Alper GÖRMÜŞ
Dostlarımızın acılarını dinlemek, hiç düşündünüz mü, neden dostlarımızın mutluluklarını dinlemekten daha kolay gelir bize?
“Bu ne biçim soru” diyorsunuz, değil mi, çünkü siz tersinin geçerli olduğunu düşünmüştünüz...
Haklısınız; sevimsiz, sinir bozucu bir soru soruyorum... Fakat lütfen samimi olun, nasıl olsa başkaları duymayacak! Kabul edin ki doğru bir soru bu.
Cevabı da kolay aslında: Öyledir, çünkü acılarını bizimle paylaşan dostumuz bize muhtaçtır, onu kaybetmekten korkmaksızın anlattıklarını can kulağıyla dinleriz.
Oysa mutluluğunu paylaşan dostumuz bizi ürkütür: Çünkü bu aynı zamanda dostumuzun bizimle paylaştıklarının bir bölümünü başkalarına transfer edeceğinin de habercisidir.
Ben, bu neredeyse doğal “insanlık hâli”ni aşabilmiş, onu terse çevirmiş çok az insan tanıdım...
Dostlarımızı kaybetmek korkusundan kaynaklanan bir başka “insanlık hâli” daha var... Aynı kalıbı kullanarak soracağım:
Hasımlarımızı eleştirmek, hiç düşündünüz mü, neden dostlarımızı eleştirmekten daha kolay gelir bize?
Cevap yine aynı: Çünkü hasımlarımızı eleştirirken kaybedecek bir şeyimiz yoktur, oysa dostlarımızı eleştirmek risklerle doludur.
Ben, inandıkları doğrultusunda hasımlarını kıyasıya ve “cesaretle” eleştiren birçok kişi tanıdım. Fakat aynı şeyi dostları ve doğal çevresi sözkonusu olduğunda da yapabilen çok az insan biliyorum...
Buraya kadar okuduklarınız, Aktüel’in son sayısı için kaleme aldığım, gazetemiz yazarlarından Hidayet Şefkatli Tuksal’ın portresinin de giriş bölümünü oluşturuyordu...
Bu satırlar, Tuksal’ın portresine şöyle bağlanıyordu:
“Bana, ‘peki, bunlar arasında seni en çok etkileyeni, en cesuru hangisi’ diye sorsanız, cevabım ‘tabii ki Hidayet Şefkatli Tuksal’ olur.”
Levent Yılmaz’ın filozofça yazısı...
Aslında, dostlarımızı eleştirmekle hasımlarımızı eleştirmek arasındaki zorluk farkı üzerinde daha önce hiç düşünmemiştim... Beni buna sevk eden şey, Levent Yılmaz’ın Taraf’taki tartışma üzerine kaleme aldığı “Taraf’ta ‘kriz’ var. Taraf’ta ‘kritik’ var, ama kritik bir durum yok” başlıklı yazıdaki şu satırlar oldu:
“(...) Münevverin ikinci görevi, siyasi açıdan, partisinin düşmanlarına saldırmak değil, kendi partisindeki yandaşlarına karşı durabilmektir. Çünkü düşmanlara karşı konuşmak kolaydır, herhangi bir yerde bunu yapabilirsiniz, ama dostlara, yandaşlara karşı gelmek, onlara karşı durmak, onları eleştirmek zordur. Ama bu önemlidir. Bu durumda, kendi tarafını sürekli sorgular, bu yakada kriz yaratır.”
Levent Yılmaz’ın filozofça yazısı şu iyimser satırlarla bitiyordu:
“Kriz çıkarmak lazım; ama krizin çözümüne de katkıda bulunmak gerekir. Taraf’taki kriz, sağlıklıdır. İyi krizdir. Durum kritik değildir.”
Eleştiriyi “düşmanlık” sayanların müdahalesi
Ben, dostlarımı (da) eleştirebilme cesaretine sahip olmadan önce, korkakça davrandığım pek çok tecrübe yaşadım. Fakat, hayatımın en tatsız pişmanlıklarının bir bölümünün, zamanı gelmiş bazı eleştirileri “dostluklar bozulmasın” diye dostlarımdan esirgemekle ilgili olduğunu idrak ettiğimden beri bunu yapmamaya gayret ediyorum. Sadece kişisel ve duygusal tecrübelerden söz etmiyorum; düşünce, ideoloji, siyaset alanlarında da böyle yapmaya, “onlar” kadar “bizimkiler” karşısında da eleştirel olmaya gayret ediyorum. Ne zaman “biz”le ilgili bir eleştiriye girişecek olsam eski“korkaklık” günlerimi hatırlıyor, ardından kendimi çimdikliyor ve gereğini yerine getiriyorum.
