Alper GÖRMÜŞ
Bu yazıya, yukarıda okuduğunuz spotun Türkiye’deki barış sürecinin neden başlatıldığına dair eksik bir çıkarsamaya yol açabileceği düşüncesiyle bir rezervle başlamak istiyorum…
Sürecin başında kaleme aldığım birkaç yazıda da belirttiğim gibi, esas nedenin, TC devletinin bölgedeki hercümerce baktığında gördüğü fırsatlar olduğu (evet, tehlikelerden çok fırsatlar) kanaatindeyim. Devlet, bu fırsatlardan yararlanmanın olmazsa olmaz koşulunun Kürtlerle barış olduğu sonucuna vardı ve bu adımı attı.
Fakat meselenin a) ‘iktidar oyunu’nun bir parçası olma (yani Erdoğan’ın iktidarını sürdürme) ve b) 2016’da temelleri atılan yeni rejimi tamamına erdirme planlarıyla bağlantılı yönleri de var.
Kürt barışının, devletin Türkiye’yi bölgede merkez ülke yapma hedefinin bir parçası olma yönü bu yazının konusu değil. Bu yazının konusu, önceki paragrafta ‘a’ ve ‘b’ diye tarif ettiğim başlıklar…
Barış sürecine bu ikinci ve üçüncü başlıkların merceğinden baktığımda gördüğüm şey şu:
Evet, Türkiye’de yeni rejim 2016’daki darbe girişiminin ardından kuruldu ama peşrevleri ondan bir yıl evveline gidiyordu. On yıl önce, 2015’te kaleme aldığım “Temel saflaşmanın ekseni değişiyor: Laiklik yerine ‘millîlik’” başlıklı dizi yazı bu muhtemel gelişmeyi öngörme çabasını yansıtıyordu. Buradaki milliyetçilikten kasıt Türk milliyetçiliğiydi ve Kürtleri dışarıda bırakıyordu. Aradan geçen 10 yılda bu milliyetçilik iktidarı sürdürmeye yetmemeye başladı ve Kürtleri de kapsayacak şekilde yeniden tarif edilmeyi gerektirdi.
Şimdi bu önermemi temellendiremeye çalışacağım…
Temel saflaşmanın zaman içinde değişen eksenleri
On yıl boyunca (2015-2025) süren bir ‘millîlik’ ekseninden söz ettim, ondan önce temel saflaşmanın ekseninin ‘laiklik’ olduğunu söyledim, şimdi de iktidar benim ‘Kürtlü millîlik’ adını verdiğim yeni bir eksen çizmeye çalışıyor diyorum…
Buradan çıkardığım sonuç: Son versiyon ‘Kürtlü millîlik’ eksenine geçmeden önce Türkiye’de siyasi saflaşmanın hangi eksenlerden geçerek buraya geldiğine dair uzun bir paragraf açmam doğru olacak. Bunu, sözünü ettiğim dizi yazıdan özetleyerek yapmaya çalışacağım.
Türkiye, 1960’ların ikinci yarısıyla 1970’leri iki büyük siyasi eğilimin hayatın her alanına yayılan ve şiddet de içeren mücadelesiyle geçirdi: Sağ ve sol. Bu dönemde siyasetin sosyalizm-komünizm isteyen solcularla anti-komünist sağcılar arasında şekillendiğini söyleyebiliriz.
12 Eylül 1980 darbesiyle birlikte bu dönem sona erdi. Böylece başlayan 1980’leri, 10 yıl sonra yeniden avdet edecek sert-kutuplaşmış siyasi mücadelenin “fetret dönemi” sayabiliriz. Gerek her iki siyasi kanadın 12 Eylül rejimi tarafından zorla bastırılması, gerekse de kör şiddete dayalı siyasi mücadelenin meşruiyetini hızla kaybetmesiyle birlikte (aslında 12 Eylül’den çok önce başlamıştı bu süreç, fakat itiraf edilemiyordu) kabaca 10 yıllık bir “fetret dönemi” yaşadı Türkiye.
1990’lar ve Türkiye’de yeni temel saflaşma
1980’lerin ortalarından itibaren Gorbaçov’la birlikte Sovyetler Birliği’nde başlayan Glasnost (Açıklık) ve Perestroyka (Yeniden Yapılanma) hareketleri 1980’lerin sonunda depreme dönüşüp Avrupa’daki bütün “reel sosyalist” devletleri ortadan kaldırdı.
Her şeyi alt üst eden bu gelişme, Batı’nın bütün stratejik hesaplarını da kökünden değiştirecekti. Bu büyük değişim, Türkiye’nin iç siyasetine, sert-kutuplaşmış siyasi mücadelenin yeniden sahneye çıkması suretinde yansıdı. Fakat daha önemlisi, temel saflaşmanın ekseninin değişmesiydi: Mücadele artık sağ ve sol arasında değil, laik-sekülerlerle dindar-muhafazakârlar arasında yürüyecekti.
1990’lar ve irtica korkusu
Sovyetler Birliği’nin ve Doğu Bloku’nun dağılmasıyla birlikte Türkiye’nin Batı ittifakı içindeki öneminde ciddi bir sarsıntı oldu. O dönemde içerde ve dışarda yapılan bütün analizler, Soğuk Savaş’la birlikte Türkiye’nin komünizme karşı “hür dünyanın kalkanı” olma vasfını yitirdiğini, daha doğrusu artık böyle bir fonksiyona gerek kalmadığını tespit ediyorlardı.
Bu gelişme, Türkiye’de sivil siyaseti vesayet altında tutan asker-sivil bürokratik güçlerin Batı nezdindeki “meşruiyetine” de ciddi bir darbe anlamına geliyordu. Çünkü başta Amerika Birleşik Devletleri (ABD) olmak üzere Batı için önemli olan Anadolu’nun “komünizme karşı kalkan” olma vasfıydı ve bu vasfın zarar görmemesi için gerektiğinde Türkiye’nin askerler tarafından otoriter bir biçimde yönetilmesine rıza gösteriyorlardı.
İşte bu nedenle, komünist devletlerin çökmesiyle birlikte Türkiye’deki vesayetçi güçler bir anlamda “açık pozisyonda” kaldılar. Yani, 1990’ların başında komünist blok yıkılırken, darbesiz yaşayamayan bir ordunun darbe hayalleri de esaslı darbeler yemekteydi. Öyle ya, “darbesi geldiğinde” her seferinde “komünizm tehlikesi”ni gerekçe göstererek ABD’den icazet alan Türk ordusu bundan böyle ne yapacaktı?
O çaresizlik içinde İran ve Afganistan’daki dinî rejimler ve “yükselen İslam” dalgası, Türkiye’nin darbecileri için bir umut ışığı oldu. Batı için, İran ve Afganistan’dan sonra Türkiye’nin de “şeriat”ın kıskacı içine girmesi gerçek bir kâbus senaryosuydu. O halde, Türkiye’de dinci akımların güçlenmesi durumunda gerçekleştirilecek bir darbe, tıpkı eski “güzel günlerde” olduğu gibi ABD ve Batı tarafından sessizce onaylanabilirdi…
Fakat bir yandan da Türkiye’deki laik kesimlerin ülkede gerçek bir irtica tehlikesinin olduğuna inandırılmaları gerekiyordu; onların da onayına ihtiyaç vardı. Zaman içinde bu da başarıldı.
1990-2015: Seküler ve İslâmi yaşam tarzı üzerinden yeni saflaşma
1990’ların tamamı ve 2000’in ilk 15 yılı, en önemli önceliği seküler hayat tarzı olan, içinde siyaseten kendisini sağ’da ya da sol’da tanımlayanların ittifak halinde yer aldığı laik-seküler cephe ile dindar-muhafazakâr cephe arasındaki sert mücadeleyle geçti.
Bu ideolojik mücadele siyasete bir tarafta Refah Partisi (1990’lar) ve AK Parti’nin (2000’ler), öbür tarafta CHP, CHP dışı sol ve MHP’nin olduğu bir tablo olarak yansıdı.
Bu siyasi mücadele laiklik ekseni etrafında şekillenen bir mücadele oldu ve kabaca 2015-2016’ya kadar sürdü.
Sonraki yazıda: Önce laiklik eksenli saflaşmadan ‘millîlik’ eksenli saflaşmaya geçiş (2015-2016), sonra ‘millîlik’ eksenli saflaşmadan ‘Kürtlü millîlik’ eksenli saflaşmaya geçiş (2024-2025).
Yazarlar
-
Mehmet TIRAŞOPERASYONLARIN ARKASINDA ABD Mİ VAR? 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNVahşetin idaresi! 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIR“Türk-Kürt-Arap kardeşliği” Orta Doğu’ya dönük yeni bir hamle mi, yoksa yeni toplumsal meşruiyet ara 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluDevlet, başta dürüst olmazsa sonra kimseyi inandıramaz 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKKürt açılımının toplumsal meşruiyeti nasıl artar? 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANTartışmayı kazanmaktan önce becermek gerek 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTarih, milliyetçilik, muhafazakarlık 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYASelahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın Tutukluluğunun Devamı Siyasi Bir Karardır: 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanSuriye tiyatrosunda üçüncü perde 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEMurat Çalık’tan halkın payına düşenler 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU‘Terörsüz Türkiye’ başarılı olsun isteniyorsa… 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞErdoğan, temel saflaşmanın eksenini 10 yıl sonra bir kez daha değiştirmeye çalışıyor: ‘Millîlik’ yer 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağacı taşımanın suç olduğu ülke: Portekiz 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR103 kişinin ölümündeki suçu sahte belgeyle gizlediler 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasi meşruiyet ve matematik 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇ“İçerde Nutuk, dışarda Kur’an!” 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENKürtler, Türkler ve Araplar 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer Solgun“Geri zekalıya anlatır gibi” 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuErdoğan’dan tarihi itiraf… 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRSiyaset çıkar, itibar, zenginleşme aracı olmadığında… 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZCumhurbaşkanı’nın ittifak çıkışı ve silahsızlanma sürecinin gölgesinde muhalefet 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKardeşinin cenazesine gidememek 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUİnsan hiç üzülmez mi… utanmaz mı hiç? 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURKutuplaşmanın son mağduru; CHP’nin ilk imam hatip müdürü Celal Hoca 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim Kirasİslamcılık ve post-İslamcılık ve modernizm ve milliyetçilik 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilÖtekileştirmek Ve Ötekileştirdiklerimizle Yüzleşmek – “Kürt Sorunu”na Alternatif Bir Bakış 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
14.07.2025
23.06.2025
19.06.2025
17.06.2025
8.06.2025
1.06.2025
11.05.2025
8.05.2025
4.05.2025
29.04.2025