İbrahim Kiras

İbrahim Kiras
İbrahim Kiras
Karar Tüm Yazıları
İslamcılık ve post-İslamcılık ve modernizm ve milliyetçilik
19.07.2025
46

CUMARTESİ YAZILARI

Geçenlerde tesadüfen elime bir kitap geçti. CHP’de siyaset yapan bir akademisyenin kaleminden sosyoloji, siyaset bilimi ve psikanaliz kuramlarına referanslarla örülmüş ilginç bir “siyasal İslamcılık” eleştirisiyle karşılaştım. (Fethi Açıkel, “Kutsal Mazlumluktan Makyevalist Despotizme”, İletişim, 2023)

Yazarın bazı konulardaki görüşlerine itirazımı kayda geçirerek söyleyeceğim: “Biz nerede hata yaptık” diye düşünen (eğer varsa) AK Partili arkadaşların veya kendilerini (hâlâ) İslamcı olarak adlandıran aydınların burada ileri sürülen eleştirilere şöyle bir göz atmalarında fayda olabilir.

Kitaptaki bazı görüşlere itirazlarıma gelince… Seküler, muhafazakar, milliyetçi gibi tanımların siyasi hareketler için veya düşünce akımları için kullanılması anlamlı olabilir. Ancak toplum kesimlerini bu isimler altında “birbirinden bağımsız antiteler” gibi kategorize etmek doğru olmasa gerek. Ülkede farklı “toplum kesimleri” var, farklı toplumlar değil.

İkinci eleştirim şu: Yazar, bir sosyolog olması itibarıyla Türk düşünce tarihini yeterince inceleyemediğinden olacak, Meşrutiyet devri İslamcılık düşüncesinin “modernist” niteliğinin farkında görünmüyor ve bu fikir akımını muhafazakar bir tepki olarak değerlendiriyor. Bu vahim bir hata.

Bu yüzden de temelleri ilk olarak Genç Osmanlılar hareketi üyelerince atılmış olan Meşrutiyet İslamcılığı ile bugün İslamcılık adı verilen sosyokültürel cereyan arasındaki ilişki yalnızca isim benzerliğinden ibaret olduğu halde mesela Cemaleddin Afgani ile Necip Fazıl’ı aynı kategoride sayıyor yazar. Mehmet Akif ile II. Abdülhamid’i aynı fikir akımının mensupları olarak anıyor hatta.

Oysa bugün veya Cumhuriyet sonrasında İslam referanslı toplumsal veya siyasal eğilimleri adlandırırken ille de İslamcı sıfatını kullanacaksak hiç değilse popüler İslamcılık, Neo-İslamcılık veya Post-İslamcılık gibi bir tanımı tercih etmek gerekir bence.

Tanzimat devrinde tohumları atılıp İkinci Meşrutiyet devrinde çiçeklenmiş ve meyvelerini vermiş bulunan modernist karakterli İslamcılık akımının özgün fikir çizgisine karşılık bu düşünce geleneğiyle ilgisiz toplumsal eğilimlerin aynı isimle anılması doğru olmasa gerektir.

Namık Kemal’den Mehmet Akif’e uzanan bir çizgideki Osmanlı İslamcılığı “devleti ayakta tutma” kaygısının önceliği itibarıyla bir yanıyla liberal bir yanıyla milliyetçi ekollerle ortak hedeflere sahiptir.

Çağın getirdiği toplumsal gelişmeler ve bilhassa Cumhuriyet sonrasındaki sosyopolitik değişimler karşısında çaresiz bir reaksiyondan ibaret olan “Post-İslamcı” ideoloji ise bugünkü dünyanın ihtiyaçlarına cevap verecek yeterlikte olmadığından olacak, “Post-İslamcı” aydınların siyasal ve toplumsal sorunlara yönelik çözüm önerileri ya milliyetçilik ya sosyalizm ya da liberalizm kaynaklıdır.

1970’lere kadar milliyetçilikten ayrı bir İslamcılık ideolojisinden söz etmek mümkün değil zaten. Milliyetçilik, muhafazakarlık, sağcılık ve hatta dindarlık birbirinin müradifi olan adlandırmalardı bu dönem boyunca. 1970’lerden itibaren “milliyetçi olmayan bir İslamcılık” görünür olmaya başlamış ve dindar/muhafazakar aydınlar arasında -galiba Seyyid Kutub, Mevdudi vb. çevirilerinin etkisiyle- artık İslam devleti, ümmet, cihad gibi kavramlar kullanıma girmişti. (Adalet Partisi’nin sağ kanadının tasfiyesinin ardından muhafazakar kesimin “daha dindar”larının MSP’de, “daha milliyetçi”lerinin MHP’de yer almaları bu ayrışmada dönüm noktası teşkil eder.)

