Tuncay TOP

Tuncay TOP
Tuncay TOP
Tüm Yazıları
BARIŞ KONSEYİ VE ÖCALAN FORMÜLÜ
13.07.2011
3366

Abdullah Öcalan'ın geçen hafta yaptığı açıklamalar yine büyük ilgi ve tartışma yarattı.
Öcalan, Heyet’le son görüşmesinde Barış Konseyi'nin kurulması için mutabakata vardıklarını söyledi.
Bu sözlerden sonra değişik çevrelerde Barış Konseyi'ne yönelik tartışmalar başladı.
Ancak tartışmaların derinlikli ve yapıcı seyrettiğini söylemek mümkün değil.
Maalesef konseyin ne işlevine ne de yapısına yönelik sağlıklı tartışmalar yaşandı.
Tam tersine bazı kalemler işi kriminalize etme, Kürtlerin aleyhine çevirme yolunu seçti.
Öcalan'ın Barış Konseyi'ne yönelik sözlerine baktığımızda karşımıza üç boyut çıkıyor:
Birinci boyut konseyin kuruluş meşruiyeti…
Öcalan, konseyin kuruluşunun kendisiyle görüşen heyetle üzerinde vardıkları bir uzlaşma olduğunu söylüyor.
O zaman konseyin kendisine yarı-resmi bir yapı olarak da bakabiliriz.
İkinci boyut konseyin yapısı...
Öcalan, konseyin yapısını şu sözlerle açıklıyor; "Barış Konseyi ne resmi bir devlet organı olacak ne de sadece sivil bir organ olacaktır."
Üçüncü boyut konseyin işlevi...
Öcalan'ın sözlerinden konseyin barış çalışmaları, barışın gerçekleşmesi ve çözüm için çalışacağını anlıyoruz.
Öcalan'la yürütülen görüşmeleri gözlemleyen analitik düşünen çevreler, "tarafların üzerinde uzlaşmaya vardığı bir yol haritasının bulunmamasının" süreci zâfiyete uğratacağı eleştirisinde bulunuyorlardı.
Şimdi taraflar bir yol haritası üzerinde uzlaşmış ve anlaşmış görünüyorlar.
Murat Karayılan, usta gazeteci Hasan Cemal'e üç adet protokol hazırlandığını açıklamıştı.
Bunu "taraflar üzerinde uzlaştıkları bir yol haritası hazırladı" diye mütalaa edebiliriz.
Eğer taraflar bir yol haritası üzerinde anlaşmış ve uzlaşmış ise geriye bu yol haritasını hayata geçirecek mekanizma kalmış olur.
Şimdi taraflar yol haritasını hayata geçirecek o mekanizmayı da tanımlamış ve üzerinde uzlaşmaya varmış görünüyor.
Barış Konseyi bu açıdan stratejik bir önemde.
Peki bundan sonra ne olacak?

Barış Konseyi kurulacak mı?

Öcalan Barış Konseyi'nin heyet ile mutabakat sonucu olduğunu belirtiyor.
Yani konseyin oluşturulması düşüncesi aynı zamanda devlet heyetinin de düşüncesi.
Ancak bu haliyle Barış Konseyi, "atılması gereken adım" olarak masanın üzerinde duruyor.
Örneğin bu mekanizma pratikleşecek mi? Siyasi iktidar bu mekanizmanın hayata geçmesi için adım atacak mı?
Veya zamana yayıp sulandıracak mı?
Eğer konsey mekanizması hayata geçerse şu sonuçları görmüş olacağız;
Artık sürecin bir çözüm hakemi olmuş olacak. O hakem toplumun değişik kesimlerini kapsadığı için bir nevi ülke vicdanı olacak. Bir nevi siyaset üstü olacak.
O vicdan ateşkesi denetleyecek, hükümete öneriler yapacak, taraflarla görüşecek, sürecin gelişmesi ve kurumsallaşması için taraflara öneriler götürecek.
Bazı vaka ve olguları inceleyen ‘araştırma komisyonu’ işlevi görecek. Mesela ölümle biten bir çatışmayı irdeleyerek, çatışmaya kimin vesile olduğunu inceleyecek.
Hükümete yakın isim olan Emre Uslu, konseyin kurulmaması için derin savaşlar verileceğini söylüyor.
Ama Uslu, kurulmaması için derin hamlenin PKK'den geleceğini düşünüyor.
Uslu, hâlâ psikolojik propagandanın Kürtlerde bir karşılığı artık bulunmayan soğuk savaş paradigmasıyla düşünüyorsa mesele yok.
Ama "sürecin çökmesini muhatabına fatura et" niyetli postmodern psikolojik savaş paradigması ile düşünüyorsa, durum vahim.
Çünkü her ne kadar Emre Uslu, inkâr da etse polise, dolayısıyla hükümete yakın bir kaynak.
Polisin veya hükümetin sulandıracağı bir adımın sözü o zaman İmralı'da neden veriliyor?
Kürtlerin doğal olarak bu soruyu sormaları ve yanıtını beklemeleri en doğal hakları.
Emre Uslu veya Uslu gibi düşünen isimlerin bilmeleri gereken bir gerçeklik de şu ; Politik Kürt damarı onların tahayyül ettiği noktada değil artık. Biraz empati yapılır, biraz analitik zeka işletilirse çok farklı ve derin gerçekler kolaylıkla görülebilir.
Elin oğlu Atlantik ötesinden geliyor ve onların burada göremediği gerçekliği görerek şu tezi seslendiriyor:
"Artık Güneydoğu'da kendi kendine çalışan bir organizma var ve bu organizma devamlı gelişip, değişiyor."
Henri Barkey, bunları söylüyor "bizim Emre" hâlâ deve kuşu siyaseti izliyor.
Nerede bulunduğumuzu iyi görelim. Kürt sorununda artık talep eden Kürt dönemi kapanmış, "Biz ne yapmalı ve ne vermeliyiz ki Kürtleri kaybetmeyelim, Kürtler bizden kopmasın" dönemi başlamıştır.

Hiç kimse ve hiçbir siyasi kesim kof kabadayılığa düşmeden, bir arada yaşamanın anayasal güvencesine kafa yormalı, yalandan işleri bırakmalı, savaşla anılmayan bir iç barışı birlikte örmeli, son enerjisini de buna harcamalıdır. 

Kimi yalaka gazetelerin yaptığı gibi, Kürtlerin siyasi geleceklerini Diyarbakır’dan belirleme çabalarını sulandırmak ve onu basit bir meclise gelme –gitme tutumu olarak algılama çabası, ne bu ülkede uygulanan zulmü kavramaya ne de Kürtleri samimi bir içtenlikle anlayabilmeye hizmet eder.

Biz Kürtleri anlamadan kınamak yerine onların kendi geleceklerini belirleme haklarına saygı duyalım yeter.

Bırakalım gerisine Kürtler karar versin.

Zira, Demokratik özerkliği ilan edecek derecede kurumsallaşmış ve darbelerle malul bir ülkeyi özgürlükçü bir anayasa yapma aşamasına getirmiş bir Kürt hareketinden Türkiye’nin öğreneceği çok şeyler var.

İleri demokrasiyi kendinde içselleştirebilmek ve amasız fakatsız bir hak kabulü ilk ders sayılabilir mesela.

Hep birlikte öğrenerek gelişeceğiz vesselam…

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar