Halil BERKTAY
[8-9 Temmuz 2020] Önce, ucu bazı güncel tartışmalara dokunan küçük bir hatırlatma: Onlar da Edward Said ve Immanuel Wallerstein gibi, sonra Benedict Anderson, Larry Wolff, Maria Todorova ve daha niceleri gibi, Batı-merkezciliğin gene Batı tarihçiliği ve sosyal bilimlerinin içinden çıkan çok etkili eleştirmenleri. Buna karşılık meselâ Müslüman âlim ve düşünürlerden gelmiyor böyle bir zenginlik. Karşı çıkıyor, şikâyet ediyor, kınıyor, reddediyor — ama bilimsel ikna yoluyla başarı şansı olacak başka bir yol ve model gösteremiyorlar. Birçoğu, kendi kültürel ve inançsal kimliğini “Batı bilimi”nin karşısına dikmenin yeterli olduğunu zannediyor. Yok, bu darlığı aşabilecek sentez kapasiteleri. Çok önemli bir nedeni, kendi bağlayıcı kudsiyetleri. Tabuları var, dokunulmazlıkları var. Edebiyatta da, sanatta da, bilimde de derinleşmekten alıkoyuyor. İnsanı olduğu gibi göremiyor ve kurcalayamıyorlar. Oysa bütün eksik ve sakat yanlarıyla o horlanan “Batı bilimi” ve akademisi, hem şimdiye kadarki bütün içerik ve metod birikimi, hem olanca özgürlük geleneği, sınırsız düşünme ve tartışma geleneği sayesinde, habire kendi alternatiflerini kendisi üretmeye devam ediyor.
Geçtim. Asıl konuya, geneli ve özeliyle köylü toplumlarına ilişkin evrensel sosyolojik gerçekliklerin, önce nasıl görülemediği ve sonra nasıl görüldüğüne dönelim.
Bu sefer şöyle düşünün: dünyanın Avrupa diye bir köşesi var. Avrasya anakarasının en kuzeybatı ucu da diyebiliriz (Diamond, Cook ve Ponting öyle görüyor). Mısır, Mezopotamya, Orta Doğu, İran, Hindistan ve Çin gibi büyük medeniyet merkezlerine kıyasla, burası uzun süre hayli geri bir çeper (periferi). Derken, coğrafî avantajına dayanarak kıpırdanmaya başlıyor. Atlantik kıyısı konumu sayesinde, okyanusa açılıp “orada” olduğu daha önce bilinmeyen büyük bir kara parçasına tosluyor: kazara Amerikaları “keşfediyor.” Üstelik yerli halk askerî bakımdan çok geri. Madenî zırh ve silâhları yok. Avrupalı fatihler eziyor, yağmalıyor ve kısa zamanda büyük zenginlik biriktiriyor. Bu sayede, o sıralar kendisinden çok daha ileri ve müreffeh seviyedeki Hint Okyanusu ekonomik bölgesine de girmeyi başarıyor.
Öyle veya böyle; 15. yüzyıldan itibaren Avrupa’da “modern” ve/ya “kapitalist” sözcükleriyle tarif etmeye çalıştığımız yeni bir kültür ve uygarlık dairesi yükseliyor. Avrupa kendi kimliğini, zaman içinde birbirini izleyen (ve belki kısmen örtüşen) çeşitli “öteki”lerle mücavirlik, mukayese ve mücadele içinde oluşturuyor. Bu “öteki”ler bazen çoktanrıcılar, bazen İslâm, bazen Türkler/Osmanlılar, bazen Amerika’ların yerli halkları, bazen Afrika ve Asya’daki sömürgeler, bazen diğer “ırk”lar, bazen Yahudiler, bazen Sovyetler ve komünizm olabiliyor (bkz Gerard Delanty, Inventing Europe).
Kabaca 1500 dolayları ile 1800 arasında adım adım serpiliyor, bu yeni Avrupa’nın yeni üstünlük duygusu. Avrupalı elitler kendi kültürlerini, bilgilerini, değerlerini, hayat tarzlarını, kurumlarını ve pratiklerini norm/al, başka kültür, değer, kurum ve pratikleri a-normal kabul etmeye başlıyor. Avrupa-merkezciliğin en temel katmanları bu üç yüzyılda kuvvetle teşekkül ediyor. Avrupalı nazarı (the European gaze) kendine baktığında başka, kendi dışına baktığında başka şeyler görüyor. Benzerliği değil benzersizliği algılıyor. “Biz moderniz, onlar değil. Bizimle aynı patikayı izlemiyorlar. Başka bir hava ve mecradalar. Bizim gerimizde kalıyorlar.” Batı ile Doğu arasında bir yol ayırımı hissi ve bunun değişik bir özden kaynaklandığı fikri, daha bu aşamada, bugün Oryantalist dediğimiz düşünce tarzına hayat veriyor.
