Halil BERKTAY
Eric Hobsbawm’ın Interesting Times (Tuhaf Zamanlar) başlıklı otobiyografisi 2004’te yayınlanırken, onunla aşağı yukarı aynı sırada, The New York Review of Books’un Kasım 2003 sayısında, Tony Judt’ın bugün ve yarın bu sayfalarda okuyacağınız kapsamlı bir tanıtma ve eleştiri yazısı çıktı. Judt daha sonra diğerleriyle birlikte bu makalesini de Reappraisals: Reflections on the Forgotten Twentieth Century kitabına aldı ([Yeniden Değerlendirmeler. Unutulmuş Yirminci Yüzyıl Üzerine Düşünceler] Penguin: New York, 2008, 116-128).
Ne kadar zamandır eksiksiz çevirmek istiyordum bu yazıyı. Daha çok Murat Belge, biraz da Nabi Yağcı ile olan bölük pörçük sosyalizm tartışmalarımız açısından büyük, hattâ tâyin edici önem taşıdığı kanısındaydım ve gene de kanısındayım. Kendi köşemde buna bir miktar değindim de. Mazower ve Hobsbawm (14 Ocak 2012): Açılmak, açılmamak; okumak, okumamak (19 Ocak): Judt, Hrant, karmakarışık (21 Ocak) ve Gerçek, arkadaşlıktan önemlidir (25 Ocak) gibi başlıklar altında, Mazower’dan da fazla Judt’ın Hobsbawm’a ve dolayısıyla kendi kendine âşık bir komünizm romantizmine eleştirilerinin haklı ve doğru olduğuna; sosyalizmin bitmişliği ile ayrı bir ekol olarak Marksist tarihçiliğin bitmişliğinin de birbirine paralel seyrettiğine işaret etmeye çalıştım. 1 Mayıs 1977 tartışması daha sonra çıktı ama, Judt’ın burada Komünistliğin iç yalanları (veya partisel yalan) hakkında yazdıklarının, o efsaneyi sürdürme tavrını da canevinden vurduğu kanısındayım.
Tony Judt 2010’da, henüz 63’ünde; Eric Hobsbawm ise daha geçen hafta, 95’inde hayata gözlerini yumdu. Kısmet buymuş, bugüneymiş. Judt öldüğünde ağlamamıştım. Hobsbawm’ın öldüğünü duyunca babam ve kendi hayatımın bir parçası ölmüş gibi oldum; bu yaşımda kendimi tutamayıp hem de epey ağladım. Öte yandan, olanca büyüklüğü içinde Eric Hobsbawm’ı, kendisinden otuz küçük yaş küçük Tony Judt’ın bu eleştirisiyle anmanın, adalet ve hakkaniyete ve tarihin hükmüne uygun olduğu kanısındayım.
Eric Hobsbawm dünyanın en tanınmış tarihçisi. 1994’te yayınlanan Age of Extremes (Aşırılıklar Çağı) Çinceden Çekçeye kadar düzinelerle dile çevrildi. Anıları Yeni Delhi’de çoksatan oldu; Latin Amerika’nın — özellikle Brezilya gibi — bazı köşelerinde, kültürel bir halk kahramanı mertebesinde. Ününü fazlasıyla hak ediyor. Uçsuz bucaksız bilgi kıtalarına rahat bir özgüvenle hükmediyor — Cambridge’te mensup olduğu kolejdeki danışmanı, bir gün bana, Eric Hobsbawm’ın karşısına çıkan ve ders verdiği gelmiş geçmiş en zeki lisans öğrencisi olduğunu söyledikten sonra şöyle devam etmişti: “Tabii, öğrettiğim söylenemez aslında — öğretmesi mümkün olmayan biriydi. Eric zaten biliyordu her şeyi.”
Hobsbawm sadece başka tarihçilerden daha çok şey bilmekle kalmıyor. Daha da iyi yazıyor üstelik: nisbeten genç bazı İngiliz meslekdaşlarının “teorik” vıdı vıdıcılığına ya da kantarın topuzunu kaçıran narsist belâgat gösterilerine zerrece yer vermeksizin (ve kalabalık lisansüstü araştırmacı gruplarına da itibar etmeksizin — bütün okumalarını kendisi yapıyor). Üslûbu net ve tertemiz. Bir zamanlar İngiliz Komünist Tarihçiler Grubu’ndan arkadaşı olan E. P. Thompson, Raymond Williams ve Christopher Hill gibi, Hobsbawm da İngiliz nesrinin ustalarından. Okumuş okuyucular için, anlaşılır bir tarih yazıyor.
Otobiyografisinin (1) başları, belki de Hobsbawm’ın yazdığı en güzel sayfalar. Hiç değilse, en yüksek dozda kişisel sayfaları olduğu kesin. Biri Londra’nın East End’inden [şehrin görece aşağı sınıf Doğu Ucu’ndan - ç.n.], diğeri Habsburg Avusturya‘sından olan babası ve annesi, Birinci Dünya Savaşı sırasında tarafsız Zürich’de tanışıp evlenmişlerdi. İki çocuklarından büyüğü olan Eric, 1917’de İskenderiye’de doğduysa da, ilk anıları ailenin savaş sonrasında yerleştiği Viyana’da başlıyor. Habsburgsonrasının yoksul, güdükleşmiş Avusturya’sında, iki yakalarını zar zor bir araya getirmeye çalışıyorlar. Eric on birindeyken, “ya para kazanmak veya ödünç almak uğruna şehirde attığı giderek daha umutsuz turlardan birinden” dönen babası, 1929’un kaskatı donmuş bir Şubat gecesi kapı eşiğine yığılıp ölüyor. Bir yıl geçmeden annesine akciğerlerinden hasta olduğu teşhisi konacak; aylar boyu hastane ve sanatoryumlarda tedavi görecek ama nafile; 1931 Temmuz’unda o da vefat edecek. Oğlu on dördüne yeni girmiş, o sırada.
Eric Berlin’e, teyzelerinden birinin yanına gönderiliyor. Alman demokrasisinin can çekişmesini anlatışı büyülüyor insanı — “Titanik’teydik ve buzdağına çarpmakta olduğumuzu herkes biliyordu.” Genç Hobsbawm, Weimar Cumhuriyeti’nin umutsuz siyaset girdabına yakalanmış bir Yahudi yetimi. Gittiği lisede (Gymnasium‘da) Alman Komünist Partisi’ne (KPD) katılıyor. Stalin’in KPD’ye empoze ettiği, Nazilere değil Sosyal Demokratlara saldırmak biçimindeki bölücü intihar stratejisine birinci elden tanık oluyor. Berlin Komünistlerinin cesur hayalleri ve ümitsiz yürüyüşlerine katılıyor. Ocak 1933’te, kızkardeşini okuldan alıp eve getirirken Hitler’in şansölyeliğe atandığını gazete tezgâhlarından öğreniyor. Viyana’daki çocukluğunun anlatımı gibi Berlin öyküleri de, insanın içine işleyen kişisel anıları ile bir tarihçinin iki savaş arasında Orta Avrupa’da yaşam üzerine düşüncelerini, hiçbir kopukluğa yol açmaksızın birbirine örüyor, iç içe geçiriyor: “Yirminci yüzyılın Orta Avrupa’daki ‘Felâketler Çağı’nı yaşamamış olanlar için, asla sürmesi beklenmeyen bir dünyada, hattâ bir dünya bile denemeyecek, ancak ölmüş bir geçmiş ile henüz doğmamış bir gelecek arasında yer alan geçici bir istasyon diye tarif edilebilecek bir şeyin içinde varolmanın ne demek olduğunu anlamak, kolay olmasa gerek.” Sırf bu ilk yüz sayfa bile, kitabın fiyatına rahatlıkla değer.
Hobsbawm ailesinin çocukları İngiltere’ye gönderiliyor (Britanya pasaportları ve Londra’da akrabaları var). Olağanüstü yetenekli ve yaşına göre çok ileri olan Eric, iki yıl içinde İngilizce öğrenime geçişin üstesinden geliyor ve Cambridge Üniversitesi’nin King’s College’ında tarih okumak için Herkese Açık Burs’lardan birini kazanıyor. İngiliz seçkinler zümresine ömür boyu sürecek yükselişi de orada, lisans sınavlarındaki çarpıcı başarıları ve Apostles‘a seçilmesiyle [Havariler - ç.n.] başlıyor (üyelerini kendisi seçerek varlığını sürdüren bu Cambridge “gizli derneği”nin Hobsbawm’dan önceki üyeleri arasında, Wittgenstein, Moore, Whitehead, Russell, Keynes, E. M. Forster ve “Cambridge casusları“ Guy Burgess ile Anthony Blunt da yer alıyordu). King’s College’da Hobsbawm’ın çağdaşı olan Noel Annan, lisans öğrenciliği yıllarındaki Hobsbawm’ı “hayret verici derecede olgun, tepeden tırnağa Parti’nin güncel siyaset yorumuyla donanmış, âlim [erudite - ç.n.] olduğu kadar fasih [fluent - ç.n.], akranlarından herhangi biri hangi kıyıda köşede kalmış konuda bir seminer ödevi yazmaya kalkacak olursa olsun, o mesele hakkında bir görüşü olacak kadar donanımlı” diye anlatıyor(2).
Savaştan sonra, Hobsbawm’ın siyasî görüşleri İngiliz akademik kariyerinin formel basamaklarını birer birer çıkmasını yavaşlattı; eğer Komünist Partisi’ne üye olmasaydı, muhtemelen daha genç bir yaşta seçkin bir kürsü sahibi olurdu. Gene de — Primitive Rebels‘dan [İlkel İsyancılar] The Age of Capital‘a [Sermaye Çağı], Industry and Empire‘dan [Sanayi ve İmparatorluk] The Invention of Tradition‘a [Geleneğin İcadı] — her yeni kitabıyla ulusal ve uluslar arası ünü büyümeye devam etti. Emekliliğinde, kariyeri şan ve şerefle taçlandırıldı: Her yerde konuşma verdi; yığınla onur doktorası aldı; İngiltere Kraliçesinin Şeref Refakatçileri’nden [Companion of Honor - ç.n.] biri oldu.
Yıllar boyu yaptığı yolculuklar sayesinde Hobsbawm kendini çok ilginç bazı durumlarda buldu: Halk Cephesi’nin doruğunda olduğu Paris’teki 1936 Bastille Günü kutlamaları sırasında, Sosyalist Parti’ye ait bir haber kamerası kamyonunun üstüne çıktı (öyle bir fotoğrafı var, neredeyse yetmiş yılın ötesinde, ama inanılmaz derecede tanıdık). İspanya İç Savaşı’nın ilk başlarında, kısa süreyle Katalonya’ya geçti. Bir seferinde Havana’da Che Guevara’nın — irticalen — tercümanlığını yaptı. Otobiyografisinde, Latin Amerika, İspanya, Fransa ve — özellikle — İtalya’daki seyahat ve dostluklarından, zorlama olmayan bir coşkuyla söz ediyor. İngiliz tarihçilerinin — ve ilk başta aralarında yer aldığı İngiltere tarihçilerinin — çoğunun aksine, Hobsbawm sadece çok-dilli değil aynı zamanda referans noktaları bakımından içgüdüsel olarak kozmopolit oldu. Anıları, yakın ailesi ve aşkları hakkında insana hoş bir tazelik hissi verecek derecede ketum; buna karşılık kamusal dünyasını meydana getiren erkek ve kadınlarla dolu. Uzun ve verimli bir yirminci yüzyıl yaşantısına tanıklık ediyorlar.
Ama eksik olan bir şey var. Eric Hobsbawm sadece Komünist olmuş değildi — öylesinden İngiltere’de bile çok var. Altmış [öldüğünde yetmiş - ç.n.] yıl süreyle Komünist kaldı. Britanya’nın küçücük Komünist Parti’sindeki üyeliğinin, ancak Tarih temsil etmiş olduğu dâvâyı kesinlikle gömdükten sonra, kadük olmasına izin verdi. Ve bir ara Komünizmin büyüsüne kapılmış olan hemen bütün diğer aydınlardan farklı olarak Hobsbawm’da hiç pişmanlık belirtisi yok. Hattâ öyle ki, bir yandan Komünizmde somutlanan her şeyin toptan yenilgisini teslim ettiği halde, diğer yandan, 80’inden 90’ına giderken hiç gözünü kırpmadan “Ekim Devrimi’nin rüyası benim içimde bir yerde hâlâ yaşıyor” diyor; bunda israr edebiliyor.
Tahmin edilebileceği gibi, ömrünü adadığı Komünizmden “dönmeme” konusundaki bu tâvizsiz inattır ki kamuoyunda pek çok yoruma konu oluyor. Niçin arkadaşlarınızın büyük çoğunluğu gibi partiden 1956’da, Sovyet tankları Macar ayaklanmalarını ezdiğinde ayrılmadınız, diye soruluyor Hobsbawm’a sayısız mülâkat sırasında. 1968’de Kızıl Ordu Prag’a girdiğinde niçin ayrılmadınız ? Niçin (Hobsbawm’ın son yıllarda birkaç kere öne sürdüğü gibi) eğer sonuç biraz daha iyi olsaydı Stalin döneminin insan hayatları ve acılarıyla ölçülen bedelinin ödemeye değer olmuş olacağına inanmaya devam ediyorsunuz ?
Hobsbawm bu tür bütün sorgulamalara muntazaman ama azıcık bezgin bir tavırla cevap verirken, bazen, insanların Komünist geçmişine bu kadar takması karşısında yukarıdan bakan bir sabırsızlığı da hafifçe hissettirmekten geri durmadı. Ne ki, bu soruya kendisi çanak tutuyor. Kendi anlatımıyla, hayatının büyük bölümünü Komünizme vermiş. Otobiyografisinde o kadar sürükleyici bir şekilde söz ettiği insanların çoğu Komünist. On yıllar boyu Komünist yayınlar için yazmış ve parti toplantılarına katılmış. Başkaları partiyi terk etmiş ama o kalmış. Sadakatini uzun uzadıya tasvir ediyor, ama hiç açıklamıyor.
Hobsbawm’ın Komünizme bağlılığının Marksizmle pek bir ilgisi yok. Onun için “Marksist bir tarihçi” olmak, “tarihsel” veya yorumlayıcı dediği bir yaklaşımı olmaktan ibaret. Hobsbawm’ın gençliğinde, siyasal olayların anlatımına kıyasla daha geniş açıklamalara yönelmek, ekonomik nedenleri ve toplumsal sonuçları vurgulamak radikal ve ikonoklastik bir tavırdı — Marc Bloch’un Annales grubu da Fransız tarihçiliğine benzer değişimleri dayatıyordu. Günümüzün historiyografi tablosu öyle ki, bu tür kaygılar aşikâr, hattâ muhafazakâr kaçıyor. Üstelik, New Left Review‘daki Gramsci epigonlarından farklı olarak Hobsbawm, Avrupa anakarasına özgü Marksizm-içi tartışmalara ve teori denemelerine de hep tipik bir İngiliz ilgisizliği içinde oldu; eserlerinde bunları hemen hiç yansıtmıyor.
Hobsbawm versiyonunda, bizzat Komünizmi bile belirli bir yere raptetmek hiç kolay değil. Anlatımından, Komünist olmanın nasıl bir his olduğu hemen hiç çıkmıyor. Hemen her yerde olduğu gibi İngiltere’de de Komünistler vakitlerinin büyük bölümünü ajit-prop’la — parti yayınlarını satmakla, seçimlerde parti adayları için halkla bire bir konuşmakla, gerek hücre toplantılarında gerekse kamuya açık tartışmalarda “genel çizgi”yi yaymakla, toplantı organize etmekle, miting ve gösteri planlamakla, grev kışkırtmakla (veya önlemekle), cephe örgütlerini manipüle etmekle vesaire geçiriyordu. Sıradan, rutin, çoğunlukla sıkıcı ve bıktırıcı işlerdi bunlar; vefa ve görev duygularıyla yapılıyordu. Şimdi aklıma gelen neredeyse istisnasız bütün Komünist ve eski Komünist anılarında bu gibi meseleler çok geniş yer tutar — kaldı ki, böyle kitapların en ilginç yanı da bunlardır genellikle, çünkü bu rutinler çok zaman alıyordu ve çünkü eninde sonunda bunlar parti hayatının ta kendisiydi.(3)
Ama kendisinin de açık seçik belirttiği gibi, Eric Hobsbawm hiç hoşlanmamış bu tür yerel örgüt çalışmalarından. Bunun tek istisnası, lise öğrenciliği yıllarında SA kahverengi gömleklilerine meydan okumak pahasına 1933 Mart seçimlerinde halkın arasına girip (aslında ölüme mahkûm olan) KPD’ye oy çağrısında bulunmak gibi gerçekten tehlikeli bir işe girmiş olması. Buna karşılık sonraki yıllarda kendini tamamen “akademik veya entellektüel çevreler” içinde çalışmaya hasrettiğini görüyoruz. 1956’dan sonra ise, “Parti’nin, kendi içinde reform yapamadığı için artık ülkede uzun vâdeli bir siyasî geleceği olamayacağına kanaat getiren” Hobsbawm, (bizatihî partiyi değilse de) Komünist aktivizmi bırakıyor. Dolayısıyla anılarından, bir yaşam tarzı ve hattâ bir siyaset tarzı olarak dahi Komünizm hakkında hiçbir şey öğrenemiyoruz.
Ne ki, bir mikro-toplum olarak partiden bu uzaklık, Hobsbawm’ın karakterine son derece uygun. Her ne kadar gene kendisi “o karanlık yılların duygusal yaralarını benim de üzerimde taşıdığıma hiç kuşkum yok diyorsa da, gençlik travmaları ile yetişkin duruşları arasında ne tür bağlantılar olduğuna ilişkin spekülasyon biraz boş kaçar. Ama açık ki Hobsbawm dünya ile arasına hep belirli bir mesafe koymuş; kendi ifadesiyle, “entellektüalizmi[m] ve insanlar âlemiyle pek ilgilenmeyişi[m]” ona trajediler karşısında kalkan olmuş. Bu, Eric Hosbawm’ın çok iyi bir sohbet arkadaşı olmasını ve bundan keyif almasını engellememiş. Ama galiba belirli bir empati yoksunluğunu açıklıyor: Eski yoldaşlarının ne coşkusu ne de suçları fazla etkiliyor Hobsbawm’ı. Başkaları partiyi umutsuzluk içinde terk etmiş çünkü parti onlara çok şey ifade edegelmiş. Hobsbawm ise partide kalabilmiş çünkü en azından günlük hayatı açısından hemen hiçbir şey fark etmemiş.
Lâkin bambaşka bir açıdan baktığımızda Eric Hobsbawm, kendilerini [dâvâya] çok daha canıgönülden adayan pek çok çağdaşına kıyasla Komünist kalıba çok daha iyi oturuyor. Modern Avrupa Solunun tarihinde, her şeyi içine çekip soğuran birçok mikro-toplum oldu. Sadece İngiltere’de, Büyük Britanya Sosyalist Partisi’ni, Bağımsız İşçi Partisi’ni, Fabiancıları, çeşit çeşit Sosyal Demokrat ve anarşist federasyonları ile tabii Troçkistleri ve sair çağdaş “Eski Mümin”leri sayabiliriz. (4) Ne ki, başka yerlerde olduğu gibi İngiltere’de de Komünist Partisi bütün bunlardan, otorite ilkesiyle, hiyerarşiyi kabullenişle ve düzen tutkusuyla ayrılıyordu.
1. Interesting Times: A Twentieth-Century Life (New York: Pantheon, 2004). Türkçesi için bkz Tuhaf Zamanlar, çev. Saliha Nilüfer (İletişim Yayınları, 2006). [Orijinal dipnotu genişleten: Halil Berktay.]
2. Noel Annan, Our Age: English Intellectuals Between the World Wars — A Group Portrait (New York: Random House, 1991), 189. [Başlığın Türkçesi: Çağımız: İki Dünya Savaşı Arasında İngiliz Aydınları — Bir Grup Portresi. Ekleyen HB.]
3. Örneğin bkz Raphael Samuel, “The Lost World of British Communism (Part I)” [İngiliz Komünizminin Yitik Dünyası, Bölüm I], New Left Review, no 154 (Kasım-Aralık 1985): 3- 53. Samuel burada “kuşatma altında bir örgüt[ün]... yabancı etkilerden kendini yalıtmış, dışarıdakilere karşı saldırgan, içeridekiler içinse koruyucu, komple bir toplum görüntüsü[nü korumasının]” enfes bir portresini çiziyor; “gözle görünür, elle tutulur bir kilise,” diyor Samuel — “kurucu babalarından bu yana kesintisiz bir soy kütüğüyle süre gelen, politikalarımız için kutsal kitaplardan sure ve âyet gösteren, aforoz ettiklerimiz için İlk Hıristiyanların dilini kullanan” bir kilise.
