Yıldıray OĞUR
PKK esir aldığı kamu görevlilerini, erleri bıraktıktan sonra sırada şimdi rahatça tarihî diyebileceğimiz Üçüncü İmralı görüşmesi var sırada. Tarihî çünkü o görüşmeden sonra 21 marta kadar ya da 21 mart günü PKK’nın sınır dışına çekilme kararını açıklaması bekleniyor.
30 yıldır 40 binden fazla insanın hayatına mal olan, onbinlerce insanı sakat bırakan, yüzbinlerce insanı evinden, yurdundan eden bir savaşın son demlerine yaklaşıyoruz.
Bundan ne kadar heyecan duysak, bunun ne kadar üzerine titresek az.
Çok klişe bir giriş oldu farkındayım.
Ama tam da böyle klişe şeyleri söylemeleri, siyasi çözüm için savaşın iki tarafına böyle klişe cümlelerle barışı vazetmeleri, arayı bulmaları, makul olanı söylemeleri bekleniyordu âkil adamlardan.
Ama günün sonunda âkil adamlardan çok azı âkil çıktı, çözüme neredeyse herkesin kafası yattı, geriye bir tek âkil adamları ikna etmek kaldı.
Öcalan’ı, Karayılan’ı, Kandil’in şahin kanadını, daha birkaç ay öncesine kadar kilometrekare hesabı yapan BDP’lileri ve tabii ki bütün Kürtleri kandıran devlet şükür ki bazı Beyaz Türk âkil adamları, barışsever aydınları, Taraf yazarlarını kandıramadı henüz. Dün Taraf’ta çözüm için şartlarını bile öne sürmüş köşe yazarıyla görüşmeden sadece İmralı ve Kandil’le anlaşarak barışın mümkün olacağını falan mı zannediyor hükümet?
Evrensel insan hakları bildirilerini bir tarafa bırakıp, Machievelli’nin Prens’ini eline alarak PKK’ya “silah en büyük kozun, ne yapıyorsun” diye hatırlatan Baskın Oran’ın kıymetini herhalde PKK iş işten geçtikten sonra anlayacak artık. Erdoğan’ın başkanlığına karşı, PKK’dan Abdülhamit’in istibdadına karşıResneli Niyazi’ninki gibi bir performans bekleyen aydınlar da bu “at pazarlığına” (bunu diyen de oldu) karşı Cezayir Lokantası’nda süresiz ve dönüşümsüz risotto yememe grevine başladı başlayacak.
Bu kadar büyük bir fedakârlığa gerek de kalmamış olabilir. Taraf’ın o olmadan çok eksik kaldığı Neşe Düzel’in Cengiz Çandar’la pazartesi günkü röportajını eğer Başbakan Erdoğan okuduysa “Ben bunu yapamayacağım, bunu hak etmiyorum” deyip vazgeçmiştir zaten her şeyden.
Demek ki böyle bir çözüme kalkışmadan önce Erdoğan’ın önce 10 yıl kadar Hollanda’da yaşayıp engin bir hoşgörüyle dolması, demokratlık standartları enstitüsünden belgesini alması gerekiyormuş.
İyi ki bu âkil adamlar, barışsever aydınlar, demokrasi için kaygılanan köşe yazarları 90’ların başında Güney Afrika’da yaşamıyordu. Yoksa “Apartheid rejiminin öncü ailelerinden gelen, ırkçı De Klerk’le barış olmaz” diye Mandela’nın bile aklına girmişlerdi.
İyi ki İspanya’da da yaşamıyorlarmış. “Demokrasi var, peki neden etnik sorun çözülmüyor”diye ya muhakeme yeteneklerini kaybetmişlerdi ya da Baskılılara “nankörler” diye bağırmaya başlamışlardı.
Âkil adamlara akıl vermek ne haddimize. Ama âkil birkaç tavsiyede bulunabiliriz herhalde.
Sakin olun. Ortada bir at pazarlığı, kazanan ya da kaybeden yok. Devlet ve Öcalan Kürt sorununu Türkiye’nin demokratikleştirilmesiyle çözme perspektifinde anlaştı. Bu aynı zamanda Türkiye demokratik bir ülke değil, olmalı demek. Demek ki barış için demokrasi önkoşul değil. Barış uğruna demokrasiyi kaybetmek değil, tam tersine barış için demokrasiyi güçlendirmek hedef.
Duygusal bakmayın. Erdoğan’ın ya da Öcalan’ın demokrat olup olmamasıyla barışı yapıp yapamayacakları arasında bir ilişki de yok. Öyle olsa soykırımcı El Beşir ülkesinin etnik problemini referandumla çözmezdi. Ayrıca insanlar değişir. Irkçı De Klerk’in değiştiğine inananların İslamcı Erdoğan’ın değişmekte olduğuna bir türlü inanmamasının nedeni olsa olsa İslamofobi olabilir. Mandela’nın değiştiğine inananların Öcalan’ın değiştiğine inanamaması da Kürtfobi.
Makul olun. Erdoğan’ın gazileri bile karşısına alacak kadar büyük bir siyasi riske sırf başkanlık aşkı için girdiğini düşünenlerin ya da Erdoğan’ın başkanlığını, gencecik insanların ölümünden daha büyük bir felaket olarak görenlerin âkilliği artık epey şüphelidir. Ama çözümün iki tarafının başkanlık sisteminde anlaşması gayrımeşru değildir. AKP ve BDP gibi iki büyük siyasi hareket kitlelerini buna ikna ederse, Meclis’ten ya da referandumdan bu böyle geçerse geri kalanlara tahammül etmek düşer. Başkanlığa karşı çıkanlar muhalefet için barışa şüpheyle bakmaktan, PKK’nın aklını çelmekten daha barışçıl yollar bulun.
Çözmeye çalıştığınız problemi önce anlayın. Dünyada etnik meseleler iki biçimde ortaya çıkmıştır. İç mesele olarak veya ayrılıkçılık olarak. PKK, önce ayrılıkçı bir hareket olarak ortaya çıktı. Türkiye devleti de bu meseleye önce dış güçlerin bir oyunu, bir ayrılıkçılık olarak baktı ve öyle davrandı. 1993’ten sonra PKK ayrılma talebinden vazgeçti. Ama ne devlet ne de PKK bir iç meselenin aktörüymüş gibi davranmayı becerebildiler. Devlet kendi vatandaşına karşı ancak düşmanına davranıyormuş gibi davrandı. PKK, masaya oturmak istediği devleti ve birlikte yaşayacağı insanları kurşunla ikna etmeye çalıştı. Bugün artık hem PKK hem de devlet bu meselenin bir iç mesele olduğunun farkında ve ona göre davranıyor. “Bu sorunu kendi aramızda çözeceğiz ve birlikte yaşamanın daha iyi bir yolunu bulacağız” diyorlar. Bu da birbirini öldürerek arada silah varken yapılamaz. Bugün çözümün en büyük garantisi bu bakış açısıdır.
Erdoğan kadar değişin yeter. Devir değişti, ama Türk aydınlarının klişeleri değişmedi. Hâlâ bu meselenin bir iç mesele olduğunun farkına varamadılar. Sinop’a gidip Türkleri iknaa çalışmaları bu yüzden. Mesele Türklerle Kürtler arasında değil. Kürtlerle devlet arasında. Kürt meselesi “Halkların kendi kaderini tayin hakkı” meselesi değil artık, bu yüzden ne PKK’yı ne de devleti anlıyorlar. Kimseye de o yüzden güvenmiyorlar. PKK’nın Sandinista militanları gibi bir gün atlarıyla şehirlerde zafer turu atmasını bekliyorlar. Onlara kalsa Kürtler sınırları içinde yaşadıkları dört ülkeyle sonsuza kadar savaşarak ancak özgür olabilir. Yani ölerek. Ne de olsa Kürtler fedakârlığa, ölmeye alışık bir millet. Neyse ki Kürt liderler artık ölümle değil siyasetle yol almak istiyor, dört ülkeyle birden papaz olarak bu coğrafyada mutlu olmanın mümkün olmadığının da farkına varıyor. Kürtleri Kürtlerden çok düşünmekten vazgeçin.
Çözüm sürecinin ilk kötü sonucu sivil aktörlerin, barış istiyoruz bildirilerini imzalamaktan yorgun düşmüş aydınların devletin gerisine düşmesi oldu. Çözüme destek için bir kuru imza atmaya takati kalmamışların yanında neredeyse MİT en ilerici ve radikal sivil toplum kuruluşu gibi kaldı.
Âkil adamları ikna için ise hem devlete hem de PKK’ya büyük görevler düşüyor. Mesela birkaç gün içinde Ataköy Marina’dan kalkacak koster, İmralı’dan önce Cihangir’e dümeni kırsa, MİT âkil adamlarla Oslo’da görüşmelere başlasa, âkil adamları ikna için bir Âkil Adam grubu kurulsa...
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
- “Kayıp İmam”ın izinde: Musa Sadr’ın 50 yıllık gizemi Libya’da çözülebilir mi?
2.09.2025 - Survivor entelektüel!
30.08.2025 - Son konuşan Korgeneral!
27.08.2025 - Mete Tunçay mı yanılmıştı?
23.08.2025 - Şam-SDG uzlaşmasının alternatifi var mı?
20.08.2025 - Fidan’a TikTokçu diyerek dış politika açığı kapanır mı?
18.08.2025 - Diyanet, devleti hedef alan faiz hutbesi irad edebilir mi?
16.08.2025 - Rojbaş İmamoğlu, geçmiş olsun Evre ve yeni YAE’cilere dostane uyarılar…
13.08.2025 - Üzgünüm, kimse Türkiye’yi bölmek istemiyor
11.08.2025 - Mehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor?
9.08.2025
Yazarlar
-
İsmet BerkanHukuk devletinden uzaklaşmak boşuna değildi, tam da bugünler içindi 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUMerkeziyetçilik bütün kötülüklerin anasıdır! 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURErbil’deki tartışma: Zor yakalanan mı zor olan mı? 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERGeri Çağırma Hakkı 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİVer elini kayyumokrasi 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ1 Eylül Dünya Barış Günü ve toplumsal sorumluluk 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciPiyasaları kim hazırladı? 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolSuriye’de haberler kötü 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezHangisi doğru? 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNYıkıcı korku değil kurucu cesaret 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNYargı İstanbul Yönetimini Görevden Alınca CHP Direniş Kararı Aldı 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAUmut Hakkı, Özgürlük ve Demokratik Gelecek: Toplumun Vicdanına, İktidara ve Halklara Çağrı 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRT20 Yılda Ne Değişti? 2.09.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilMillî mi, Evrensel mi? Muhafazakâr Savunma Sözlüğünün Anatomisi 2.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBarış Umudu 2.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluKim demiş İslam ülkeleri bir araya gelemiyor diye 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞAnayasa Madde 66: Türk vatandaşlığı 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazRüşvetçileri merak eden bir savcı var mı? 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKMalazgirt ruhu: Sultan Alpaslan ve Cevdet Sunay yeni Türkiye’ye el sallıyordu 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBir Demokrasi Kurultayı hikâyesi 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞ“Ortaklaşmacı demokrasi” örnekleri: İtalya-Güney Tirol Özerk Bölgesi 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNLevant’taki İsrail düşü Türkiye için kâbus mu? 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞDİYANET NE ZAMAN ”KENTLİ” OLACAK? 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIR'Kusursuz fırtına’nın tam ortasında: Türkiye krizler kavşağında hangi yola sapacak? 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalKızışan Ortadoğu ve Amerikan sağında ihtilaflar 30.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRAktaş serbest, Özer niye tutuklu? İşte skandalın kanıtı 3 rapor 30.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİPlazma Toplumu: Bir sinyal okyanusunda yüzen balıklar gibiyiz 30.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan çok beğenmiştir… 30.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasLiderleri neden ‘insan üstü’ gibi görüyoruz 30.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBüyük hesaplaşmaya doğru 29.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRCezaevinden yükselen çığlık: Yaşamak istiyorum! 29.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuAnkara neden huzursuz? 29.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANSiyaset kulislerinde konuşulan baskın seçim senaryosu… 29.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunBarışın kaçınılmazlığı… 29.08.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYATürk futbolunun acı gerçeği: Kendimiz çalıp kendimiz oynuyoruz 29.08.2025 Tüm Yazıları
Îsmaîl Girikî
Mesûd Barzanî Pkk Üzerinde hic bir etkisi bana göre yoktur. Nedenide aciktir. PKK Kemalist derin yapilanmalarinin bir yapilanmasidir. Mesûd Barzanî bunu cok iyi bilmesine ragmen, arasira ,Biz üzerimize düseni yapmaya hazirir" demenin yaptirim gücü olmadigi ben biliyorum. Kemalizmi güncelemeye calisan bir Kandil-Imrali vardir sahada. Kürd imrali kitleleride Kemalist pkk nin bir Ergenekon teskilati oldugu, devletin emrinde siyast ve eylemler yapildigini bir türlü bilmek, ögrenmek istemiyor.