Ümit Fırat
Bugünkü yazımda esas olarak genel seçimlerde HDP’nin Kürt illerindeki oy kaybı ve AK Parti ile MHP’nin bölgedeki oylarının beklenmeyen artışı hakkında yazmak istiyordum. Ne var ki, kimi zaman ağaçlara takılıp, ormanı görememek gibi bir meselemiz olduğu için, seçim sonuçları hakkında yapılan tartışma ve değerlendirmelerin daha epey süreceğini dikkate alarak, ağırlıklı olarak yüzde 10 seçim barajı hakkında bir şeyler yazmayı tercih ettim.
1983’te Kenan Evren ve askeri cuntası, sadece kendi kurdurdukları 2 siyasi parti ile seçimlere gidilmesini hedeflemişlerdi. Ancak Turgut Özal’ın kurduğu Anavatan Partisi (ANAP) ortaya çıkınca, düşündükleri planda bir değişiklik yapmak zorunda kalmış ve hiç olmazsa bu partiyi yüksek bir baraj koyarak engellemek istemişlerdi. Ama öyle olmadı. Baraj altında tutmak istedikleri Turgut Özal’ın ANAP’ı yüzde 45 oy alarak, 400 üyeli parlamentoya 211 üye ile girmeyi başarmıştı.
Cuntanın kurdurduğu partilerden Emekli Orgeneral Turgut Sunalp’ın MDP’si, 1986’da, bir sonraki genel seçimlere bile katılamadan dağıldı. Bir bölüm milletvekili Mehmet Yazar başkanlığında Hür Demokrat Parti (HDP) adında bir parti kurduysa da, bir varlık gösteremedi ve 1987 genel seçimlerinden önce DYP’ye katıldı.
Cuntanın, CHP oylarını toparlaması için Başbakanlık Müsteşarı Necdet Calp’e kurdurttuğu Halkçı Parti’nin ömrü de bir sonraki genel seçimlere kadar sürmedi. 1985’te Erdal İnönü’nün liderliğindeki SODEP’le birlikte kendini feshederek Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) çatısı altında birleşti.
1983 seçimlerine icazetli olarak katılmalarına izin verilen sadece 3 partinin yüzde 10 barajını aşmasını bir veri olarak saymazsak, 1987’de itibaren tam 10 kez genel seçim gerçekleşti. Bu 10 genel seçim boyunca, ilk kez 2002 seçimlerine katılan AK Parti ve ilk kez 2015 seçimlerine katılan HDP dışındaki bütün partiler istisnasız olarak yüzde 10 barajına takılıp temsil haklarından mahrum bırakıldı.
Ancak HDP’nin mirasçısı olduğu HADEP, DEHAP, DTP ve BDP gibi partiler de elbette baraj mağduru partiler arasındadır.
Geçen yıllar içerisinde, seçim barajının korunması için 1974-80 dönemindeki olumsuz koalisyon örnekleri gerekçe gösterilerek, küçük partilerin parlamentoya girmelerinin yine koalisyon hükümetleri devrine yol açacağı, bu tür hükümetlerin yeterli hizmetlerde bulunamayacağı ve birtakım sıkıntıların ortaya çıkacağı gibi bahaneler ileri sürüldü. Ne var ki, Türkiye 1991 yılı sonu ile 2002 yılı sonu arasında 3 genel seçim ve kesintisiz 11 sene boyunca yine de koalisyonlarla yönetildi.
Her ne kadar baraj engeline takılarak parlamento dışında kalan CHP, MHP, SP ve bazı küçük partiler siyasi varlıklarını sürdürüyor olsalar da, 2002 seçimleriyle birlikte ANAP, DYP, DSP gibi çeşitli dönemlerde iktidar olmuş, koalisyon hükümetleri kurmuş bazı büyük partilerin siyasi hayatları ise sona erdi. Ama her ne hikmetse bu baraj meselesi, adeta “değiştirilmesi teklif dahi edilemez” kabilinden bir hüküm gibi görülüp bir türlü dokunulmayan bir kural olarak varlığını korumakta.
Son olarak 24 Haziran seçimleriyle birlikte bir kez daha görüldü ki, 35 yıl önce Kenan Evren’in askeri cuntası tarafından seçim kanununa yerleştirilen yüzde 10 seçim barajı, geniş kitlelerin siyasi tercihlerine dönük bir gasptır ve ne adaletle, ne de siyasi etikle bağdaşır bir yanı yoktur.
Bir ülkenin seçme hakkı olan yurttaşları, genel seçimlerde sandığa gittiklerinde, taraftarı oldukları, kendi siyasi taleplerine uyan ve kendisini temsil etmesini arzuladığı bir partiye oylarını verirler. Ama bu ülkede böyle olmuyor. Sandık başına gidip bir partiye oy veriyorsunuz ve eğer bu parti 5 milyon oy almışsa, bütün bu milyonlarca oy, karşı partinin hanesine yazılıyor. Bir küçük ülke nüfusu sayılabilecek kadar oy, geçersiz sayılıyor. Sadece geçersiz sayılmakla kalmıyor, seçtiğiniz bütün milletvekillikleri iptal edilerek, onların yerine rakip parti milletvekili elde etmiş sayılarak, sizi temsil eden partinin parlamentoya girme hakkı elinden alınıyor; yani sizin parlamentoda temsil hakkınız rakibiniz tarafından gasp ediliyor.
Böylesi bir baraj sisteminin son derece adaletsiz ve temsil hakkını engellediği yıllardır söylenip tartışılıyor, ama tabii yıllardır da bir arpa boyu yol alınmıyor. 35 yıl önce hâkim olan bir zorbalık rejiminin adaletsiz ve keyfi bir tasarrufuydu.
