Yasemin ÇONGAR
* Yasemin Çongar’ın bu yazısı YA DA köşesinde değil, EX LIBRIS / DÜNYA BUNLARI OKUYORadlı köşede yayımlanmıştır.
***
"Cümle, insana kendini yalnız hissettiren bir yerdir.” Ben onu ilk bu cümleyle tanıdım. Yazmak öğrenilebilir bir şeymiş gibi yapan öğrencilere hitaben söylemiş bunu. “Dile, gecikerek ve tuhaf yollardan vardım ben” diye başlayıp, “kitap niyetine sadece telefon rehberi ve bazı boyama kitapları bulunan bir evde büyüdüm” diye devam eden bir konuşmanın orta yerinde. Yazarların dile, yazıya varışlarının hikâyesini merak ederim ben. Ama hikâye, nasıl yaşadığını nasıl yazdığından daha fazla önemsediğini eleveren, kendine körkütük hayran bir yazarın “hisli”terennümlerine dönüştüğü vakit, alıp başımı giderim genellikle; başka bir yazar, başka hikâyeler ararım. 2008 eylülünde Columbia Üniversitesi Yazma Programı öğrencilerine yaptığı konuşmayı okuduğumda, Gary Lutz’u bırakıp gidememiştim. Kelimelerin “son çare” muamelesi gördüğü bir başlangıcı tarif ediyordu orada; konuşmayan, konuşamayan bir aileyi anlatıyordu: “Eğer bütün diğer yöntemler başarısız kalırsa konuşurdunuz… Kelimeler kesinlikle içimde değildi benim. Fazla dinleyenim yoktu ve kendimi dinlemiyordum. Söylediğim şeyler, ânında sahipsiz kalan sesler halinde dökülürdü dudaklarımdan.”
Kendi sessizliğinde mahpus kalmış herkes anlayacaktır bunu. Göğsünde her an taşmaya hazır bir çığlık taşırken bile boğazındaki düğümü zinhar çözemeyen bir can, sesini bulamamamın ne demek olduğunu bilir. Konuştuğu, işittiği, okuduğu bir dile ömür boyu hep biraz yabancı kalanların farkı ise, bu müebbet cezayı hiç farkına varmadan, tahliyeyi bir ihtimal olarak bile akıllarına getirmeksizin çekmeleri olmalı.
Lutz’un dilsizlikten tahliyesi çok uzun sürmüş. Ailesinden uzaklaştığı okul yıllarında önce okumaya, sonra konuşmaya, nihayet yazmaya başlamasını, dilin yapısına ilişkin keşifleriyle dilimlediği bir zamana yayarak anlatışını okumak, içinden sürgün veren bir ağacın kabuğunu çatlatıp yavaş yavaş budaklanmasını izlemeye benziyor. Onun ilk gençlik yıllarına ait şu tenha görüntü mesela, hayatını hiç okumadıkları kitaplarla başbaşa geçiren nice yalnıza tanıdık gelecektir: “Şöyle bir an için bakan herkes, burnunu kitaba gömmüş bir çocuk olarak tarif edebilirdi beni ama hiçkimse okumadığımı fark etmezdi. Kitaplara meyletmeye başlamamın tek nedeni vardı. İnsanı olduğu yerde tutan bir aksesuardı kitap, bir payandaydı, tutulacak bir şeydi, basit bir meşgaleydi ellerim için.”
Sonra bir gün fen dersinde karıştırdığı bir kitapta, mıknatıslarla ilgili bir bölüm, konusuna uygun biçimde kendine “çekmiş” onu; belki de ilk kez bir şeyi baştan sona dikkatle, gerçekten okumuş ve dile ilişkin bir keşif yapmış: “Katı, sağlam, elle tutulabilir bir şeydi kelime. Kelimenin madde olduğu, dokunulabilir bir gerçekliği olduğu, bir küp gibi hacimli olduğu benim için yepyeni bir bilgiydi. Sadece sayfanın üzerindeyken, düz ve kesafetten yoksun görünüyordu. Ama ağızda ve zihinde üçboyutluydu her kelime, içinden filizlenip çıkan ya da sözdizimsel mezrasında gömülüp kaybolan parçaları vardı.”
Onu benden çıkarma, aramızdaki farkı bul
Lutz, hâlen Pittsburgh Üniversitesi’nde İngiliz Edebiyatı dersi veren, her kitabı ne anlattığından çok nasıl anlattığıyla konuşulan bir hikâyeci, şair, dil ustası; Amerika’da, ticari değeri şüphe götürse de edebiyattaki yerinin kalıcı olacağı tahmin edilebilen kitapları küçük kârlarla basarak ayakta kalan“indie” (bağımsız) yayınevleriyle özdeşleşmiş bir yazar. Lutz’un konferanslarını, ders notlarını, söyleşilerini okurken, onun edebî hırsı da, kafanızda kendine bir tarif buluyor: “Okumayı sevdiği gibi, yazmayı öğrettiği gibi yazmak.” Yazı üzerine telkinde bulunan her yazar için aynı tarif yapılabilir belki, ama her yazarın eserini ahkâmına uydurmayı Lutz kadar iyi başardığından emin değilim. Meramımı anlatabilmek için onun Columbia konuşmasına, özellikle de cümlenin yalnızlığı üzerine söylediklerine döneceğim, ama önce bana bu yazıyı yazdıran son kitabından söz etmek istiyorum.
Divorcer (“Boşayan” diye çevirmek mümkün bunu, ama kitaptaki anlatıcılara hâkim hâletiruhiyeyi“Boşanan” kelimesi daha iyi karşılıyor) yine her haliyle“indie” bir kitap; el kadar, cep kadar bir şey; hepi topu yüz on sayfasını bir kupa dolusu koyu kahve içimliğinde okuyabildim ben. Ama sayfaları bittiğinde kitap bitmedi. Bitmiyor.
Lutz, sonlanan evlilikleri, ayrılan sevgilileri, birbirlerinden kopan ve kopamayan çiftleri anlattığı, olayların akışıyla değil ama duygusuyla biri diğerine eklemlenen, isimsiz karakterlerin birbirinin sesinde eridiği yedi küçük hikâye yazmış. Hiçbir hikâye, hatta hiçbir karakter tek başına kalıcılaşmazken, kitabı kapadığınızda, bütün hikâyelerin bütün karakterlerinin ortak bir koroda buluşup size çoksesli bir şarkı söyledikleri hissine kapılıyorsunuz. Kitaptan kalan da o şarkı işte.
Divorcer ’ın Türkçeye gecikmeden çevrilmesini dilerim ama bu küçük kitabın büyük bir tercüme mahareti gerektireceği kesin. Zira Lutz, hikâyelerinde kendi zihinleri ve birbirleriyle kurdukları mahrem ilişkiler kadar, dillerinin ya da dilsizliklerinin içinde de kısılıp kalmış insanları anlatıyor. Üstelik neredeyse her cümlesinde hem kelimelerin gündelik kullanımlarını eğip bükerek sürprizli bir aforizma pırıltısı yakalıyor, hem de etin incecik zarını bıçağın sivri ucuyla ayıran bir kasap misali kabalıkla inceliği mükemmel biçimde buluşturarak yapıyor bunu. Bir kelime fazla ya da eksik ya da yanlış yerde olsa yazının yırtılacağı, mânânın kanayacağı kesin.
“Boşanan” adını taşıyan ilk hikâyede bir erkek boşanmasını anlatırken, “Bir erkek ne kadar geriye gitmeli” diye sorarak ve hemen ardından karısının, daha önceki sevgilisinden ayrılmasını anlatmaya başlayıp kendi kendini cevaplayarak giriyor söze. Çok geçmeden, hükmü “Meyve sıkacaklarımız ve bazı CD’lerimiz çiftti artık, ama hayatlarımızın çiftleşmesine yol açmamıştı evlilik” diye verilebilen bir ilişkinin mûtat derslerine tanık oluyorsunuz. Karısını, “Ara ara vücudunu gözden geçirir ve sonra gardrobunu buna uyarlardı” diye anlatıyor adam, “kısa şık bir elbisenin yerini, çizgileri daha ziyade bir pançonunkini andıran bir şey alırdı mesela.” Bu acıtıcı gözlemin gerisinde, nihayetinde beşerî varoluşun fena halde planlı bir hali olan evlilikle, tabiatı gereği plana pek gelmeyen seks arasındaki ilişkiyi, evlilikten de seksten de bahsetmeksizin mükemmel özetleyen bir hayat bilgisi olduğunu az sonra anlıyorsunuz: “İnsan vücudu, onun için yaptığınız bütün planları boşa çıkarmak üzere tahayyül edilmiştir.” Oysa pek çok ayrılık gibi bu da,‘ben’ dediklerimizin birbirini, bedenlerimizden bile önce terk ettiği bir ilişkinin sonunu simgeliyor:“İkimiz de, kulağa mikrofona söylenmiş gibi ve öylesine yapılan konuşmalardan çok daha yalnız gelen bir diyalog dışında hiç konuşmuyorduk.” Boşanmak ise, bir kayıptan ya da bir kurtuluştan ziyade, aradaki mesafenin hakkını vermekle ilgili bir şey belki: “Kâğıtların imzalandığı günler ikimizin de ayrı ayrı cehennemlerin zaman dilimlerinde olduğumuz bir sırada geldi geçti. Özür dilerim ama bizim zamanımızda, okulda çıkarma işlemini başka türlü tarif ediyorlardı. ‘Bunu şundan çıkarın’ değildi mesele; hiçbir zaman bir eksi meselesi değildi. ‘Aradaki farkı bulunuz’du. ‘Elli dört ile otuz bir arasındaki farkı bulun’ mesela. Hadi bakalım, yapın bunu. Onunla benim aramdaki farkı bulun.”
Çekilmeye değer bir acıysa, istemişsinizdir
Dört sayfayı biraz aşan kısacık hacmiyle “The Driving Dress” (Sürücü Elbisesi) hikâyesinde ise, ikinci karısından boşanan bir adam hem evliliğinde hem de evlilik sonrasında içine düştüğü boşluğu yine, eti delmeden zarını ayıran cümlelerle anlatıyor: “Atlanan âdetler ve kürtajlar olmaması anlamında temiz bir evlilikti bu. İkimiz de karşımızdaki sevgiliye pek bir şey tıkıştırmıyorduk. Kiraladığımız dairede karıncalar vardı ve aldığımız karınca zehrinin üzerinde onları hemen öldürmek yerine, kendilerinin de bir şeyler elde edebileceğini hissetmelerine izin vermemiz gerektiği yazıyordu.”
Ayrılık sonrası bir başka apartman dairesinde yalnız kalan adam, bu kez “Boşanmanın evliliğin zıttı olmadığını unutup duruyordum; nikâhın zıttıydı boşanmak” diye hatırlatma ihtiyacı duyuyor kendine: “Boşanmadan sonra, daha fazla daha fazla boşanma gelmiyor. Boşanmadan sonra gelen, benim durumumda, en basitinden hacimli bir zaman oldu, cismin katı halini almış bir zaman, becerebildiğimde kenara itmem gereken büyük bloklar halinde bir zaman, ama ben çoğunlukla bu blokları, bir tür kaleye benzeyen bir şey inşa edecek şekilde kendi etrafıma yığıyordum ve zaten aynalardan uzak durduğum, el yordamıyla traş olduğum, vücudumu görmemi engelleyecek şekilde aşırı köpüklü banyolar yaptığım apartman dairesinin içinde kendime daha dar bir daire daha inşa etmiş olmakla kalıyordum sonunda.” Bu boşluk ve bu zamanda hapsolmuşluk hissini anlamaya başladığınızda, adamın boşandığı karısının geride bıraktığı elbiseleri gizlice giyebilmek için zayıflamak istemesi de ilk okuduğunuzdaki kadar tuhaf gelmiyor size.