Fakat Taraf’la ilgili “ağır” diyebileceğim eleştirilere girişmeden önce hiç böyle bir endişe duymadım. Çünkü başta Ahmet Altan ve Yasemin Çongar olmak üzere, bu gazeteyi yönetenlerin, eleştirinin samimi olduğuna kanaat getirmeleri durumunda, velev ki haksız olduğunu düşünsünler, eleştirinin sahibine karşı duygularının ve davranışlarının değişmeyeceğine inanıyordum... Yani bu defa, eleştirinin “dostlukları zedelemek”, “dostları kaybetmek” gibi bir riski yoktu yani...
Nitekim her şey tam düşündüğüm gibi oldu: Orada burada benim “Taraf’a savaş açtığım”, “Taraf’ın bitişini ilan ettiğim”, “Ahmet Altan’ın yerine göz diktiğim” türünden zırvaların dolaştığı günlerde, telefonda Ahmet Altan’la ancak kardeşler arasında cereyan edebilecek sıcaklıkta telefon görüşmeleri yapıyorduk.
Eleştiriyi “düşmanlık” sayan bir rejimin zihniyet kalıplarıyla büyümüş ve farkında olmadan onu tevarüs etmiş “sağcı”, “solcu”, “muhafazakâr” vb. zevatın asla algılayamayacağı bir hâl...
“Belge, bilgi” yayımladık ama “pay” istemiyoruz
Aslında, doğru bildiğim gazetecilik bakış açısından Taraf’ı eleştirmeye çok daha önceden niyetlenmiştim... Ne var ki, “dostları kaybetmek”, “yalnız kalmak” gibi endişeler karşısında çoktandır “şerbetli” olsam da; ilaveten yukarıda dediğim gibi bu defa böyle bir “risk” algılamasam daTaraf’a karşı özellikle “yeni (paralel) merkez medya”dan kaynaklanan kampanya beni bundan sürekli olarak alıkoyuyordu... Eleştirilerimin bunlarla karıştırılmasından, Taraf’ı yıpratma kampanyasının bir parçası olarak kullanılmasından korkuyordum...
Yaz aylarının ortasında, bu kampanyanın elini en serbest tutanlarından birinin yazdığı satırlar korkumu daha da büyüttü. Bu kişiye göre, Taraf’ın iktidara yönelik eleştirilerinin nedeni, “eski Türkiye”yle hesaplaşmada önemli bir rol oynamasına rağmen “yeni Türkiye”den umduğu payı alamamış olmasıydı:
“Erdoğan, iktidarı Ankara’nın elinden alırken olup bitene alkış tutan ‘solcular, liberaller, sosyalistler’ şimdi onun bu yeni devleti idare etmesini ve kullanım hakkını kıskanıyorlar.
(...)
“Birilerinin onlara gazeteler marifetiyle devlet yönetilemeyeceğini, o dönemin geride kaldığını nazikçe anlatması gerekiyor. Belge, bilgi yayınladı diye kimsenin Yeni Türkiye’den pay talep edemeyeceğini de elbette...” (Mustafa Karaalioğlu, Star, 25 temmuz).
Açık söylüyorum; bu yazıyı okuyunca, kelimenin bildiğiniz anlamıyla korktum. Taraf’a böyle bir suçlamada bulunabilecek bir kendinden geçmişlik, eleştirilerimi bu kampanyanın bir parçası kılabilir, beni de yaptığıma pişman edebilirdi.
Bir ara, “eski Türkiye” ile hesaplaşmada karınca kararınca bazı “belge ve bilgi” yayımlamış bir gazeteci olarak Karaalioğlu’na hitaben, “Yeni Türkiye’den biz sadece özgürlük ve adalet istiyoruz, onun dışındaki bütün ‘pay’lar sizin olsun” diye yazasım geldi ama, elim ona da gitmedi...
Neticede o yazı, girişmeyi düşündüğüm “gazeteme eleştiriler”i birkaç ay daha ertelememden başka bir sonuca yol açmadı.
Şemdin Sakık’ın andıcından sonra elim varmıyor
Sonrasını biliyorsunuz: Bu yöndeki kararlılığım, 7 ekim tarihli Taraf’taki “Hür Ordu’ya jandarma servisi” haberine kadar sürdü. Çünkü bu manşet, doğruluğuna inandığım gazetecilik ölçülerine göre, bir gazetenin haberciliği için “alarm verici” nitelikteydi.
Nitekim, taşıdığım “eleştirilerimin Taraf’a zarar verecek biçimde kullanılması” korkusuna rağmen, o manşete itiraz ettim ve böylece başlattığım “gazeteme eleştiriler”i bugüne kadar getirdim.
Tartışmayı içimizde sürdürmeyi tercih edebilir, “kamusal alan”a taşımayabilirdim... Nitekim bazı okurlarımızdan bu yönde eleştiriler de aldım. Fakat ben, bu zemini kullanarak, sadece “biz”i değil bütün meslektaşlarımızı ilgilendirdiğini düşündüğüm için “açık” bir tartışma yürütmeyi, sakıncalarına rağmen daha doğru buldum.
Bugün bu sayfada, haftalardır sürdürdüğüm “genel çerçeve” parantezini kapatacak, “somut örnekler üzerinden Taraf eleştirisi” bölümünün ilk yazısına yer verecektim.
Üç yazıdan oluşacak bu son bölümün iki yazısını yazıp bitirmiştim zaten... Fakat başlıkta da dediğim gibi artık bu köşeye Taraf eleştirisi koymaya elim varmıyor.
Hayır, eleştirimi kendi kötücül amaçları için kullanmaya kalkanların varlığı değil asıl neden; onları zaten baştan beri öngörmüştüm.
Asıl neden, Şemdin Sakık’ın Ergenekon mahkemesindeki tanıklığını, Ahmet Altan gibi benim de, devlet içinde birilerinin Taraf’a yönelik operasyonunun bir parçası olarak yorumlamam...
Ben, Sakık’ın PKK’nın iki numaralı adamıyken şahit olduklarına dair tanıklığını önemsemeye devam ediyorum... Fakat şahit olmadığı şeylerle ilgili yorumlarının, onunla temas kuranların “teşvik”lerinin bir ürünü olduğuna inanıyorum.
Vicdanım, devlet içindeki esrarengiz kanatlardan, belki hükümetten birilerinin de bilgisiyle Taraf’a karşı açık bir operasyonun sürdürüldüğü koşullarda, bu diziyi burada kesmem gerektiğini söylüyor bana.
Bitmiş iki yazıyı, bana gelen okur eleştirileriyle birlikte genel yayın yönetmenimiz Ahmet Altan’a ileteceğim, üçüncü bölümde yazmayı düşündüklerimi ise ona doğrudan anlatacağım.
Yazarlar
-
Eser KARAKAŞŞimşek, ÖTV, cari açık ve gümrük birliği 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUŞakülünden çıkmış bir ülke: Türkiye 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİYargıda yine mi temizlik başlamış? 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSon vatanı Türkiye olanlar ilk vatanı Türkiye olanlara vatanseverlik dersi veremez 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasBakü ve Erivan başardı, Türkiye kazandı 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZYeni çözüm süreci komisyonuna dair 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazBöyle mahkemenin hükmüne adalet denir mi? 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUTürkiye terörsüz olacak, bölünmeyecek.. Amenna.. Ya Suriye’den gelecek tehdit? 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha Akyol‘Karamsarlık yaymak’ 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan Özkanİsrail ordusu, Gazze’de ekilebilir arazileri de sıfırlıyor 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA15 Ağustos Toplumsal Devrime Giden Yol... 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNZengezur’a Trump kaması: Kime niyet kime kısmet? 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKOMÜNİST BİR YAZAR VE“İKİ KADIN İKİ AŞK…” 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURÜzgünüm, kimse Türkiye’yi bölmek istemiyor 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIR'Yeni Türkiye'de umudu yalnızca 51 kişilik komisyona bırakmalı mıyız? 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRBU KOMİSYON NE ÇÖZER? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanDevleti yönetenler milletlerine güven vermek istiyor olsaydı… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunÖzlemek ne uzun bir mesafe, Dersim… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKYeni Süreç, korkular ve umutlar 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBir dönüm noktasında mıyız? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezTeo-politik inşaya karşı dinsel bireycilik: İtaat mı? İtiraz mı? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNE“Norm Devlet” üzerinde 19 Mart gölgesi 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilYolsuzluk: Çürümenin Kurumsallaşmış Hali 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciÇürüme! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
21.07.2025
14.07.2025
23.06.2025
19.06.2025
17.06.2025
8.06.2025
1.06.2025
11.05.2025
8.05.2025
4.05.2025