Roni MARGULIES
İnsan niye “terörist” olmayı seçer?
Garip bir şey, değil mi?
Köyünde güzel güzel yaşamak varken, dağa çıkıp zor koşullarda her şeyi tehlikeye atmak, ölümü göze almak çok da kolay bir seçim olmasa gerek.
Niye seçer bunu insan?
Polis Akademisi bünyesindeki Uluslararası Terörizm ve Sınıraşan Suçlar Araştırma Merkezisayesinde artık bu sorunun cevabını biliyoruz.
Prof. Dr. Süleyman Özeren başkanlığındaki akademisyenler tarafından gerçekleştirilen çalışmada 2010-2012 yılları arasında yakalanan 2.270 örgüt üyesi üzerinde yapılan araştırmadan “çarpıcı sonuçlar” çıkmış. Terör örgütlerinde militan kimlik inşası ve eleman profili adlı araştırma, gazete haberlerine göre, “terör örgütünün cahillik ve işsizliği nasıl kullandığını”, “eleman temin etme yöntemlerini” ve “nemalandığı alanları” gözler önüne sermiş.
Boru değil, koca profesör! Ve Polis Akademisi. Ve akademisyenler. Herhalde, diye düşündüm, çok şey öğrenirim bu rapordan.
Hemen öğrenmeye başladım.
Örneğin, PKK’nin eleman kazanma yöntemleri şöyle sıralanmış:
“Gençlerin suça itilerek sabıkalı hale getirilmesi. Kaçırılma, zorlama, tehdit, kandırılma. Örgütle ilişkili yapıların kazanma sürecinde kullanılması. Örgütsel yayınların etkisi. Cezaevi ve Avrupa faaliyetleri.”
Ve tabii bu bilimsel ve akademik bir rapor olduğu için, Kürt gençlerinin dağlarda ölümü göze almasının nedenleri bilimsel ve akademik bir şekilde sunulmuş:
“Cezaevinde propaganda: yüzde 1,27, intikam duygusu: yüzde 1,69, evliliğe zorlanma: yüzde 2,54, yargılanma ve aranıyor olma: yüzde 2,97, özenti ve takdir edilme arzusu: yüzde 2,97, kardeşinin dağ kadrosunda olması: yüzde 2,97, duygusal ilişki sebebiyle: yüzde 3,39, örgütsel yayınların etkisi: yüzde 3,81, akraba etkisi: yüzde 3,81, arkadaş etkisi: yüzde 7,20, işsizlik ve ekonomik sorunlar: yüzde 10,59, kaçırılma, zorlama, tehdit: yüzde 11,02, etnik duygular: yüzde 11,86, ailevi sorunlar/aile baskısı: yüzde16,95, örgüt propagandası ve gençlik kolları faaliyetleri: yüzde 16,95.”
Demek ki, neymiş? Kürt sorununun temelinde ne varmış?
Duygusal ilişki (“Ben bu herifi başka türlü tavlayamayacağım, iyisi mi dağa çıkayım”), ailevi sorunlar (“Üvey annem de çok oluyor artık ha, ben dağa çıkıyorum, seneye görüşürüz”), evliliğe zorlanma (“Herif çok çirkin ya, dağda ne güzel adamlar vardır, ben oraya gidiyorum”), takdir edilme arzusu (“Ulan, bi ölsem herkes beni çok takdir edecek, ondan sonra gel keyfim gel”)...
Anlaşılıyor ki, hiç kimse baskıya ve haksızlığa isyan ettiği için gerilla olmamış.
Kolay kandırılan insanlar oldukları için, hepsi akraba veya arkadaş etkisiyle veya propaganda nedeniyle ketempereye getirilmiş.
Vallahi çok memnun oldum. Kürt sorunu yokmuş demek ki. Sadece Kürtlerin biraz saf olup kolayca etki altında kalması sorunu varmış.
Bu saflık dün yine kanıtlandı.
Diyarbakır’da Valilik tarafından düzenlenen “Cumhuriyet Konseri”ne halk ilgi göstermemiş, sadece 30 kişi katılmış.
Saflık işte. Halk, akrabalarının, arkadaşlarının ve teröristlerin etkisi altında kalıp güzel bir konser izleme fırsatını kaçırmış.
Memleketin başka taraflarında ise, halk çok daha uyanık ve akıllı olduğu için, akın akın konserlere, gösterilere, Anıtkabir’e gitti.
Üstelik, tüm engellere rağmen, barikatları ve biber gazı bulutlarını yararak gitti.
Sözcü gazetesinin manşetine göre, “29 Ekim’i kutlayanlara Atatürk’ün gözü önünde terörist gibi davrandılar”.
“Atatürk’ün gözü de mi gösteriye katılmış”, “Atatürk ölmemiş miydi” gibi sorularla vaktimi ziyan etmemenizi rica ediyorum. Atatürk’ün ölümsüz olduğunu bilmezmiş gibi konuşmayın.
Konumuz Atatürk’ün neyi görüp neyi göremediği değil zaten.
Atatürk’ün hâlâ yaşıyor olduğunu zannedenler ve hepimizin onun emrettiği şekilde yaşaması gerektiğine inananlar polis dayağı yemeli midir, yememeli midir? Konu bu.
Normal koşullarda, “iti ite kırdırmak” sözünü hatırlayıp polisi alkışlamam gerekirdi.
Çünkü Ulus Meydanı’nda dayak yiyen sahtekârlar, Kürtlerin, Ermenilerin, başörtülülerin dayak yemesi gerektiğine inanıyor, ordunun darbe yapıp hepimizi dövmesi gerektiğini düşünüyor. “Cumhuriyet” derken kastettikleri de bu zaten.
Ben ise polisin hiç kimseyi, hatta Kemalistleri bile dövmemesi gerektiğine inanıyorum.
Bu kadarcık sevinci bile çok gördüm kendime.
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
- Haydi başka gezegene gidelim!
22.03.2023 - Diktatör, komplo ve ölüm
13.03.2023 - “Maşallah şehrin temizliği gayet güzel”
27.02.2023 - Türk erkeği ağlamaz (ben ağlarım)
20.02.2023 - Puslu havayı seven yabancı kurtlar
13.02.2023 - Dört dilde geçinemiyoruz!
6.02.2023 - Yasaklamalı mı, yasaklamamalı mı?
29.01.2023 - İnsan insanın kurdu mudur?
21.01.2023 - Ardahan Umumî Helalar Müstahdemliği ve hukuk
15.01.2023 - Seküler milliyetçilik ve dindar milliyetçilik
15.01.2023
Yazarlar
-
Akif BEKİKimmiş bakalım devlete saldıran? 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUAnayasa engeli olduğu halde yeniden seçilmek isteyen başkan ne yapar? 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTefessüh… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUBüyük eşik atlandı, sıra mayınlı alanda… 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasPara vermeden diploma alanlarımız da bunlar 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet Berkanİktidar ülkeyi yönetebiliyor mu ki? Tek kişi ne kadar yönetebilirse o kadar işte… 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit Akçay2025’in kalanı nasıl geçecek? 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBüyük Aldatmaca: Popülizmin (Halkçılığın) Yolsuzluk Ve Eşitsizlik Konusundaki Yalanları 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNESiyasî kimlikler panayırı kapandı 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNMisak-ı Suriye! 4.08.2025 Tüm Yazıları
faruk tuncay
Elbette. Son "Öğrenci evleri kararının da isterik muhafazakarlıkla ilgisi yoktur. Ülkemizdeki gay ve lezbiyen sayısını arttırmaya yönelik, ultra modern bir özgürlük anlayışının icrasıdır.