Lutz’un hikâyelerinin gücü biraz da burada sanırım; her acıda, her parçalanmada kendini yeniden bütün hissetmek için hep aynı kadına dönen bir adamın tanıdık yüzü kadar, mesela “I Have To Feel Halved” (Kendimi Yarılanmış Hissetmeliyim) hikâyesinde, “minyatürüm” dediği, kendinden yirmi iki yaş küçük erkeğe olan bağlılığını “Benim yalnızlığımın onunkine evsahipliği yapması veya tam tersi de olsa bu, onun anlık sadakatini hissediyordum ya da giderek daha fazla kemerleniyordum ona” diye anlatan ihtiyar bir adamın yabancı duygularını da aynı ustalıkla yakınınıza getiriveriyor. “Womanesque” (Kadınsı) adlı hikâyede ise, homoseksüel bir ilişkiden heteroseksüel bir ilişkiye geçip, sonunda iki ilişkisini de bitiren bir adamın, “her yolda aşksız ve nefretsiz” kalışını okurken, kadın ya da erkek olmanızdan, bir kadından ya da bir erkekten kopmanızdan bağımsız bir hakikat çarpılıyor yüzünüze: “Gerçekten çekmeye değer her acının özel bir hilesi vardı: bu acıyı istemiş olmanız gerekiyordu.”
Lutz, Columbia’da o kadar sabrı da, sabretmeye niyeti de olmayan öğrencilere seslendiğini biliyordu kuşkusuz, yine de, yazmanın ne olduğunu gerçekten anlamaya ve gerçekten yazmaya ancak üniversiteyi bitirdikten on yıl sonra başlayabildiğini dürüstçe söylemiş konuşurken. Onun “gerçekten yazmak” dediği ancak her bir cümlenin hakkını vererek yapılabilecek bir iş; bu da her cümlenin“orgazmik bir zirvenin kudretine ve duygusuna sahip olması demek.” Lutz’un kurmak istediği anlatı, yine onun sözlerinde, “her cümlenin tam ve taşınabilir bir yalnızlığa, vuslata ermiş bir dilin anlık dolaysızlığına sahip olduğu sarp bir sözel topografya” olarak buluyor tarifini; öyle cümleler ki bunlar, sizin onlarla karşılaştığınız kapsamın dışına çıkarıldıklarında bile bir bütünlük, sağlam bir hâkimiyet taşıyorlar; “aforizmaların akustik zarafeti ile büyük ölçüde konvansiyonel bir anlatının yükü taşıyıp yolu tutan cümlelerinin kudretini ve işlevini birleştiren bir haykırış” onlar.
Peki bu haykırışı, tek bir cümlenin dar topografik sınırlarına sığdırma hevesindeki yazar ne yapabilir?“Cümle, yalnız bir yerdir, bir yazarın kendisini en yalnız hissettiği yerdir” diyor Lutz,“yazarların bir cümlenin içinden mümkün olan en kısa zamanda çıkıp, bir sonraki cümleye girişme sabırsızlığı gayet anlaşılabilir bir şey. Çünkü aslında her cümlenin koşulları çok geçmeden –bunu itiraf etsek mi—klostrofobik, hasmâne hatta cehennemî bir hâl alır. Ama bizim bir cümleden diğerine alışılmış bir hızla geçmemiz de çoğu zaman, edebî gayrımenkulümüzün işlenmemiş arazilerini bırakır geriye; dilin içlerine girip gerçekten yerleşemediği cümlelerdir onlar.”
Dile, kelimelere, yazıya bunca geç varan bir yazarın, her bir cümlesi tek başına soluk alıp verebilen metinlerde yeni bir hayat keşfetmesi, sizi benim kadar heyecanlandırıyor mu bilmem. Ama Divorcergibi bir kitap sayesinde o hayatın akışına biraz olsun karışmak, konuşurken, yazarken, hatta belki düşünürken bile biraz daha sabırlı ve özenli olabileceğimizi hepimize hatırlatacaktır sanırım; yüz kırk karakterde cikleyerek pek güzel anlaşabilenlerimize, epey “küflü” bir fikir gibi gelebilir belki bu, ama cümlenin cehennemini sevmeyi öğrenmek bence hepimiz için, her zaman, gerçek ya da sanal her ortamda mümkün.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın planı tuttu 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakHakikat’e savaş açan troller! 26.08.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
5.12.2013
24.09.2013
27.07.2013
29.05.2013
1.04.2013
8.12.2012
1.12.2012
17.11.2012
10.11.2012
3.11.2012