Bir yandan da sosyalist jargonun etkisi hissedilir duruma gelmişti bu post-İslamcı aydınların diskurunda. Sosyalizm 60’larda ve 70’lerde bütün dünyada ve Türkiye’de büyük bir etki uyandırmış olduğu için bu normal görünüyorsa da bahsedilen etki ideolojik yaklaşıma nüfuz edebilmiş değildi. Toplumsal ve siyasal yapıyı emek sömürüsü veya sınıf çatışması kavramları üzerinden okumaya yönelik bir anlayışın filizlenmesinden söz etmiyorum. Sosyalist siyasi hareketlerin daha ziyade dilinden etkilenmişti post-İslamcılar. (Hareket dergisi çevresindeki İslam sosyalizmi tartışmaları çok sınırlı kalmış ve muhafazakar kesimde olumlu yankısı olmamış özel bir örnek.)

90’lı yıllara kadar devam etti bu etki. Milenyum sonrasında ise liberal bir retorik öne çıktı. (Bunun 90’lı yıllarda Sovyetlerin dağılmasının ardından liberal değerlerin bütün dünyada hakim hale gelişiyle de ilgisi olabilir.) Ancak bu da evrensel liberal değerlerle fazla ilgisi olmayan, kendine özgü bir liberallik anlayışıdır. Daha doğrusu Türkiye’ye özgü bir liberalizm anlayışı.

Türkiye’de kendilerine -nedense- liberal adı verilen kimi aydınlardaki illiberal eğilim ve aşırılıklar bu yeni moda retoriği kullanmaya heves eden post-İslamcılar üzerinde de etkili oldu. Söz gelimi Kürt sorunu tartışmasında ayrılıkçı terör örgütüyle aynı dili kullanmayı, bayrak ve istiklal marşı gibi milli sembollere saygı göstermemeyi “dinin liberal yorumu” zanneden bir okur yazar zümresi bu dönemde ortaya çıktı. Bunların evrensel liberal değerlerle bir ilgisi olmadığı ortada.

Meselenin özü Cumhuriyet devrinin “muhafazakar” aydınlarının veya kanaat önderlerinin “muhafazakar” tutumlarıyla Meşrutiyet İslamcılarının “modernist” vizyonu arasındaki uzlaşmazlıktır.

Diğer yandan, orijinal bir fikir akımı olan Osmanlı (Meşrûtiyet) İslamcılığının “birleştirici” milliyetçi karakterinin daha ziyade toplumsal bir tepki hareketi olan Cumhuriyet İslamcılığında giderek zayıflayıp sonunda görünmez hale gelmiş olması biraz da bugünkü toplumdaki etnik duyarlıkların bu Post-İslamcılık evreni içinde kendilerine alan bulabilmiş olmalarının sonucudur. Cumhuriyet devrinde ulus devlete yönelik etnik itirazlarla dinî itirazların -mesela daha ilk günlerdeki Şeyh Said isyanında olduğu gibi- iç içe geçmesi Cumhuriyet İslamcılığının bilhassa 70’li yıllardan itibaren giderek milliyetçilikle mesafeli bir karakter edinmesinde pay sahibi olmuş görünüyor. Mamafih son birkaç yıl içinde değişen konjonktür çerçevesinde siyasi iktidarın “yerli ve milli” retoriği paralelinde Kürt sorunu konusundaki keskin tutum değişikliğinin ardından “post-İslamcı” aydınların da ezici çoğunluğu “tırnak içinde milliyetçi ama aslında dışlayıcı ve düşmanlaştırıcı” bir dil benimsemiş göründü.

Ancak siyasi iktidarın geçtiğimiz aylarda yeniden politikasını değiştirmeye yönelmesiyle söz konusu zümrenin “bu milliyetçiliği” sürdürme zorunluğu ortadan kalkmış oldu. Bu da şaşırtıcı değil. Çünkü temel problem toplumda ve hatta aydınlarda millet kavramının modern anlamının kavranmasını sağlayacak bir siyasi bilincin oluşup oluşmadığıdır. Bu olmayınca dinî ideolojiler modernite öncesinin sosyal ve siyasi yapılarını “inancımıza uygun” bir model diye sunabiliyorlar.

Aydınlarımız da reaksiyoner bir din yorumunun ürettiği sosyopolitik tutumu dinin evrensel bir niteliği gibi görebiliyorlar.

Bunun sonucunda Cemaleddin Afgani ile Necip Fazıl’ı veya Mehmet Akif ile II. Abdülhamid’i aynı yolun yolcusu sayan akademisyenler görüyoruz biz de.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar