Yasemin ÇONGAR
* Yasemin Çongar’ın bu yazısı YA DA köşesinde değil, EX LIBRIS / DÜNYA BUNLARI OKUYORadlı köşede yayımlanmıştır.
***
Her sabah mahmur zihnime nerede olduğunu hatırlatmak için önüne dikilip, dümdüz karşıya, boğazın geniş ağzına, adalara, görünmez güney denizlerinin başladığı o uzak ufka baktığım penceremde beyaz bir boşluk karşıladı beni bugün. Sis değil. Güneşi soğurup, suyu gümüşleyen kocaman bir kar bulutu. İçinde bir ışık çizgisi, bir martı kanadı aradım bir süre. Geçmeyen vapurlara kulak kesildim. Bacalar yerlerinde değildi; minareler, kubbeler kayıp. Bu boşluğun bir sınırı olmalıydı elbet, bir yerinde bir gölge, bir delik olmalıydı. Beni o beyazlığın içinden geçirip kendime getirecek bir ses tüneli. Yoktu. Uyumadan önce okuduğum kitap, “Evrende olması gereken yerde olmayan hiçbir şey yoktur” diyordu. Pencereden uzaklaştım.
Stefan Zweig, hayatının son yılında cehenneme gömülmüş bir kıtanın bağrında durup kendi gönüllü ölümüne hazırlanırken yazdığı son denemesinde dört asır öncesine dönmüş ve “En gönüllü ölüm, ölümlerin en güzelidir” diyen Montaigne’in ihtimamla kurup, inatla savunduğu iç kalesinde gezinmiş. Ahmet Cemal’in çevirisiyle ve Türkçede ilk kez bağımsız bir kitap olarak yayımlananMontaigne, Can Yayınları’nın bu beyaz şubata bir kar kristali gibi yakışan hediyesi.
Zweig, Michel Eyquem de Montaigne’in (1533-1592) iç kalesinde, Fransız Rönesansı’nın büyük ustasının kendi geçmişinden, hatta gününden ziyade, kelime kelime “deneyerek” aradığı, ararken bilmeden inşasına katıldığı bir geleceğe ait görünen kuvvetli bir özgürlük hissi buluyor. İnsanın, ısrarla“kendisinin sahibi” olmaya çalışmasıyla ve bu sayede de “sahici” kalmasıyla kıvamına kavuşan bir özgürlük bu. “Montaigne’in yapıtının bütünü içinde yalnızca tek bir formüle ve tek bir katı sava rastladım: ‘Dünyanın en önemli şeyi, insanın kendi kendisi olmayı bilmesidir.’”
Zweig’ın bütün biyografik denemelerinde olduğu gibi Montaigne’de de beni asıl etkileyen şeyin yazıyı belirleyen otobiyografik unsurlar olduğunu, Montaigne’in düşünceleri kadar, belki daha da fazla, Montaigne’in düşüncelerinin içinden görünen Zweig’ı okumayı sevdiğimi söyleyebilirim.“Montaigne’e göre, kendimizi ödünç verebiliriz; yapmamamız gerekense kendimizi adamamızdır” diyor Zweig, bu tavsiyeyi hepimizden ziyade kendisine hatırlatarak. “Şunu ya da bunu sevebiliriz; fakat kendimizin dışında hiçbir şeye ‘evlilik bağlarıyla’ bağlanmaya hakkımız yoktur” diyor Montaigne ve onu bize aktarmayı seçen Zweig, cümleyi hepimizden önce kendisinin kılıyor.
Birbirini bilen bilmeyen, birbirinin çağdaşı olan ya da aralarında çağlar olan yazarları birarada okumaktan, onların birbirleri hakkındaki ya da birbirleriyle tamamen ilgisiz görünseler bile birbirlerine dair gizli bir bilinç taşıyan kitaplarını aynı anda kucağımıza alıp karıştırmaktan daha güzel bir oyun, bizi içinde tutan zamana ve mekâna direnmeyi daha kolay kılan bir mucize var mı bilmiyorum. Dün gece Zweig’ın Montaigne’inde mola almadan önce, başka bir büyük yazarın yazarlarla ilişkisini okurken, bu mucizenin muhtemel alternatiflerini sordum kendime, “rüyalarımız”dedim, “sinema” dedim, “bir bedende kaybolmak” dedim, “sanal âlemde gezmek” dedim ve verdiğim hiçbir cevap beni tatmin etmedi. Sonra “yazmak” dedim. Kurtuluşun adını koymak kurtulmaya yetmiyor ama. Hem okumak daha kolay bazen; hapsolduğu zamandan ve mekândan yazarak kurtulanları okumak, yazarak kurtulmaktan daha kolay.
Bir romanın doğum gününü kutlarken
“Tam yüz elli yıl önce Fransız yayın dünyasında bir bomba patladı: Les Miserables (Sefiller), zamanının en büyük yazarı Victor Hugo’nun eserinin zirvesi. Dönemin gazeteleri ‘Ahlâksız,’ ‘devrim yanlısı,’ ‘skandal’ gibi manşetler attılar bu kitap için. Dönemin assolisti olan yazarlar da sessiz durmadılar: Baudelaire annesine mektubunda ‘İğrenç ve saçma bir kitap’ diye yazdı; Flaubert Correspondance’ında (Mektuplar) ‘Ne gerçek ne de yüce bir yanı var’ sözüyle aşağıladı romanı; ve asrın gidişatı konusunda kafası hep biraz bulanık olan Lamartine, ‘İki açıdan tehlikeli bir kitap; sadece mutluları çok korkuttuğu için değil, aynı zamanda mutsuzlara fazla ümit verdiği için de’ diyerek okudu onu.”
Sekiz yıldır Fransızca edebiyat dergisi Lire’in yayın yönetmenliğini yapan 1969 doğumlu gazeteci ve eleştirmen François Busnel, derginin şubat sayısındaki başyazısına bu paragrafla giriyor. Lire, Hugo’yu ilk kez 8 Mart 1862’de yayımlanan ölümsüz eseri Sefiller’in yüz ellinci doğum günü nedeniyle kapağına taşıyarak, genişçe bir dosyada Fransız Romantizminin başyapıtını ve yazarını anlayıp anlatmaya çalışmış. Derginin, “Hugo ve seks,” “Tam sol yap,” “Tanrı ve Victor Hugo,” “Filozof Hugo,” “Kitapsever Hugo” “Hugo ve canavarlık” gibi başlıklar altında topladığı, farklı yazarların imzasını taşıyan kısa, sakin ve doğrusu çoğu fazla derine inmeyen makalelerini okurken, kafanızdaki Victor Hugo (1802-1885) portresine bir iki çizgi ekleniyor, portrenin bazı tonları biraz daha vurgulu, bazıları daha silik bir hal alıyor ister istemez:
Bütün kiliseleri reddederken yüzünü ısrarla Tanrı’ya dönen, sağın kucağında doğup solun yıldızı haline gelen, Freud’un deyişiyle “narsisist” kadınların “narsisist” âşığı olmakla yetinmeyip, cinselliği sürekli ayakta bir “modern Priapus” misali karşısına çıkan herkesi dölleyerek yoluna devam eden bir Hugo bu… Nietzsche’nin onu, “Düşünür olarak kabul edilmek istiyordu ama bu hırsını gerçekleştirmesinin önüne bir engel çıktı: Düşüncesi yoktu” diye bir kalemde silmesine rağmen, şiirleri ve denemeleri kadar romanlarında ve piyeslerinde de, Tanrı gibi, şer gibi, ölüm gibi, hak ve ahlâk, tarih ve ilerleme, kader ve özgürlük gibi temalar üzerine ısrarla düşünen bir Hugo.Sefiller’in ikinci kitabında, ekmek çalıp hapse girişinden on dokuz yıl sonra nihayet serbest kalan Jean Valjean’ın, sabıka belgesi olarak her yerde göstermek zorunda olduğu “sarı kimliğin”boyunduruğundan nasıl kurtulacağı okur için henüz bir sırken, “Deniz, düzenin dışladıklarını attığı gaddar gecedir. Deniz sonsuz sefalettir. Bu uçurumda kaybolan ruh, bir ceset haline gelir, onu tekrar kim diriltecek” sorusunu ortaya atan Hugo. Ve hacmi bin beş yüz sayfaya erişen, dile kolay 513 bin kelimelik bu dev romanın dokuzuncu kitabının sonunu sabırla getirenlerin gayet iyi bildikleri üzere, sorunun cevabını, bugüne dek anlatılmış en romantik serüvenlerden birinin içinden geçerken kendi kendini dirilterek veren Jean Valjean’a son nefesinde“Ölmek önemli değil, hayat korkunç” dedirten Hugo.
Değişmeyen özün değişken halleri
Lire’in, Victor Hugo’yu ve hakkında yazılanları daha önce okumuş olanlar için pek yeni bir şey söylemeyen özel dosyasında benim en çok ilgimi çeken ve bu konuda başka yazıların da peşine düşmeme neden olan şey, on dokuzuncu asrın Nietszche gibi, Flaubert gibi müşkülpesent mihenk taşlarının Hugo’nun fikrinin ve zikrinin cevherini kendilerince test edişleriydi. Geceyi, çağdaşı yazar ve düşünürlerle Hugo’nun ilişkilerini, araya Zweig’ın Montaigne’inden parçalar da atarak okumakla geçirdim, ve doğrusu, Hugo ile Balzac, Hugo ile Dumas, Hugo ile Rimbaud, Hugo ile Musset derken, yaratıcı aklın rekabetini, kibrini, kıskançlığını kadirbilirliğini ayrı ayrı yansıtan nice diyalogun içinden, yine Zweig’ın, denemenin kurucu babasından büyük bir şefkatle süzerek söylediği tek bir cümle kaldı geriye: “Oysa insani öz, hiçbir zaman değişmez.”
Ama bu değişmeyen özün değişken hallerine, farklı zamanlardaki farklı tezahürlerine bakmaktan daha zevkli ne olabilir? Hayatın bitmek bilmez cilvelerinin, çelişkilerinin ortasında yalnız başına dururken, kendi içine kıvrılıp büzüşmeye pek meyyal olan hepimiz gibi bir insanın, birdenbire bir başkasının aynasında kendini gördüğünde şekilden şekle girip değişerek doğrulmasını, büyümesini, yürümesini izlemediniz mi hiç? İnsanı insanda izlemek bu kadar zevkli olmasa, edebiyat diye bir şey olur muydu dersiniz?
Birbirlerini överken kolladılar
Hayatını bu zevki çoğaltmaya adayanlardan biri, Hugo’nun “İnsanlık Komedyası’nın cesur mimarı” diye seslenmeyi sevdiği Honoré de Balzac (1799-1850), kırk yedi yılı Hugo’nunkiyle kesişen ömründe, hem rakibi hem hayranı olduğu yazar için söz söyleme fırsatını, şiirleri, piyesleri ve Notre Dame de Paris (Notre Dame’ın Kamburu) gibi romanları vesilesiyle hep kullanmıştı.
Biz daha ziyade Hugo’nun, Balzac’ın cenazesinde yaptığı konuşmayı biliriz: “Beyler, Balzac ismi çağımızın geleceğe bırakacağı aydınlık izin bir parçası olacaktır… Balzac en büyükler arasında birincilerden, en iyiler arasında en yüksektekilerden biridir.” Ama Balzac’ın Madame Hanska’ya yazdığı bir mektupta, “Hugo’da şiir olduğu kadar ruh da var” dediğini, 1842 tarihli Illusions perdues (Kayıp Hayaller) romanını Hugo’ya ithaf ettiğini ve bir piyesini (Hernani) kıyasıya eleştirmekten çekinmediği yazarın, birkaç yıl sonra bir başka piyesini (Les Burgraves/Derebeyler) göklere çıkardığını bilmeyenlerimiz vardır.
Buna karşılık, Balzac’ın piyesi Vautrin, 1840’ta yasaklandığında Hugo’nun kazan kaldırdığı da pek bilinmez. Hugo, başarısı kadar, başarısının ardındaki dehayı ve disiplini de hayranlıkla fark ettiği Balzac’ın hakkını, onu mezarı başında “büyük şair” olarak uğurlamasından çok önce teslim etmişti; Balzac’ın pırıltısından ürkmeyen, onun çok yazıp çok okunmasını –belli ki kendi yazarlığına ve okunurluğuna duyduğu güvenle– kıskanıp küçümsemeyen nadir çağdaşlarından biriydi Hugo; Balzac, Fransız yazarlarının panteonu L’Academie Française’e üye olmaya heves edince, onun kabul edilmesini hakikaten destekleyen tek yazar, kendisi de ancak üç denemeden sonra akademiye girebilen Hugo oldu. Ve Hugo, Les Rayons et Les Ombres (Işıklar ve Gölgeler) adlı şiir kitabını 1840’ta bastırdığında,
“Monsieur Hugo, yirminci asrın tartışmasız en büyük şairidir” cümlesi Balzac’ın kaleminden çıktı.
Balzac’la Hugo’nun bütün bu karşılıklı övgülerle birbirlerini ele güne karşı kollarken, bir bakıma kendilerini de birbirlerinden koruduğunu düşünüyorsunuz okurken. Aralarındaki asıl rekabetin ise, yaratıcı zekânın, yazarlık yeteneğinin, edebiyat sevgisinin, hatta ölümsüzlük azminin dışında bir yerde, maharetlerinden ziyade enerjileriyle, tükenmek bilmeyen yazma hırslarıyla belirlendiğini, Lire’de Busnel’in “Sefiller bugün kimdir” sorusuna cevap aradığı yazıda kavradım ben. Fransa’nın tarihinde birçok “çok yetenekli, çok büyük” yazar olduğunu hatırlatan Busnel, “ama hiçbirinde bir Victor Hugo’nun hırsı yoktu” deyiveriyor, “burada yetenekten söz etmiyoruz ki bu bir beğeni meselesidir, burada hırstan söz ediyoruz ki bu da nesnel bir olgudur.”
Busnel’e göre, “belki de ilk kez açık bir dille, popüler bir dille yazılmış, toplumun en alt katmanlarına kadar inen bir büyük Fransız romanı” diye özetlenebilecek olan Sefiller, Hugo’nun rakipsiz hırsının en büyük delili. Yüz elli yıllık ömründe, Jean Valjean’ı, polis müfettişi Javert’i, Fantine’i, Fantine’in yoksullukla örselenmiş çocuğu, sonradan Valjean onu evlat edinince bir manastırda yetişip, güzeller güzeli bir kadına dönüşen Cosette’i ve tabii Paris’te devrimin barikatlarında ölen küçük Gavroche’u sadece Fransa’da değil, dünyanın dört yanında evlere, okullara sokmayı, ailelere malederek, adeta folklorik birer karaktere dönüştürmeyi başaran bu romanın, onu zamanında “basit” diye, “ahlâksız” diye, “karikatürize” diye aşağılayan nice yazarın belki göremediği, belki de görmek istemediği gücü bugün artık pek tartışılmıyor hakikaten. Hugo’nun, Lamartine’in ağır eleştirisine niye “kuğu ısırığı” diye omuz silktiğini anlayabiliyor insan.
Lire’in Hugo dosyasını kapatırken, Balzac’ın ömrü Sefiller’in basıldığını görmeye, bu romanı okumaya vefa etse acaba ne hisseder ve ne derdi diye düşündüm. Acaba yayınlandığında Fransız edebiyat elitinin dudak büktüğü Sefiller’in kalıcı gücünü Balzac da görür müydü? Ve o güç, onu İnsanlık Komedyası’nı daha da büyük bir hırsla, hacmi ve iddiasıyla daha da büyük romanlarla genişletmeye kışkırtır mıydı? Sanırım, evet. Çünkü Balzac da, tıpkı Hugo gibi ve tıpkı Zweig’ın Montaigne için söylediği gibi, “içimizdeki insanı güçlendirenlerden, sahip bulunduğumuz ve asla yitirilemeyecek tek şeyden, kendi ‘ben’imizden vazgeçmememiz konusunda bizi uyaranlardan” biridir. O ‘ben’e sahip çıkma kararlılığından daha büyük bir hırs var mı? İç kalesini bu hırsla ve herkese karşı savunan bir insanın elde edebileceğinden daha gerçek bir özgürlük var mı?
Yazarlar
-
Ali BAYRAMOĞLUBu çağda harita böyle değişiyor 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERÖzgür Özel CHP’de neyi değiştirdi? 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluSiyasi belirsizlik rüzgarıyla, ‘erken’ seçime doğru… 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Sahur Pilavı… 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasTrump niçin İran’ı vurdu? 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazKılıçdaroğlu, Erdoğan’a hizmet etmeye hazır 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYZindanın kapıları açıldı ve muhalif lider serbest bırakıldı 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın planı tuttu 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakHakikat’e savaş açan troller! 26.08.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
5.12.2013
24.09.2013
27.07.2013
29.05.2013
1.04.2013
8.12.2012
1.12.2012
17.11.2012
10.11.2012
3.11.2012