Oryantalizm bir ideoloji, bir dünya görüşü. Şarkiyat Çalışmalarının (Oriental Studies) o zamanki hali, metotları, ne bilip ne bilmediği zemininden fışkırıyor. Başka bir deyişle, Şarkiyat Çalışmaları içinde bilim ve ideoloji içiçe. Hem diller, edebiyat, çeviriler, edisyon kritikler, sözlükler, ansiklopediler bakımından muazzam kazanımlar söz konusu (ki hâlâ kullanıyoruz). Hem de böyle özcü bir ötekileştirme ve tarihsizleştirme saplantısını besleyip yeşertiyor. Dil ve din farklarıyla birlikte, hukuk ve siyaset öne çıkıyor. Çünkü (Yeniçağ da dediğimiz) Erken Modernite hâlâ öyle bir dönem. Toplumlar aşağıdan yukarı değil, yukarıdan aşağı algılanıyor. Henüz önce ekonomiye değil, önce devlete, yönetime, siyasete, kurumların hukuki elbisesine bakılıyor.
Bu ortamdadır ki Machiavelli, sonra Montesquieu ve Hegel gibi düşünürler, giderek uçurumlaşan bir ayırım yapıyor Batı yönetimleri ile Doğu yönetimleri arasında. Bizde sınırlı monarşi (limited monarchy) var, onlarda yok. Bizde hukuk devleti var (bkz Kanunların Ruhu), onlarda yok. Bizde kontrat, sözleşme, bağıtsallık var; onlarda yok. Bizde kişi özgürlüğü var, onlarda yok. Bizde özel mülkiyet ve sermaye birikimi var, onlarda yok. Biz dinamiğiz, onlar statik. Bizde terakki (evrim, ilerleme) söz konusu, onlarda ise tekerrür (tarihin tekrarı). Böyle bir dizi 1/0 ikilemi (binary opposition) oluşuyor. Hepsi Doğu Despotizmi (Oriental despotism) konseptinde özetleniyor.
Buraya kadarı, tekrar edeyim, antikacıları, koleksiyonerleri ve dilbilimcileri dahil 1500-1800 arasında Şarkiyatın ve Şarkiyatçıların ürünü. Derken 19. yüzyıl başlarında Berlin’den başlayarak modern üniversite sistemi kuruluyor. Bilimselliği yeni kabul edilen sosyal bilimler de dahil, her bir özerk disipline ayrı bir bölüm (departman) esası benimseniyor. Herodot ve Tukidides’ten, yani İÖ 5. yüzyıldan beri bol parası ve boş zamanı olan amatörlerin uğraşısı olan Tarih de bu noktada yeniden tanımlanıyor. Kurumlaşıyor ve profesyonelleşiyor; diploma ve doktora koşulları belirleniyor. Müstakil Tarih bölüm ve seminerleri ortaya çıkıyor.
Bu, Şarkiyatçıların yanısıra şimdi bir de Ortaçağ tarihçilerinin sahneye çıkması demek. İkisi çok farklı birbirinden. Şarkiyat Çalışmaları, kurumlaşsın kurumlaşmasın dışarıya, Doğuya, ötekine bakıyor. Avrupa dışı dilleri ve kültürleri bilmeyi gerektiriyor. Tarih bölümlerinin yüzü ise kendine, Avrupa’ya ve sadece Avrupa’ya dönük. 19. yüzyılın ilk yarısında, diyelim Leopolod von Ranke’nin Berlin Üniversitesi’ne profesör atandığı 1825 yılında, tarih diye ne var bu yeni tarih bölümleri ve öğrencilerinin çalışabileceği? Çok gerilerde İlkçağ var, yani Eski Yunan ve Roma; çok saygın ama Avrupa ve Avrupa Tarihi değil, çünkü Avrupa krallıkları ve ulus-devletlerinin kaynağı değil; İS 5. yüzyılda sonlanan ayrı bir dünya. Daha yakınlarda Yeniçağ var, ama topu topu 300 yıllık. İkisinin arasında ise, Göç ve İstilâlar Çağı’yla ya da Kavimler Göçü’yle birlikte Avrupa’nın doğuşunu da içeren net 1000 yıllık bir Ortaçağ uzanıyor.
19. yüzyılın yeni Alman ve Fransız üniversitelerinin yeni tarih bölümlerinde çok önemli bu Ortaçağ. Gerek başlıbaşına süresi, hacmi ve içerdiği konu zenginliği; gerek Napolyon’un yenilgisini ve Fransız Devrimi dalgasının geri çekilmesini izleyen Restorasyon dönemi Romantizminin geçmişe uyandırdığı tarihsici (historicist) nostalji; gerekse yeni milliyetçilik çağında Avrupa uluslarının başlangıcının ne kadar geriye götürülebileceği açısından (bkz Patrick Geary, The Myth of Nations [Uluslar Efsanesi]), Avrupa tarihçilik piramidinin en tepesinde Ortaçağ tarihi oturuyor. Latince, Orta Almanca, Orta Fransızca ve Orta İngilizce bilen; dolayısıyla bu dillerdeki bütün edebiyatları okuyabilen, Kilise, mahkeme ve noterlik belgelerini çözebilen, kraliyet arşivleri ile saraylı aşk şiirleri ve malikâne envanterlerine aynı derecede vakıf Ortaçağ tarihçileri, derslerimde de kullandığım bir benzetmeyle, o zamanlar bu mesleğin Porsche’ları, Cadillac’ları, Rolls Royce’ları. Sair meslekdaşları ucuz ve sıradan Fiat veya Citroen’leri andırırken, yelpazenin diğer ucunda traktör veya kamyonet misali Şarkiyatçılar yer alıyor.
Peki, ne görüyor bu seçkin, bu aristokratik Ortaçağcılar, kendi alanlarına baktıklarında? Ne gördüklerini, 150-200 yıl sonra bugün geldiğimiz noktada, ben kendi terimlerimle şöyle tarif edebiliyorum: (1) Çok popüler düzeyde konuşacaksak, şatoları ve şövalyeleri görüyorlar. Başka bir deyişle, fiyef dağıtımının nasıl bir kabileden devlete geçiş sürecinde oluştuğunu daha önce anlattığım sonuçlarını: zayıf krallar ve güçlü lordları kapsayan görece ademi merkezî, görece aristokratik bir iktidar konfigürasyonunun kendine özgü hukuk ve kültür giysilerini, couleur locale’ini (mahallî renklerini) görüyorlar. O kadar ki, uzun süre devleti görmüyorlar bile. Ya da devleti süzeren-vasal, üst bey ve alt bey ilişkilerine indirgiyorlar. Ve bu ilişkilerin tamamını aynen fotoğraflayıp önce feodal hukuk (ius feodale), sonra feodalite, giderek feodalizm adını veriyorlar. (2) Henüz 19. yüzyılda dikkatlerini toplumun tepesinden ne kadar aşağıya kaydırdıkları, yani köylüleri görüp görmedikleri çok şüpheli. Paul Vinogradoff büyük bir istisna kuşkusuz. Çünkü Rusya kökenli ve yoksul, ezilen bir geleneksel köylülük realitesini bütün acı çehresiyle birlikte çok yakından tanıyor. Ama çoğu profesyonel Ortaçağcı, köylüleri gene hâkim sınıfların gözüyle görmekten; yani bağımlı küçük köylü ekonomisine o özel iktidar konfigürasyonunca giydirilmiş, zamana ve mekâna özgü hukuk ve kültür renkleriyle görüp algılamaktan kurtulamıyor. Haksızlık etmeyelim; çok ama çok zor bu zihinsel çerçevenin dışına çıkabilmek. Sonuçta, 1000 veya 1100 veya 1200 dolaylarındaki Avrupa köylülüğünü de âdetâ kameranın karşısına oturup bütün o mahallî giysisi içinde fotoğrafını çekerek adına serflik diyorlar.
Altını ne kadar çizsem az: Paul Vinogradoff (1854-1925) ve hattâ Marc Bloch’a kadar (1886-1944) hemen hiçbir profesyonel, akademik Ortaçağ tarihçisi bakmıyor Avrupa dışına. Başka coğrafyalardaki fiyef sistemleri ve bağımlı köylülüklerle zerrece ilgilenmiyor. Feodalizm ve serflik kavramları, sadece Avrupa’ya özgü bilgiler temelinde, bu kadar Euro-specific bir düşünce ve bilim süreciyle tanımlanıyor. 18. ve 19. yüzyıl Avrupa düşünce dünyasının bir başka kompartımanında ise Şarkiyatçılar yaşamakta. Onlar Ortaçağ tarihçileriyle aynı tezgâhtan geçmemişler. O kadar katı, önü ilikli bir disiplinden gelmiyorlar. Fakat Avrupa-merkezcilik onların da soluduğu havada var. Bu zihniyetle, Avrupa’nın içine değil dışına bakıyor ve feodalizmin aynadaki aksini, negatifini, eski körüklü fotoğrafçıların deyimiyle “arabı”nı — güçlü hükümdar, zayıf fiyef sahiplerinden oluşan hafif değişik bir iktidar konfigürasyonunu görüp adına Doğu despotizmi diyorlar.
Bu da bizi Marx’ın bu konuda nerede, hangi bilgi ve düşünce akımlarının kavşağında durduğuna; Avrupa’nın ve Avrupa dışının kapitalizm öncesi tarihine ilişkin kendi kavramlarını nerelerden ödünç aldığına getiriyor.
Yazarlar
-
Nevzat CİNGİRTBürokrasi, tarımın gerisinde kaldı 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBu bir haber değildir: Türkiye, doğal alan kaybında birinci 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUÇözümün kolaylaşması isteniyorsa… 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFed mi, TCMB mi? Çetrefilli bir soru, ironik bir cevap 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciFaizi MB’mi yoksa Adliye mi belirliyor? 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZPKK’nın son açıklaması: Süreç devam ediyor, ama nasıl ? 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselMerkez Bankası zor bir viraja girdi 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Taha Akyol‘Süreç’te yeni safha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“İnsanın ümüğüne bu kadar çökülmez…” 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUTrafik, yargı ve casusular 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİİmamoğlu'na casusluk tutuklamasının akla getirdikleri 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞHamdi Ulukaya (Çobani) en zengin Türkiyeli seçilmesi üstüne... 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURPKK neden Schrödinger'in kedisine benzedi? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanBöyle giderse bu tren bu tünelden çıkmaz 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞALTINA, DÖVİZE BAK GÖR HALİNİ… 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm süreci… Yüzlerde hâlâ niye kaygı ifadesi var? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNPKK’nin çekilme hamlesi ne anlama geliyor? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRBatı’nın krizi, küresel düzenin çözülüşü: Türkiye için dönüm noktası üzerine senaryolar ne? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarışın Halklaşması ve Demokratik Toplum Sürecine Çağrı... 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçYoğurtsuz, tereyağsız ve tavuk etiyle iskender kebap olur mu? Olur ama… 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit Akçayİstikrarsızlık üreten istikrar programı 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’de milliyetçiliğin reformu meselesi 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEÇete savaşı mı? 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANNereye doğru gidiyoruz? 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünAsker göndermek ya da göndermemek… 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet Berkan‘Büyük iddialar, büyük kanıtlar gerektirir’ 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalProtestolar Amerika’yı sallıyor (mu?) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (2) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKronik siyaset bunalımı… 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHukuk binasını yıkmayın efendiler 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBir toplum geleceğe nasıl hazırlanır? 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTürkiye’nin dilleri, İslam’ın lehçeleri, Allah’ın ayetleri 20.10.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezKültürel hegemonya: “Hay Bin Yakzan” bize ne söyler? 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTKürt siyasi temsili sorunu 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRMilyonlarca dolarlık LPG filosu ve otel zinciriyle Paramount operasyonunun en dikkat çekeni: Şaban K 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERFransa’yı krizden kurtaran emeklilik hakları 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuHukuksuz Türkiye inadı ve af… 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIREkonominin düzelmesi Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bağlı… 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞTrump’ın meşruiyeti var mı ki! 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl Bora“Çetin Ceviz Çıkan Ankara Ahalisi” 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar dışarıda güvercin içeride şahin: Neden? 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAMilli takım ışık saçtı: Maçın kahramanını açıkladı 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENSadece DEM mi, ya CHP'nin ettikleri? 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRDEMOKRATİK TOPLUM VE "YILIŞIK" FOTOĞRAF 4.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBİR ÖĞRETMEN YETİŞTİRME HİKAYESİ 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları




























































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.03.2025
8.03.2025
8.03.2025
6.03.2025
10.02.2025
29.01.2025
25.01.2025
16.01.2025
24.12.2024
20.11.2024