4. Doktrin pirüpaklığı ile siyasî bakımdan esamesi okunmaz olmuşluğun mutlu evliliği sayesinde yüz yıldır ayakta kalan bir partinin iç hayatına ilişkin bir anlatım için, bkz Robert Baltrop, The Monument: The Story of the Socialist Party of Great Britain [Abide: Büyük Britanya Sosyalist Partisi’nin Öyküsü] (Londra: Pluto Press, 1975).
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURPKK neden Schrödinger'in kedisine benzedi? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRBatı’nın krizi, küresel düzenin çözülüşü: Türkiye için dönüm noktası üzerine senaryolar ne? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm süreci… Yüzlerde hâlâ niye kaygı ifadesi var? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞALTINA, DÖVİZE BAK GÖR HALİNİ… 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanBöyle giderse bu tren bu tünelden çıkmaz 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNPKK’nin çekilme hamlesi ne anlama geliyor? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarışın Halklaşması ve Demokratik Toplum Sürecine Çağrı... 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’de milliyetçiliğin reformu meselesi 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçYoğurtsuz, tereyağsız ve tavuk etiyle iskender kebap olur mu? Olur ama… 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit Akçayİstikrarsızlık üreten istikrar programı 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANNereye doğru gidiyoruz? 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolSarkozy hapiste 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünAsker göndermek ya da göndermemek… 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENVe casusluk hikâyesi 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkumuş hainler ülkeden kaçıyor! 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEÇete savaşı mı? 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUMuhalefetin gerçeklikle bağı koparsa… 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet Berkan‘Büyük iddialar, büyük kanıtlar gerektirir’ 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHukuk binasını yıkmayın efendiler 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalProtestolar Amerika’yı sallıyor (mu?) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKronik siyaset bunalımı… 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (2) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBir toplum geleceğe nasıl hazırlanır? 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZKomisyon yerli ve demokratik çözümün yol haritasını hazırlamalı 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDem Parti’ye çullanmanın hafifliği 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞ“Türk soylu yabancı” mı, “herkes Türktür mü (vatandaş?) daha doğru? 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTGöbeklitepe… Urfa İzlenimleri – 2 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNMadencilik yasasının gölgesinde hasat: Çatalağaç zeytin taşınamaz 21.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTürkiye’nin dilleri, İslam’ın lehçeleri, Allah’ın ayetleri 20.10.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRMilyonlarca dolarlık LPG filosu ve otel zinciriyle Paramount operasyonunun en dikkat çekeni: Şaban K 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTKürt siyasi temsili sorunu 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERFransa’yı krizden kurtaran emeklilik hakları 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezKültürel hegemonya: “Hay Bin Yakzan” bize ne söyler? 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuHukuksuz Türkiye inadı ve af… 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞTrump’ın meşruiyeti var mı ki! 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIREkonominin düzelmesi Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bağlı… 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl Bora“Çetin Ceviz Çıkan Ankara Ahalisi” 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÇifte hukukta son perde: Ünsal Ban nasıl kaçtı? 16.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar dışarıda güvercin içeride şahin: Neden? 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAMilli takım ışık saçtı: Maçın kahramanını açıkladı 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENSadece DEM mi, ya CHP'nin ettikleri? 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRDEMOKRATİK TOPLUM VE "YILIŞIK" FOTOĞRAF 4.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMesele CHP Değil! 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBİR ÖĞRETMEN YETİŞTİRME HİKAYESİ 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları

























































































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.03.2025
8.03.2025
8.03.2025
6.03.2025
10.02.2025
29.01.2025
25.01.2025
16.01.2025
24.12.2024
20.11.2024