Ali Türer

Ali Türer
Ali Türer
Tüm Yazıları
BİR ÖĞRETMEN YETİŞTİRME HİKAYESİ
6.09.2025
146

Ailelerin eğitim maratonu başlıyor. Yeni eğitim-öğretim dönemi hayırlı olsun!

Her alanda giderek hızlanan bir çözülme içinde sürükleniyoruz. Sulh Hukuk mahkemesi iktidara alternatif muhalefetin il yönetimine yönetici atarken Yüksek Seçim Kurulu seyrediyor. Böyle bir ülkede, eğitimi, insan yetiştirme düzenini tartışmanın ne anlamı var diyebilirsiniz. Ama iddiam şu: 1980’lerden itibaren toplumsal gelişmenin dinamiğine uygun insan yetiştirme mekanizması geliştiremediğimiz için içine sürüklendiğimiz bu türbülansı yaşıyoruz.

Sistemin AKP elinde deforme olmasında, giderek değişmesinde; kurumların-denetim aygıtının işlevsizleşmesinde, meclisin yasama organı olma rolünü yitirmesinde, çarpık kentleşmeden, tarımsal üretimin gerilemesinden tutun, etik ve moral değerlerin aşınmasına, kimlik çatışmaları arasında sıkışmaya, siyasetin dilinin kötüleşmesine kadar aklınıza gelen her alanda içine sürüklendiğimiz bütün bu olumsuz sürecin temelinde insan malzemesinin üretilmesinde yaşanan beceriksizlik, özensizlik var.

Demokratik ülkelerde bireyler, fırsat eşitliği içinde yeteneklerini özgürce geliştirme, böylece daha iyi koşullarda yaşama, toplumsal yaşamda gurur duyacakları bir yer edinme umudu taşırlar. Bu umudun toplumda yarattığı sirkülasyona Sosyolojide Dikey Hareketlilik deniyor.

Bir ülkede demokrasi işliyorsa, o toplumda Dikey Hareketlilik bir grup ya da sınıf aleyhine siyasi müdahalelerle baskılanmaz, kontrol altında tutulmaz.

Devleti yönetmek için sorumluluk yüklenen iktidarlar yetenekli ama ekonomik bakımdan dezavantajlı bireyleri desteklemekle, iyi yetişeni doğru yerde istihdam etmekle yükümlüdürler. Bu Sosyal Devlet olmanın bir gereğidir. Demokratik bir toplumda gelişme ve ilerlemenin sağlığı buna bağlıdır. Toplumsal gelişme ve ilerleme bakımından izlenebilecek yegâne yol dur.

Türkiye’de Eğitimde Fırsat Eşitliği ve Sosyal Devlet ilkeleri, 1973 de yürürlüğe giren Milli Eğitim Yasası’nda yer verilen iki temel ilkedir. Yani devlet, 1973’den beri bu iki alanda yurttaşlarına söz vermiştir. Bu taahhüt bütün iktidarları bağlar.

Fakat tam da 1973’den itibaren eğitime dönük politikalar, Eğitimde Fırsat Eşitliği ve Sosyal Devlet ilkelerinden uzaklaşmaya başladı. Demek istediğimize açıklık getirelim.

1940’lardan itibaren Köy Enstitülerinde, İlköğretmen Okullarında, Eğitim Enstitülerinde, Yüksek Öğretmen Okullarında öğrencilerin %75’i Parasız Yatılı olarak okurlardı. Sistemde, aynı yoldan yetişmiş öğretmenlerin yol göstericiliğinde, Köy Enstitülerinde ilkokulu bitirdikten, İlköğretmen Okullarında (1953’den itibaren Köy Enstitüleri de İlköğretmen Okulları oldular) orta okuldan sonra öğrenciler önce Parasız Yatılı sınavlarına girer, başarılı olanlar bölgelerinde öğretmen okullarının açtıkları özel sınavlarda öğretmen olabilecek kalibrede olduklarını kanıtlayabildikleri ölçüde öğretmen olmak için bu okullarda okumaya hak kazanırlardı. Sınavlarda sadece, seçilecek öğrencinin öğretmenliğe uygun olup olmadığına bakılırdı.

Öğretmen okulu mezunlarından dileyenler aynı yolla Eğitim Enstitülerinde daha sonra da Yüksek Öğretmen Okullarında Parasız Yatılı okumak için başvururlardı. Mezunlar yatılı okudukları zamanın en az bir buçuk katı süreyle ilkokul, orta okul, Liselerde ya da atandıkları İlköğretmen Okulları, Eğitim Enstitüleri, Yüksek Öğretmen Okullarında görev yapmak zorundaydılar.

1940-1970 arası işleyen bu Öğretmen Yetiştirme Sistemi, Türkiye’nin o günkü koşullarında iyi işleyen bir insan yetiştirme mekanizmasıydı.

Bu sistem içinde köylerden, ekonomik bakımdan dezavantajlı ailelerden gelen yetenekli gençler bir çeşit sınıf atladılar, devlette liyakatle, bağlılıkla görev yaptılar. Öğretmen oldular, yönetici oldular, akademisyen oldular. Kendilerine verilen emeği hak etmek için ellerinden geleni yaptılar. Çocuklarını da bu anlayışla yetiştirdiler. Hemen hepsi, toplum içinde, umudu ve geleceğe güveni yeşerten, etik ve moral değerleri yüksekte tutan bir rol oynadılar. Kendilerine bu fırsatı veren devlete hep sadık kaldılar. Birçoğu ömrünü tamamladı, kalanların da en genci bugün yetmişin üzerinde bir yaşta. Yani bu kuşağın topluma yaptığı bu doğrudan olumlu etkiye artık yakın gelecekte sahip olamayacağız.

1973 yılında yürürlüğe giren, Eğitimde Fırsat Eşitliği ve Eğitimde Sosyal devlet ilkelerini devlet taahhüttü haline getiren Milli Eğitim Temel Kanunu; aynı zamanda, bu ilkelerden uzaklaşmanın da işaret fişeğini taşıyordu. Bu kanuna göre öğretmen olmak için artık en az dört yıllık üniversite mezunu olmak gerekiyordu. Bu başta olumlu bir değişiklik gibi göründü. Ama yazık ki sonuç olumsuz oldu. Eski insan yetiştirme mekanizmasının yerine daha iyisi inşa edilemedi.

1973’de Parasız Yatılılık kaldırıldı, 1974 Yılında İlköğretmen Okulları, 1978 Yılında Yüksek Öğretmen Okulları, 1979 yılında Eğitim Enstitüleri birer birer kapatıldılar. Parasız Yatılılığın yerini, burs ve kredi sistemi aldı. Öğretmen yetiştiren kurumların yerini ise Eğitim Fakülteleri aldılar.

Bütün branşlarda öğretmen yetiştirmek ile görevli YÖK’e bağlı Eğitim Fakülteleri ne nitelikli insan yetiştirme mekanizması olabildiler, ne de Türkiye’de eğitim sistemini daha iyiye, daha ileriye götürecek akademik bir laboratuvar rolü oynayabildiler.

Çünkü siyasi çatışmaların ve giderek otoriterleşmenin deforme ettiği yerde sağlıklı bir insan yetiştirme mekanizması kurulamazdı.

Nihayet, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından iktidarın istihdam etmek istediği kadroları belirlemek ve gerekli oryantasyonu sağlamak üzere oluşturulan Milli Eğitim Akademileri kurma noktasına geldik. Burada amaç iktidarın ihtiyaç duyduğu devlet memurunu yetiştirmek. Gerisi kervan yolda düzülür hikayesi. Eğitim Fakülteleri bu kurumlara öğrenci hazırlayan okullar haline geldiler.

Ancak parası olanın kaliteli eğitime ulaşma imkânı bulduğu bir ülkede, Eğitimde Fırsat Eşitliği ilkesinden söz edilemez. Bugün Türkiye’de, okul öncesi eğitimden başlayarak eğitimin hiçbir kademesinde fırsat eşitliği ilkesine uygun hareket edildiği söylenemez. Eğitimin Türkiye’de, benzer okullaşmalar arasında, bölgeler arasında fırsat eşitliği temelinde sürdürüldüğü iddia edilemez. Yazık ki toplumun ihtiyaç duyduğu insan tipine dönük bir eğitim anlayışı ile hareket edilmiyor.

Eğitimin devlet güvencesi altında olmadığı, fırsat eşitliği temelinde sürdürülmediği, yetişen nitelikli elemanın alanında istihdam edilemediği bir yerde bir Sosyal Devletten ilkesinden söz edilemez.  

Bir ülkede eğitimin kalitesi en başta, bilimsel, laik, demokratik ve ana dilde sürdürülüp sürdürülmediği ile belirlenir.

Ne ürettiği belli olmayan bir orta öğretim ve yüksek öğretim sistemi ile nitelikli insan yetiştiremezsiniz.

Gençlerinde umut ve güven duygularını öldüren bir toplumun, bir geleceği de olmaz.

  

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar