinin Hristiyanlara yönelik gündeme getirdikleri baskı, katliam ve zulümlerdir. Türk tarih yazımında ileri sürülenin aksine, Batılı devletler bu zulümlere son vermek için yeteri kadar müdahale etmemiş olmakla eleştirilirler.
Niçin madalyonun ki tarafını da ele alan, bir tarih yazımı mümkün olmasın?
Oysa geçmişe en sıradan bir bakışla bile, gerek Türk gerek Hristiyan topluluklarının anlattıklarının, yaşananların bir bölümüne denk düştüğünü anlamak mümkündür. Anlatılanlar aynı madalyonun farklı iki yüzüne aittir. O halde soru basittir, niçin madalyonun her iki tarafını da ele alan, merkezine koyan bir tarih yazımı mümkün olmasın? Benim yaptığım aslında, birbirine zıt gibi görünen ve tarafların birbirlerine karşı farklı hakikatler olarak kullandıkları olguları bir araya getirmekten ibaretti. Madalyonun iki yüzünü, bir yüzü yok sayarak, yüzleri birbirinin karşısına farklı tarih anlatımları olarak dikmek değil, her iki yüzü de anlama ve açıklamayı mümkün kılan bir perspektif geliştirmek...
Bugünkü tablo çok farklı değil
Geçmişe yönelik, birbirine tamamıyla zıt, diğerinin ileri sürdüğüne hemen hiç referans almayan ve değinmeyen tarih yazımının benzerini şu anda Türkiye’deki politik tartışmalara baktığımızda da gözlemek mümkün. AKP taraftarı ve karşıtları biçiminde oluşmuş çevreler, diğer tarafın dünyasını, olgularını hiçbir biçimde referans noktası almayan bir tartışma yapmaktalar. Bu iki blok sanki aynı ülkede yaşamıyor aynı olgular ve sosyal gerçeklik üzerine konuşmuyorlar. Belki de okumuyorlar diğer tarafta yazılanları... Ortada birbirleriyle oldukça zıt iki dünya ve buna uygun iki farklı tarih yazımı var gibi. En azından benim gözlemim bu…
Karagül, bir örnek
Tüm AKP taraftarı kalemlerde benzeri argümanları görmekle birlikte, Yeni Şafak Gazetesi ve onun başyazarı Karagül’ün yazdıklarını, temsili gücü nedeniyle bir örnek olarak ele almak istiyorum. Karagül, sürekli bir bicimde, kökleri daha öncelere gidiyor olsa bile, Arap baharıyla tırmanan, Gezi ile birlikte hız kazanan, Türkiye’ye yönelik uluslararası bir kuşatmadan söz etmektedir. Ona göre, AKP iktidarı ile yükselme (onma) sürecine giren Türkiye, büyük bir saldırı altındadır. Gülen hareketi emniyet ve yargı üzerindeki etkisi ile, Doğan Grubu basın imkanları ile ve PKK silahlı mücadelesi ile bu dış kuşatmanın iç uzantıları konumundadırlar. Liberal aydınlar ise basın üzerinden bu cephenin kalemşörlüğüne soyunmuşlardır. İç ve dış düşmanlar tarafından kuşatılan ve yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya kalan Türkiye, bir varlık-yokluk savaşı vermek zorundadır.
AKP karşıtı kutupta ise bambaşka bir dünya söz konusudur. Ana söylem, AKP hükümetinin reformlardan ve çözüm sürecinden vaz geçmesi, başta basın özgürlüğü olmak üzere demokratik haklarda ciddi kısıtlamalar yapması ve otoriterleşmesi üzerine kuruludur. Erdoğan’ın, başkanlık sistemi ile diktatörlük rejimi kurmasından korkulmakta ve Erdoğan tüm sorunların tek kaynağı olarak tanımlanmaktadır. Bu kesimin yazılarında büyük devletlerin bölgeye (ve özel olarak Türkiye’ye) yönelik politikaları fazla ağırlıklı bir yer tutmaz! Yer aldığı koşullarda bile, bu dış faktörler, Erdoğan’ın içerde yapmak istediği manipülasyonların araçsal uzantıları olarak ele alınırlar.
Soru hangi tarafın haklı olduğu mu?
Elbette taraflardan hangisinin doğruları söylediği ve haklı olduğu üzerine bir tartışma yapılabilir. Ama benim sormak istediğim soru daha başka. Acaba taraflar niçin, diğer tarafın “merkezi ve esasa ilişkin” olarak saydığı konularda hemen hemen hiç bir şey söylemiyorlar? Niçin bir tarafı “var eden” diskur, diğer tarafça neredeyse bütünüyle yok sayılıyor? Ve taraflar aynı olgular üzerine, doğal olarak farklı düşünmek koşuluyla, niye tartışmıyorlar?
Tekrar edebileceğim gene son derece sıradan ve beylik bir tespit: Türkiye’nin içerde şu anda karşı karşıya kaldığı sorunları bölgenin sorunlarından ayrı ele almak mümkün değil. İçerde ve bölgedeki sorunları birlikte ele almak şart. Ne içerdeki otoriterleşme, sertleşme girişimlerini yok sayarak veya inkar ederek sadece dış kuşatma üzerine kurulu bir diskur geliştirebilirsiniz ne de sadece içerideki sertleşmeyi kendisini tek merkez almış bir diskurla gelişmeleri açıklayabilirsiniz. Bu yapılamadığı için kolaylıkla bilgisel hatalar da yapılmakta veya bazı olaylar yok sayılmaktadır.
Örneğin AKP karşıtı çevreler, son dönemlerde patlayan tüm bombaları, AKP hükümeti tarafından organize edilmiş eylemler olarak görmek eğilimindedirler. AKP’ye yakın basında ise, haklarında soruşturma açılan, hapse atılan gazeteciler başta olmak üzere temel hak ve özgürlüklere yönelik saldırılar üzerinde durulmaya değmeyecek ayrıntılar muamelesi görmektedir.
Bana, tıpkı tarihe yönelik olduğu gibi, bugünkü olayların ele alınmasında da bir madalyonun çifte yüzü gerçekliği ile karşı karşıyayız gibi geliyor. Ve yine aynı tarihe yaklaşımda olduğu gibi, bugünkü sorunların ele alınmasında da, taraflar madalyonun sadece bir yüzüyle ilgileniyor gibidirler.
Burada, acaba madalyonun her iki yüzüne birden bakabilmek mümkün mü konusunda bir şeyler söylemeye çalışacağım.
Kuşatma ve tehdit gerçek mi paranoya mı?
Bugün, Batı ve Büyük devletlerin, Türkiye’nin bölgesel güç olmasının önünü kesmek gibi ciddi bir jeo-stratejik bir hedefleri olduğunu görmek mümkün. Mısır Darbesinin arka plan nedenlerinden birisinin, Ortadoğu’da AKP-Müslüman Kardeşler eksenli yeni bir jeopolitik gücün doğmasının engellenmesinin yattığı bile kolaylıkla ileri sürülebilir. Ama bunun da, devletler arası siyasetin normal bir tarzı olduğunu kabul etmek gerekir. Türkiye de benzeri bir biçimde, örneğin Esat rejiminin zayıflaması ve çökmesi için elinden geleni yaptı ve hala da yapıyor.
Gözlediğim, Türkiye’nin kendisine yönelik “kuşatma” operasyonuna verdiği cevap ile tarihte Osmanlılar tarafından verilen cevapların büyük benzerlikler gösterdiğidir. Tarihte de bugün de dışardan geldiğine inanılan kuşatma ve baskılara karşı içerde sertleşme ile tepki verilmişti. Hatta, içerde bazı etnik ve/veya dini gruplar bu kuşatmanın iç uzantıları olarak tespit edilmişler ve bu çevreler iç düşman olarak tanımlanmışlardı. Gelişmelerin belli bir seviyesinde, kuşatmanın kendi imhası ile sonuçlanacağı endişesi ile sorun bir “varlık-yokluk” meselesi olarak formüle edilmeye başlanmış ve yok olmaktan kurtulmanın yolunun, iç düşmanların imha edilmesinden geçtiğine inanılmıştı. Tarihimizde yaşanan soykırım dahil, büyük insanlık dramlarının da ana nedeni budur.
Bugün, AKP’ye yakın basında esas olarak aynı dilin giderek egemen olmaya başladığını görmek mümkün. Hatta bugünkü kuşatma ile tarihteki kuşatma arasında kıyaslamalar yapılmakta ve insanlar, tarihteki gibi büyük bir ulusal direnişe, başkaldırıya davet edilmektedir.
Yine Karagül’den örnek verirsek, Türkiye’nin bugün hem içerden hem de dışardan bir cephe tarafından kuşatıldığını söyleyen Karagül, bu cepheyi biçimlendiren iradenin, “Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı siyasi otoritesini darmadağın eden... irade” olduğunu iddia eder. Karagül’e göre, Türkiye’nin karşı karşıya olduğu büyük tehdit, “Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı'ya yönelen yıkıcı tehditle aynıdır, nitelik olarak aralarında hiçbir fark yoktur.” “Birinci Dünya Savaşı dönemindekiler kadar vahim bir ihanet daha yaşanıyor” diyen Karagül, bu ihanete karşı yapılması gerekenin “karşı cephede yer alan... iç figüranlara karşı bir tür milli mücadele(nin), arınma(nın) başlatılma(sı)” olduğunu söyler.