Son olarak geçtiğimiz Nisan ayında partiler arasında ittifak kurulmasını sağlayan yasa değişikliği ise, bir siyasi kurnazlıktan öte bir anlam taşımıyor ve böylesi değişiklerle böylesi bir ayıbın örtülmesi de mümkün değildir.
Bu ayıptan kurtulmanın yegâne yolu, seçim kanunundaki yüzde 10 barajını tamamen kaldırmak, ya da toplumun makul bulacağı ve temsilde adaleti zedelemeyecek makul bir baraj tespitinde bulunmaktır. Hala yürürlükte bulunan bu gayrı meşru seçim barajı nedeniyle ortaya çıkabilecek haksız sonuçlar karşısında, insanların sandığa gidip hiçte kendilerine yakın bulmadıkları bir partiye oy vermeleri, ne sağlıklı bir sonuç yaratır, ne de sağlıklı bir toplum ilişkisine yol açar.
Türkiye’de 1920-46 arasındaki tek parti dönemini saymazsak, 72 senelik çok partili dönemde ikisi parlamentoyu basıp dağıtan sayısız askeri darbeler yaşandı. Buna rağmen tam 20 defa genel seçim gerçekleştiği halde, hala doğru dürüst bir seçim kanununa bile sahip olunamadı.
Alelacele bir erken genel seçim karar alındı. Kurnazlıkla düzenlenip çıkarılmış bir kanundan yararlanılarak, sözüm ona bazı benzerlerle bazı benzemezler arasında ittifaklar kuruldu ve seçimlere gidildi. Bunlara dâhil edilmeyen ve dışlanan partiler oldu. Sonuçta ortaya çıkan duruma göre, pek çok siyasetçi, siyaset bilimci araştırmacı ve yorumcu, seçim tahminleri veya öngörülerinde yanıldılar.
Şimdi oturmuş beklenmeyen sürprizlere ve çıkan sonuçlara bakarak, kimin kime emanet oy verdiği tartışılıyor. Tayyip Erdoğan HDP’yi baraj altında bırakıp, kazanacağı bütün milletvekillerini kendi partisi hesabına yazdırmak isterken, batı illerinde yaşayan birtakım partisiz insanlar veya CHP’li seçmenler de, baraj altında kalmasın diye HDP’ye oy verdi.
Peki, sormak gerekmez mi, Tayyip Erdoğan kurmak isteyip de başaramadığı bir tuzakla ne kazanmış oldu. Belki CHP birkaç milletvekili az çıkardı, ama 67 milletvekili elde ederek karlı çıkan HDP olmadı mı? Böylesi bir baraj olmasaydı, acaba HDP’nin oyu Selahattin Demirtaş’ı geride bırakıp yüzde 11,7 olabilir miydi? Ben böyle olamayacağını düşünenlerdenim.
Diğer taraftan bir özeleştiride de bulunmak istiyorum. Tayyip Erdoğan’ın Kürdistan Referandumu ve Kerkük politikası sonrasında AK Parti’nin Kürtlerden önceki seçimlere göre biraz oy kaybına uğrayacağını düşünmüştüm. Ama doğrusu AK Parti’den kopacağını düşündüğüm Kürtlerin oylarını kime vereceklerini de fazla kestirememiştim. Yanılmışım, AK Parti’ye oy veren Kürtler yine AK Parti’ye oy verdiği gibi, AK Parti’nin bu seçimlerde Kürt oylarında dikkate değer bir artış da sağladığına şahit olduk.
Keza ben genel olarak MHP’nin büyük bir oy kaybı yaşayacağını beklerken, MHP genelde oy oranını korurken, Kürt illerinde dikkat çekici bir oy artışı sağladı. Bu artışın en büyük nedeni, son dönemde sözkonusu yerlerde oldukça yüksek sayılara ulaşan devlet personeli ve asker-polis güvenlik görevlilerinin MHP eğilimli oldukları gerçeğinden kaynaklanabilir, ama sadece bundan kaynaklı olarak açıklamak yeterli değil elbette.
Şırnak dışında çok büyük düşüşler olmasa da, HDP’nin Kürt şehirlerinde oy kaybetmiş olması da pek sürpriz sayılmaz. Keza Haziran 2015’le Kasım 2015 arasında da düşüş yaşamıştı. AK Parti’nin Türkiye genelinde yüzde 7 gibi çok büyük bir oy kaybı yaşarken, Kürt illerinde sembolik sayılacak kadar da olsa oyunu arttırması ve HDP’nin de oy kaybediyor olmasının üzerinde durmak gerektiğini geçen haftaki yazımda da ifade etmiştim. Bu bahsi görmezden gelemeyeceğimizi ve daha çok şey yazıp söylemek gerektiğini de belirtmeliyim.
İyi haftalar diliyorum
*kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.
Yazarlar
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“Boğazımdan tek kuruş geçmedi” 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNECumhurbaşkanı adayını suç örgütü liderine dönüştürmek mümkün mü? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolCHP nereye? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU‘Masumiyet karinesi’ mi, o da ne ki? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBaşkanlık monarşisi (presidential monarchy) meselesi: Teorik bir izah 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları












































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
9.02.2019
26.12.2018
18.12.2018
15.12.2018
29.11.2018
20.11.2018
14.11.2018
6.01.2018
30.10.2018
23.10.2018