Alper GÖRMÜŞ
Bu dizinin önceki bölümlerini okumayanlar için her bölümün başında yaptığım uyarıyı tekrarlamak isterim: Aklında “Nereden çıktı şimdi bu dizi” sorusu olanlar lütfen bu bölümü okumaya başlamadan önce bölümün sonundaki “sabitlenmiş sunum”a göz atsın. Orada ‘gerekçe’lerimi bulabilirsiniz.
Yine, “sabitlenmiş sunum”daki genel gerekçeler dışında bölümün yayımlanmasına denk gelen bazı güncel olaylar üzerinden yeni-taze gerekçelerden de söz edebileceğimi söylemiştim. Bölüme geçmeden önce bu çerçevede yine birkaç şey söylemek istiyorum.
Diziyi yayımlamaya başladığımda ortalığı henüz “Hilafet isteriz”, “yaşasın şeriat”, “Cumhuriyet değil İslam devleti” gösterilerinin videoları kaplamamıştı. Dolayısıyla sosyal medya meydan savaşları da başka konular etrafında dönüyordu; bu da vardı ama yoğunluğu epeyce düşüktü.
Dizinin okumakta olduğunuz yeni bölümünü hazırlamaya başlarken bu furyanın en ilginçlerinden biriyle karşılaştım. Bu videoda modern tarzda tesettürlü, hitabeti çok güçlü genç bir kadın kendisine mikrofon tutan bir sokak röportajcısıyla tartışıyordu. Ona göre “Türkiye bir İslam devleti olmalıydı.” Çünkü ancak bu sayede “kapalı bir ortamda bir erkek ve bir kadın yanyana gelemez”, ancak bu sayede Şeytan hayatımızdan çıkarılabilirdi. Çünkü “hepimiz kabul etmeliydik ki” o iki kişilik ortamda mutlaka üçüncü bir kişi daha olurdu ve onun adı Şeytan’dı. Bunun da nedeni açıktı: ‘Nefs’ vardı ve “Resulullah bile bu konuda kendine güvenmemişti.”
X platformunda Meltem O. Marbois çok yerinde bir yorum yaptı bu videoya:
“Şeriat istediği falan yok. Sadece her karnı tok sırtı pek insan gibi canı sıkılıyor. Seküler zıplatma eğlencesine katılıyor. Şeriatı en başta kendi istemez. Bu ülkeye şeriat falan gelmez. Siz de canınızı boşuna sıkmayın.”
Bu cevaptaki “seküler zıplatma eğlencesi” üzerinde duralım biraz… Gerçekten de, son birkaç haftada ortaya çıkan bu furyanın birilerinin hassasiyetini kaşıyıp oradan sonuç üretme amacına matuf bir görüntü verdiğini düşünmemek elde mi?
Laik-seküler muhalefeti kendi belirleyeceği oyun alanından başka bir alana sıkıştırmayı amaçlayan bu ‘cambaza bak’ oyununu reddetmek, sakin kalmak ne yazık ki mümkün olamıyor.
Fakat laik kesimin, bu dizinin konusunu oluşturan 2002-2007 arasında da benzer bir modelde tepki gösterdiğini hatırlayınca mesele biraz aydınlanıyor. Gerçi ikisi arasında ciddi bir fark vardı: O dönem, olgusal alanda da söylemde de “şeriat geliyor” uyarısında bulunmanın ve muhalefeti bu temel slogan etrafında örgütlemenin hiçbir temeli yoktu. Ne var ki laik-seküler taban neredeyse sadece bunu duymak istiyor, yüreği ancak bununla soğuyordu. Dolayısıyla o koşullarda bile muhalefetin öyle kurulmasına itiraz etmeyen, yüreğini ancak böyle soğutabilen milyonların son on yıldaki iktidar pratiğinden ve nevzuhur ‘şeriat, hilafet’ gösterilerinden sonra böyle hissetmesi anlaşılabilir bir durum.
Daha önce de söylediğim gibi bu diziyle ben “acaba laik-seküler kesim AK Parti iktidarının ilk yıllarında ona ‘düşman’ muamelesi yapmasaydı, AK Parti’yi Erdoğan’dan ibaret saymayıp onun bir ‘koalisyon’ olduğu gerçeğini gözetseydi tarih farklı bir yöne gidebilir miydi” sorusunu önüne koyanlar için bir olgu sergilemesi yapmayı amaçlıyorum.
Sadece sonuca bakıp buradan deterministik yargılara varanların, hele hele “neyi tartışıyorsunuz, biz böyle olacağını en başta söylemiştik” diyenlerin yaklaşımlarını değiştirmeyeceğini biliyorum. Zaten bu hatırlatmayı ve sergilemeyi de o günlerde henüz bebek ve çocuk olan bugünün gençleri için, yani tarihin ille bugünkü haliyle yaşanmayabileceğini, aktörlerin farklı davranmaları durumunda başka bir sonucun ya da sonuçların da mümkün olduğunu kabul etmeye daha yatkın insanlar için yapıyorum. Neler yaşandığını bilsinler, nihai değerlendirmelerini bu temelde yapabilsinler diye…
Artık dizinin dördüncü bölümüne geçebiliriz… Önceki bölümlerde söylediğim gibi bu dizi 2012’de yazmaya başladığım fakat bitirdiğimde yayımlamayı uygun bulmadığım ‘2007’ başlıklı kitabın tefrika edilmiş hali. Kitabın kurgusu kronolojikti fakat başlangıçta 2005’te ülkede birdenbire başlayan olayları anlatmayı uygun bulmuş, sonra 2003-2004’e dönmüştüm. Burada da aynı kurguyu sürdürüyorum.
***
2005’ten itibaren ülkede başlayan ulusalcı kabarma yabancı basının da ilgisini çekmeye başlamıştı. Batı’da bu yeni türde milliyetçiliğin içinin kimler tarafından doldurulduğuna, bu milliyetçiliğin hedeflerinin ve düşmanlarının kimler olduğuna dair ciddi bir kafa karışıklığı vardı. Bu kafa karışıklığını gösteren iyi bir örnek, o günlerde Fransız Liberation gazetesinde yayımlanmıştı.
Milliyet‘in (8 Nisan 2005) “Paranoyak bir milliyetçilik var” başlığı altında özetlediği analizde Marc Semo, İstanbul’u ve Ankara’yı dolaştıktan sonra Türkiye’de yükselen milliyetçiliği, dönemin gözde kitabı “Metal Fırtına” ve başka gelişmeler üzerinden anlatıyordu…
Milliyet‘in haberinde bu analiz şöyle özetlenmişti:
“Türkiye-ABD savaşını anlatan ‘Metal Fırtına’ kitabı, Yahudi karşıtlığı korkuları ile birlikte giderek artan Amerikan nefretine dayanan bir kurgu politikası olarak nitelendirildi. Türkiye’de, Avrupalıların Ankara’nın AB’ye katılımına ilişkin tereddütleriyle güçlendirilen bir paranoya olduğu iddia edildi. Türklerin yüzde 82’sinin ABD’yi bir tehdit olarak gördüğü kaydedilen haberde, ‘Birçok siyasetçi, özellikle İslami hareketten gelme iktidardaki AKP’dekiler kitaba bayıldı’ denildi. ‘Kavgam’ kitabına yönelik ilgiyi de gündeme getiren gazete, her iki kitabın, hem şoven, hem de depresif ve paranoyak milliyetçi bir iklimin göstergesi olduğu görüşüne yer verdi.”
Doğru, Metal Fırtına türünden Batı düşmanı kitaplar, henüz kendilerine karşı düzenlenen oyunun farkında olmayan iktidar çevrelerinin milliyetçi duygularını da gıdıklıyordu ama, bu kitapların ve bu fikirlerin esas müşterisi hiç kuşkusuz mevcut iktidarı “Batıcı ve gayri millî” olduğu gerekçesiyle “gayri meşru” ilan eden ve daha sonra “Ergenekonculuk” başlığı altında tanımlanacak zihniyet dünyasının sahipleriydi.
Doğu Perinçek’in “yüzde sıfır virgül sıfır”lı oy almış bir siyasi partinin lideri olarak 3 Kasım 2002 seçimlerinin gecesinde televizyonda yaptığı açıklamalar, Ergenekoncu zihniyet yapısının taşıdığı jakobenliğin yoğunluğunu ve olayları komplolarla açıklama yönündeki temel eğilimini mükemmel bir biçimde dışa vuran bir örnek teşkil etmişti.
O konuşmayı izleyip notlar almış, üç gün sonra (6 Kasım 2002) Kürşat Bumin’le birlikte hazırladığımız Kronik Medya‘da sıcağı sıcağına şöyle anlatmıştım:
“Ulusal Kanal, seçime birkaç hafta kaladan başlayarak Genel Başkan Doğu Perinçek’in ağzından ‘İşçi Partisi’nin barajı geçtiğini, Millî Güvenlik Kurulu’nun yaptırdığı anketle de bunun kesin bir şekilde doğrulandığını’ duyurmuştu izleyicilerine. O nedenle, seçimin ilk sonuçlarıyla birlikte, kanalda garip bir isteksizlik belirdi. Hatta saat 22.00 civarında alakasız klipler, eğitim programları falan görülmeye başladı ekranda. Bundan bir süre sonra da İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek çıktı sahneye. Format, Perinçek’in kendisine soru soran iki kişiyi cevaplandırması esasına dayandırılmıştı.
“Sorular, ‘Biz size güvendik, İşçi Partisi geliyor neşriyatı yaptık, şimdi ne olacak, nasıl ayıklayacağız bu birincin taşını’ mealindeydi. İlk soru şöyleydi: ‘Siz seçimlerden önce AK Parti’nin de CHP’nin de iktidar olamayacağını söylemiştiniz, şimdi ortaya çıkan manzaraya ne diyorsunuz?’
“Perinçek, ‘Olamayacaklar, hep birlikte göreceğiz’ dedikten sonra, üç-beş aylık bir iktidarın mümkün olduğunu, ama ‘Millî Kuvvetler’in kesinlikle onları devireceğini söyleyerek başladı cevabına. Perinçek, ‘Seçim sonuçlarına saygı duyma, halkın iradesi’ gibi itirazların geçersiz olduğunu söyleyerek şöyle devam etti: ‘Milletler de gaflete düşer, yüzde 35 gaflete düşmüştür, zaten o yüzde 35 birkaç ay sonra İşçi Partisi’ne gelecek ve elimiz kırılsaydı da onlara oy vermeseydik, diyecek’…”
Bu sözleri, o geceden “üç-beş” ay sonra nelerin olduğunu yıllar sonra öğrendiklerimizle birleştirerek hatırlamalıyız: 3 Kasım 2002’den “üç-beş ay” sonrası, tam olarak Birinci Ordu’daki Balyoz semineri günlerine (3-5 Mart 2003) denk geliyordu!
Kronik Medya’nın tanıklığıyla Ulusal Kanal’da o gece başka neler söylendiğine bakalım:
“Perinçek’e sorulan ikinci soru, İşçi Partisi’nin aldığı oya ilişkindi: ‘Sayın Perinçek, siz İşçi Partisi’nin etrafında kenetlenen öncü kadronun şahlandığını, bu sayede İşçi Partisi’nin barajı kesinlikle geçtiğini ilan etmiştiniz, şimdi bu sonuçlara ne diyorsunuz?’
“Perinçek, bu soruya cevap verirken Genç Parti’yi kattı tahliline… Perinçek’e göre İşçi Partisi gerçekten de barajı geçmişti, ama bunu fark eden Süper NATO hızla Genç Parti’yi kurdurmuş, böylece kendilerine gidecek oyları Genç Parti’ye yönelterek (kelime kelime böyle) İşçi Partisi’nin barajın altında kalmasına neden olmuştu.
“İşçi Partisi Genel Başkanı, Süper NATO’nun kanlı canlı insanlardan oluştuğunu ve faaliyetlerini açıkça yürüttüğü inancındaydı: ‘Birçok yerde İşçi Partisi’ne oy verilmemesi için insanlar korkutuldu. Süper NATO mesela Iğdır’da ‘oylarınızı İşçi Partisi’ne değil CHP’ye vereceksiniz’ dedi, benim bu durumu şikâyet eden dilekçem resmî makamlardadır…’
“Perinçek, konuşmasının son bölümünde bu sonucun nasıl engellenebileceğini de şöyle izah etti: ‘Ben, aylar önce millî kuvvetlere çağrıda bulundum. Hatta Ecevit bana cevap da yazdı. Sadettin Tantan’ıyla, Zekeriya Temizel’iyle, Şükrü Sina Gürel’iyle, komutanlarıyla çağrıma uyulsaydı yüzde 35’i millî kuvvetler alacaktı. Ama Süper NATO bastırırken millî kuvvetler seyirci kaldı.’
“Perinçek, ‘kurulacak yeni hükümetin önünde tek bir yolun, sadece ‘ihanet yolu’nun kaldığını, bu nedenle millet iradesine saygı göstermeyeceklerini’ tekrarladı ve ‘İşçi Partisi olarak Atatürk’ten aldığımız ilhamla yarından itibaren bunları yıkmak üzere çalışmaya başlıyoruz’ diyerek bağladı sözlerini…“
Olaylar nasıl değerlendirildi?
Mersin’deki “bayrak yakma” ve Trabzon’daki linç girişimi…
Bu iki olay, 2005 Türkiye’sinde, kalabalıkları galeyana getirerek birtakım siyasi sonuçlar elde etmeyi amaçlayan bir “irade”nin varlığına işaret etmek için yeterliydi… Bunu yapanlar vardı, fakat henüz hiç kimse bu “irade”yi tanımlayabilecek kadar bilgiye sahip değildi.
Ülke çapında provokatif eylemleri örgütleyen odaklar, sadece “sokak milliyetçiliği”nin değil, “bölünme” ve “irtica” korkularıyla travmatize edilmiş kentli-laik orta sınıfların desteğini de almaya başlamışlardı.
O günlerde internet üzerinden yaygınlaşmaya başlayan “e-mail zincirleri”, özellikle bu laiklik hassasiyeti yüksek, kentli-eğitimli kesimler sayesinde önemli bir mücadele aracı haline geldi.
Ortaya atılan iddiaların mantıklı bir temele oturması gerekmiyordu, çünkü bu kesimler zaten belirli korkular üzerinden siyasete katılmışlardı… O nedenle, “ülke kaynaklarının yabancılara peşkeş çekilmesi” de, “kaynakların yabancıların baskısıyla toprak altında tutulması” da (bor meselesi), “Vatan topraklarının başta İsrail olmak üzere yabancılara peşkeş çekilmesi” de iş görüyordu.
Ortaya atılan iddianın düpedüz yalan olmasının hiçbir önemi yoktu. Çünkü katılımcılar, akıllarıyla değil duygularıyla katılıyorlardı internet zincirlerine… Ne kadar çok insan bu iddialara inanır ya da inanmış gibi yaparsa, “iktidardaki düşman” o kadar zorda kalırdı.
Bu zincirlerin en cüretkârlarından biri, Avrupa Birliği ile Türkiye arasında gerçekleştirilmiş ortaklık anlaşmasının bir maddesine dairdi…
________________
SABİTLENMİŞ SUNUM
“Laik siyaset ve laik sosyolojinin bugünlere gelişteki sorumluluğu” başlıklı bu dizi çok uzun sürecek, çünkü aşağıda okuyacağınız gibi 10 yıl önce kaleme alınıp yayımlanmayan bir kitabın yeni ilavelerle tefrika edilmiş hali bu…
Dizi arasına zaman zaman güncel yazılar da girecek, dolayısıyla diziyle ilk kez karşılaşacak olanların “nereden çıktı bu” dememesi ve önceki bölümlerle bağlantısını kurması için böyle bir “sabitlenmiş sunum”u gerekli gördüm. Bu sunum her bölümün sonunda tekrar edecek.
***
Demokratlık ve liberallik Türkiye’de ne zamandır küfür terimi olarak tedavülde… Küfrü daha da okkalı kılmak için onlara kestirmeden “yetmez ama evet”çi deniyor. Bu damganın ne kadar işlevsel olduğu, yeni bir TV dizisinde yer alan “O vatan haini ‘yetmez ama evet’çi içerde mi” repliği etrafında sosyal madyada düzenlenen şenlik üzerinden bir kez daha ortaya çıktı.
“Yetmez ama evet”çilere karşı yıllardır sürdürülen saldırganlık, futbol kulübü yöneticilerinin kendi başarısızlıklarının faturasını hakemlere yıkmasına çok benziyor. Aynı onun gibi, seçimle gelmiş bir iktidarı başta TSK olmak üzere ‘kurumlar’ üzerinden hal’etmeye girişerek Türkiye’yi feci bir otoriterliğe sürüklemede oynadıkları rolü görünmez kılmak isteyenler, faturayı “yetmez ama evet”çi dedikleri demokratlara ve liberallere ciro etmek için yıllardır -kabul edelim- başarılı bir performans sergiliyor.
AK Parti demokratların ve liberallerin başlangıç yıllarında kendisine açtığı krediden muhakkak ki faydalandı, fakat onun katbekat fazlasını kendisini ‘iç düşman’ olarak kodlayan modern-laik kesimlerin husumetinden türettiği mağduriyet algısından elde etti; ne var ki demokratlar ve liberaller bitmez tükenmez bir “sizin yüzünüzden” saldırısına maruz kalırken meselenin bu yanı yokmuş gibi davranıldı.
2012 yılının ortalarında, başlığı ‘2007’ olan bir kitap çalışmasına başlamıştım. Niyetim, geniş gazete taramalarıyla ‘her şeyin belirlendiği’ o kırılma yılını ve oraya nasıl gelindiğini anlatmaktı. Olguları peş peşe sıralayınca doğal olarak karşımıza seçimle gelmiş bir iktidarı ‘kurumlar’ı kışkırtarak hal’etme hikâyesi çıkıyordu, yani bir mağduriyet hikâyesi… Ne var ki kitabın yazımını bitirdiğimde artık bizzat AK Parti birilerini mağdur eden bir iktidar kurmaya başlamıştı ve o koşullarda kitabı yayımlamak içimden gelmedi. Ve aradan 10 yıl geçtikten sonra, Etyen Mahçupyan’ın Gülsüm Ekinci’ye verdiği söyleşide (Serbestiyet, 15 Aralık 2023) yer alan şu iki paragraf düşüncemi değiştirdi.
“(…) Çok kısa bir süre AK Parti’nin belki de demokratlığa da gidebilecek bir istekliliği vardı. Ama laik kesimin destek vermemesi AK Parti içindeki dinamiği tekrar eski hamuruna, eski damarına geri döndürdü. Dolayısıyla AK Parti’nin ilk on yılı Türkiye açısından kaçırılmış çok çok büyük bir fırsat. Fakat aslında bunu ne AK Partililer ne de karşısındaki laikler idrak etti.”
(…)
“Kendi kabahatinle yüzleşmek istemezsin. Laik kesim ne yapıyor şimdi, bugünkü AK Parti’yi geriye projekte ederek kendini aklamaya çalışıyor: AK Parti zaten böyleydi, Tayyip Erdoğan zaten bu kafadaydı diyor. Şurası doğru, Erdoğan büyük ölçüde aynı kafadaydı ama AK Parti’yi Tayyip Erdoğan yönetiyor değildi, çok başka bir koalisyon yönetiyordu. [Laik kesim bunu idrak edebilseydi] AK Parti’de yaşanan bütün tasfiyelerin sonucunda neyi kaybettiğimizi de anlayabilirdi.”
İşte bu iki paragrafı okuduktan sonra, 2013’te yayımlamadığım kitabı özetleyerek ama bazı ilaveler de yaparak Serbestiyet’te tefrika etmeye karar verdim.
Bu dizide geçmiş yılları hatırlatıyorum, fakat iktidar bu geçmişi artık bir mağduriyet öyküsü olarak kullanamaz… Geçmişi, laik siyaset ve laik sosyolojinin bugünlere gelişteki sorumluluğunu, ‘kabahatlerini’ hatırlatmak için deşiyorum.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın planı tuttu 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakHakikat’e savaş açan troller! 26.08.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
19.06.2025
17.06.2025
8.06.2025
1.06.2025
11.05.2025
8.05.2025
4.05.2025
29.04.2025
25.04.2025
21.04.2025