Dikkat edilirse, geçmişte yaşandığı söylenen kuşatma ve ihanetler üzerine konuşulurken, bu dönemde kitlesel imhaların yaşandığı, başta Ermeniler olmak üzere, tüm Hristiyan toplulukların katliam ve sürgünlere kurban edildikleri konusunda tek bir satır bile okuyamazsınız. Yoktur böyle şeyler... yaşanmamıştır... olmamıştır... Geçmişte de bugün de söz konusu olan, bir ihanet ve bu ihanete karşı ulusal direniş ve ulusal savunmadır.
Kitlesel katliamlara kapı açan zihniyet, içe yönelik sertleşmenin de ana nedenidir
Şaşırdığım husus şu, kendisine demokrat, liberal veya solcu diyen çevrelerde, AKP’ye ve onu savunanlara egemen olan bu diskur konusunda tek bir satıra rastlamak mümkün değildir. Bu cenahta, AKP’nin gerek iç ve gerekse dış olaylara tepki veriş tarzını esas olarak belirleyen bu zihniyet dünyası tamamıyla es geçilmekte, adeta yok sayılmaktadır. Ben ise, kendisini iç ve dış düşmanlarla kuşatılmış olarak gören ve adımlarını bu kuşatılmış psikolojine göre atan AKP tutumunun son derece ciddiye alınması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü geçmişte kitlesel katliamlara kapı açan bu zihniyet, bugün içe yönelik sertleşmenin de ana nedenidir.
Dikkat edilmesi gereken husus, Türkiye’nin bir kuşatma altında olduğu tezinin ne kadar gerçeklere denk düşüp düşmediğinin çok önemli olmadığıdır. Eğer kuşatma ve tehdit altında olduğunuza inanıyor ve karşınıza çıkan her olayı bu kuşatmanın doğal adımları olarak görüyor ve değerlendiriyorsanız, belli bir aşamadan sonra bu inanç bir gerçeklik haline gelir. Bu noktadan itibaren bu inancın bir paranoya ürünü mü yoksa bir hakikate mi denk düştüğü önemsizleşir. Paranoya ile hakikat arasındaki sınır kaybolur.
Gezi ile birlikte içine girilen süreçte, AKP açısından da bu sınırın kaybolmuş olduğunu rahatlıkla iddia edebiliriz. Seçimlerle birlikte, AKP çevrelerinin içine girdiği rahatlama kimseyi aldatmasın. Bu durum geçicidir. Çünkü hem AKP kendisine yönelik muhalefeti bu gözle görmeye devam edecektir hem de başta büyük güçler olmak üzere bölge devletleri, bölgesel bir güç olmak isteyen Türkiye’nin önünü kesmek için çaba harcamaya devam edeceklerdir.
Öte yandan AKP karşıtları da, büyük devletlerin Türkiye’ye yönelik politikalarını, Erdoğan’ın sıradan manipülasyonları olarak görmeye devam edeceklerdir.
“İç ve Dış” ayırımının anlamsızlığı
Bu noktada önemli olan, Türkiye’nin bölgesinde karşılaştığı sorunların ne olduğu ve bu konuda ne tür stratejilerin geliştirilmesi gerektiği üzerine tartışmaktır. Sorun sadece bölgeye yönelik politikalarla sınırlı değildir. İç politikalar da buna doğrudan bağlıdır. Zaten en somutu Kürtler ekseninde görüldüğü gibi, Türkiye’de yaşayan bazı etnik-din grupları açısından iç ve dış ayırımının fazla bir anlamı da yoktur.
İstikrar arayan insanların AKP'ye yönelmesi son derece anlaşılır
Başta büyük devletlerin bölgeye yönelik politikaları olmak üzere, bölgesel gelişmeler ve olası perspektifler konusunda ciddi bir tartışma yapılmazsa, iç politikaya yönelik sorunlarda ciddi alternatifler geliştirilemeyeceğini düşünüyorum. Eğer bu tartışma yapılmazsa, AKP’nin, “ne ondurma ne öldürme” stratejilerine karşı geliştirdiği “iç daralma” siyasetinin tek seçenek olarak kalmaya devam edeceğini tahmin ediyorum. Dışarısı “ne ondurmak ne de öldürmek” hedefiyle Türkiye’nin önüne engeller çıkartan ve karışıklıklar yaratan olarak görüldüğü müddetçe ve içerde muhalefet edenler de bu dış güçlerin iç uzantıları olarak sunuldukça, istikrar arayan insanların AKP’ye yönelmeleri son derece anlaşılır olacaktır.
Türkiye, aldığı tavırla, istemediği sonucu kendisi yaratır
Bu nedenle, AKP’ye karşı politikalar geliştirmenin bir nevi “Tayyip karşıtlığı” olarak formüle edilmesini çok anladığımı söyleyemem. Çünkü ortada Erdoğan ile sınırlı olmayan, bütün bir toplumun ruhuna sinmiş bir halet-i ruhiye söz konusudur. Geçmişte de benzeri durumlarda, salt yönetici elitler olarak değil, toplum olarak da benzeri tepkiler verilmişti. Ve bu tepki veriş tarzı, “ne ondurma ne de öldürme” stratejilerinin başarılı olmasının yolunu açmıştı. Yani Batı politikalarının bu topraklarda istediği sonuçlar almasının en önemli nedenlerinden birisi, Türk yönetici elitlerinin ve toplumun bu politikaları verdiği cevap tarzıdır. Türkiye, aldığı tavırla, istemediği sonucu kendisi yaratır gibidir.
Özetle söylemek istediğim, Türkiye’nin bölgeye ilişkin ne tür politikalar geliştirmesi gerektiği, iç politikanın bir unsuru olarak tartışılmak zorundadır. Oysa benim gördüğüm, Türkiye’de kendisine muhalifim diyen güçler, Ortadoğu’yu yönelik ciddi açılımlar getirmek yerine, ya ISIS ile Türkiye arasına eşit işareti koyma basitliği ile yetinmeyi tercih ediyorlar; (ki Türkiye’nin Sünni İslam eksenli bölgesel bir güç olma stratejisinden ürken Batılı büyük devletlerin de severek desteklediği bir basitlik bu...) ya da, Ortadoğu’daki gelişmelerin kendisi için stratejik anlamda olumlu bir ortam yarattığına inanan PKK’nın iç savaşı da göze alan stratejilerinde derin anlamlar aramaya çalışıyorlar. Geniş bir sol-demokrat kesim, tuhaf bir “devrimci romantizmi” hastalığı ile, PKK’nın bu stratejisinin Kürt halkına verdiği zararlara gözlerini kapamayı tercih ediyor. Öte yandan, güvenlik güçlerinin kuşattığı Kürt evlerinin duvarlarına “Türksen gurur duy, değilsen itaat et”, ibareleri yazarak kendisini sıradan bir işgal gücü haline soktuğu gerçekliğinin üzerinde ise durmaya bile gerek yok.
Bu siyasi körlük ve sığlık nedeniyle, AKP’nin bölgeye yönelik stratejileri ile Silahlı Kuvvetlerin politikaları arasında farklar olabileceği veya AKP’ye karşı bir darbe ihtimalinin gündeme gelebileceği gibi bir dizi anlamsız tartışmaları yapanlar da oldu. Oysa eğer tarihimiz üzerine düşünülmüş ve daha yakından bakılmış olsaydı görülecekti ki, Türk yönetici elitleri, sivil-asker ayırımına bakmaksızın, bu tür kriz durumlarında benzeri tavırları almışlar ve bu tavırlarına büyük toplumsal destek de bulmuşladır. Söylemek istediğim, AKP ile devletin diğer kurumları arasında fark olabileceği üzerine oturmuş analizlerin çok işe yaramayacağıdır.
Ana sorun aynıdır: eğer Türkiye, gerek bölgedeki gerekse büyük devletlerle, bölge üzerinde ciddi bir egemenlik alanı savaşı veriyorsa, ve günümüzde devletler arası ilişkilerde bu savaş “orman kanunları” esasına göre sürdürülüyorsa, Türkiye’nin izlemesi gereken strateji ne olmalıdır? AKP’nin veya devlet erkinin bir bütün olarak izlediği stratejinin hatalı ve yanlış tarafları nelerdir? Tartışılması gereken budur.
AKP’nin ve sivil-asker yönetici elitlerin en büyük hatası, büyük devletlerin kendisine yönelik izlediği politikalara, içerde sertleşme ve iç düşman arama ile cevap vermeleridir. Bu cevap veriş tarzı, sadece ve sadece Türkiye’yi “ne ondurma ne de öldürmek” isteyen çevrelerin arayıp da bulamayacağı bir tepki tarzıdır. “Dış düşman ve onların iç uzantıları” metaforu son derece tehlikelidir. Şimdilik sadece örgüt ve çevre ile sınırlı olarak kullanılan “iç düşman” tanımının, kısa sürede bütün bir etnik-din topluluğunu kapsayacak şekilde kullanılması da mümkündür. 1 Kasım seçimleri ile rahatlamış gibi görülen ortamın, aktörler ve tavır alışları değişmediği müddetçe, kısa sürede yeniden krize dönüşmesi kaçınılmazdır.
AKP’nin içe ve dışarıya yönelik geliştirdiği politikaların, büyük devletlerin Türkiye’ye yönelik izlediği siyasetlere karşı belli bir tavır alışa denk düştüğünü görmeyen, ve büyük devletlerin izlediği siyasete yönelik ciddi eleştiriler getirmeden, sıradan bir anti-AKP siyaseti ile yetinmenin de getirebileceği hiç bir şey yoktur. Şu anda ama kendisine “muhalefetim” diyen çevrelerin yaptığı bunun dışında bir şey değildir.
Özetle, Türkiye’de, şu andaki tartışmalarda taraflar, sanki bambaşka dünyalarda yaşıyor gibidirler. Sanki farklı sosyal gerçeklikler üzerine konuşuyorlar gibidirler. Eğer gerçeklikteki bu büyük yarılma ortadan kaldırılamaz, ve iç ve dış sorunları aynı yerden gören açılımlar geliştirilemezse Türkiye’nin “ne ondurma ne de öldürme” cenderesinden çıkabileceğini zannetmiyorum. Hatta gerek AKP’nin, gerekse ona muhalefet ediyor görünenlerin, bu “ne ondurma ne de öldürme” sürecini sadece hızlandırmaya yarayan sıradan aktörler olma tehlikesi vardır. Kendi sonunu kendi elleriyle hazırlayan bir toplum görünümündeyiz. Buna bir son vermek gerek...
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın planı tuttu 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakHakikat’e savaş açan troller! 26.08.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERYeni Bir Çözüm Süreci Ne Kadar Mümkün? 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİNSANLIĞIN ÖLÜMÜ 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaKılıçdaroğlu’nun adaylığı 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKAN“Ya herro ya merro” mu dedi?.. 7.01.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇAL2022 yılı karamsarlıklarımızı tersine çevirebilir mi? 4.01.2022 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrtadoğu’nun ‘Yeni Dönemi’ 9.12.2021 Tüm Yazıları
-
Muharrem SarıkayaOylardaki yükselişin ağırlığı 7.11.2021 Tüm Yazıları
-
Şevki ÇELİKCİKEMAL ARABACI 17.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin GürcanFırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var? 13.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin MünirErkeğin kadını ezmesi 22.09.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AcetSon anketler ne diyor? 9.09.2021 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZKONYA KATLİAMI VE GAZETECİLİK MESLEĞİ ÜZERİNE 2.08.2021 Tüm Yazıları
-
Yasin AKTAYTaliban’ın inancıyla ters olma arzusu 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Süleyman Seyfi Öğün2023’e doğru Türkiye 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Yusuf KaplanFetih ruhu ve rüyası 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Cem SANCARHanımefendi diyeceksiniz 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ali AYDINİşsiz Kalan Antikorlar, Lanetli Pay ve Siyaset 17.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer F. GergerlioğluMuhafazakârlar çürümeye niye sessiz? 8.06.2021 Tüm Yazıları
-
Mustafa ÖztürkNiyet ve akıbet 29.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ayşe BöhürlerTarih büyük harflerle yazılmaz 28.05.2021 Tüm Yazıları
-
Gazi BAŞYURTBir zamanlar sayılamazdık parmak ile, şimdi eksiliyoruz birer birer… 25.05.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENİsrail’in sonu gelmez işgalciliği 15.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer Ahmet ÖZERENBİR 1 MAYIS Anekdotu… 10.05.2021 Tüm Yazıları
-
Osman CAN24 Nisan 1915: Kardeşimin Cenazesini Kaldıramadım Hala! 29.04.2021 Tüm Yazıları
-
Verda ÖZERBırak artık eski normali 28.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYAN24 Nisan’ı anmak 24.04.2021 Tüm Yazıları
-
Kurtuluş TAYİZPandemide Erdoğan'ı devirme planı çöktü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali Saydam23 Nisan ‘Çocuklara Hürmet’ Günü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Vedat BilginSistem değişti de ne oldu! 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali TarakçıZEVZEK'in asıl amacı Montrö değilmiş! 17.04.2021 Tüm Yazıları
-
Burak Bilgehan ÖzpekVesayet Nedir, Nasıl Kurulur, Niçin Çöker? 16.04.2021 Tüm Yazıları
-
Firuz TÜRKERDARBE GİRİŞİMİNE HAZIR OLMAK 4.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız RamazanoğluYeni metin ne söyleyecek? 25.03.2021 Tüm Yazıları
-
RAGIP DURAN'Bir tek kişinin otoritesi suçtur!' 22.03.2021 Tüm Yazıları
-
Sevilay YALMANMesele Gergerlioğlu meselesi değil! 19.03.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKBACAKİZMİT KÖRFEZİ YAKIN, DENİZ BİZE ÇOK UZAK! 17.03.2021 Tüm Yazıları
-
Ural ATEŞERANADİL... 21.02.2021 Tüm Yazıları
-
Demir Küçükaydınİki Devrimci – Türeci ve Şahin 4.01.2021 Tüm Yazıları
-
Perihan MAĞDENHayaller: ETHOS, Gerçekler: BİR BAŞKADIR BENİM MEMLEKETİM 18.11.2020 Tüm Yazıları
-
Talat ULUSOY9 Eylül 1922, İzmir’in “KURTULUŞ” Günü’nde… 9.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mahmut ÖVÜRAK Parti mi “İhvan’cı” siz mi operasyon çekiyorsunuz? 8.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mustafa Yurtsever2010 YILI REFERANDUMU’NUN BİTMEYEN HİKAYESİ 29.08.2020 Tüm Yazıları
-
Hilâl KAPLANİstanbul Sözleşmesi yaşatır mı? 7.08.2020 Tüm Yazıları
-
Eşref ÇAKARKonca Yazışmaları... 5.08.2020 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunOsmanlı Kudüs’ü 4.06.2020 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANÜmitliyim, çünkü… 26.05.2020 Tüm Yazıları
-
Kadri GÜRSELTürkiye’de darbe mi olacak gerçekten? 16.05.2020 Tüm Yazıları
-
Sinan ÇİFTYÜREKTürbülanstan mayın tarlasına dalış yapan AKP! 13.05.2020 Tüm Yazıları
-
Yaşar YAKIŞTürkiye’nin iktidar partisi yardımlaşmayı da tekeline almak istiyor 25.04.2020 Tüm Yazıları
-
Orhan PamukEski salgınlar ve bugün biz 24.04.2020 Tüm Yazıları
-
Bejan MATURÖlüm hangi boşluğu doldurur? 12.04.2020 Tüm Yazıları
-
Umut ÖZKIRIMLIKorona ve milliyetçilik 8.04.2020 Tüm Yazıları
-
Raffi Hermon Araks‘ARTSAX (Dağlık Karabağ) MESELESİ, NEDİR VE NE DEĞİLDİR? 1.04.2020 Tüm Yazıları
-
Serdar KAYAİslam, Bilim, Virüs, Kumaş 24.03.2020 Tüm Yazıları
-
Markar ESAYANKarantina günlerinde yalnızlık... 20.03.2020 Tüm Yazıları
-
Eyüphan KAYACorona Virüs bir musibettir 19.03.2020 Tüm Yazıları
-
Merve Şebnem OruçSürreel bir devrim: Gezi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Metehan DemirMoskovanın samimiyet testi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Tayfun AtayGoebbels korosu söylüyor: "Her şey mükemmel efendim!" 18.02.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın AKDOĞANBirilerini suçlama yarışı 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Hüseyin GÜLERCECHP, şimdi de İlker Başbuğu alet ediyor 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Ufuk COŞKUNCemevleri için Cumhurbaşkanı’na Çağrı! 20.01.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın ERGÜNDOĞANGökdelen hançeri tam İzmir’in kalbine saplanıyordu ki… 16.12.2019 Tüm Yazıları
-
Nihat Ali ÖzcanOrtadoğu’nun karmakarışık halleri 22.10.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TenekeciDün ve bugün 11.09.2019 Tüm Yazıları
-
Haşmet BABAOĞLUİçerisini iyi anlamak için dışarıya bak! 9.09.2019 Tüm Yazıları
-
Esat KORKMAZYOLDAŞIM YAVUZ ÇANAK 29.08.2019 Tüm Yazıları
-
Ali KİREMİTCİDÜNYADA VE TÜRKİYE’DE SİYASET YENİDEN ŞEKİLLENİYOR 13.07.2019 Tüm Yazıları
-
Tayfun TURANAYILANA GAZOZ, BAYILANA LİMON. 11.07.2019 Tüm Yazıları
-
Mustafa DAĞCIÖTEKİLEŞTİRMENİN ÖTESİ= DÜŞMANLAŞTIRMAK 3.07.2019 Tüm Yazıları
-
Gürkan-Zengin23 Haziran seçimleri: Bir vak’ayi hayriyye 25.06.2019 Tüm Yazıları
-
Serdar ESEN"Herşey Çok Güzel Olacak" mı? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Celal DENİZIRKÇILIĞIN TEDAVİSİ VAR MIDIR? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet AY14 Mayıs güzellemelerinin anlamı 15.05.2019 Tüm Yazıları
-
Salih TunaZincir sesleri 23.04.2019 Tüm Yazıları
-
Beril DEDEOĞLUİflas eden tüccar, eski defterleri karıştırırmış 27.02.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TığlıBu ne iki yüzlülük!... 26.02.2019 Tüm Yazıları
-
Nermin ALPAYİNSAN VE EKONOMİK DEĞERİ 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKSUUDİLER UNUTMAK İSTİYOR AMA OLMUYOR 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
Ümit FıratBir mahalli seçim hatırası 15.01.2019 Tüm Yazıları
-
Murat AKSOYUnutmayalım yerel seçime gidiyoruz 11.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ekin GÜNBİR… İKİ… İZMİR MARŞIYLA KOŞ! 4.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet SeverTürkiye bu kadar tehdit ve hakaret eden bir Cumhurbaşkanı görmedi 18.12.2018 Tüm Yazıları
-
İbrahim SEDİYANİKirletme 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
Nadi ÖZTÜFEKÇİUlusal mı Ulusalcılık mı? 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
M.Şükrü HANİOĞLUDünya “biz”i parçalamak için mi savaştı? 26.11.2018 Tüm Yazıları
-
Cemil ERTEMEkonominin geleceğini simgeler anlatır! 31.10.2018 Tüm Yazıları
-
Amberin ZAMANCemal Kaşıkçı ve Türkiye’nin itibarı 10.10.2018 Tüm Yazıları
-
Mete YararCastle International 28.09.2018 Tüm Yazıları
-
Mehmet CANFilistin ulusal sorunu-II 25.09.2018 Tüm Yazıları
-
Leyla İPEKCİAile içi eğitimin maneviyatı (1) 18.09.2018 Tüm Yazıları
-
Ümit KurtTarihçi Kieser: Modern Türkiye'nin eş kurucusu Talat Paşa 17.09.2018 Tüm Yazıları
-
Güngör UrasABD’DE BORÇ KRİZİ 10.08.2018 Tüm Yazıları
-
Serpil Çevikcan24 Haziran sonrasındaki şema 30.05.2018 Tüm Yazıları
-
Hüseyin ÇAKIRVaatlerinizi sözleşme olarak imzalayın… 27.05.2018 Tüm Yazıları
-
Kürşat BUMİNLGS Türkçe: Çocuklarla dalga mı geçiyorsunuz? 7.02.2018 Tüm Yazıları
-
Yusuf Ziya DÖGERTürkiye Seçimlerinin Kilidi Kürdler 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Aslı AydıntaşbaşYaklaşan facia 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Özgür MumcuTutuklu yargı 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Arife KÖSEHawaii’den sonra nükleer savaş tehdidini yeniden düşünmek 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Güldalı COŞKUNSeçim kritiği desem de…. 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Ergün Diler23 gizli toplantı. 8.01.2018 Tüm Yazıları
-
Ceren KENARMusul sonrası DEAŞ 14.07.2017 Tüm Yazıları
-
Okay GÖNENSİNSertleşme mi normalleşme mi? 11.07.2017 Tüm Yazıları
-
İhsan ELİAÇIKDini çoğulculuk gereği kadından imam olabilir 23.06.2017 Tüm Yazıları
-
Adil GÜRHay Allah yine çenemi tutamadım! 16.04.2017 Tüm Yazıları
-
Hüseyin SARIBAŞHAYIR, YETER ARTIK! 18.02.2017 Tüm Yazıları
-
İlhan ÇETİNFiliz 22 gündür hayata tutunmaya çalışıyor... 7.02.2017 Tüm Yazıları
-
Mustafa ARMAGANÇankaya’nın karakutusu Latife Hanım mı? 7.02.2017 Tüm Yazıları
-
Süleyman YAŞARVatandaşın dövizini devlete dört katı faizle satıyorlar 26.07.2016 Tüm Yazıları
-
A.Turan ALKAN40 $, hem de ‘döge döge’ 15.07.2016 Tüm Yazıları
-
İhsan YILMAZÜmmetin ortak dili: İngilizce 13.07.2016 Tüm Yazıları
-
Bülent KORUCUÖzel haber bayramı 11.07.2016 Tüm Yazıları
-
Gökhan ÖZGÜNBen HDP’ye oy veriyorum… 28.06.2016 Tüm Yazıları
-
Orhan MİROĞLUYazmaya kısa bir mola veriyorum 17.04.2016 Tüm Yazıları
-
Cemil KOÇAKVe Türkiye ‘hayır’ diyor! 16.04.2016 Tüm Yazıları
-
Sema İZOLCennette de hendek var mı anne? 15.02.2016 Tüm Yazıları
-
Lale KEMALMİT-Mossad kırılganlığı, Rusya ile IŞİD gerilimi 9.02.2016 Tüm Yazıları
-
Birgül HAKANAli Demirsoy 9.02.2016 Tüm Yazıları
-
Sanem ALTANAcılar usta, bizler çırağız.. 6.02.2016 Tüm Yazıları
-
Hadi ULUENGİNOtoriterlik yükselirken 4.02.2016 Tüm Yazıları
-
Demiray ORAL‘Serbest kötülük ortamı’nı icat ettik / Hep birlikte - Tev bi hev re* 2.02.2016 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARANSUYasadışı dinleme suç değilmiş! 1.02.2016 Tüm Yazıları
-
Enver SEZGİNEkrem Sezgin 1.02.2016 Tüm Yazıları
-
Gülay GÖKTÜRKAYM’den AİHM’e cevap 12.01.2016 Tüm Yazıları
-
Yasemin YILDIRIMSayın Kılıçdaroğlu elinizi yükseltin ve “Demirtaş 15 Temmuz gecesi neredeydi?” diye sorun 5.01.2016 Tüm Yazıları
-
Ayhan BİLGENYalanın gücü tükenir, onur kavgası tükenmez 30.12.2015 Tüm Yazıları
-
Zeliha AKPINARNefretiniz elektriğe dönüştürülebilseydi bütün dünyayı aydınlatırdı 29.12.2015 Tüm Yazıları
-
Umur COŞKUNSöz Geçmez, Top Mermisi İşlemez 28.12.2015 Tüm Yazıları
-
Abdülkadir Küçükbayrak“Analar ağlamasın”dan “Analarını ağlatacağız”a nasıl gelindi! 28.12.2015 Tüm Yazıları
-
Ekrem DUMANLIGeç kaldın ey Müslüman 17.11.2015 Tüm Yazıları
-
Semra POLATFransa'nın mülteci ayarlı bombaları 14.11.2015 Tüm Yazıları
-
Ferdan ERGUTHDP içi bir PKK eleştirisi mümkün müdür? 12.11.2015 Tüm Yazıları
-
Nejat ERDİMIŞİD,KÜRTLER VE KAPIMIZDAKİ TEHLİKE! 22.07.2015 Tüm Yazıları
-
Mazlum ÇETİNKAYAEşitlik yoksa kardeşlik de yok! 26.06.2015 Tüm Yazıları
-
Hakan DEMİRCANKoalisyon hava durumu 3 21.06.2015 Tüm Yazıları
-
Tuncay TOPCamide propaganda ve ucuz taşra siyasetçiliği 27.05.2015 Tüm Yazıları
-
Mithat SANCARİnkarın bedeli 30.04.2015 Tüm Yazıları
-
Bülent KARATAŞBirol Başören 28.03.2015 Tüm Yazıları
-
Hasan ÖZTÜRKİLMİK İLMİK 26.02.2015 Tüm Yazıları
-
Kelemet Çiğdem TÜRKMUNZUR’UN ŞİFASI 6.02.2015 Tüm Yazıları
-
Gürbüz Çimen2 Dil 1 Bavul 2.02.2015 Tüm Yazıları
-
Kerem ALTANHayaller duşakabin 20.01.2015 Tüm Yazıları
-
Mehmet YILDIZEnseyi karartmamalı ama nasıl? 8.01.2015 Tüm Yazıları
-
Eylem YILMAZDemokratı az olan toplumlar az demokrasi ile yönetilirler! 3.01.2015 Tüm Yazıları
-
Muhteşem ÖZDAMARHDP'yi BEKLEYEN TEHLIKE 29.12.2014 Tüm Yazıları
-
Mehmet DOĞANHADİ KALK 7.08.2014 Tüm Yazıları
-
Haydar TOPAYSevgili Yoldaşımız, ağabeyimiz Burhanettin Çetinkaya... 13.07.2014 Tüm Yazıları
-
Erdal TALUPolitikada Yeni Paradigmanın Doğuşu 7.06.2014 Tüm Yazıları
-
Mehmet KIRARSLANHalklar nasıl karar verir? 20.04.2014 Tüm Yazıları
-
Yasemin ÇONGARKiev’den notlar: Avrupalılaşmak ile güdülmek arasında… 4.02.2014 Tüm Yazıları
-
Zülfikar ÖZDOĞANTarih, Tarih Olalı... 2.01.2014 Tüm Yazıları
-
Neşe DüzelHata ve devlet gazetecileri 11.12.2013 Tüm Yazıları
-
Selçuk UZUN1915/16´da Erzurum Vilayeti Valisi Tahsin Uzer (1) 25.07.2013 Tüm Yazıları
-
Dr.Sivilay GENÇSibirya ablası 2.05.2013 Tüm Yazıları
-
Nihat TAŞTANBU GÜNÜN MÜŞRİKLERİ MEKKE MÜŞRİKLERİNİ ARATMIYOR 16.03.2013 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCI-Taraf YazılarıBelirsizlikler zamanı ve ütopya zamanı 21.10.2012 Tüm Yazıları
-
Orhan MİROĞLU-Taraf yazılarıESAT’IN YENİ HAMLESİ.. 8.10.2012 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜR-Taraf yazıları1922’de Güzelim İzmir’e Kimler Kıydı? 9.09.2012 Tüm Yazıları
-
Cevdet AŞKINŞiddetli çatışma dönemi başladı 22.05.2012 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtTüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
24.03.2025
5.06.2023
1.04.2021
15.07.2020
2.05.2020
25.04.2020
22.04.2020
5.04.2020
28.01.2020
21.01.2020