Ali Türer
Eskiden sunucular günün haberlerini saygılı, düzgün, zarafet ve nezaket içeren bir üslupla sunar, size o gün olan biten hakkında düşünme, sorgulama, duygulanma, öfkelenme fırsatı verirlerdi. Jülide Gülizar’ı Mehmet Ali Birant’ı özlüyorum doğrusu.
Şimdikiler öyle değil, sizin için düşünüyor, sorguluyor, duygulanıyor, kızıyor, öfkeleniyorlar. Akşam olup haber saatinde televizyon başına geçtiğinizde artık televizyon kanallarında sizi birer şovmen sunucu karşılıyor. Üst perdeden konuşuyor, sözlerini onaylayıp onaylamadığınızı anlamak için sizden kendisine mesaj atmanızı istiyor.
Sunucu her şeyi biliyor, sizin için çözümlüyor, yol gösteriyor. Aynı zamanda ekonomist, felsefeci, analist, düşünür, entelektüel, siyasetçi; ne isterseniz var. Ne düşünmeniz ne hissetmeniz gerektiğini neyin gerçek, neyin doğru, neyin yanlış olduğunu o size söylüyor zaten, kafa yormanız artık gerekmiyor. Size sadece, sunucunuzun ne kadar mükemmel, haklı olduğunu teslim etmek kalıyor.
Biri ekrandan size “benin emeklim, benim polisim, benim öğrencim” diyor, hangi ara onun oldum gibi bir düşünceyi es geçip, bakın beni ne kadar seviyor diyorsunuz, duygulanıyorsunuz. Diğeri bir belediye başkanının görevden alınması üzerine belediye de dolaşan “Duman” adlı kedinin sokağa atıldığını, yerine kayyum olarak “Bulut” diye bir başka kedinin atandığını haber yapıyor, ironiyi kullanarak onca katlanılamaz haberi sizin için katlanılabilir hale getiriyor.
Bir diğer Sunucu “ben kimim ki hiç kimse” derken, alçak gönüllüğü ile sizi içten fethediyor. Fakat tam bunu hazmetmeye çalışırken “Biz bunun böyle olacağını daha önceden söyledik, söylemedik mi?” diye masaya vuruyor. Bu sefer de ne kadar büyük analist olduğuna şaşıp kalıyor, öngörüsüne hayran oluyorsunuz. Keşke diyorsunuz, birileri bu arkadaşı fark etse, ülkeyi bu arkadaş yönetse.
Bu arkadaş, haber programını sunarken fırsat buldukça “Patron Sizsiniz, talep edin” diyor. İyi niyetli olduğuna kuşku yok. Belki bu soru ile sizi sarsmak, dikkatinizi çekmek, yaşanan tüm olumsuzluklara, haksızlıklara, adaletsizliklere, zalimliğe, vicdansızlığa karşı, güçlü bir karşı çıkış için sizde ateşleyici bir itki yaratmak istiyor.
Fakat “bu kadar da olmaz” dediğiniz, isyan ettiğiniz yaşanan bütün o absürtlükler olup bitmeler arasında, sunucunun iki de bir parmağını ekrandan size doğrultup “Patron Sizsiniz!” demesi sizde tuhaf bir duygu uyandırıyor. Dile getirdiği haksızlık, adaletsizlik, yolsuzluklar sizde öyle öfke uyandırıyor ki, Patron bensem bütün bunların sorumlusu da ben olmalıyım diye düşünüyor, ağzınız açık baka kalıyorsunuz. Ne düşüneceğinizi şaşırıyorsunuz.
Sonra kendinize gelip bu arkadaşla farklı gezegenlerde mi yaşıyoruz, benim ne yaşadığımı, elimden neyin gelip gelmeyeceğini bilmiyor mu diye kendinize soruyorsunuz.
Patron Ben miyim, sahiden mi? Hal böyle ise önce kendi kendimin patronu olmam gerekmez mi? Patron olması, insanın kendi gerçekliğini kontrol edebilme, onu yeri geldiğinde değiştirebilme iradesini elinde tutabilmesi, bunu duyumsayabilmesi değil midir?
İnsan özgüveni neye borçlu, bu özgüveni hangi kaynaklardan alır? İşi olur, insanca yaşayabileceği kadar geliri olur. Yarattığı değer verdiği emek, toplumda bir karşılık bulur, saygı görür. Eşi olur, eşi ile geçimi olur. Çoluğunun çocuğunun ihtiyaçlarını karşılayabileceğini bilir. Haksızlık yapıldığında hakkını arayabileceği kanallara sahip olur. Özgüven böyle oluşur, bu kaynaklardan beslenir, güçlenir.
Oysa bu ülke, bu toplum neler yaşıyor!
Mahkemenin kabul edip etmeyeceği belli değil daha, ama, son yılların en büyük davası, İBB iddianamesi internette tam metin yayında. İstanbul’un seçilmiş belediye başkanı İmamoğlu’na savcı 2.352 yıl hapis istiyor. Savcı bu hesabı nasıl yaptı diye merak ediyorsunuz. Belirlediği 141 eylem için tek tek ne istedi, merak ediyor insan. Son iki yıl nereden geliyor mesela..
Anlaşılıyor ki bu ülkede iktidara muhalefet etmek, bir suç, sıradan bir gerçeklik haline getirilmek, böylece normalleştirilmek isteniyor. Ülkede bu durumdan rahatsız olmayacak, milyonlarca insan olsun isteniyor. İktidar sahipleri belki de bu davanın sonucundan çok, daha fazla, bunun doğal, sıradan, bir durum olarak normal karşılanmasını sağlamak ile ilgileniyorlar. Vatandaş bunu doğal karşılaşın ki “başıma bir şey gelir” korkusu ile başlarına çorap örülmeye çalışılan muhalefet liderlerine sandık önüne konunca itibar etmesin.
Vatandaş bunlara maruz kalırken biri çıkıyor, ekrandan ona Patron Sensin diyor.
Abdullah Öcalan biri için terörist başı, bir başkası için Kurucu Önder. Birileri ellerinden gelse Öcalan’ı bir kaşık suda boğacak. Fakat öte yanda başka birileri Öcalan’ın iradesi arkasında hizalanarak özgürleşmenin kapısını aralayacak Barış Süreci arayışındalar. Hem de kimine göre ülke adım adım daha otoriter bir yapıya doğru yol alırken.
Yaşanan gerçeklik ne? Evine ekmek götürme derdinde olan emekli, askeri ücretli, işsiz, sınav stresi ile baş etmeye çalışan öğrenci, yaşanan bu gerçekliği nasıl hissediyor. Bu gerçeklik kendisine nasıl yansıyor? Bu onları gerçekten ne kadar ilgilendiriyor, belli değil.
Yani bütün bu karmaşanın sorumlusu vatandaş, öyle mi? Haber sunduğunu sanan arkadaşı karşıma alıp şöyle seslenmek geliyor içimden:
Bilmiyorum ne yaşıyorsun kardeş, belli ki olan biteni film izler gibi izliyorsun. İyi güzel, umarım yakın zamanda kanalına kayyum atanmaz. Her gün başından aşağı, birbirine taban tabana zıt onca olumsuzluk boca edilen, özgüveni her gün iğdiş edilen milyonlarca insanın her gün karşına geçip “Patron Sensin” deme be arkadaş. “Benimle dalga mı geçiyor” duygusu uyandırabilirsin insanda.
Yaşadığımız tüm bu absürtlükler, duygu durumuna bu yabancılaşma halleri, dizilerde tanık olduğumuz o saçma sapan, insana “bu kadar da olmaz” dedirten ilişkiler, değerler bakımından bunca savrulma, toplumda yaşanan bir başka gerçekliğe işaret ediyor olabilir. Sadece ekonomik maddi yapıda değil ilişkilerde, değerlerde de serbest bir düşüş içindeyiz.
Toplum olarak tasada, kıvançta ortak bir toplum olma vasfını her geçen gün biraz daha yitiriyor olabilir miyiz?
Belki de bütün bunlar toplum içinde, insanlar arasında bağların ne ölçüde aşındığını, ayrıştığını, birbirimize yabancılaşmanın vardığı düzeyi gösteriyor.
Kimlik kavgası içinde her gün Milliyetçilikleri ve Muhafazakarlıkları ile övünenler ortaya çıkan bu manzarayı karşılarına alıp, biz bu ülkeyi bu günlere nasıl getirdik diye bir düşünsünler bence.
Patron gerçekte her kimse, bu ülke nereye sürükleniyor, bu sürüklenişte benim payım nedir diye takkeyi öne koyup bir düşünsün.
Yazarlar
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolCHP nereye? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNECumhurbaşkanı adayını suç örgütü liderine dönüştürmek mümkün mü? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“Boğazımdan tek kuruş geçmedi” 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU‘Masumiyet karinesi’ mi, o da ne ki? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
6.09.2025
18.07.2025
12.06.2025
22.12.2024
3.12.2024
26.09.2024
2.09.2024
5.08.2024
7.07.2024
4.05.2024